31 Mayıs 2012 Perşembe

Diyanet'ten "Çekirge Helaldir" Fetvaları...

Diyanet İşleri Başkanlığı'nın yayınladığı, İslami açıklamaların toparlanmış olduğu bu "ilmihal", eğer konulara, "İslam'ın iç çelişmeleri" veya "İslam'în Tutarsızlığı" başlıkları altında yaklaşırsak, bir "hazine" değerindedir.




Kuran'ın anlatımına göre Allah önce şöyle diyor:

"O (Allah) , yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı."

http://www.kuranmeali.com/ayetkarsilastirma.asp?sure=2&ayet=29



Burada kullanılan "yer" kavramı, "Yeryüzü", "Dünya" anlamında kullanılmaktadır.

Sadece İslam'ın Allah'ına ait olmayan ve erken Akado-sammaru kayıtlarından itibaren karşılaştığımız "Yer/Gök" ayrımına dayalı bu kavramların buradaki kullanım biçiminde, "İnsan"a sadece "Yer'de ne varsa..." ayrımıyla bir "lütuf" verilmesi dikkatimizi çekmektedir.

"Yer'de ve Gök'te ne varsa..." burada tanımlanan "İnsan"a verilmemiş olmasının anlamı şudur:

Akado-Sammaru kayıtlarında yer alan "Yer" ve "Gök"; "Yeryüzü" ve "Gökyüzü", "Yukarı" ve "Aşağı" kavramları, bizim şimdi anladığımız anlamdaki Dünya ve Gökyüzü'nü anlatmaz... Bu çok hatalı bir "dogma"dır... Eski tablet kayıtlarında da yer alan bu kalıpsal kavramlar, Mezopotamya'nın Kuzey ve Güney bölge ayrımlarını ifade etmekteydi.

Bu coğrafi ayrımlara göre, "Yukarı, Kuzey Mezopotamya" "Göksel", "Gökler", "İlahisel", "Tanrısal varlıklar" alanını anlatıyordu.

Buna karşılık,"Aşağı, Güney Mezopotamya" ise, "Toprak"ı, "Dünya"yı ifade ediyordu.

Bu ayrımlara dayalı anlatım biçimine göre, eğer "Adem" "Toprak"tan yaratılmış ise, bundan anlaşılması gereken "balçık" vb. anlamındaki bir toprak değildi.

"Toprağın Adamı olan" tarımcı toplulukların "var edilmesi"ydi, yani "Tarım toplumları"nın bu yeni ittifak düzeni içine alınmasıydı.

İncil’ler bu noktada bizi, biraz sıralama hatası yaparak fakat çok net olarak bilgilendirir:

“İlk İnsan Yer’den, yani Toprak’tandı; İkinci İnsan ise Gök’ten..”

Bu ayrım, elbette, bilinen anlamlarıyla "Yer" ve "Gök"e iklişkin değildi; "Yukarı Mezopotamya", "Kuzey Mezopotamya", "Yukarı" ile "Aşağı Mezopotamya", "Güney Mezopotamya", "Aşağı" ayrımına dayanıyordu. "Kutsal" Kitaplarda yer alan "Ulu - ilahisel varlıklar" ile "Aşağılık İnsan" ayrımı da, işte bu doğal, coğrafi ayrımlara dayanmaktaydı.

Burada, "Toprak'tan yaratılmış Adem" denildiğinde, anlaşılması gereken, bilinen "çamur"dan yaratılan bir "insan" değil, "Toprağın adamı" olan, çiftçi, tarımcı olan bir toplumun var edilmesi; daha doğrusu "Yukarı"nın topluluklarıyla bir ittifak alanı içine alınıp resmen tanınması işlemiydi.

"Yukarıdaki Tanrılar", "Toprakla uğraşan İnsanoğlu"nu, kendilerine hizmet etmesi için, bu anlamda "yaratmış"lardı...



Bkz:
Kuran'da Adem Neden Farklı Maddeler'den Yaratılmıştı?
http://toplumvetarih.blogcu.com/kuran-da-adem-neden-farkli-maddeler-den-yaratilmisti/2411936








Diyanet'ten "Çekirge Helaldir" Fetvaları...
Eski Toplumun Hayvan Ve Bitki Totemlerinden "dini yasak"lara...

Diyanet İşleri Başkanlığı'nın yayınladığı, İslami açıklamaların toparlanmış olduğu "ilmihal", eğer biz konulara, "İslam'ın iç çelişmeleri" veya "İslam'în Tutarsızlığı" başlıkları altında yaklaşsa idik, gerçek bir "hazine" değerindedir.

İçindeki konular üzerine yazmakla bitmez!

"İslami Çelişmeler" diyerek bu alanda ciltler doldurmak mümkün...

Zaten, Türkiye'nin "eski tür ateistleri" de genellikle böyle davranmış ve "İslam eleştirisi" başlıklı kitaplarını, genel bir ağırlıkla, "bilim dışılık", "mantıksızlık", "hurafe" vb. alt başlıkları altında sıralanmış "İslam'ın iç tutarsızlığı"na ait noktalardan oluşturmuşlardır.

Kuran'daki "tutarsız söylemlerin" veya "tutarsız İslami uygulamaların", mutlaka olması gereken eski tarihsel-toplumsal kökenleri ile çok fazla ilgilenilmemiştir.

Fakat, aslında bu durum, sadece Kaba Ateistler için değil, "İslami bilgin" veya "İslami Kurumlar" bakımından da, tersten bir şekilde, böyle işlemektedir.

Diyanet'in "ilmihal"inde de bu durum değişik değil...

"Kutsal" denilen kitaplara göre Allah, güya, yeryüzündeki herşeyi İnsan için yaratır!

Ama nerde?!

Bir satır sonra, yasak ve günahlar başlar....

" Şunu ye, ama sakın bunu yeme... şurasını ye, burasını sakın yiyip-içme!"
"Şöyle pişirerek ye, ama sakın, mesela ateşte pişirerek yeme!" vb...

Domuza "pis" diye yasak koyar!
Ardından Çekirge'yi "ceylan eti gibi" yemeyi önerir!

Etin her tarafını yemeyi helal kılıp, sırt yağlarını yemeyi cehennemlik edim sayar, vb...

Bizim "İslamist"ler, bunların anlamları üzerine biraz kafa yoracaklarına, "Allah'ın işi..." deyip, "çevir kazı yanmasın!"la, "normal mantığa ters gelen" durum veya sözleri "idare etme sanatı"yla "anlaşılır" kılmaya çanalarlar...

Fakat biz, konuyu "Allah'ın İslami Yasakları" şeklinde " İslam ve İslam Allahı" ile sınırlanmış olarak ele almıyoruz; böyle sınırlı bir şekilde ele alınması metodunu hatalı buluyoruz.

Bu konu, genel olarak Mezopotamya kaynaklı tüm din ve-ya mezheplerin "yeme-içme yasakları" alanına girmektedir.
Din ve-ya mezheplerin karşılıklı ilişkileriyle de bağlantılı olarak değerlendirilmelidir.

Çünkü, mesela "deve" İslam'da helal, Musevilikte "haram" oluyor...
Ceylan Musevilikte "helal", yezidilikte "haram" halini alıyor...vb.

Bunun da ötesinde "Dinen helal-haram yiyecekler" konusuna sadece "hayvan"lar bakımından değil, "sebze ve meyve"lerin haram-helal'liği bakımından da yaklaşıyoruz.

O zaman karşımıza çıkan alan, "yemek" konusuyla ilgili olarak, eski toplumun "hayvan ve bitki-meyve totem genel ayrımı" oluyor.

Böylece, "helal" veya "haram" olan "hayvan ve bitki"lerin, aslında, geçmiş Mezopotamya toplumlarında kullanılan "totem hayvan" ve "totem bitki"lerden başka bir şey olmadığı sonucuna ulaşıyoruz.

Eğer "İsa=Küçük/yavru/ güverci" veya "kuzu" ise, anlıyoruz ki, ilgili toplum birim, günümüzden 10-13 bin yıl kadar önceden başlayarak, "davarlar toplumu", "güvercinler toplumu" olarak, kendini o tür totem hayvanlarla eşitlemiş olmalıydı...

O nedenle günümüz de bile, "eşşek herif", "İt'in kızı", "öküz", "bıldırcın", "kısrak" benzetmelerini yapmaya devam ediyoruz. Ders çalışan öğrenciye, Musevi dini ezbercilerden hareketle "inek..leme" diyoruz.

Elbette, eski toplum, kendini bitki ve hayvan ile eşitleme işlemini nedensiz yapmamıştır.

Eski toplumun kendini totem hayvan ve totem bitkiler ile eşitlemesi, dünyanın gelmiş geçmiş en büyük devrimlerinden birisi olmuştu. Çünkü, kendisini hayvan ve bitki ile eşitleyen, özdeşleştiren toplum birimler, böylece insan kurban ve yamyamlığından vazgeçebilme ortamını yaratmışlardı.

Kurban edilecek bir insan yerine, "kuzu"yu, "koç"u, deve"yi kurban etmek veya giderek bu hayvanları yemeyi yasaklamak iç ve dış yamyamlığın önlenmesi yolunda çok önemli adımlar olmuştu...

Bu nedenle temsil ettiğimiz "bilimsel ateizm", dinsel bakımdan ye-me-me yasak veya kuralını hayvanın şu ya da bu özelliğiyle ilgili alanlarda değil, öncelikle, o totem hayvan veya bitki ile, sözkonusu edilen dini savunanların geçmişlerindeki "totem hayvan ve bitki"lerle bağlantısında arar!

Örneğin "hurma" meyvesinin neden Müslümanların " babalarının kız kardeşi" anlamındaki "hala"ları olarak kabul edilmesi yaklaşımına böyle yanıt verir...

Akado-Sammaru tablet kayıtlarında yer alan İnanna'nın bir tanımının da, "Hurma salkımının hanımı" olması gerçeğini tanıtır; bu kayıt ile "Müslümanların halası olan Hurma" motifinin bağlarını kurar ve "Hurma'dan hala mı olurmuş..." gibi "gerekçeler"le "bilimsel kitap" yazdığını düşünen Erdoğan Aydın ve benzeri ateistleri "kaba ateist" ve "bilim dışı olan ateist" olmakla eleştiririz...

http://www.diyanet.gov.tr/turkish/dy/dijital_yayin/ilmihal/cilt_2/cilt_2_output/web/index.html














27 Mayıs 2012 Pazar