Bizler, bilimsel ateistler olarak, din'lerin asıl kaynaklarını "masallar, hurafeler, cehalet" alanında aramayı kategorik olarak reddediyoruz. Bunu söylemek, dinlerin giderek "masal" veya "hurafeler" halini almış olduğunu reddetmek anlamına gelmiyor.
Biz bilimsel ateistler, din'leri ve onun kaynaklarını, insan toplumun yaşam ilişkilerinde; gerçek dünyanın yeme-içme ve cinsel ilişki kurallarında arayıp ortaya çıkarmaya çalışıyoruz.
"Mümin"lerin, inandıkları dinlerin geçmişinde, bir dizi hayvan ve bitki-meyvenin "kutsallığı" konusuna nasıl yanıt verdikleri bizi şu anda pek ilgilendirmiyor.
Fakat, her ateist şahısın, üzüm'ün, mercimek'in, marul'un, güvercin, eşek, koyun, yılan, öküz veya dana'nın... iman veya kilise dünyasındaki yer ve işlevini, "cehalet", "hurafe", "masal" gibi kavramlara hiç başvurmadan, açıklayabilmeyi denemesi gerektiğini ve ancak böylece ateizme bilimsel temellerde bir ilerleme olanağını yaratmış olacağını düşünüyoruz.
Ne yazık ki, "anti-islamist" çerçeve dışına pek çıkamamış olan Turan Dursun, İlhan Arsel veya onların kötü kopyası durumundaki Erdoğan Aydın'ın "din eleştirileri"ne karşı "Bilimsel Ateizm" vurgusunu bu nedenle sistemli olarak yapıyoruz.
Her dinsel ritüel veya yaklaşıma "masal", hurafe", "cehalet" damgası vurmanın ötesine geçmeyi becerememiş olanların, bilimsel ateizm alanında, toplumsal-tarihsel ilişkileri kavrama ve açıklamada diş kovuğunu dolduran açıklamalar yapamamış olmaları tesadüf değildir.
Bu tür "kaba ateist"lerin, eski toplumdaki kadın-erkek ilişkilerini; miras ilişkilerini; totem ilişkilerini; farklı yiyecek ve yiyecek hazırlama biçimlerini; farklı öldürme ve cenaze kaldırma biçimlerini yeterince incelediklerine ve bunların nedenlerini tanımlamaya çalıştıklarına pek şahit olamıyoruz. Çünkü onlar, eski toplumun din'lerin kaynaklarını insan toplumunun geçmiş ilişki biçimlerinde değil; eski toplumun “cehaleti”nde, “masal” ve “hayal dünyasında” aramayı temel almışlardır.
18. yüzyılın aydınları, genel olarak, o günkü bilgi seviyeleri ile, "din"lerin kaynaklarını "cahil insan"ın hurafesi, masalı, cehaleti, uydurması olarak nitelemişlerdi. Turan Dursun, İlhan Arsel gibi yazarlarımız maalesef bunların ötesine geçen bilimsel bir temel geliştirememişlerdir.
Onların günümüzdeki versiyonu olan Erdoğan Aydın da, asırlar öncesi gerekçeleri yenilemeyi bilim sanıyor...
Oysa bilim, geçen yüzyıllarda, insanbilim alanında, arkeolojik bulgularla birlikte, çok büyük ilerlemeler yapmış durumdadır. Şimdi, günümüzden 4000 yıl önceki Mezopotamya toplumlarının "Anayasaları" olan, temel yasalarını; gündelik kişisel yaşam ve ticari ilişkilerini; miras kayıtlarını, adeta günümüzün toplumları kadar "yakın"dan tanıma olanağı doğmuş durumdadır.
Mezopotamya "yazılı kaynakları"na yoğunlaşmamız, bazılarının sandığı ve yansıttığı gibi, "dinlerin kaynaklarını sadece bu alanda" aradığımız anlamına gelmez. Fakat "yazılı-belgeli" kaynaklar, elbette üzerinde en çok durulması gereken kanıtsal alanlardır.
Üstelik, Mezopotamya kaynaklı "yazılı din"lerin de, kaynakları bakımından takibini en iyi, Mezopotamya'da bulunmuş ve çözümlenmiş dinsel ve ekonomik tablet kayıtlarına; anıt yazılara dayanarak gerçekleştirebiliriz.
Neredeyse 10 yıldır kamuoyuna yansıttığımız bu ana çerçevedeki çabalarımız, artık, dinlere yönelik eleştirilerimizde, ateistlerin sesinin daha olgun ve daha bilimsel çıkmasına hizmet etmiştir.
Yapılması gereken, insanların küfürlerini veya iç boşaltmalarını "din eleştirisi" gibi sunma ve kavrama dönemini kapatmak; bütün din ve mezheplere karşı, ayırım yapmadan, bilimsel ateizme daha çok güç vermektir!
Nasıl Bir Ateizm'i Savunmalıyız?!
İçerik ve biçim olarak, nasıl bir "ateizm"?
Şu noktayı açıklıkla vurgulamak gereklidir ki öncelikle içerik bakımından, biz R. Dawkins'in kaba, eski tür aydınlanmacı ateizm türüne karşı, bilimsel, tarihi ve sosyal temellere sahip bir ateizmi tercih ediyoruz.
Buradaki konu, "Tanrı var-yok" tartışmasının çok ötesindedir.
"Yaratıcı bir tanrı"nın varlığı tezi elbette bilim dışıdır, gerçek değildir.
Bununla birlikte, on binlerce yıllık insan toplumu tarihi içinde, din ve yaratıcı inancının oluşması sürecini, sosyal ve iktisadi temellerinden kopuk bir şekilde ele alma yöntemi bilimsel değildir.
"Allah yok, din yalan" türü bir genelleme, insan toplumun gelişme sürecini anlamayan; konuyu "hurafe", "yalan-dolan", "cehalet" ile açıklayan ve bilimsel ateistlerin benimseyemeyeceği bir alana çekmektedir.
Yüz milyonlarca insanın inanç duyduğu sosyal bir kuruma karşı, 21. Yüzyılda artık, daha derinleştirilmiş bilimsel bir ateizm mücadele edebilir.
Yurt dışında Voltaire'ler, Dawkins'ler; Türkiye'de İlhan Arsel'ler, Turan Dursun'lar, "aydınlık", "karanlık", "cehalet", "tabu", "yalan" vb. türü kavramları milyonlarca kere tekrar ederek, bilimsel alanda din kurumunun neden ve hangi toplumsal ihtiyaçlara bir gereksinim olarak doğmuş olduğu sorusuna yanıt verememişlerdir.
Unutmayalım ki, Mezopotamya dinlerini ortaya çıkaran toplumlar, aynı zamanda tarihin en önemli kültürel birikimine sahip toplumlarıdır.
Mezopotamya kaynaklı dinlere karşı mücadele ettiğini düşünen ateistlerin;
-"Mezopotamya", "Sümer-Akkad", "Enlil, Ea, Enki, Ahura Mazda, Marduk" vb. gibi kavramları kullanmadan;
-Günümüzden yaklaşık 6000 yıl önceki dinsel ilahileri ve temellerini incelemeden;
- O toplumların evlilik ilişkilerini; miras sistemlerini; iktisadi üretim ve paylaşım tarzlarını; hayvan ve bitki tapınımının sebeplerini ... vb. ele almadan,
- Ve tüm bunların sonraki Musevilik, Hristiyanlık ve İslam'la kavramsal ve kurumsal paralellik ve devamlılık noktalarını ortaya koymadan... bir "din eleştirisi" yapmalarını doğru bulmuyoruz; ve bu metot ve konuları kullanmadan yapacakları "din eleştirisi"nin de bilimsel olamayacağını önceden biliyoruz.
Aşağıda Yer Alan Her Kelimesi Hatalı, Her Kelimesi Bilimsel Temelden Yoksun İddialardan Oluşan Temel Düşüncenin Yer Aldığı Kitabın Başlığı : "İslamiyet Ve Bilim" İmiş!
***
Erdoğan Aydın, örneğin, şöyle diyor kitabında:
...
“Bilindiği gibi dinsel inanışın “yaratılış” varsayımını ilk defa ve kendi içinde en tutarlı biçimde sistematize eden kitap Tevrat'dır. Sonraki kitapların tümü bu söylenceyi farklı ifadeler ve kısmi değişikliklerle tekrar etmekten başka bir şey yapmış değillerdir. Hele ki, Kuran'da ifade ediliş biçimi, Tevrat'taki iç tutarlılıktan da yoksun, adeta akılda kalanların, farklı sure yazımlarındaki farklı anımsanmalarının ürünü olarak daha da ilkel ve muğlaktır...." ( İslamiyet Ve Bilim/İslamiyet Gerçeği-2, V. Bölüm: "Kuran'a Göre Evrenin 'Yaratılışı' " S.87)
“İslamiyet Ve Bilim”(Erdoğan Aydın) Üzerine
Erdoğan Aydın'ın “İslamiyet Ve Bilim” adlı bir çalışması var.
Bu kitap 1992 Turan Dursun Araştırma ve inceleme ödülü kazanmış. "İslamiyet Gerçeği" dizisi olarak da 4 cilt halinde yayınlanmış.
Erdoğan Aydın, örneğin, şöyle diyor kitabında:
“Bilindiği gibi dinsel inanışın “yaratılış” varsayımını ilk defa ve kendi içinde en tutarlı biçimde sistematize eden kitap Tevrat'dır. Sonraki kitapların tümü bu söylenceyi farklı ifadeler ve kısmi değişikliklerle tekrar etmekten başka bir şey yapmış değillerdir. Hele ki, Kuran'da ifade ediliş biçimi, Tevrat'taki iç tutarlılıktan da yoksun, adeta akılda kalanların, farklı sure yazımlarındaki farklı anımsanmalarının ürünü olarak daha da ilkel ve muğlaktır...." ( İslamiyet Ve Bilim/İslamiyet Gerçeği-2, V. Bölüm: "Kuran'a Göre Evrenin 'Yaratılışı' " S.87)
Peki, buradaki bu dar ve tarihsel bakımdan son derece eksik bilgiler temelinde, “önceki” Mezopotamya dinsel inanlarını, “önceki” Sümer-Akad ilahilerini, “önceki” Enuma Eliş'i, yeterince bilmeden; onların farklı toplumsal birimlere has yapılanmasını kavramadan, kısaca Mezopotamya kaynaklı dinler ve dini metinler hakkında yeterli ve doğru genel bir fikre sahip olmadan, o kaynaklardan süzülüp gelmiş olduğu çok açık olan İslam'ı ve Kuran'ı doğru bir temelde nasıl eleştirebiliriz?
Bu mümkün mü?
İlhan Arsel ve Turan Dursun'un “salt İslam eleştirisi” diyebileceğimiz ve sanki İslam izole bir din olarak ele alınabilirmiş gibi; Kuran’ın ayetleri veya kuralları Muhammed'in kendi yaratısıymış gibi bir yaklaşımla yürütülen “din eleştirisi” hatalı çizgisi, araya serpiştirilmiş "Sümer" lafları dışında, Erdoğan Aydın tarafından da sürdürülmektedir.
Yirmi yıl kadar öncesi için, bu alanlardaki bilgi düzeyinin düşüklüğü anlaşılabilir ve hoş görülebilir... Fakat, dostça uyarı ve eleştirilerden sonra da, Erdoğan Aydın, bu eksik ve hatalı içerikli kitapları, “düzeltme” yapmaksızın yeni baskılarla insanlara sunuyorsa, o noktada artık kimsenin “eleştirilerin sertliği”nden yakınma hakkı kalamayacağını da açıklamak isteriz.
Eğer, Erdoğan Aydın dostumuz, uyarılarımızı dikkate alsa; “İslam eleştirisi” adı altında yayınladığı ve adeta 18. yy “aydınlanmacıları”nın gerekçelerini yinelediği bu çalışmasını, yeniden yayınlamadan önce “gözden geçirmeyi” deneseydi, belki elinde 4 ciltlik bir kitap dizisi kalmayacaktı... Hatta, belki bu kitabın içeriğinin "düzeltilemez" olduğu gerçeğini de görecekti...
Erdoğan Aydın'ın “İslamiyet Ve Bilim” adlı bir çalışması var.
Bu kitap 1992 Turan Dursun Araştırma ve inceleme ödülü kazanmış. "İslamiyet Gerçeği" dizisi olarak da 4 cilt halinde yayınlanmış.
Erdoğan Aydın, örneğin, şöyle diyor kitabında:
“Bilindiği gibi dinsel inanışın “yaratılış” varsayımını ilk defa ve kendi içinde en tutarlı biçimde sistematize eden kitap Tevrat'dır. Sonraki kitapların tümü bu söylenceyi farklı ifadeler ve kısmi değişikliklerle tekrar etmekten başka bir şey yapmış değillerdir. Hele ki, Kuran'da ifade ediliş biçimi, Tevrat'taki iç tutarlılıktan da yoksun, adeta akılda kalanların, farklı sure yazımlarındaki farklı anımsanmalarının ürünü olarak daha da ilkel ve muğlaktır...." ( İslamiyet Ve Bilim/İslamiyet Gerçeği-2, V. Bölüm: "Kuran'a Göre Evrenin 'Yaratılışı' " S.87)
Peki, buradaki bu dar ve tarihsel bakımdan son derece eksik bilgiler temelinde, “önceki” Mezopotamya dinsel inanlarını, “önceki” Sümer-Akad ilahilerini, “önceki” Enuma Eliş'i, yeterince bilmeden; onların farklı toplumsal birimlere has yapılanmasını kavramadan, kısaca Mezopotamya kaynaklı dinler ve dini metinler hakkında yeterli ve doğru genel bir fikre sahip olmadan, o kaynaklardan süzülüp gelmiş olduğu çok açık olan İslam'ı ve Kuran'ı doğru bir temelde nasıl eleştirebiliriz?
Bu mümkün mü?
İlhan Arsel ve Turan Dursun'un “salt İslam eleştirisi” diyebileceğimiz ve sanki İslam izole bir din olarak ele alınabilirmiş gibi; Kuran’ın ayetleri veya kuralları Muhammed'in kendi yaratısıymış gibi bir yaklaşımla yürütülen “din eleştirisi” hatalı çizgisi, araya serpiştirilmiş "Sümer" lafları dışında, Erdoğan Aydın tarafından da sürdürülmektedir.
Yirmi yıl kadar öncesi için, bu alanlardaki bilgi düzeyinin düşüklüğü anlaşılabilir ve hoş görülebilir... Fakat, dostça uyarı ve eleştirilerden sonra da, Erdoğan Aydın, bu eksik ve hatalı içerikli kitapları, “düzeltme” yapmaksızın yeni baskılarla insanlara sunuyorsa, o noktada artık kimsenin “eleştirilerin sertliği”nden yakınma hakkı kalamayacağını da açıklamak isteriz.
Eğer, Erdoğan Aydın dostumuz, uyarılarımızı dikkate alsa; “İslam eleştirisi” adı altında yayınladığı ve adeta 18. yy “aydınlanmacıları”nın gerekçelerini yinelediği bu çalışmasını, yeniden yayınlamadan önce “gözden geçirmeyi” deneseydi, belki elinde 4 ciltlik bir kitap dizisi kalmayacaktı... Hatta, belki bu kitabın içeriğinin "düzeltilemez" olduğu gerçeğini de görecekti...
***
Kuran’ın tanrısı, anlatıma göre, Gök(ler) ve Yer bitişik iken, Gökleri Yer’den ayırmış ve ‘yaratılışı’ böyle gerçekleştirmiş ise, artık tahmin edebiliyoruz ki, bu temel kavramların yer aldığı erken ilahiler Enlil dönemlerine aitti ve Muhammed’in döneminden 4000 yıl kadar öncesinde sözlü gelenek olarak ve daha sonra da tabletlerde yazılı halde bulunuyor olmalıydı.
Böyle bir durumda, Erdoğan Aydın'ın yaptığı gibi, “Yerin Gökten ayrılması” sözleri üzerinden sadece Muhammed’e vurarak İslam’ı eleştirmek ve yapılan bu işi de, “din eleştiriciliği” olarak tanıtmak, oldukça çocukça bir çabadır ve bilinçlenmek isteyen kitleler bakımından ise hedef saptırıcıdır.
Erken Sümer ilahisinde şöyle deniyordu:
« Nimetlerin gerçek yaratıcısı,
Kararları değiştirilemeyen Efendi,
Topraktan ülkenin tohumunu filizlendiren Enlil,
Yer’den Gök’ü ayırmayı düşündü,
Gök’ten Yer’i ayırmayı düşündü.
Ortaya çıkan varlıkların büyümesi için,
“Gök ile Yer’in Kemiği”nde (Nippur) ... Yaydı.
Kazma’yı var etti, ‘Gün’ü yarattı,
Emeği gösterdi, yazgıyı belirledi,
….
Efendi Kazma’yı çağırdı, kaderini belirledi…»
(Kramer, Sumer Mitolojisi, Kabalcı,s.103)
Bu ilahide Enlil’in, “Gök” ve “Yer”i “yaratan” olarak değil; onları birleştiren-ayrıştıran olarak bulunduğuna dikkat edelim.
Aynı zamanda, “Gök” ve “Yer” ile uğraşan Enlil, birden bire “Kazma’yı var etme”ye yönelir… Ve bunlar anlatımdaki ciddiyeti asla sarsmaz; anlatıcılarımız kusursuz bir düzenlemeyi anlatmaya devam ederler. Çünkü gerçekten de, burada sanılan anlamıyla “Gök” ve “Yer” değil; “Yukarı Mezopotamya” (Gök) ile “Aşağı Mezopotamya” (Yer-Toprak) ilişkisi ele alınıyordu ve “Kazma” denilenler, toprağı çapalayan, kazma ile kazan topraksız, cahil, “kazma” köylülerdi.
Buradaki anlatımlar, sanılan anlamıyla “Gök” ve “Yer” ile ilgili değil; çok somut olarak “Yukarı Mezopotamya” ile “Aşağı Mezopotamya” topluluklarının ilişkilerinin düzenlenmesiyle ilgiliydi.
Zaman içinde “Yukarı Mezopotamya”= Yukarı, “Gök” ile eşitlenerek; “Aşağı Mezopotamya”= Aşağı, “Yer” ile eşitlenerek kullanılmaya başlanmıştır. Ama biliyoruz ki, “Aşağılık İnsan” tanımlaması ile “Yüceler Yücesi= Semavi Varlıklar” vb. türü kalıpsal kavramlar da, yine bu “Yukarı Mezopotamya” ile “Aşağı Mezopotamya” ilişkisi içinde anlam bulmaktadır.
Dini metinlerin bu yeni bilimsel “okuma” biçimi üzerine uzun zamandır duruyoruz.
Bu tür örnekler, ‘Gök’, ‘Yer’, ‘Kazma’ gibi eski ilahilerde bulunan bir dizi temel kavramın, erken dönemlerde belki bir başka anlamda kullanılmış olabileceğine dair, herkes için uyarıcı birer işaret olmalıydı. Söylediğim her şey derhal kabul edilmese bile, bunların ciddiliği; üzerinde çalışılmış argümanlar olduğundan hareket edilerek, yeni yorumlar yapılırken dikkatli olunması yararlı olurdu.
Gelgelelim, dini inanca sahip olsun veya olmasın; ilahiyatçı, tanrıtanımaz, ‘aydınlanmacı’ ve takipçileri olan Doğu nihilistleri, ‘Yer ve Göklerin yaratılması’, ‘Yer’in Gök’ten, Göklerin yer’den ayrıştırılması’ gibi kalıpsal deyim konularında kendilerini basit algıyaöyle bir kaptırmışlardır ki, düşüncelerinde, tablet deyimlerinin Mezopotamya tarihine ait bir dönemi anlatmış olabileceğine dair tek bir kuşku izi taşıyor bile görünmezler...
Oysa Erdoğan Aydın, ‘bilim’de ‘kuşku’nun yerini O. Hançerlioğlu sözlüklerinden yaptığı bolca aktarmalarda ne de güzel yineleyip duruyordu…
Ama iş, onu gerçekten yaşama uygulamada!
Böyle bir durumda, Erdoğan Aydın'ın yaptığı gibi, “Yerin Gökten ayrılması” sözleri üzerinden sadece Muhammed’e vurarak İslam’ı eleştirmek ve yapılan bu işi de, “din eleştiriciliği” olarak tanıtmak, oldukça çocukça bir çabadır ve bilinçlenmek isteyen kitleler bakımından ise hedef saptırıcıdır.
Erken Sümer ilahisinde şöyle deniyordu:
« Nimetlerin gerçek yaratıcısı,
Kararları değiştirilemeyen Efendi,
Topraktan ülkenin tohumunu filizlendiren Enlil,
Yer’den Gök’ü ayırmayı düşündü,
Gök’ten Yer’i ayırmayı düşündü.
Ortaya çıkan varlıkların büyümesi için,
“Gök ile Yer’in Kemiği”nde (Nippur) ... Yaydı.
Kazma’yı var etti, ‘Gün’ü yarattı,
Emeği gösterdi, yazgıyı belirledi,
….
Efendi Kazma’yı çağırdı, kaderini belirledi…»
(Kramer, Sumer Mitolojisi, Kabalcı,s.103)
Bu ilahide Enlil’in, “Gök” ve “Yer”i “yaratan” olarak değil; onları birleştiren-ayrıştıran olarak bulunduğuna dikkat edelim.
Aynı zamanda, “Gök” ve “Yer” ile uğraşan Enlil, birden bire “Kazma’yı var etme”ye yönelir… Ve bunlar anlatımdaki ciddiyeti asla sarsmaz; anlatıcılarımız kusursuz bir düzenlemeyi anlatmaya devam ederler. Çünkü gerçekten de, burada sanılan anlamıyla “Gök” ve “Yer” değil; “Yukarı Mezopotamya” (Gök) ile “Aşağı Mezopotamya” (Yer-Toprak) ilişkisi ele alınıyordu ve “Kazma” denilenler, toprağı çapalayan, kazma ile kazan topraksız, cahil, “kazma” köylülerdi.
Buradaki anlatımlar, sanılan anlamıyla “Gök” ve “Yer” ile ilgili değil; çok somut olarak “Yukarı Mezopotamya” ile “Aşağı Mezopotamya” topluluklarının ilişkilerinin düzenlenmesiyle ilgiliydi.
Zaman içinde “Yukarı Mezopotamya”= Yukarı, “Gök” ile eşitlenerek; “Aşağı Mezopotamya”= Aşağı, “Yer” ile eşitlenerek kullanılmaya başlanmıştır. Ama biliyoruz ki, “Aşağılık İnsan” tanımlaması ile “Yüceler Yücesi= Semavi Varlıklar” vb. türü kalıpsal kavramlar da, yine bu “Yukarı Mezopotamya” ile “Aşağı Mezopotamya” ilişkisi içinde anlam bulmaktadır.
Dini metinlerin bu yeni bilimsel “okuma” biçimi üzerine uzun zamandır duruyoruz.
Bu tür örnekler, ‘Gök’, ‘Yer’, ‘Kazma’ gibi eski ilahilerde bulunan bir dizi temel kavramın, erken dönemlerde belki bir başka anlamda kullanılmış olabileceğine dair, herkes için uyarıcı birer işaret olmalıydı. Söylediğim her şey derhal kabul edilmese bile, bunların ciddiliği; üzerinde çalışılmış argümanlar olduğundan hareket edilerek, yeni yorumlar yapılırken dikkatli olunması yararlı olurdu.
Gelgelelim, dini inanca sahip olsun veya olmasın; ilahiyatçı, tanrıtanımaz, ‘aydınlanmacı’ ve takipçileri olan Doğu nihilistleri, ‘Yer ve Göklerin yaratılması’, ‘Yer’in Gök’ten, Göklerin yer’den ayrıştırılması’ gibi kalıpsal deyim konularında kendilerini basit algıyaöyle bir kaptırmışlardır ki, düşüncelerinde, tablet deyimlerinin Mezopotamya tarihine ait bir dönemi anlatmış olabileceğine dair tek bir kuşku izi taşıyor bile görünmezler...
Oysa Erdoğan Aydın, ‘bilim’de ‘kuşku’nun yerini O. Hançerlioğlu sözlüklerinden yaptığı bolca aktarmalarda ne de güzel yineleyip duruyordu…
Ama iş, onu gerçekten yaşama uygulamada!
Bilimsel Ateizm adına bu kitapta,"Sümerler'den İslam'a..."
biçimindeki tarihsel bağlantı kurma dışında, hangi temel fikirleri bulabiliriz?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder