29 Ekim 2012 Pazartesi

Muhammed'in Türbesi Ve Vahhabi Mezar Kültü...

 
Muhammed’in ilk kabir fotoğrafı mı?

Vatan Gazetesi


Suudi devletinin yasağı nedeniyle Hz.Muhammed’in kabrinin dünyada bilinen hiçbir fotoğrafı bulunmuyor. Bir İran haber ajansı çeken kişinin kimliğini gizli tutarak tarihte ilk kez ‘Hz. Muhammed’in kabrinin fotoğrafı’ olduğunu iddia ettiği görüntüleri yayınladı



2001 yılında dünyaca ünlü İngiliz müzayede evi Sotheby’s ‘Dünya üzerinde Hz.Muhammed’in kabrine ait tek fotoğraf’ tanıtımıyla 19’uncu yüzyılda Medine Camii’nde görevli üst düzey bir görevli tarafından çekildiği iddia edilen kareyi açık arttırmaya çıkardı. Açılış fiyatı 132 bin dolar olarak belirlenen fotoğraf bomba etkisi yarattı. Çünkü daha önce bu tür bir kare hiçbir zaman çekilmemiş ve yayınlanmamıştı. Ancak Türk tarihçiler ve ilahiyatçılar fotoğrafı incelediklerinde bir gariplik sezdi. Fotoğraf hiç tartışılmayacak şekilde Osmanlı devletinin kurucusu Osman Bey’in Bursa’nın Tophane semtinde bulunan kabir fotoğrafıyla büyük benzerlik arz ediyordu. Sotheby’s uzmanları iki fotoğrafı karşılaştırdıklarında büyük bir aldatmacaya kurban gittiklerini anladı ve özür dileyerek fotoğrafı müzayededen çekmek zorunda kaldı. Dönemin Diyanet İşleri Bakanı M. Nuri Yılmaz da ‘Peygamberimizin kabri bugüne kadar görüntülenememiştir. Herhangi bir bilinen fotoğrafı yoktur’ açıklamasını yaparak tartışmaya nokta koydu.


Çiniler Osmanlı işi mi?


Aradan 11 yıl geçti ve Türkçe de yayın yapan İran merkezli Şii Haber Ajansı Shafaqna (Şafak), ‘Peygamber efendimizin kabrine ait dünyada yayınlanan ilk fotoğraflar’ başlığı altında 4 kare görüntü yayınladı. Fotoğrafları çeken kişinin adı gizlendi ancak güvenilir kaynaklardan bu görüntülerin teyid edildiği belirtildi. Görüntülerde, Osmanlı’nın Medine’yi kontrolü sırasında restorasyondan geçirdiği Hz.Muhammed’in kabrinin bulunduğu Mescid-i Nebevi’nin iç bölümü görülüyor. İçeride yeşil bir perde ve arkasında Hz.Muhammed’in mukaddes sandukası bulunuyor. Perdenin hemen yanında ise İznik çinilerini andıran çiniler göze çarpıyor. Suudiler’in Vahabi inancında Hz.Muhammed’in kabrine yönelik ziyaretler ‘şirk (Allah’a ortak koşma) korkusu’ nedeniyle hoş karşılanmadığı için daha önce iç kısmı hiç görülmeyen Mescid-i Nebevi’nin oldukça sade bir yapıya sahip olduğu da dikkat çekiyor. Fotoğrafların gerçek olup olmadığına yönelik referans alınabilecek tek kaynak ise Topkapı Sarayı’ndaki Kutsal Emanetler arasında yer alan Mescid-i Nebevi’ye ait orjinal planlar ve maket.


‘Yeşil perde’ benzerliği


Topkapı Sarayı Hırka-i Saadet Dairesi’nde muhafaza edilen ve halen TSM 11/16 envanter numarası ile kayıtlı Mescid-i Nebevi maketine göre Kabr-i Nebevi’nin bulunduğu odanın dışı yerden tavana kadar üzeri yazılarla işli yeşil bir perde ile kaplı. Mekânın üzerinde ise yeşil kubbe yükseliyor. Medine’ye giden ziyaretçiler Hz.Muhammed’in kabrini ancak parmaklıkların önünden ziyaret edebiliyor. Kabri ziyaret etme şerefine ulaşan Evliya Çelebi de hatıralarında sadece tavandan aşağıya kadar sarkan yeşil perdenin önüne girebildiğini anlatıyor. Kabrin bulunduğu en iç kısımla ilgili bilgiler ise hep rivayetlerden aktarılıyor. Üç kabrin sıralanışı hakkında ise Hz.Muhammed’in kabrinin önde, Hz. Ebubekir’in kabrinin onun arkasında ve Hz Ömer’in de en arkada ve Hz.Muhammed’in ayak hizasında defnedildiği belirtiliyor. Bu sıralamanın 14 asır boyunca hiç değişmediği vurgulanıyor.


UZMANLAR NE DEDİ?


- Diyanet İşleri eski Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz: Hz. Muhammed’in türbesinin olduğu yeri Türkiye’den gören tek kişi eski Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’dır. Burada fotoğraf çekilmesine izin verilmiyor. Ben de dışarıdan görme imkanı bulmuştum. Sandukaya benzer bir görüntü perdenin arkasından belli oluyor. Bazen perde açıldığında sandukanın görüldüğünü iddia edenler de var. Perde ise yeşil. Bu anlatım ile söz konusu fotoğraflar birbirine uyuyor.


- Dokuz Eylül Üniversitesi İslam Tarihi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Hakkı Önkal: Hz Peygamber, vasiyeti üzerine Hz Ayşe’nin kullandığı odaya defnedilmiştir. Daha sonra Hz Ebubekir vefat edince, O da Hz Muhammed’in yanına defnedildi. Son olarak da Hz Ömer defnediliyor. Üç mezar aynı odada. Şimdi fotoğrafa baktığımda sütünları görüyorum. Eğer bu sütünlar sonradan eklenmediyse benim kafamdaki fotoğrafa uymuyor. Çünkü bir odada 3 mezar bulunuyorsa, bunların sıkış sıkış olması gerekir. Oysa fotoğrafta büyük bir alan görünüyor.


http://www.shafaqna.com/turkish/component/k2/item/13089-peygamber-efendimizin-k%C3%BCtsal-t%C3%BCrbesinin-e%C5%9Fi-benzeri-g%C3%B6r%C3%BClmemi%C5%9F-i%C3%A7eriden-%C3%A7ekimlerii.html






















Suudi Arabistan- Medine'de bir mezarlık...







27 Ekim 2012 Cumartesi

Tükürüğün Kutsiyeti Ve Dinler...

Savunulan dini inanç, sadece sözle yinelenen bir ‘hurafe’; yüreğin ve beynin derinliklerinde tanımlanamaz bir ‘iman’ olmakla kalmaz; ilgili topluluğun yaşamının şekillenmesinde öylesine köklü etkilerde bulunur ki bu noktada din, ilgili topluluğun biçimleyicisi olduğunu ilan etmektedir artık.

Örneğin ‘Tükürmek’ ile din inancı arasındaki ilişki, yasak veya yükümlülüğü (istiğfar, tövbe olarak), topluluğun davranış tarzı olarak belirmeye başlar.

Mardin’de, yan yana bulunan, aynı dili konuşan, farklı dinlere ait insanlardan bir topluluk ‘tükürme’ eylemini dini gerekçe ile kendine yasak kılmıştı:

“...Süryani dostumuz, "... Yezidi çocukların dilendiğine kimse tanık olmamıştır. Dini inançlarınca günah sayıldığından tükürdükleri de asla görülmemiştir," diyor. (
http://toplumvetarih.blogcu.com/656093/)

“Tükürme yasağı” sadece Yezidi çocuklarına değil, bütün Yezidilere ait olmalıydı. Bu hususu “Avrupai ilerilik” kabul etmek, belki tükürme yasağını ceza ile önlemek isteyen Belediye başkanlarına cazip görünmesi mümkün; fakat konumuzu açıklamaktan çok uzak kalacağı da açık…

Saç, sakal tıraşı, bıyık/sakal kesme/kesmeme; ‘farklı cinsten iki hayvanı çiftleştirme - çiftleştirmeme; hayvan yağı yeme/yememe; hayvan kanı içme/içmeme; domuz veya deve yeme/yememe; güvercin yeme/yememe…. gibi şimdiye kadar gördüğümüz bir dizi dinsel örnek, insanların sadece uygulama dışı düşünsel alan konusu olarak kalmazlar. Tersine bunlar, şimdi belki biraz gevşemiş olsalar bile, yaklaşık 4–6 bin yıl aralığında Mezopotamya’da yinelenen dini kurallar olarak, toplulukların doğrudan doğruya davranış hallerinin belirleyicileri olmuştur.

Tükürme yasağında Yezidi temizliği aramak ne kadar yanlış ise, istiğfar’da Müslüman veya Hristiyan pisliği aramak da o kadar yanlıştır. Abdestli İslam’a ve su arınmacısı-vaftizcisi Hristiyanlığa “temizliği”; sulardan uzak durması öğütlenmiş (yıkanmama veya örneğin, yas sırasında saç/sakal kesmeme) dinlere sahip topluluklara ise ‘pis’ olmayı yakıştırmak doğru olmayacaktır.

‘Kötü Doğu toplumları’, ‘iyi Batı toplumları’ biçiminde bir ayrım yapamayacağımız gibi; ‘temiz toplum’, ‘pis toplum’ ayrımı da bu toplulukların davranışları, kendilerinden çok önceki ataları tarafından belirlenmiş olduğu için, hakkaniyetli değildir.

Burada karşımıza ikinci temel nokta çıkıyor:

O halde, bu toplulukların ‘kuş, yağ, et, kan’ yeme veya yememe; yıkanma veya yıkanmama; saç-sakal kesme veya kesmeme gibi davranışlarını, uygulama alanı dışında, sadece, imanlının kalbi ile tanrı arasındaki bir ‘inanç’ konusuna indirgeyebilir miyiz?

Günümüzde milyarlarca imanlının davranış kaynaklarını, basitçe “hurafe”, “boş inan” veya “tanrısal iman” alanında keşfedemeyiz. Daha başka bir ifadeyle, zamanını doldurarak bizlere şimdi ‘boş inan’ halinde görünmeye başlamış eski dinsel-toplumsal kuralların; günümüzde de yaşayan ve imanlıların inanç duydukları “kutsal dinler”in kaynakları, eski toplumun bağrında şekillenmiş kadim kuralların bizzat kendileriydi.

Akado Sammaru tabletlerinde “yaşam yiyeceği / içeceği” ve “ölüm yiyeceği / içeceği” kavramlarının karşılıklı olarak bulunmasından söz etmiştik. Eski toplumun bir bölümünün ayinlerinin bu temel araçlarını, günümüzde Hristiyan (ve Musevi) inancında, “kutsanmış ekmek” ve “kutsanmış su veya tuz veya şarap” olarak, devam ettiğini görüyoruz.

Burada, Mesih’in ‘veda yemeği’nde havarilere sözünü ettiği ; “ekmek benim etimdir”, “şarap benim kanımdır” eşitlemesi, eski toplum için bir sembolizme dönüşmeden evvel, bir gerçekliği temsil ediyordu. Temel Hristiyan ayinleri baştan sona bir üzüntü, elem, kederle bezeniyorsa, nedeni, bu ayinlerde eski toplumun ‘tanrılar’dan birini kurban etmeleriydi. Normal ‘tanrı’lardan birinin kurban edilerek ‘büyük tanrı’ haline gelişinin eski tabletlerdeki anlatımını incelemiştik.

Tükürme, istiğfar, pardon, üzüntü… o anda “yememe” ve “içmeme” davranışları, tanrısını kurban eden topluluğun davranış biçimi olarak şekillenir.

Buna karşılık o anda yeme, içme, sevinç ise karşıdaki tanrı kurbanın eti ve kanıyla şenlenen, bunlara şükran duyan topluluğun davranışını belirler. Bütün bunlar, ötekileri kurban olmaktan kurtaran kurban edilmiş tanrının yücelmesi ile sonuçlanır.

                                                           ***

         Din Kuralları ile Toplumsal Yapılanma Arasındaki İlişkiler

    Eski Toplum’dan Günümüze Din Kuralları ile Toplumsal Yapılanma 

                                  Arasındaki Bazı İlişkiler Üzerine ...

Etnik bir sıfat / ad altında tanıdığımız toplulukların (bazı) temel özellikleri ile bu topluluğun (çoğunluğunun veya azınlığının) dini görüşleri-kuralları arasında çok derin bağlar bulunduğunu görmeye başlamıştık. Bu bağların, hem görüntülerinin ve hem de bu görüntülerin gerisindeki toplumsal nedenlerinin ortaya konulması, din fenomeninin (veya olgusunun) temellerini anlamak bakımından vazgeçilemezdir. Bunlara ‘inanç’ adını vermiş olsak bile, bir topluluğun hangi nedenle, değişebilir olan ‘inançlar’ etrafında yoğrulmuş olabileceğini açıklayabilmemiz gerekiyor.

Bize, topluluğun genel özelliği haliyle yansıyan, topluluk aidi bireylerin en temel davranış ve düşünce tarzlarını yönlendiren, adeta genetik bir kalıtım oluşturan, dolayısıyla topluluğun o andaki belirgin çizgilerden oluşan görüntüsünü sunan fotoğrafa biraz daha yakından bakınca, davranış belirleyicilerinin dini inançlarla çok yakın bir işbirliği halinde bulunduğunu da görmeye başlarız.

Savunulan dini inanç, sadece sözle yinelenen bir ‘hurafe’; yüreğin ve beynin derinliklerinde tanımlanamaz bir ‘iman’ olmakla kalmaz; ilgili topluluğun yaşamının şekillenmesinde öylesine köklü etkilerde bulunur ki bu noktada din, ilgili topluluğun biçimleyicisi olduğunu ilan etmektedir artık.

***
Akado Sammaru tabletlerinde “yaşam yiyeceği / içeceği” ve “ölüm yiyeceği / içeceği” kavramlarının karşılıklı olarak bulunmasından söz etmiştik. Eski toplumun bir bölümünün ayinlerinin bu temel araçlarını, günümüzde Hristiyan (ve Musevi) inancında, “kutsanmış ekmek” ve “kutsanmış su veya tuz veya şarap” olarak, devam ettiğini görüyoruz:

“Katolik inancına göre Mesih ekmek’te mevcut olduğu için efkaristiya ekmeğine ayinden sonra da büyük saygıyla davranılır. Layık olduğu şekilde, tabernakel denilen bir yerde korunur. Bu koruma yeri yanan bir ışıkla (yağ lambası, mum...) anlaşılır bir şekilde işaret edilir.

Ekmekte mevcut durumda olan Mesih’e, belli hareketlerle (eğilerek, diz çökerek...) saygı gösterilir.

Burada saygı gösterilen, ekmeğin cismi maddesi değildir. Saygı ve ibadet Mesih’e yöneliktir.

Efkaristiya onurlandırmasının bu şekilleri Efkaristiya ayinine bağlı ve ilişki içinde kalmalıdır: bir araya gelmiş olan cemaatin şükran ve kutsama duasına ve birlik ve paylaşımına...”

Burada, Mesih’in ‘veda yemeği’nde havarilere sözünü ettiği ; “ekmek benim etimdir”, “şarap benim kanımdır” eşitlemesi, eski toplum için bir sembolizme dönüşmeden evvel, bir gerçekliği temsil ediyordu. Temel Hristiyan ayinleri baştan sona bir üzüntü, elem, kederle bezeniyorsa, nedeni, bu ayinlerde eski toplumun ‘tanrılar’dan birini kurban etmeleriydi. Normal ‘tanrı’lardan birinin kurban edilerek ‘büyük tanrı’ haline gelişinin eski tabletlerdeki anlatımını incelemiştik.

Tükürme, istiğfar, pardon, üzüntü… o anda “yememe” ve “içmeme” davranışları, tanrısını kurban eden topluluğun davranış biçimi olarak şekillenir. Buna karşılık o anda yeme, içme, sevinç ise, karşıdaki tanrı kurbanın eti ve kanıyla şenlenen, bunlara şükran duyan topluluğun davranışını belirler. Bütün bunlar, ötekileri kurban olmaktan kurtaran kurban edilmiş tanrının yücelmesi ile sonuçlanır.


“Bize khass (marul) haram kılınmıştır, çünkü kadın peygamberimiz olan Khassa'nın adını anımsatmaktadır;

Kuru fasulye de haramdır,

Koyu mavi boya kullanmamız yasaktır;

Yunus peygambere saygısızlık etmiş olmamak için, balık yememiz haramdır;

Ceylanları da yemeyiniz, çünkü onlar peygamberlerimizden birinin sürüsü olmuşlardır.

Ayrıca, Şeyh ve müritleri, tavus kuşuna saygısızlık etmemek için, horoz da yemeyiniz; çünkü tavus kuşu, daha önce sözü edilen yedi tanrıdan biridir ve biçimi horozu andırır.

Yine, Şeyh ve müritleri sayın, helvacıkabağı yemekten sakınınız.

Bundan başka, ayakta işemek, ya da oturmuş haldeyken giyinmek, ya da Müslümanların yaptığı gibi helâda taharetlenmek, ya da onların banyolarında gusül etmek, bize yasaklanmıştır.”


                                      İsa da Tükürükle İyileştirmiş!

(İsa) Bu sözleri söyledikten sonra yere tükürdü, tükürükle çamur yaptı ve çamuru adamın gözlerine sürdü.

Adama, “Git, Şiloah Havuzu`nda yıkan” dedi.

Adam gidip yıkandı, gözleri açılmış olarak döndü.

Yuhanna 9:6

Yuhanna :

İsa yolda giderken doğuştan kör bir adam gördü.

Öğrencileri İsa`ya, “Rabbî*, kim günah işledi de bu adam kör doğdu? Kendisi mi, yoksa annesi babası mı?” diye sordular.

İsa şu yanıtı verdi: “Ne kendisi, ne de annesi babası günah işledi. Tanrı`nın işleri onun yaşamında görülsün diye kör doğdu.

Beni gönderenin işlerini vakit daha gündüzken yapmalıyız. Gece geliyor, o zaman kimse çalışamaz.

Dünyada olduğum sürece dünyanın ışığı Ben`im.”

Bu sözleri söyledikten sonra yere tükürdü, tükürükle çamur yaptı ve çamuru adamın gözlerine sürdü.

Adama, “Git, Şiloah Havuzu`nda yıkan” dedi. Şiloah, gönderilmiş anlamına gelir.

Adam gidip yıkandı, gözleri açılmış olarak döndü.

Komşuları ve onu daha önce dilenirken görenler, “Oturup dilenen adam değil mi bu?” dediler.

Kimi, “Evet, odur” dedi, kimi de “Hayır, ama ona benziyor” dedi. Kendisi ise, “Ben oyum” dedi.

Öyleyse, gözlerin nasıl açıldı? diye sordular.

O da şöyle yanıt verdi: “İsa adındaki adam çamur yapıp gözlerime sürdü ve bana, `Şiloah`a git, yıkan` dedi. Ben de gidip yıkandım ve gözlerim açıldı.”

Ona, “Nerede O?” diye sordular. “Bilmiyorum” dedi.

Ferisiler`in Soruşturması

Eskiden kör olan adamı Ferisiler`in* yanına götürdüler.

İsa`nın çamur yapıp adamın gözlerini açtığı gün Şabat Günü`ydü*.

Bu nedenle Ferisiler de adama gözlerinin nasıl açıldığını sordular. O da, “İsa gözlerime çamur sürdü, yıkandım ve şimdi görüyorum” dedi.

Bunun üzerine Ferisiler`in bazıları, “Bu adam Tanrı`dan değildir” dediler. “Çünkü Şabat Günü`nü tutmuyor.” Ama başkaları, “Günahkâr bir adam nasıl bu tür belirtiler gerçekleştirebilir?” dediler. Böylece aralarında ayrılık doğdu.

Eskiden kör olan adama yine sordular: “Senin gözlerini açtığına göre, O`nun hakkında sen ne diyorsun?” Adam, “O bir peygamberdir” dedi.

Yahudi yetkililer, gözleri açılan adamın annesiyle babasını çağırmadan onun daha önce kör olduğuna ve gözlerinin açıldığına inanmadılar.

Onlara, “Kör doğdu dediğiniz oğlunuz bu mu? Peki, şimdi nasıl görüyor?” diye sordular.

Adamın annesiyle babası şu karşılığı verdiler: “Bunun bizim oğlumuz olduğunu ve kör doğduğunu biliyoruz.

Ama şimdi nasıl gördüğünü, gözlerini kimin açtığını bilmiyoruz, ona sorun. Ergin yaştadır, kendisi için kendisi konuşsun.”

Yahudi yetkililerden korktukları için böyle konuştular. Çünkü yetkililer, İsa`nın Mesih* olduğunu açıkça söyleyeni havra dışı etmek için aralarında söz birliği etmişlerdi.

Bundan dolayı adamın annesiyle babası, “Ergin yaştadır, ona sorun” dediler.

Eskiden kör olan adamı ikinci kez çağırıp, “Tanrı hakkı için doğruyu söyle” dediler, “Biz bu adamın günahkâr olduğunu biliyoruz.”

O da şöyle yanıt verdi: “O`nun günahkâr olup olmadığını bilmiyorum. Bildiğim bir şey var, kördüm, şimdi görüyorum.”

O zaman ona, “Sana ne yaptı? Gözlerini nasıl açtı?” dediler.

Onlara, “Size demin söyledim, ama dinlemediniz” dedi. “Niçin yeniden işitmek istiyorsunuz? Yoksa siz de mi O`nun öğrencileri olmak niyetindesiniz?”

Adama söverek, “O`nun öğrencisi sensin!” dediler. “Biz Musa`nın öğrencileriyiz.

Tanrı`nın Musa`yla konuştuğunu biliyoruz. Ama bu adamın nereden geldiğini bilmiyoruz.”

Adam onlara şu karşılığı verdi: “Şaşılacak şey! O`nun nereden geldiğini bilmiyorsunuz, ama gözlerimi O açtı.

Tanrı`nın, günahkârları dinlemediğini biliriz. Ama Tanrı, kendisine tapan ve isteğini yerine getiren kişiyi dinler.

Dünya var olalı, bir kimsenin doğuştan kör olan birinin gözlerini açtığı duyulmamıştır.

Bu adam Tanrı`dan olmasaydı, hiçbir şey yapamazdı.”

Onlar buna karşılık, “Tamamen günah içinde doğdun, sen mi bize ders vereceksin?” diyerek onu dışarı attılar.

Ruhsal Körlük

İsa adamı kovduklarını duydu. Onu bularak, “Sen İnsanoğlu`na* iman ediyor musun?” diye sordu.

Adam şu yanıtı verdi: “Efendim, O kimdir? Söyle de kendisine iman edeyim.”

İsa, “O`nu gördün. Şimdi seninle konuşan O`dur” dedi.

Adam, “Rab, iman ediyorum!” diyerek İsa`ya tapındı.

İsa, “Görmeyenler görsün, görenler kör olsun diye yargıçlık etmek üzere bu dünyaya geldim” dedi.

O`nun yanında bulunan bazı Ferisiler bu sözleri işitince, “Yoksa biz de mi körüz?” diye sordular

İsa, “Kör olsaydınız günahınız olmazdı” dedi, “Ama şimdi, `Görüyoruz` dediğiniz için günahınız duruyor.”


Bunun üzerine İsa`nın yüzüne tükürüp O`nu yumrukladılar. (Üzerine tükürdüler, kamışı alıp başına vurdular.) Bazıları da O`nu tokatlayıp, “Ey Mesih, peygamberliğini göster bakalım, sana vuran kim?” dediler. 

Matta 26:67-68,Matta 27:30
----------
İsa adamı kalabalıktan ayırıp bir yana çekti. Parmaklarını adamın kulaklarına soktu, tükürüp onun diline dokundu.

Markos 7:33
----------
İsa körün elinden tutarak onu köyün dışına çıkardı. Gözlerine tükürüp ellerini üzerine koydu ve, “Bir şey görüyor musun?” diye sordu

Markos 8:23
---------
O`nunla alay edecek, üzerine tükürecek ve O`nu kamçılayıp öldürecekler. Ne var ki O, üç gün sonra dirilecek.”

Markos 10:34
---------
Bazıları O`nun üzerine tükürmeye, gözlerini bağlayarak O`nu yumruklamaya başladılar. “Haydi, peygamberliğini göster!” diyorlardı. Nöbetçiler de O`nu aralarına alıp tokatladılar.

Markos 14:65
---------
Başına bir kamışla vuruyor, üzerine tükürüyor, diz çöküp önünde yere kapanıyorlardı.

Markos 15:19
-----------
O, öteki uluslara teslim edilecek. O`nunla alay edecek, O`na hakaret edecekler; üzerine tükürecek ve O`nu kamçılayıp öldürecekler. Ne var ki O, üçüncü gün dirilecek.”

Luka 18:32-33



Eski Ahid’de Tükürük ve Tükürme’nin Farklı Dinsel Fonksiyonları

***
Eski Ahid –

Eğer akıntısı olan adam temiz bir adama tükürürse, o kişi giysilerini yıkayacak, yıkanacak, akşama kadar kirli sayılacaktır. Levililer 15:8

---------RAB, “Babası onun yüzüne tükürseydi, yedi gün utanç içinde kalmayacak mıydı?” diye karşılık verdi, “Onu yedi gün ordugahtan uzaklaştırın, sonra geri getirilsin.”Çölde Sayım 12:14

---------..kardeşinin dul karısı ileri gelenlerin önünde adamın yanına gidecek, onun ayağındaki çarığı çıkaracak, yüzüne tükürecek ve, `Kardeşine soy yetiştirmek istemeyen adama böyle yapılır diyecek. Yasa'nın Tekrarı 25:9


İslam'da İstigfar duâsı

[Hadis-i şerifte, “Her namazdan sonra, üç kere ‘Estagfîrullahel'azîm ellezî lâ ilâhe illâ huv el-hayyel-kayyûme ve etebü ileyh’ (57) okuyanın bütün günahları affolur” buyuruldu.

Hadis-i şerifte, “İstigfâra devam edeni, çok okuyanı, Allahü teâlâ, derdlerden, sıkıntılardan kurtarır. Onu, hiç ummadığı yerden rızıklandırır” buyuruldu.

Derdlerin, belâların gitmesi için, istigfâr okumak çok faydalıdır.

İstigfârlardan meşhûr olanı, Peygamberimizin bildirdiği, “Estagfirullahellezî lâ ilâhe illâ hüverrahmanirrahîm el-hayy-ül-kayyûmüllezî la-yemûtü ve etûbü ileyh Rabbigfir lî” (6) istigfarıdır.]

Bu istigfarı yirmibeş kere okursa, odasında, âilesinde, evinde ve şehrinde hiç kaza, belâ olmaz. Bunu her sabah ve akşam okumalıdır. Âlimlerin çoğu, talebelerine ve evlatlarına bunu okumalarını tavsiye etmişlerdir. Çok faydasını görmüşlerdir.

Günde en az yüz defa, Estagfirullâhel’azîm... söylemek çok faydalıdır.

Her zaman ve her yerde ve namazlardan sonra ve yatarken, manâlarını düşünerek, çok “Estagfirullah min külli mâ kerihallah” veyâ kısaca “Estagfirullah” demelidir.



İslam'da günde 100 defa İstigfar duâsı yap; 
Cennet'te devre mülk kazan!


Bundan sonra Muhammed içi su dolu bir bardak ile bir kap getirmelerini ister.

Getirilen kap'ın içinde ellerini ve yüzünü yıkadıktan sonra ağzındaki suyu kabın içine püskürtür, yanında duran Ebû Mûsâ ile Bilâl'e hitaben: "Bu sudan içiniz ve yüzünüze, göğsünüze sürünüz! Size müjde veririm" der.

Ebû Mûsâ ile Bilâl de su kabını alarak içindeki suyu içip bir kısmını da yüzlerine, göğüslerine sürerler. O sırada Muhammed'in kadınlarından Ümm-i Seleme, perde arkasından Ebû Mûsâ ile Bilâl'e seslenir:

“Oğullarım, o sudan ananıza da ikrâm ediniz”.

Onlar da bu sudan bir miktar ayırıp Ümm-i Seleme'ye ikrâm ederler (Ebû Mûse'l-Es'âri ile Ebû Mûsâ'nin rivâyeti olan bu hadisler için Diyânet'in yayınlarına bkz: Sahih-i.... Cilt I, sh. 163, hadis no. 148; ve Cilt X. sh. 338, hadis no. 1634). ]


Enuma Eliş

Eski 'Yaratılış' Anlatımı Enuma Eliş-

...

Marduk tüm düşmanlarına boyun eğdirdikten sonra Tiamat'a döndü,

bacaklarına bastı ve asasıyla kafatasını ezdi.

Kan damarlarını parçaladıktan sonra,

kuzey rüzgarı kanını gizli yerlere götürdü.

Sonra Marduk, Tiamat'ın cesedini

kabuklu bir hayvan gibi iki parçaya ayırdı.

Tiamat'ın yarısıyla gökyüzünü kurdu,

diğer parçasıyla da yeryüzünü oluşturdu.

Tiamat'in tükürüğüyle bulutları yarattı ve onları suyla doldurdu, ancak rüzgarların, yağmurların ve soğuğun sorumluluğunu kendisi aldı.

http://toplumvetarih.blogcu.com/eski-yaratilis-anlatimi-enuma-elis-2/2859939


                                      ‘Kutsal kötü gün’ , Oruç...

Enki’nin bu açıklaması üzerine, törende hazır bulunan bütün Annunaki’ler,hep bir ağızdan, bu kararı onaylamışlar ve « evet / amin » diye bağırmışlardı. Bundan sonra, Tanrılar sofrası hazırlanmaya, davul’lar da çalmaya başlamıştı :

« Duyuldu davul sesleri,

Bir Ruh girdi (kurban edilecek) tanrı’nın şekline,

Haykırdı onun yaşam işaretini ,

İstiyordu ki, unutulmasın (anılarda)

kurban edilecek bu Tanrı !

Belet-İli karıştırıyordu kil’i( ?)

İttifak (akid) yapılsın,

İnsan ile Tanrı arasında diye.

Tükürdüler İgigi’ler bu kil’in üstüne

Büyük Tanrı’lar haline gelebilsinler diye »

Bu tür ilahilerde yer alan özel kavramları tek tek incelemek, eski toplumun gerçek ilişkilerinin tanınması yanında, onların kutsal kitaplardaki izlerinin takip edilmesi için de faydalı olacak ama biz şimdilik İgigi’lerin (bunlar ‘Kara’-‘Yer’le ilgili ‘hizmetkar tanrı’ özelliğindedirler ama, eğer İgigi okunma tarzı doğru ise,kavramın kelime anlamı ‘göz+siyah= Toprağın Gözü ?’ gibi görünüyor ; belki de sadece « Yer’in Elçileri, Kara Gözlemci» diye algılamak en doğrusu olabilir, bunlarda din kitaplarının Agog-Magog, Ecüc-Mecüc okumalarını da bulabiliyoruz) kendi aralarından birisi kurban edildiğinde, ‘kil’e tükürme («les Igigu…. crachèrent sur l'argile ») davranışlarına anlam bulmaya çalışmak gerekecektir.

İlahi anlatımında, İgigi’lerden birisi kurban edilmekte; Ateş-Güneş kült temsilcisi tanrılar olan Annunaki’ler bu töreni sevinçle karşılamaktaydılar. ‘Yer’den, ‘Kara’lar arasından bir ‘İgügü tanrı’nın kutsal kazandaki parçaları olduğu anlaşılan ‘kil’e , eğer öteki İgigi’ler ‘tükürürlerse’, üst bir tanrı konuma geçeceklerdi.

Bu ritüelde, İgigi-Yecüc’ler, ‘kil’e, kilin olduğu kazana ‘tükürerek’, tanrı sofrasının yiyeceği haline gelen kendilerinden birinin etini, kendi et’lerini, yemeyi red etme davranışını anlatmış olmalılar. Belki, burada, tükürme davranışının temelinde, daha önceki biçimleriyle, eski iç yamyamlık kurallarına dayanarak « kendi kurbanının » etinden önce yeme ve sonra da bu davranıştan pişmanlığı, istiğfar’ı gösterme sembolizmini saptamak daha uygun olabilir. Çünkü, ‘tükürmek’ ve ‘istiğfar’,oldukça kutsi davranışlar olarak, günümüze değin ulaşan dinsel kategorilerdir.

Kurban edilmek üzere öldürülen erken dönemin kutsal varlıklarından Apsu’nun veya Kingu’nun (kıral?) kan ve et’inden, değişik bazı organlarından Tiamat tarafından bir çok ‘yaratılış’ın gerçekleştirildiği rituel anlatımlarında da ‘kil’ veya benzeri kavramlarla karşılaşıyoruz.Bu kavramlar, ‘toprak’, ‘alüviyon’, ‘balçık-kil’ vb. olarak tercüme edildikleri gibi, kömür tozu (poussier) veya toprak tozu, (poussière) vb. biçimlerde de tercüme edilmektedir.

Bunlar, muhtemelen, ‘kazan dibi’ çökeltileriyle ve ‘kavurucu ateş’in artığı ‘kül’lerle ilgili olan kavramlardı. Eski toplum, her yanından irin, kan akan cadı’sının eline süpürge vermişse, herhalde, bir cadı’ya yaraşan en uygun işin, onun ‘yerleri süpürmesi’ olacağına hükmetmesinden değil, bu ‘cadı’ların, kurbanı yakan ateşin ve bizzat kurbanın artıklarının temizlenmesi gerçek işlemiyle ilgilerinden ötürü olmalıydı.

Buraya eklemek gerekir ki, bayağı anlamıyla ‘Tükürük’ eğer dinsel alanda bir uygulama, yasak veya gerek konusu olarak ele alınmış ise, Doğu nihilizminin düşünce tarzına aykırı olarak, orada ‘toplumların temiz-pis’ olma vasıflarını değil, eski toplumun kendi kurbanlarıyla olan bir ilişki biçiminin yansıtıcı davranışını keşfetmek gerekir.

Enuma Eliş’te de Marduk, öldürdüğü Tiamat’ın « tükürüğünü » alıyor, onlar ile bu kez « bulutları ? » yaratıyordu.

Yezidiliğin ‘tükürük’ yasağında, sunulan kurbanı ‘reddetmemek’, kabul edip yemek davranışını, buna karşılık, kişiyi ‘istiğfar’a zorlayan ve bunu bir tapınım biçimi olarak ele alan dinlerde, sunulan kurbanı reddedip yememek, eğer yemişler ise, bundan vazgeçme tutumunu bulmak gerekecektir.

Kutsal kişilerin salya-sümüklerine tapan; yüzüne tükürülünce yenilmeyeceğini anlayarak tanrıya hamdeden; yüzüne tüküren hocasında, şeyhinde ; Muhammed’in abdest suyu artığının içiminde, kurtuluş gören insanların dayandığı geleneklerin gerisinde, eski toplumun, böylesine etkili, insan-tanrı kurban eti, kanı ve onu yeme ile yememe davranış tepkilerinin sembolik anlatımları bulunur.

http://toplumvetarih.blogcu.com/kutsal-kotu-gun-oruc-1/2745385



Kumarbi İlahisi.....


Karanlık Yer’in tanrıları dinleyin,

Duysun güçlü tanrılar hep,

Nara, [Napshara, Min]-ki, Ammunki..

Amezadu ve eski tanrılar,

Baba’lar, Analar, hepsi duysun, işitsinler!

Anu ve Antu, İşharra,

Baba’lar ve Anne’ler dinlesinler!

Enlil, [Ninlil] ve güçlü, tartışılmaz tanrılar duysunlar!

Eski günlerde Gökyüzü’nün kralı Alalu idi.

Tanrısal tathta Alalu oturuyorken

Güçlü Anu, tanrıların en ilki,onun önünde duruyor,

Onun ayaklarına secde ediyor,

içki kupalarını, onun eline veriyordu.

Tam 9 yıl boyunca,

Gök’lerin kıralı oldu Allalu..

Gelince dokuzuncu yıl,

Anu hazırladı savaşı Allalu’ya karşı

(Anu) Yendi (Allalu’yu)

Allalu kaçtı onun önünden

Gitti karanlık yeraltı dünyasına.

O gitti karanlık mezara,

Anu çıkıp oturdu tahta.

Kumarbi, güçlü önder, sundu ona yiyeceklerini

Kapanıp secde etti ayaklarına

Verdi eline içki kadehlerini.

Tam 9 yıl boyunca,

Anu oldu Gök’lerin kıralı.

Dolunca dokuzuncu yıl,

Hazırlandı Anu, Kumarbi’ye karşı savaşa

Kumarbi hazırladı savaşı Anu’ya karşı.

Dayanamayınca Anu, daha fazla

ışıldayan gözlerinin gücüne Kumarbi’nin

sıyrılıp ellerinin arasından kaçtı ondan.

Kaçıp gitti Anu,

Bir kuş gibi yükseldi göklere doğru.

Koştu Kumarbi onun ardından

yakaladı ayaklarından Anu’yu

çekti Gök’lerden aşağıya doğru

Isırdı baldırını (?dizini, uyluk kemiğini ?)

Dişleyip ısırdı erkeklik organını

Karşılaşınca onlar,

Kumarbi koparıp yuttu ağzıyla

erkeklik organını Anu’nun,

sevinip mutlu oldu.

Döndü Anu ona doğru

dedi ki Kumarbi’ye:

“Sevinme sen,

sende olandan ötürü,

koparıp yedin diye erkekliğimi!

Sevinme sen, sende olandan ötürü,

Onu ben yükledim sana,

güçlü üç tanrı aşısıyla…

Şimşek Tanrısının gücüyle aşıladım seni

Aranzah (Dicle) nehriyle,

Büyük tanrı Tašmišu ile aşıladım seni.

Üç korkunç tanrıyı tohumladım sana,

Söyleyince bu sözleri ona,

Yükseldi Anu Gök’lere

Gizlendi oralara.

Bilge kıral (Kumarbi)

Tükürdü ağzında olanı..

Tükürdü Kanzura dağına (? tapınağına)..

Büyük bir kızgınlık içinde..

Çekip gitti Nippur’a

( …. kırık… )

http://toplumvetarih.blogcu.com/goksel-kiraliyet-hitit-motiflerinden-hiristiyan-motiflerine/1679068




"Kaba Ateizm"in Türkiye'deki temsilcileri de, ne yazık ki, "tükürük" konusunu eski toplumsal ilişkilere ait bir sembol davranış olarak ele alamamışlar; konuyu İslam sınırları içinde ve bir "cehalet" konusu diye sunmuşlardır.


                                                                 




                           Dinlerde Tükürüğün Kutsallığına İlişkin

Yaklaşım tarzıyla ortak bir yanım bulunmayan bay İlhan Arsel, eski topluma ait olarak genellikle İslami yorum ve uygulama örneklerini ele alır ve onları da günümüzün değerleriyle yargılar. Hepsi bu...

Konumuza gelince...

İslam’da, abdest suyu artığının içilmesi veya inançlının üzerine bulanması ile Hristiyanlığın kutsal vaftiz suyunu inançlıya içirmesi veya serpmesi bakımından, arada, hiç bir temel fark yoktur.

Eski toplumun vaftiz uygulamaları, aynı zamanda ‘tükürmek’ konusu ile de bağıntılı idi. Bir reddediş, yeme ve daha sonra onu kusmanın sembolik anlatımı olarak “Tükürme”nin, dini açıdan ‘kutsanması’ veya ‘yasaklanması’nın bir yiyecek konusu olarak ortaya çıktığını, eski Sümer ilahileri içinde incelemiştik.

Bu konu bir insan-tanrı kurbanın etinin yenmesi bağıntısında ele alınıp anlatılıyordu. Karşılıklı kutsal yeme-içme ittifak edimi içinde bir toplum birim üyelerinin davranış biçimi olarak “tükürük”, erken ilahilerde “yenileni kusma”, yemeyi reddetme, yeme-me sembolizmiyle bir yaratma edimi olarak da yer alır. Bir tanrı veya tanrıça, ısırarak kopardığı bir şeyi sonra tükürür ve böylece bir takım şeyler ‘yaratılmış’ olur, vb. Veya bir tanrı kurbanın etinden yemeyi reddeden, bu anlamda kazana tüküren küçük tanrılar, böylece mükafat kazanarak “büyük tanrı” konumuna geçmeye hak kazanırlar…

Günümüzde bir insana tükürmek, İslami kesim arasında da, kötüleme edimi olarak değerlendiriliyor ama buna karşılık bir din görevlisinin “tu tu” sembolik “tükürük” olumlanıyor veya ‘kusmak’, ruhani bir özellik temelinde ‘tövbe’ olarak yorumlanıyor vb.

Abdest, dar anlamlı ve belirlenmiş vücut kısımlarının ayinle ilgili yıkanma edimi, su ile arındırma edimidir. ‘Yıkanma’ ise, İsa’nın her tarafı suya batacak şekilde nehirde gerçekleşen ‘vaftizi’nde olduğu gibi, eski Sümer kutsal, saf, arındırılmış ırmak veya nehirlerinde yıkanma geleneğinin devamıdır ve eski toplumda fiziki bir temizlik konusu olarak ele alınmamıştır.

Kökleri Sümer-Sami dönemine dayanan “gelin güvey hamamları” da, bu yönleriyle fiziki değil, ayinle ilgili ruhani arınma özelliği taşır. Kutsal anlamlı 'yıkanma'ların veya abdest'in artık sularının kutsiyeti, eski toplumda kurban edilen, kurban edildiği varsayılan kişinin 'kurban suyu' olma özelliğinden gelir. Abdest suyunun ısıtılamayacak olması, teyemmüm suyunun gelişigüzel yerlere dökülmemesi gibi törelerin gerisinde daima bu temel 'kurban edilme', 'kurban sunulma' eski gerçek geleneğin belli belirsiz izleri bulunur.

Benzer biçimde, cinsel yön taşımayan ‘öpmek’ fiili de, yemek işleminin bir uzantısı olarak görünüyor. Kutsal kişilerin elindeki kutsal yüzüklerin öpülmesi, yerin öpülmesi, sembollerin öpülmesi, selam aracı olarak omuz başlarının öpülmesi, topluluklara göre değişen sayılarda yanakların öpülmesi, eski toplumlarda “yeme edimi”nin sembolik uzantısı olarak dururlar...

Bu noktaların çeşitli yanlarını daha önce incelemiştik.

Aşağıdaki yazıda, dikkat çekeceğim bir nokta da, semitik dil kökene bağlı arapça’nın kelime yapısı üzerine olacak.

Bay Arsel, Muhammed’in “tükürük”ünün “temiz” ve “hoş” oluşuna ilişkin bir hadis aktarıyor: "Busâk-i Nebevi'nin her tayyibden atyeb, her tâhirden ather olduğuna şüphe yoktur"

“Tayyibden atyeb, tâhirden ather” , “temizlerden temiz, hoşlardan hoş”.. .

Semitik dillerde kelimenin sessiz harfleri, kök, temeldir. Örneğin atyeb’de “tyb” tayyeb’i, ather’de “thr” ise taher’i verir ve bu kökler üzerinden kelimenin farklı halleri elde edilir.

Sesli harf kullanılmadan yazılan erken İbrani yazılarına dayanan Eski Ahit’te eski kelimeler yeniden okunarak yazılı hale getirirken bu tür kök’lere bakılmış olmalıydı. Bu arada, anlamı değişen, eski kelimelerin, yeni nesil dini görevlilerin döneminde anlamı artık uygun görünmediği için, farklı bir kelime olarak yorumlanmış veya dönüştürülmüş olma olasılığı hayli büyüktür.

“Kutsal yaratılış” anlatımlarının temel bazı kavramları günümüz değerleriyle okunduğunda son derece anlamsız gelir ve "bilim dışı" bir özellik taşıyor olarak yorumlanır. Mesela Tanrı’nın, insanı, hayvanları vb. topraktan veya sudan yaratması; 'gök’ü 'yer'den ayrıştırması gibi anlatımlarda bu durum tam olarak yaşanır.

Kutsal anlatımdaki 'yer' ve 'gök', 'toprak' ve 'su', şimdi anlaşılan anlamdaki kelimeler değildir. Fakat o temel kelime ve kavramların geçirdiği dönüşümler hesaba katılmayınca, 6000 yıl önce kastedilen 'yer’in, şimdi anlaşılan 'yer'le aynı olduğu gibi bir varsayımla hareket edilir...

Din görevlisi kutsal bir kadının evlendiğinde doğurduğu çocuğu kocasına vermeme hak ve görevinin bulunduğu döneme ait olan "kocasına çocuk vermeyen kadın" deyimi, böyle bir ilişkinin artık ortadan kalkmış olduğu, uygulanmadığı koşullarda anlaşılmaz olacağı ve kavramın değişik anlamının geçerli olmaya başlayacağı açıktır.

"Kocasına çocuk vermeyen kadın" deyimi" başlangıçta doğurganlıkla ilgili olmayan hukuki bir kavram/statü ifadesi olduğu halde, bu tür gelişmelere bağlı olarak "kısır kadın" gibi bir yorum değerine böyle ulaşılmış olmalı... 

Kutsal kitapların sonraki ve daha sonraki her yeni aktarımında, başlangıçtaki muhtemel halinden daha değişik anlamı olan bir dizi kelimenin üretilmiş olması, bu bakımdan bizi, metinde geçen kelimeleri, konu bütünlüğüne bakarak, yeniden kurmak zorunda bırakır.

Kutsal dinlerin en önemli kavramları olan "ad vererek var etme" yerine geçen "yaratış", ateş, gök, mavi, kara, toprak, ak, su, yeşil, ağaç, 'âdem-insan'... gibi geçişme kelime köklerine ilişkin daha önce açıklamalarda bulunmuştuk. Akadca kursunda edindiğim bilgilere bağlı olarak, bu noktada bazı yanları ilerde açıklamaya çalışacağım.

Şimdilik , “tükürük”, “öpmek”, “sümük” konularına geri dönelim....
http://toplumvetarih.blogcu.com/dinlerde-tukurugun-kutsalligina-iliskin/2739589




Allah, Hacılara Neden Saç Tıraşı Önşartını Dayatıyor?


Diyanet kadrolarının aşağıdaki açıklamaları, tam bir ilköğretim düzeyi açıklamalarıdır. Acemi bir şair gibi şiirsel açıklamalar döktüreceklerine şunları açıklamaya çalışmalılar:

- "Buyur Allahım buyur..." diye karşısında inledikleri Allah'ları, neden çok kesin bir emirle "Kurban, ye
rine varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin" diyor?!

-Neden, eğer tıraş etmek zorunda kalmış biri var ise, bunu ceza gerektiren bir davraanış olarak yorumluyor ve ona ek fidyeler yüklüyor?

-Müslümanların Allah'ları, Kurban kesmek ("boğazlamak") ile saçını kazıtmak arasında nasıl bir doğrudan ilişki kurmuştur?
Bunlar temel sorulardır ve günümüzün İslamistleri, bunları yanıtlamayı denemelerini bir yana bırakalım; bu soruları tanımlamaya bile kalkışabilmiş değildirler..




Kuran'da Allah, hacı adaylarına "umre tavafı", "kurban kesme", "şeytan taşlama" vb. şartları arasında, bir de, açıkca "baş tıraşı", "saçların tıraş edilmesi", "saçların kazıtılması" gibi bir ön şart dayatmaktadır!

Fakat, kaba ateist kesimlerin, muhtemelen " bir hurafe daha!", "cehalet örneği!", "aptalca..." vb. diyerek geçiştirmiş oldukları bu konu, İslamist kesim tarafından da, gerektiği gibi ele alınıp açıklanmaya çalışılmış değildir.

Oysa, Kuran'da, hac ziyareti sırasında " başların tıraş edilmesi" veya "başların tıraş edilmemesi" dönemleri ve uygulaması, oldukça önemli bir konu imişçesine aktarılmaktadır.

Kuran/Bakara 196
(Medenî 87) "Haccı ve umreyi Allah için tam yapın. Eğer (bunlardan) alıkonursanız kolayınıza gelen kurbanı gönderin. Kurban, yerine varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. Sizden her kim hasta olursa yahut başından bir rahatsızlığı varsa, oruç veya sadaka veya kurban olmak üzere fidye gerekir. (Hac yolculuğu için) emin olduğunuz vakit kim hac günlerine kadar umre ile faydalanmak isterse, kolayına gelen bir kurban kesmek gerekir. Kurban kesmeyen kimse hac günlerinde üç, memleketine döndüğü zaman yedi olmak üzere oruç tutar ki, hepsi tam on gündür. Bu söylenenler, ailesi Mescid-i Haram civarında oturmayanlar içindir. Allah'tan korkun. Biliniz ki Allah'ın vereceği ceza ağırdır."


Kuran/ Fetih 27

(Medenî 111) " Andolsun ki Allah, elçisinin rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse siz güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram'a gireceksiniz. Allah sizin bilmediğinizi bilir. İşte bundan önce size yakın bir fetih verdi."


O zaman, hac sırasında başı tıraş etmemenin ve daha sonra etmenin anlamlarını çözümlemek önem taşıyor.
Diyanet:[3. SAÇLARI TIRAŞ ETMEK VEYA KISALTMAKHaccın aslî vaciplerinden biri de, temettu veya kıran haccı yapanların bayramın birinci günü Mina’da Akabe cemresini taşlayıp kurban kestikten sonra saçlarını tıraş etmeleri veya kısaltmalarıdır. İfrat haccı yapanlar kurban kesmekle yükümlü olmadıkları için Akabe cemresini taşladıktan sonra tıraş olabilirler.Saçları tıraş etmenin veya kısaltmanın, hac ve umre menâsikinden olduğu şu ayet-i kerimeyle bildirilmiştir:“Andolsun, Allah, Peygamberinin rüyasını doğru çıkardı.Allah dilerse, siz güven için de başlarınızı kazıtmış veya saçlarınızı kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram’a gireceksiniz.” (Fetih, 48/27) Saçları dipten tıraş etmek, kısaltmaktan efdaldır.Kadınlar, saçlarından parmak ucu kadar keserler.***Şafî mezhebine göre tıraş olmak veya saçları kısaltmak, haccın vacibi değil, rüknüdür. Terk edilmesi halinde başka bir şeyle telafisi mümkün değildir. Aksi takdirde bu kimse hac yapmamış olur.]


İslam'da Kıl Kültü

Kuran:

“ Kurban kesilinceye kadar , başlarınızı tıraş etmeyin.”


Umre sırasında sakallara dokunmadan baş tıraşı!

İslam'ın "kıl kültü"nün fotoğrafı...

**
Kuran’da Saç Tıraşı :

[[.......

Kuran’da önce, Hac ziyaretine başlamadan “baş tıraşı”nın yapılması hükmü yer almaktadır.

“Allah dilerse, Mescid-i Haram’a güven içinde, başlarınız tıraşlı yahut saçlarınız kısa kesilmiş olarak (*) ve hiçbir korkuya kapılmadan mutlaka girersiniz...”

H.Esed buna şu açıklamayı ekliyor:

“(*) - Erkek hacılar, hac kıyafetlerini (ihrâm) giymeden önce genellikle başlarını tam tıraş ederler yahut (ve bağlacının buradaki karşılığıdır) saçlarını kısaltırlar, çünkü haccın ifası sırasında bunları yapmak yasaktır.”

Bir başka yerde de şu açıklamayı yapıyor:

“Müminler ister hacc yapsınlar ister umre, ihrâma girdikleri andan haccın veya umrenin bittiği ana kadar saçlarını kesmekten ve hatta düzeltmekten kaçınmakla da yükümlüdürler.”

Buradan anlaşılıyor ki, ihrama, ancak ‘saç tıraş’ının ardından girilebilir.

“Saç tıraşı”ndan önce ise, mutlaka kurban kesmek gerekli idi.

Kuran bu noktada da “saç kesebilmek” için önce kurbanı kesmek kuralı getirmektedir:

“ kurban kesilinceye kadar (*) başlarınızı tıraş etmeyin.”

Bunlardan anlaşılıyor ki, ihrama girebilmek için saç tıraşı olmuş olmak, saç tıraşı için ise kurban kesmek gerekliydi.

Burada ‘kurban’ın kesiminin de yetmediği ‘ kurban yerine varıncaya kadar’ ifadesinden anlaşılıyor. Bu kurbanın etinin dağıtılmış olması, belki tüketiminin bitmiş olması gerektiğine işaret etmektedir.

Demek ki, aslında söz konusu olan, İncil’de de gördüğümüz kuraldı: Kurbanı keserek ( Hıristiyanlarda yakarak) sunmuş olan şahıs, bu kurban etrafındaki yeme-içme ritüelinin sonunda, “saç kestirme” aşamasına geçebiliyordu.

Bu sıralama, ritüelin yaklaşımını saptamak bakımından önemlidir. Çünkü aslında kurban sunucu, sunulan kurbanın kendisidir. Bu anlamda, kurban sunucu, kendisinin olmuş (öldürülmüş) olma aşamasının sonucunu beklemeliydi ki, ‘saçını tıraş ederek’ eski kimliğine son verme hakkını kazanabilmiş olsun!

Saç kesimi, burada da ‘eski kimliğe’ son vermek olarak kavranılmaktadır.

Bu vargıya, imanlı, ihramlı iken “saçlarını düzeltmekten bile kaçınmak zorundadır” kuralı üzerinden de ulaşıyoruz zaten.

.....]]

http://toplumvetarih.blogcu.com/islam-da-kil-kultu/9165404




Kuran/ Bakara 196
(Medenî 87) "Haccı ve umreyi Allah için tam yapın. Eğer (bunlardan) alıkonursanız kolayınıza gelen kurbanı gönderin. Kurban, yerine varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. Sizden her kim hasta olursa yahut başından bir rahatsı
zlığı varsa, oruç veya sadaka veya kurban olmak üzere fidye gerekir. (Hac yolculuğu için) emin olduğunuz vakit kim hac günlerine kadar umre ile faydalanmak isterse, kolayına gelen bir kurban kesmek gerekir. Kurban kesmeyen kimse hac günlerinde üç, memleketine döndüğü zaman yedi olmak üzere oruç tutar ki, hepsi tam on gündür. Bu söylenenler, ailesi Mescid-i Haram civarında oturmayanlar içindir. Allah'tan korkun. Biliniz ki Allah'ın vereceği ceza ağırdır."

Kuran/ Fetih 27
(Medenî 111) "Andolsun ki Allah, elçisinin rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse siz güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram'a gireceksiniz. Allah sizin bilmediğinizi bilir. İşte bundan önce size yakın bir fetih verdi."











Dinlerde Helal ve Haram Yiyecek-İçecek Mantığı...





 Açıklama:

Bilimsel ateizm, dinlerin söylem, ritüel ve soyal kaynaklarını "cehalet", "ilkellik" vb. türü kavramlara başvurmadan insanbilim temelinde, tanınan en eski dönemlere kadar tarihi inceleme temelinde açıklama geliştirmeyi savunuyor ve uyguluy
or.

Bu yöntem, alışılmış "anti-din" söylemine uygun değil ama, bilimsel taleplere tamamen uygun...

Türkiye Bilimsel Ateistler Birliği-TBAB sayfalarının içerik konuları ve bu konuları ele alış düzeyi, "Mezopotamya", "insanlık tarihi", "Akad-Sümer" vb. gibi kavramları bile kullanmayan; "cehalet", "aptallık","uydurma"... laflarının ötesine geçemeyen "ateist" sayfa ve çevrelerden temelde farklıdır ve onları "kaba ve bilimsel olmayan ateizm" olarak niteliyoruz.

"Yasak-haram hayvan" ve "Yasak Meyve-ürün" konusu, eski toplumun yamyamlıktan çıkarken başvurduğu "totem hayvan ve totem bitki"ye bağlıdır.

İnsan kurban etmek yerine koyun kurban edenler, kendi topluluklarına "koyun topluluğu" adlandırmasını istekle üstlenmişlerdir. İnsan yerinee koyun kurban motifi zaten çok bilinen bir motiftir.

İnsan ile koyun eşitlemesinin mantığı, daha eski toplumlarda, bir dizi farklı hayvan ve bitki ile eşitlenmekte kullanılmıştır.

Mezopotamya'da, "köpek", "eşek", "deve", inek-öküz", "aslan", "kartal" vb. sözlerinin aynı zamanda insanları tanımlarken de kullanılmasının sebebi, eski Mezopotamya'da "köpek topluluğu", "aslan topluluğu", "domuz topluluğu", "öküz-inek topluluğu" vb. nin olmasından kaynaklanıyor.

Bu hayvanlar, aynı zamanda eski toplumun "ilah"larıi "tanrı ve tanrıçaları" idi. Eski Mezopotamya tarihi, yukardaki hayvanların hepsine ilah olarak tapıldığını kanıtlayacak verilere sahiptir.

Eski toplum bu hayvanlara ilah olarak, bir tek nedenle tapar:
Çünkü "koyun", "domuz", "güvercin", "deve" vb. insan yerine geçirilmiş ve insan hayatı karşılığında kurban edilmiş ve böylece insanın hayatını kurtarmıştır.

İnsanoğlu, kendini kurtarmayan bir "güvercin"e, "kunru"ya, fındık" "fıstık" , "mercimek" veya "elma"ya, "zeytin"e, "palmiye"ye neden tapsın?

İç yamyamlığı yasaklayan toplumlar, diyelim ki, bunlar "domuz toplumu", "deve toplumu", "inek toplumu" vb. adı ile anılanlardı, bu hayvan (=insan) etini yemeyi, adını anmayı, dokunmayı yasaklama yoluna gitmişlerdir.

Bilimsel Ateistler işte bu yaklaşım tarzı ile konuları açıklıyor; dincilerin olduğu kadar kaba ateizmin de boşluğunu ortaya koyuyor.


                                                                         ***

Eti Yenen ve Yenmeyen Hayvanlar

(Yas.14:3-21)
BÖLÜM 11
1 RAB Musa`yla Harun`a şöyle dedi:2 İsrail halkına deyin ki, `Karada yaşayan hayvanlardan şunların etini yiyebilirsiniz:3 Çatal ve yarık tırnaklı, geviş getiren hayvanların tümü.4 Ancak geviş getiren ve çatal tırnaklı olan hayvanlardan etini yememeniz gerekenler şunlardır: Deve geviş getirir, ama çatal tırnaklı değildir. Sizin için kirli sayılır.5 Kaya tavşanı* geviş getirir, ama çatal tırnaklı değildir. Sizin için kirli sayılır.6 Tavşan geviş getirir, ama çatal tırnaklı değildir. Sizin için kirli sayılır.7 Domuz çatal ve yarık tırnaklıdır, ama geviş getirmez. Sizin için kirli sayılır.8 Bu hayvanların etini yemeyecek, leşine dokunmayacaksınız, sizin için kirlidir.9 `Suda yaşayan hayvanlardan şunların etini yiyebilirsiniz: Denizde, akarsularda yaşayan pullu ve yüzgeçli canlıların etini yiyebilirsiniz.10 Denizdeki ve akarsulardaki bütün pulsuz ve yüzgeçsiz canlılar -suda toplu halde yaşayanlar ve ötekiler- sizin için iğrenç sayılır.11 Bunlar sizin için iğrenç sayılacak. Etlerini yemeyecek, leşlerinden tiksineceksiniz.12 Suda yaşayan bütün pulsuz ve yüzgeçsiz canlılar sizin için iğrenç sayılacak.13 `Tiksindirici kuşların etini yemeyecek, şunları iğrenç sayacaksınız: Kartal, kuzu kartalı, kara akbaba,14 çaylak, doğan türleri,15 bütün karga türleri,16 baykuş, puhu, martı, atmaca türleri,17 kukumav, karabatak, büyük baykuş,18 peçeli baykuş, ishakkuşu, akbaba,19 leylek, balıkçıl türleri, ibibik, yarasa.20 `Dört ayaklı ve kanatlı böceklerin hepsi sizin için iğrençtir.21 Ama dört ayaklı ve kanatlı olup ayaklarını sıçramak için kullanan bazılarının etini yiyebilirsiniz.22 Şunları yiyeceksiniz: Bütün çekirge türleri, küçük çekirge, cırcırböceği, ağustosböceği.23 Öbür dört ayaklı, kanatlı böceklerin hepsi sizin için iğrenç sayılır.24 `Sizi kirletecek şeyler şunlardır: Aşağıdaki hayvanların leşine dokunan akşama kadar kirli sayılacaktır.25 Kim aşağıdaki hayvanların leşini taşırsa giysilerini yıkayacak ve akşama kadar kirli sayılacaktır.26 Çatal tırnaklı ama tırnağı yarık olmayan ve geviş getirmeyen her hayvan sizin için kirlidir. Bunlara dokunan da kirlenmiş sayılır.27 Dört ayaklı hayvanlardan pençelerini yere basarak yürüyenler sizin için kirlidir. Bunların leşine dokunanlar akşama kadar kirli sayılacaktır.28 Bunların leşini taşıyanlar giysilerini yıkayacak ve akşama kadar kirli sayılacaktır. Çünkü bu hayvanlar sizin için kirlidir.29-30 `Küçük kara hayvanları içinde sizin için kirli sayılanlar şunlardır: Gelincik, fare, bütün kertenkele türleri -geko, varan, duvar kertenkelesi, düz keler- bukalemun.31 Sizin için kirli sayılan küçük kara hayvanları bunlardır. Bunların leşine dokunan akşama kadar kirli sayılacaktır.32 Bunlardan birinin leşi neyin üzerine düşerse onu da kirletir. İster tahta kap, ister giysi, ister deri, ister çul olsun suya konmalıdır. Akşama kadar kirli sayılacak ve akşam temizlenmiş olacaktır.33 Bunlardan biri toprak kabın içine düşerse, kabın içindekiler kirli sayılacaktır. Toprak kap kırılmalıdır.34 Toprak kaptaki sulu yiyecek ve her içecek kirli sayılacaktır.35 Bunlardan birinin leşi neyin üzerine düşerse onu da kirletir. Üzerine düştüğü ister fırın olsun, ister ocak, parçalanmalıdır. Çünkü onlar kirlidir ve sizin için kirli sayılacaktır.36 Ancak kaynak ya da su sarnıcı temiz sayılacaktır; ama bunların leşine dokunan kirli sayılacaktır.37 Eğer bu hayvanlardan birinin leşi ekin tohumunun üzerine düşerse, o tohum temiz sayılacaktır.38 Ama suya konmuş tohumun içine düşerse, tohum sizin için kirlidir.39 `Eti yenen hayvanlardan biri ölürse, leşine dokunan akşama kadar kirli sayılacaktır.40 Hayvanın leşinden yiyen giysilerini yıkayacak ve akşama kadar kirli sayılacaktır. Leşi taşıyan da giysilerini yıkayacak ve akşama kadar kirli sayılacaktır.41 `Bütün küçük kara hayvanları iğrençtir. Yenmeyecektir.42 İster karnı üzerinde sürünen, ister dört ayaklı ya da çok ayaklı canlılar olsun, bunların hiçbirini yemeyeceksiniz. Çünkü bunlar iğrençtir.43 Bunların hiçbiriyle kendinizi kirletmeyin, iğrenç duruma sokmayın, kirli duruma düşmeyin.44 Tanrınız RAB benim. Kendinizi kutsayın ve kutsal olun. Çünkü ben kutsalım. Küçük kara hayvanlarının hiçbiriyle kendinizi kirletmeyin.45 Tanrınız olmak için sizi Mısır`dan çıkaran RAB benim. Kutsal olun, çünkü ben kutsalım.46-47 `Kirli olanı temizden, eti yeneni eti yenmeyenden ayırt edebilmeniz için hayvanlar, kuşlar, suda toplu halde yaşayan bütün canlılar ve küçük kara hayvanlarıyla ilgili yasa budur.


 

Kuran'ın anlatımına göre Allah önce şöyle diyor:

"O (Allah) , yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı."

Burada kullanılan "yer" kavramı, "Yeryüzü", "Dünya" anlamında kullanılmaktadır.


Sadece İslam'ın Allah'ına ait olmayan ve erken Akado-sammaru kayıtlarından itibaren karşılaştığımız "Yer/Gök" ayrımına dayalı bu kavramların buradaki kullanım biçiminde, "İnsan"a sadece "Yer'de ne varsa..." ayrımıyla bir "lütuf" verilmesi dikkatimizi çekmektedir.

"Yer'de ve Gök'te ne varsa..." burada tanımlanan "İnsan"a verilmemiş olmasının anlamı şudur:

Akado-Sammaru kayıtlarında yer alan "Yer" ve "Gök"; "Yeryüzü" ve "Gökyüzü", "Yukarı" ve "Aşağı" kavramları, bizim şimdi anladığımız anlamdaki Dünya ve Gökyüzü'nü anlatmaz... Bu çok hatalı bir "dogma"dır... Eski tablet kayıtlarında da yer alan bu kalıpsal kavramlar, Mezopotamya'nın Kuzey ve Güney bölge ayrımlarını ifade etmekteydi.

Bu coğrafi ayrımlara göre, "Yukarı, Kuzey Mezopotamya" "Göksel", "Gökler", "İlahisel", "Tanrısal varlıklar" alanını anlatıyordu.

Buna karşılık,"Aşağı, Güney Mezopotamya" ise, "Toprak"ı, "Dünya"yı ifade ediyordu.

Bu ayrımlara dayalı anlatım biçimine göre, eğer "Adem" "Toprak"tan yaratılmış ise, bundan anlaşılması gereken "balçık" vb. anlamındaki bir toprak değildi.

"Toprağın Adamı olan" tarımcı toplulukların "var edilmesi"ydi, yani "Tarım toplumları"nın bu yeni ittifak düzeni içine alınmasıydı.

İncil’ler bu noktada bizi, biraz sıralama hatası yaparak fakat çok net olarak bilgilendirir:

“İlk İnsan Yer’den, yani Toprak’tandı; İkinci İnsan ise Gök’ten..”

Bu ayrım, elbette, bilinen anlamlarıyla "Yer" ve "Gök"e iklişkin değildi; "Yukarı Mezopotamya", "Kuzey Mezopotamya", "Yukarı" ile "Aşağı Mezopotamya", "Güney Mezopotamya", "Aşağı" ayrımına dayanıyordu. "Kutsal" Kitaplarda yer alan "Ulu - ilahisel varlıklar" ile "Aşağılık İnsan" ayrımı da, işte bu doğal, coğrafi ayrımlara dayanmaktaydı.

Burada, "Toprak'tan yaratılmış Adem" denildiğinde, anlaşılması gereken, bilinen "çamur"dan yaratılan bir "insan" değil, "Toprağın adamı" olan, çiftçi, tarımcı olan bir toplumun var edilmesi; daha doğrusu "Yukarı"nın topluluklarıyla bir ittifak alanı içine alınıp resmen tanınması işlemiydi.

"Yukarıdaki Tanrılar", "Toprakla uğraşan İnsanoğlu"nu, kendilerine hizmet etmesi için, bu anlamda "yaratmış"lardı...

Bkz:
Kuran'da Adem Neden Farklı Maddeler'den Yaratılmıştı?
http://toplumvetarih.blogcu.com/kuran-da-adem-neden-farkli-maddeler-den-yaratilmisti/2411936




Diyanet'ten "Çekirge Helaldir" Fetvaları...
Eski Toplumun Hayvan Ve Bitki Totemlerinden "dini yasak"lara...

Diyanet İşleri Başkanlığı'nın yayınladığı, İslami açıklamaların toparlanmış olduğu "ilmihal", eğer biz konulara, "İslam'ın iç çelişmeleri" veya
"İslam'în Tutarsızlığı" başlıkları altında yaklaşsa idik, gerçek bir "hazine" değerindedir.

İçindeki konular üzerine yazmakla bitmez!

"İslami Çelişmeler" diyerek bu alanda ciltler doldurmak mümkün...

Zaten, Türkiye'nin "eski tür ateistleri" de genellikle böyle davranmış ve "İslam eleştirisi" başlıklı kitaplarını, genel bir ağırlıkla, "bilim dışılık", "mantıksızlık", "hurafe" vb. alt başlıkları altında sıralanmış "İslam'ın iç tutarsızlığı"na ait noktalardan oluşturmuşlardır.

Kuran'daki "tutarsız söylemlerin" veya "tutarsız İslami uygulamaların", mutlaka olması gereken eski tarihsel-toplumsal kökenleri ile çok fazla ilgilenilmemiştir.

Fakat, aslında bu durum, sadece Kaba Ateistler için değil, "İslami bilgin" veya "İslami Kurumlar" bakımından da, tersten bir şekilde, böyle işlemektedir.

Diyanet'in "ilmihal"inde de bu durum değişik değil...

"Kutsal" denilen kitaplara göre Allah, güya, yeryüzündeki herşeyi İnsan için yaratır!

Ama nerde?!

Bir satır sonra, yasak ve günahlar başlar....

" Şunu ye, ama sakın bunu yeme... şurasını ye, burasını sakın yiyip-içme!"
"Şöyle pişirerek ye, ama sakın, mesela ateşte pişirerek yeme!" vb...

Domuza "pis" diye yasak koyar!
Ardından Çekirge'yi "ceylan eti gibi" yemeyi önerir!

Etin her tarafını yemeyi helal kılıp, sırt yağlarını yemeyi cehennemlik edim sayar, vb...

Bizim "İslamist"ler, bunların anlamları üzerine biraz kafa yoracaklarına, "Allah'ın işi..." deyip, "çevir kazı yanmasın!"la, "normal mantığa ters gelen" durum veya sözleri "idare etme sanatı"yla "anlaşılır" kılmaya çanalarlar...

Fakat biz, konuyu "Allah'ın İslami Yasakları" şeklinde " İslam ve İslam Allahı" ile sınırlanmış olarak ele almıyoruz; böyle sınırlı bir şekilde ele alınması metodunu hatalı buluyoruz.

Bu konu, genel olarak Mezopotamya kaynaklı tüm din ve-ya mezheplerin "yeme-içme yasakları" alanına girmektedir.
Din ve-ya mezheplerin karşılıklı ilişkileriyle de bağlantılı olarak değerlendirilmelidir.

Çünkü, mesela "deve" İslam'da helal, Musevilikte "haram" oluyor...
Ceylan Musevilikte "helal", yezidilikte "haram" halini alıyor...vb.

Bunun da ötesinde "Dinen helal-haram yiyecekler" konusuna sadece "hayvan"lar bakımından değil, "sebze ve meyve"lerin haram-helal'liği bakımından da yaklaşıyoruz.

O zaman karşımıza çıkan alan, "yemek" konusuyla ilgili olarak, eski toplumun "hayvan ve bitki-meyve totem genel ayrımı" oluyor.

Böylece, "helal" veya "haram" olan "hayvan ve bitki"lerin, aslında, geçmiş Mezopotamya toplumlarında kullanılan "totem hayvan" ve "totem bitki"lerden başka bir şey olmadığı sonucuna ulaşıyoruz.

Eğer "İsa=Küçük/yavru/ güverci" veya "kuzu" ise, anlıyoruz ki, ilgili toplum birim, günümüzden 10-13 bin yıl kadar önceden başlayarak, "davarlar toplumu", "güvercinler toplumu" olarak, kendini o tür totem hayvanlarla eşitlemiş olmalıydı...

O nedenle günümüz de bile, "eşşek herif", "İt'in kızı", "öküz", "bıldırcın", "kısrak" benzetmelerini yapmaya devam ediyoruz. Ders çalışan öğrenciye, Musevi dini ezbercilerden hareketle "inek..leme" diyoruz.

Elbette, eski toplum, kendini bitki ve hayvan ile eşitleme işlemini nedensiz yapmamıştır.

Eski toplumun kendini totem hayvan ve totem bitkiler ile eşitlemesi, dünyanın gelmiş geçmiş en büyük devrimlerinden birisi olmuştu. Çünkü, kendisini hayvan ve bitki ile eşitleyen, özdeşleştiren toplum birimler, böylece insan kurban ve yamyamlığından vazgeçebilme ortamını yaratmışlardı.

Kurban edilecek bir insan yerine, "kuzu"yu, "koç"u, deve"yi kurban etmek veya giderek bu hayvanları yemeyi yasaklamak iç ve dış yamyamlığın önlenmesi yolunda çok önemli adımlar olmuştu...

Bu nedenle temsil ettiğimiz "bilimsel ateizm", dinsel bakımdan ye-me-me yasak veya kuralını hayvanın şu ya da bu özelliğiyle ilgili alanlarda değil, öncelikle, o totem hayvan veya bitki ile, sözkonusu edilen dini savunanların geçmişlerindeki "totem hayvan ve bitki"lerle bağlantısında arar!

Örneğin "hurma" meyvesinin neden Müslümanların " babalarının kız kardeşi" anlamındaki "hala"ları olarak kabul edilmesi yaklaşımına böyle yanıt verir...
Akado-Sammaru tablet kayıtlarında yer alan İnanna'nın bir tanımının da, "Hurma salkımının hanımı" olması gerçeğini tanıtır; bu kayıt ile "Müslümanların halası olan Hurma" motifinin bağlarını kurar ve "Hurma'dan hala mı olurmuş..." gibi "gerekçeler"le "bilimsel kitap" yazdığını düşünen Erdoğan Aydın ve benzeri ateistleri "kaba ateist" ve "bilim dışı olan ateist" olmakla eleştiririz...


















 

 Tavşan eti neden harammış?!
 
    ***
Soru:

“Ehlibeyt fıkhında tavşan etinin haram olduğunu duymuşuzdur. Ancak bunun hem haramlığının hadislerden delilini hem de felsefesini bizlere açıklarsanız memnun oluruz.”

Cevap:

Bismillahirrahmanirrahim

Tavşan etinin haram olduğuna dair bir çok hadis nakledilmiştir ki aynı zamanda bunların bir çoğunda tavşan etinin neden haram olduğu da açıklanmıştır.Ehlibeyt mektebinin fakihleri bu hadislere dayanarak tavşan etinin haram olduğunda icma ve ittifak etmişlerdir.

Bu hadisler iki kısımdır bir kısmında tavşanın meshedilen hayvanlardan olduğu, diğer kısmında ise meshedilen hayvanların hepsinin haram kılındığı beyan edilmektedir. Şimdi bu hadislerden bazı örnekler vermeğe çalışacağız:

1- Hz. Ali’den (a.s) şöyle nakledilmiştir: “Resulullah’tan (s.a.a) meshedilmişlerin ne olduğunu sorduğumda, şöyle buyurdu: “Bunların sayısı on üçtür ve şunlardan ibarettir: Fil, ayı, domuz, maymun, yılan balığı, kertenkele, yarasa, lavra, akrep, örümcek, tavşan, zuhre ve süheyl [dünyayı dolaşan iki deniz hayvanı] ” (Vesail-üş Şia, c.16, s.317)

2- İmam Musa Kazım’dan (a.s) şöyle nakledilmiştir: “Meshedilmişler on üçtür: Fil, ayı, tavşan, akrep, kertenkele, örümcek, lavra, yılan balığı, yarasa, maymun, domuz, zuhre ve süheyl.Tavşan, hayız, cenabet vb. den gusül edip temizlenmeyen bir kadındı. (Yani o kadın tavşan şekline dönüşmüştür.) (Vesail-üş Şia, c.16, s.317)

3- İmam Caferi Sadık (a.s): “Allah ve Resulü mesh olmuş bütün hayvanları haram kılmıştır.” ( El-Kafi, c.6, s.247)

4- İmam Rıza (a.s): “Tavşanın haram kılınış sebebi şudur ki onlar da kediler gibidir. Aynı kediler gibi ve vahşi hayvanlar gibi pençeleri vardır. Bu yüzden onlar gibi sayılmıştır. Ayrıyeten kendisi de pistir. Zira kadınlar gibi hayız olmaktadır. Çünkü o mesh olanlardandır.” (Vesail-üş Şia, c.16, s.316)

Not: Mesh meshden maksat, İslam öncesi bazı insanların veya ümmetlerin yaptıkları günahlardan ötürü Allah tarafından bir ceza olarak cinsiyetlerinin bahsi geçen bazı hayvanların cinsiyetine dönüştürmesidir. Bu ceza İslam ümmetinde, İslam Peygamberi’nin hürmetine kaldırılmıştır.

Gerçi bir iki tane hadiste tavşan etinin mekruh olduğu söylense de bu hadisler alimlerimiz tarafından takiyyeye hamledilmiştir.

MUSA AYDIN





Eti Yenen ve Yenmeyen Hayvanlar

(Lev.11:1-47)

BÖLÜM 14


1 Siz Tanrınız RAB`bin çocuklarısınız. Ölülere ağıt yakmak için bedenlerinizi yaralamayacaksınız. İki kaş arasındaki tüyleri almayacaksınız.

2 Tanrınız RAB için kutsal bir halksınız. RAB öz halkı olmanız için yeryüzündeki bütün halkların arasından sizi seçti.

3 İğrenç sayılan hiçbir şey yemeyeceksiniz.

4 Şu hayvanların etini yiyebilirsiniz: Sığır, koyun, keçi,

5 geyik, ceylan, karaca, yaban keçisi, gazal, ahu, dağ koyunu.

6 Çatal ve yarık tırnaklı, geviş getiren her hayvanın etini yiyebilirsiniz.

7 Ancak geviş getiren, çatal ve yarık tırnaklı hayvanlardan etini yememeniz gerekenler şunlardır: Deve, tavşan, kaya tavşanı*. Bunlar geviş getirir, ama çatal tırnaklı değildir. Sizin için kirli sayılırlar.

8 Domuz çatal tırnaklıdır, ama geviş getirmez. Sizin için kirli sayılır. Bu hayvanların etini yemeyecek, leşine dokunmayacaksınız.

9 Suda yaşayan hayvanlardan şunların etini yiyebilirsiniz: Pullu ve yüzgeçli canlıların etini yiyebilirsiniz.

10 Ama pulsuz ve yüzgeçsiz canlıların hiçbirini yemeyeceksiniz. Bunlar sizin için kirli sayılır.

11 Temiz sayılan bütün kuşları yiyebilirsiniz.

12 Etini yemeyeceğiniz kuşlar şunlardır: Kartal, kuzu kartalı, kara akbaba,

13 çaylak, doğan türleri,

14 bütün karga türleri,

15 baykuş, puhu, martı, atmaca türleri,

16 kukumav, büyük baykuş, peçeli baykuş,

17 ishakkuşu, akbaba, karabatak,

18 leylek, balıkçıl türleri, ibibik, yarasa.

19 Bütün kanatlı böcekler sizin için kirli sayılır. Hiçbirini yemeyeceksiniz.

20 Ama temiz sayılan kanatlı yaratıkların tümünü yiyebilirsiniz.
21 Kendiliğinden ölen hiçbir hayvanın etini yemeyeceksiniz. Ölü hayvanı yemesi için kentlerinizde yaşayan bir yabancıya verebilir ya da öteki yabancılara satabilirsiniz. Siz Tanrınız RAB için kutsal bir halksınız. Oğlağı anasının sütünde haşlamayın.”


                                                               ***
 

Dinlerde Helal ve Haram Yiyecek-İçecek Mantığı...

Dinlerin toplumsal gelişmedeki yerlerini tam olarak değerlendirebilmek için, onlara yön veren yaklaşımların temel mantığını doğru saptamak ve anlamaya çalışmak gereklidir.

-“Domuz” veya “tavşan” yeme yasağındaki mantığı;

-“Köpeğe dokunma”nın ‘iğrenç’liğindeki gerekçeyi ;

-6 gün boyunca yiyebildiği halde, haftanın 7. günü balık yemeyi çok büyük bir günah addetmeyi,

-Deve’yi “iğrenç” , buna karşılık “çekirge”yi yenilmesi gerekli hayvan ilan etmeyi,

- Ceylan’ı, yaban keçisini, geyik’i veya horoz’u haram addetmeyi…

- Aynı kurban hayvanı, üç gün içinde mutlaka tüketme veya aynı gece içinde mutlaka bitirme yönündeki kuralları…

eski toplum bakımından sağlam bir şekilde açıklamak zorundayız.

Değişik hayvan-bitki yeme yasaklarına, sadece üç dinin kaynağı olan Akado-sammaru topluluklarında rastlamıyoruz. Bu olguya dünyanın her yanındaki, 'ilkel' toplumlarda da rastlanıyor.

Musa’nın yasalarında, “deve yemeyi haram” ; buna karşılık “çekirge yemeyi helal” saymasının temel mantığını saptayamayan ve insanbilim alanında açıklayamayan bir din eleştirisi, artık "din eleştirisi" olarak bile kabul edilemez.

Dikkatli bir şekilde incelendiği zaman, Domuz, Turna, Boğa, Eşek, Tavşan, Ceylan, Ördek, Akbaba, Aslan, Leylek, Tilki gibi "hayvan"larıyla Göbekli Tepe Totem'leriyle Ahura Mazda, Sabii, Musevi, "mezhep"leriyle Hıristiyan ve İslam inancının kutsal/haram hayvanları neredeyse birebir örtüşmektedir.

Eski toplumun bu tür "hayvan" ve "bitki" totemleri gelişigüzel, onların kah gücüne, kah güçsüzlüğüne bağlı ve sınıflanamaz nedenlerle seçmiş olduğu "inancı" sadece bunu ileri sürenlerin bir cehalet göstergesi olabilirdi.

Bu alana bilimsel bir zeminde yaklaşmaya başlar başlamaz, önümüze geniş bir kurallar dizini çıkar ve onlar bize eski toplumun o hayranlık verici detaycılığını, düzenciliğini gösterir:

Eski toplum, bu hayvanların, uygun bir şekilde kendi arasında paylaşmıştı. Şimdi gündelik söylemde epey unutulmuş olsa da, Mezopotamya'nın toplumları, bitki-tahıl totemleri de aralarında paylaşmışlardı.

Bu nedenle de, hangi tanrıya hangi hayvan kurban veya bitki-tahıl sunulacağı veya sunulamayacağı çok net kayıtlara bağlıydı. Sunuların takvim ve saat-zamanları vardı. Sunuların hangi organlarının kime sunulabilir veya sunulamaz olduğu belirlenmişti. Nelerin , nasıl ve kime sunulacağı o kadar önemlidir ki, anlatıma göre Habil ve Kabil, tanrıya Çiftçi ve Çoban olarak sunu getirdiklerinde, Tanrı, kurallara uygun davranmadığı gerekçesiyle Kabil'in sunusunu kabul etmemişe benziyor!

Sunu hayvan'ın evcil veya "dağ"cıl olup olmaması kadar, renkleri de eski toplumların arasında tayin edici önem taşır. Bütün dinsel yazında "kara", "ak", "altın gibi" renkler tercih nedeni değil, emredilmiş renkler olarak görünür. Demek ki, aynı tür hayvan veya bitki totem kökenine sahip olan topluluklar, zamanla "renk" temelinde de (Ak koyun, Kara inek, kırçıl davar vb...) ayrıştırılmış olmalıydılar. Musa'nın "iğrenç hayvan" yasalarında "tavşan" ile "kaya/dağ tavşanı"nın ayrı ayrı sayılıyor olması da, ayrıştırmanın derinliği ve detaycılığı hakkında bilgi veren bir işaret kabul edilmelidir.

Kurban'ın hazırlık veya tüketim biçimindeki kurallar bile, bu toplulukların hangi kültürel çizgiyi takip ettiklerinin açık işaretlerini verirler. Diyelim ki, Museviliğin Fısıh kurbanının "haşlanması" kesinlikle yasaktır ve o sadece ve kesinlikle "kızartılabilir"...

Böyle bir kuralın bizi derhal İslami ritüel yemeklerinin Haşlama et olmasına ve Musevi/Hıristiyan yılbaşı törenlerinin gece yarısı yenilmesi gereken Hindi Kızartması (başı, ayakları ve iç organlarıyla birlikte, parçalamadan yenilme!!) uygulamasına taşıdığını birden bire fark edebiliriz...

Eski toplumun, onun kendi arasında kurbanını "gece" mi yoksa "gündüz" mü sunması ; kanını akıtarak mı veya boynunu kırarak mı sunması gibi kurallarını takip ettiğimizde, totem hayvan sunu biçimi ile, ilgili topluluğun "ölüm cezası" uygulama biçiminin de birbirlerini takip eden bir çizgi olarak sürüp geldiğini keşfederiz : Hükümlünün boynunu üç ayakta ilmiğe geçiren bir ceza biçimi, Fransız giyotini ve-ya Suudi Kılıcı, modern toplumlarımızın tercih edilmiş davranışlarını yansıtmaz; tersine, devraldıkları kültürel geleneğin toplumsal bilinç, alışkanlıklar ve yazılı yasalarda belli belirsiz sürdürülmesinin birer göstergeleridir.

Böylece karşımıza devasa özellikleriyle, bütün bir eski toplumsal tarih ve onun, insan kurbanından kurtulma sürecinde kendilerine başvurdukları hayvan ve bitki totem dünyası çıkar. Ve eski toplum, kendi insanları için uyguladığı bütün işlemleri , insan'lar yerine geçmiş olan totem hayvan ve bitki/meyve totemlerine uygular!

Ve işte bu nokta öylesine önemlidir ki, Adem ile Havva, salt bu nedenle, "Yeme" denilen bir bitki ve onun meyvesini yedikleri için cennet'ten atılır , Toprak'a, yani Assur'a, belki Mardin'e veya Midyat'a sürülür...

Çünkü, Kuzu nasıl İsa yerine, İsak yerine geçmiş bir hayvan ise; "ağaç" ve "ağacın meyvesi" de, hiç de tek başına doğal ağaç ve meyvesi değildir!

"Kişi oğlu" deyimine gizlenmiş olarak (Giş/Kiş ağaç demektir) günümüze kadar gelmiş olan eski toplum birimlerin ağaç totem adları kullanmasına bağlı bir anlatım biçimidir.

Biz burada şimdilik "Hayvan totem"lerle olan kısımları anımsatmakla yetinelim.

Ardından da Üzüm, Asma, Palmiye, Hurma gibi "Bitki" totemlerin dinlerdeki kutsiyet örneklerine geleceğiz.

***
Eski Ahit
(Yas.14:3-21)

Eti Yenen ve Yenmeyen Hayvanlar


BÖLÜM 11

RAB, Musa`yla Harun`a şöyle dedi:

İsrail halkına deyin ki, `Karada yaşayan hayvanlardan şunların etini yiyebilirsiniz:

Çatal ve yarık tırnaklı, geviş getiren hayvanların tümü.

Ancak geviş getiren ve çatal tırnaklı olan hayvanlardan etini yememeniz gerekenler şunlardır:

Deve geviş getirir, ama çatal tırnaklı değildir. Sizin için kirli sayılır.

Kaya tavşanı* geviş getirir, ama çatal tırnaklı değildir. Sizin için kirli sayılır.

Tavşan geviş getirir, ama çatal tırnaklı değildir. Sizin için kirli sayılır.

Domuz çatal ve yarık tırnaklıdır, ama geviş getirmez. Sizin için kirli sayılır.

Bu hayvanların etini yemeyecek, leşine dokunmayacaksınız, sizin için kirlidir.

Suda yaşayan hayvanlardan şunların etini yiyebilirsiniz: Denizde, akarsularda yaşayan pullu ve yüzgeçli canlıların etini yiyebilirsiniz.

Denizdeki ve akarsulardaki bütün pulsuz ve yüzgeçsiz canlılar -suda toplu halde yaşayanlar ve ötekiler- sizin için iğrenç sayılır.

Bunlar sizin için iğrenç sayılacak. Etlerini yemeyecek, leşlerinden tiksineceksiniz.

Suda yaşayan bütün pulsuz ve yüzgeçsiz canlılar sizin için iğrenç sayılacak.

Tiksindirici kuşların etini yemeyecek, şunları iğrenç sayacaksınız:

Kartal, kuzu kartalı, kara akbaba,

çaylak, doğan türleri,

bütün karga türleri,

baykuş, puhu, martı, atmaca türleri,

kukumav, karabatak, büyük baykuş,

peçeli baykuş, ishakkuşu, akbaba,

leylek, balıkçıl türleri, ibibik, yarasa.

Dört ayaklı ve kanatlı böceklerin hepsi sizin için iğrençtir.

Ama dört ayaklı ve kanatlı olup ayaklarını sıçramak için kullanan bazılarının etini yiyebilirsiniz.

Şunları yiyeceksiniz: Bütün çekirge türleri, küçük çekirge, cırcırböceği, ağustosböceği.

Öbür dört ayaklı, kanatlı böceklerin hepsi sizin için iğrenç sayılır.

Sizi kirletecek şeyler şunlardır: Aşağıdaki hayvanların leşine dokunan akşama kadar kirli sayılacaktır.

Kim aşağıdaki hayvanların leşini taşırsa giysilerini yıkayacak ve akşama kadar kirli sayılacaktır.

Çatal tırnaklı ama tırnağı yarık olmayan ve geviş getirmeyen her hayvan sizin için kirlidir. Bunlara dokunan da kirlenmiş sayılır.

Dört ayaklı hayvanlardan pençelerini yere basarak yürüyenler sizin için kirlidir. Bunların leşine dokunanlar akşama kadar kirli sayılacaktır.

Bunların leşini taşıyanlar giysilerini yıkayacak ve akşama kadar kirli sayılacaktır. Çünkü bu hayvanlar sizin için kirlidir.

Küçük kara hayvanları içinde sizin için kirli sayılanlar şunlardır: Gelincik, fare, bütün kertenkele türleri -geko, varan, duvar kertenkelesi, düz keler- bukalemun.

Sizin için kirli sayılan küçük kara hayvanları bunlardır. Bunların leşine dokunan akşama kadar kirli sayılacaktır.

Bunlardan birinin leşi neyin üzerine düşerse onu da kirletir. İster tahta kap, ister giysi, ister deri, ister çul olsun suya konmalıdır. Akşama kadar kirli sayılacak ve akşam temizlenmiş olacaktır.

Bunlardan biri toprak kabın içine düşerse, kabın içindekiler kirli sayılacaktır. Toprak kap kırılmalıdır.

Toprak kaptaki sulu yiyecek ve her içecek kirli sayılacaktır.

Bunlardan birinin leşi neyin üzerine düşerse onu da kirletir. Üzerine düştüğü ister fırın olsun, ister ocak, parçalanmalıdır. Çünkü onlar kirlidir ve sizin için kirli sayılacaktır.

Ancak kaynak ya da su sarnıcı temiz sayılacaktır; ama bunların leşine dokunan kirli sayılacaktır.

Eğer bu hayvanlardan birinin leşi ekin tohumunun üzerine düşerse, o tohum temiz sayılacaktır.

Ama suya konmuş tohumun içine düşerse, tohum sizin için kirlidir.

Eti yenen hayvanlardan biri ölürse, leşine dokunan akşama kadar kirli sayılacaktır.

Hayvanın leşinden yiyen giysilerini yıkayacak ve akşama kadar kirli sayılacaktır. Leşi taşıyan da giysilerini yıkayacak ve akşama kadar kirli sayılacaktır.

Bütün küçük kara hayvanları iğrençtir. Yenmeyecektir.

İster karnı üzerinde sürünen, ister dört ayaklı ya da çok ayaklı canlılar olsun, bunların hiçbirini yemeyeceksiniz. Çünkü bunlar iğrençtir.

Bunların hiçbiriyle kendinizi kirletmeyin, iğrenç duruma sokmayın, kirli duruma düşmeyin.

Tanrınız RAB benim. Kendinizi kutsayın ve kutsal olun. Çünkü ben kutsalım. Küçük kara hayvanlarının hiçbiriyle kendinizi kirletmeyin.

Tanrınız olmak için sizi Mısır`dan çıkaran RAB benim. Kutsal olun, çünkü ben kutsalım.

Kirli olanı temizden, eti yeneni eti yenmeyenden ayırt edebilmeniz için hayvanlar, kuşlar, suda toplu halde yaşayan bütün canlılar ve küçük kara hayvanlarıyla ilgili yasa budur.

                                                                 ***

                        Dinlerin Konusuna Bak!
                          "Yapay et helal mi?"




 İnekten alınan kök hücreleri laboratuvarda ete dönüştürmeyi başarınca yeni bir tartışma başladı
DIŞ HABERLER
Bilim adamları inekten alınan kök hücreleri laboratuvarda ete dönüştürmeyi başarınca yeni bir tartışma başladı: Yapay olarak üretilen eti yemek
helal mi?

Hollandalı bilimadamlarının inek kök hücresinden elde ettiği etten yapılan köfte geçen pazartesi İngiltere’nin başkenti Londra’da görücüye çıktı. Yemek uzmanları basın toplantısında pişirilen köfteye tam not verdi. Bu olay hayvanseverleri ve vejetaryenleri oldukça memnun etti. Hayvan hakları grubu PETA, yapay et için, “İnsanca et ürünleri üretebilmek için doğru bir adım” açıklamasını yaptı.

‘Kesilmiş hayvandan alınmalı’

Hayvansever ve vejetaryenleri mutlu eden bu buluş yeni bir tartışmayı da beraberinde getirdi. İslam inancına göre yenilen etin Allah adına kesilmiş olması ve kesilen hayvanın kanının akıtılması gerekiyor. Bir başka tartışma da Yahudi inancında yaşanıyor. Museviler için etli ve sütlü ürünlerin aynı kapta pişirilmesi ve aynı anda yenilmesi yasak. Bu nedenle dindar Museviler ‘Cheeseburger’ yemiyor. İşte bu durum laboratuvar etiyle değişeceğe benziyor. Ortodoks Yahudiler Koşer Bölümü Başkanı Haham Menachem Genack’e göre, bu et ‘parve’ yani ne et ne de süt ürünü olarak nitelendirilebilir. Yani laboratuvar ortamında üretilen etin herhangi bir süt ürünüyle tüketilmesinde sorun olmayacak. Fakat Genack bu durumun oluşabilmesi için, alınan doku örneklerinin kesilmiş bir hayvandan alınması gerektiğini belirtti.

İLAHİYAT UZMANLARI: Ürün temiz ise sorun yok

Aydın Üniversitesi Toplumsal Araştırmalar Müdürü ilahiyatçı Prof. Dr. Saim Yeprem: “Usul açısından İslam dinininde eşyanın temiz olması şarttır. Bu açıdan bakınca, helal vasfını bozan unsurlar yiyeceğin kirli olması veya zararlı olması gibi unsurlardır. İnsan bünyesine zararlı bir madde olmadıkça haram demenin nedeni yok.“

Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi emekli Öğretim Üyesi Prof.Dr. Beyza Bilgin: “Bu konudaki araştırmalar henüz bitmese de, temizliğin esas olduğunu belirtmek gerekiyor. Temizliğin dışında, ciddi bir açlık durumunda haram olan bazı yiyeceklerin yenilmesi söz konusu olabilir. ”