6 Haziran 2012 Çarşamba

'Nuh Tufan'ı Doğal Afet Değil, Bir Ritüeldir...

Amerikalı ressam Edward Hicks'den bir tablo... (1780–1849), Nuh'un gemisine ikişer ikişer hayvanların alınışını gösteriyor.

"Eski Ahit"teki "gemi" tanımı öyle ki, zavallı ressam, "gemi" diye önce "3 katlı ve çatısı, bacası olan" bir "gemi-ev" yapıp, bunu, bir başka gemiye yerleştirerek, durumu "çözmüş"...




























Tufan Bir 'Kıyamet Ayini'ydi !

Kutsal kitaplarda “Tufan”, tanrısal bir afet, “sel-su baskını”, olarak ele alınır.

Şimdi artık biliyoruz ki, “su”, eski ‘yaratılış’ anlatımlarının ilk anlarından itibaren ‘tatlı su’ ve ‘tuzlu su’ olarak karşılaştığımız, daha o zamandan ‘kutsal’ olan kavramların başlarında geliyordu. 

Enuma Eliş anlatımında, “Yukarı”da olan “Kuzey Mezopotamya” ve “Aşağı”da olan “Güney Mezopotamya” temel toplum birimlerinin ( veya “Akkad” ile “Sümer” ) birbirleriyle karşılıklı ilişkileri, “…suların karışıp bir olduğu” bir durum olarak, yani bir çeşit ‘ittifak’ olarak ifade ediliyordu. Bunlardan Apsu “tatlı su okyanusu”nu, Tiamat ise “tuzlu su – deniz”i anlatıyordu ve bu aşamada, daha tanrılar bile henüz “yaratılmış” değildi.

Tam da bu nedenle, Eski Ahit'teki “yaratılış” anlatımının tanrısı veya tanrıları, 'su'ları yaratmayı hiç düşünmemişlerdi. Eski Ahid’in tanrısı, 7 günlük o “kutsal yaratış serüveni”ne, yani “kutsal tarih” sahnesine, “ruhu’nun sularda dalgalandığı” bir andan itibaren çıkmıştı.İslam’ın Muhammed’i de, aynı temel aktarım tarzına bağlı kalarak, farklı “yaratış elementleri” arasında, Kuran’da, tanrının bütün canlıları “sudan” yarattığından da bahseder. Bu bakımdan, bir ‘sel' olarak; suda boğarak öldürme biçimli bir Tufan’dan bahsedildiği noktada 'su' kavramının geçmişteki kullanım değerlerini bilmek gereklidir ki, tarih sahnesine çıkarken Tanrı’nın “ruhunun” neden gök’lerde değil de “suların üzerinde dalgalandığı” anlaşılabilsin!

Tanrısal bir “afet”, “kıyamet” haliyle ve anlamında 'Tufan'ın, kutsal yazılarda, sadece ‘İnsanoğlu’nun değil, öteki canlıların bazı türlerinin de ‘cezalandırıldığı’ bir olay olarak anlatılması da, eski insan toplumunun totem dönemindeki kurban sunum geleneklerinin anlatımını vermekteydi. Çünkü, Tanrı, “İnsan oğlu”nun suç ve kan dökücü günahlarından ötürü “kuşların”, “sürüngenlerin” ve öteki “ehli ve yabani hayvanların” (en azından bir bölümünün), cezalandırılmasının hiç doğru olmayacağını bilecek kadar adaletli olmalıydı.

Gelgelelim, dinsel anlatımlara göre, Tanrı, bu noktada “adalet” konusunu hiç dikkate almaz: Nuh’un “gemi” (*1) sine örnek olarak bindirmesini öğütlediği (sayıları değişik verilen) “topraktan yaratılmış” hayvanları, kuşları, öteki (bazı) sürüngeler dışında kalanları da, “sel taşkını” olarak yorumlanan bir ‘Tufan’ yoluyla tamamen yok eder!Burada, söz konusu olanların "totem hayvan"larla ifade edilen insan toplulukları olduğu çok açıktır. “Topraktan yaratılmış hayvan, sürüngen ve kuşlar” ifadesi, bu tür hayvan totem sembolleriyle ifade edilen “Toprak”, yani ön Assur topluluklarının bir bölümünü anlatıyor olmalıydı.Göbekli Tepe’de, Domuz’dan Eşeğe, Leylek'ten Turna'ya, Kertenkele'den Akrep ve Örümceğe kadar karşılaştığımız bu tür totem hayvanlarla ifade edilen gerçek insan toplulukları bulunuyorlardı ve Tanrı'nın "cezalandırdığı" hayvan veya sürüngenler ile kuşlar, işte, gerçekte, bu insan topluluklarını ifade ediyordu!

Bu nedenle de, Nuh, Tufan’dan “kurtulur kurtulmaz”, anlatıma göre, elinde kalmış bu bir kaç hayvanı da Tanrı(lar)a adak sunusu olarak, hemen kazanlar kurup kurban etmektedir, vb.

Bu anlatımlarda, hayvan veya bitki totemler aracığıyla ifade edilenler, kuşkusuz, gerçek eski Mezopotamya topluluklarıydı. Bu bakımdan, anlatımda ‘cezalandırılan’ “insan ve hayvan”lar, ‘Toprak’tan (*2) ‘yaratılmış’ olan, yani “Kara başlı”lar topluluğunun totem hayvan ve bitkilerle temsil edilen bir kesimi idi ve bu ayin esnasında, “kıyamet töreni” sırasında Kıyıma, Kıyama, Kıyamet'e uğratılan topluluklardı. (*3) Eski toplumda bu tür “Tufan”lar birer “ayin, tören, bayram, kıyamet” olduğu için de, eski Akado sammaru ilahilerindeki Tufan, her şeyden önce “tapınaklarda başlamakta”ydı. (*4)

Su-sel baskını haliyle bilinen anlatılan Tufan’ın, eski toplumda bir kutsal ayin türü olduğunu artık tamamen açığa çıkarmış durumdayız. (*5) Enki veya Apsu, ‘su’lar, ‘tatlı su okyanusu’ vb. olarak ifade ediliyorlardı.

Enki sembollerinde, Enki’nin çizimi, elinde iki sürahiden omuzlarına yükselen ‘nehir’ (‘su’-A/ab) biçimlerinde idi. Bunu, omzunda taşıdığı iki nehirden ellerindeki sürahiye dolan su olarak da algılayabiliriz.Zamanla, bu karşılıklı ittifak şöleninin ‘sel-su baskını’ şeklinde algılanmaya başlandığını; 'deniz’, ‘okyanus’ gibi kavramların şimdiki anlamlarına doğru evrildiğini ve eski kavramların bir ‘sel felaketi’ halinde yorumlanabilmesinin yazınsal temelini oluşturmuş olduğunu görüyoruz. Tufan’ın bir 'sel' felaketi halinde dönüştürülmüş yorumunda, eski insan kurban ritlerinin, toplumsal bellekten silinmesi için bilinçli çabaların da rol oynamış olabileceğini düşünmek gerekir.Burada ilginç olan, bir "Tanrısal afet" fikrini doğru bulmayanların da, Tufan kavramıyla anlatılan olayın bir "doğal afet" olduğundan yola çıkmalarıdır. (*6)

Bu durumda, ‘tanrısal afet’i savunanlar ile ‘doğal afet’ yorumuna dayananlar arasında, bu noktada Tufan’ın bir ‘afet’ olduğunda görüş birliği ortaya çıkmaktadır... Karadeniz’de tsunami afeti, ya da Ağrı dağında ‘gemi’ kalıntısı arama çabaları bu aynı ‘afet’ fikrine dayanıyor. Ama şu kesin: eski doğal afetlere ilişkin bulgulara ulaşılsa bile, eski tabletler ve onlara dayanan Eski Ahit yoluyla bize aktarılan bir dizi Tufan anlatımı arasında öne çıkan çok somut bir ‘afet’tir ve bu “afet, tufan, kıyamet, bayram”, eski toplumda, belirli somut bir tarihte, önce tapınaklarda başlatılmış ve ilgili topluluklar tarafından uygulanmış, kutsal, geniş katılımlı bir insan kurban ritüeli, eski tür bir “anlaşma toplantısı”ydı. Çok somut bir süre devam ediyor ve çok somut bir tarihte biteceği de önceden biliniyordu; yani tipik bir ritüeldi. Böylece, İsa’dan Önceki 3. binli yılların başlangıç döneminde, bir ‘sel’ felaketi vb. olarak değil, günümüzden 4100 yıl kadar önce (Tevrat'a göre, yılı, ayı, günü ve hatta saati bile belirlidir), (*7) Musevi atalarının sürgünüyle de sonuçlanacak olan, kutsal bir ayin haliyle gerçekleşmiş olan “Tufan ritüeli” ile karşılaşıyoruz.

Mozaiğin tam ortasında bir masa veya sehpa şeklinde yapılmış bir kümes ve etrafında Nuh'un Tufan'da gemisine aldığı 23 adet kuş ve kümes hayvanları, bu grubun etrafında ise vahşi ve evcil hayvanlar yer almaktadır. Eser M.S. 4. yy.'a aittir.


http://toplumvetarih.blogcu.com/tufan-bir-kiyamet-ayini-ydi/2722773
Din kitapları, Tufan'ın ‘araç’ını ‘gemi’ ve Tufan olayını da ‘su taşkını’ haliyle bir "Tufan" olarak yorumlasa da , yazılı metinler, "gemi"den değil ‘ark’, ‘arca’, küp, tabut, ‘sal’ falan gibi anlamlardaki kelimelerden bahseder.

MS. 4. yy'da bile "Nuh'un "gemisi" yerine, bir "Nuh sandukası; kümesi, tabutluğu" motifi kullanılmaya; bu "araca" da, tüm hayvanlar değil, sadece "23 adet kuş ve kümes hayvanları"ndan aldığı inancı işlenmeye devam edilmektedir.

Bu motifleri kullanan Misis Mozaikleri, "Nuh Tufanı" algısının 2000 yıl önceki durumu hakkında önemli bir belge sunmaktadır.







Sayın Çığ’ın Hatalı Tufan Kavrayışı

Muazzez İlmiye Çığ, “Nuh Tufan’ı” bağıntısında, geçen yıllarda, “Karadeniz Tufan’ı” tezine yakın duruyordu; daha sonra ise bu görüşünden vazgeçerek, “Sumerlilerin Tufan’ı”nı Orta Asya steplerinde aramaya başlamış olduğunu, kitabında, şöyle özetliyor:

“Ben Karadeniz’de olan bu Tufan olayını ilk kez İstanbul Üniversitesi Prehistorya bölümünde Walter Pitman’ın bu konuda verdiği Konferansta duymuştum. Daha sonra Cumhuriyet Bilim Teknik dergisinde bu konuyu okuyunca Sumerlilerin yazdıkları Tufan olayının bundan kaynaklanmış olabileceğine oldukça aklım yatmış ve Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sumer’deki Kökeni kitabımın 51. sayfasında not olarak vermiştim. Fakat olayın Sumerlilere geçiş varsayımı beni pek tatmin etmiyordu. Çünkü bu büyük olayın etkisinin Sumerlilere gelinceye kadar, Karadeniz’in etrafında ve Anadolu’da yaşayanlar arasındaki yerel söylencelerin bulunması, oraların Sumerlilerle bir bağlantısı olması beklenirdi. Hatta oradan Avrupa’ya gidenler bu olayı anlatmış olmalılardı. Halbuki buna ait bir iz olmadığı anlaşılıyor. Bu yüzden Sumerlilerle bu olay arasında bir bağlantı kuramıyor; ama bir bağlantının gerekliliğine inanıyordum. İşte Önsöz’de sözünü ettiğim kitaplar [ Benim Notum: ( “Ufkumu açan kitaplardan biri Begmyrat Gerey’in Beş Bin Yıllık Sümer- Türkmen Bağları adlı kitabı…. İkincisi Doç. Dr. Tahsin Parlak’ın Tufan’dan Turan Denizi’ne, Turan Denizi’nden Günümüze Aral’ın Sırları adlı kitabı… M. İ. Çığ sf.9/10) ], diğer araştırmalarımın sonuçları bana Sumer Tufan olayının Orta Asya’daki taşkınlıklardan kaynaklanmış olabileceğini, Sumerlilerin oralar ile bağlantıları olduğunu açıkça gösteriyordu. “ (M. İ. Çığ, adı geçen kitap, sf. 73/74)

Her şeyden önce, “Sümer Tufan” anlatımının kaynakları konusunda, “Karadeniz Tsunamisi”nden “Orta Asya Taşkınlarına” doğru bir görüş değişikliği için Sayın Çığ’ın, Cumhuriyet Bilim Teknik dergisi gibi, başvuru kaynaklarının ne ölçüde “bilimsel” bir taban oluşturabileceğini akademi dünyamızın değerlendirmesine sunalım. Bizce bu “görüş değişikliği” süreci ve dayanılan “kaynak”lar, yıllarını Akado sammaru tablet çözümlerine hasretmiş bir bilim insanı için oldukça üzücüdür.

Fakat bütün bunlar işin sadece bir yanıdır.

Her şeyden önce, Sayın Muazzez İlmiye Çığ, öteki bir dizi “realist”, “gerçekçi”, “doğacı” bilim adamı veya tez sahibi gibi, Tevrat’taki haliyle Tufan anlatımının “doğal bir sel afeti”, “tsunami” olayına; tarihteki doğal bir felaketin insan belleğindeki izlerine dayanmış olabileceğinden yola çıkmaktadırlar.

Onlar için, anlatımlardaki “sel”, bildiğimiz anlamıyla bir “su taşkını”; anlatımlardaki “insan toplumu” , bildiğimiz anlamıyla “yeryüzü”nün bütün insanlığı” ; anlatımlardaki “yeryüzü”,”dünya”, “toprak” ise, şu anda bilinen haliyle “yer küremiz” ; anlatımlardaki “gemi” ise, şu anda da bildiğimiz haliyle bir “kayık”, “gemi”, “sal” idi…

Çalışmalarım içinde göstermeye çabaladım ki, Akado-sammaru kayıtlarında ve ondan kaynaklanan “kutsal tufan” anlatımlarında bahsedilen “Su taşkını haliyle Tufan”, aslında bir dizi farklı türü bulunan “kıyamet ayinleri”, “insan kurban edimli ziyafet bayramları”nın sadece biri idi. Bu nedenle de, anlatımlardaki tanrı, böyle bir “tufan” ile, mutlaka suda boğma yoluyla bir “tufan” tanımlıyor ve gerçekleştiriyordu.

Mezopotamya’da birbirinden farklı bir dizi Tufan, yani “kıyamet” biçimleri bulunuyordu. “Suda boğma” veya Cehennem’in “ kaynar sularda haşlanma” motifleri bulunduğu kadar “veba salgınları”; “karakış” kıyametleri; “yangın afetleri” de, tıpkı, Mezopotamya’daki toplum birimlerden sadece bazılarının katıldığı “insan kurban edimli ittifak toplantıları”nın farklı türlerini oluşturuyordu.
Kurban veren topluluk için “felaket”, kurban alan toplum için ise “bayram” yönleriyle öne çıkan Kıyamet-Bayram toplantıları birer ritüel olduğu için, tamamen takvimsel bir zemine, takvimsel bir değere oturmaktaydı. Akado Sammaru kayıtlarında ve onlara dayanan sonraki dinlerdeki “kıyamet – bayram ayinleri” genellikle, en az üç günlük bir takvimsel değere sahiptir. “Yaratılış” olarak tanıdığımız olay da, tam olarak bir “kıyamet- bayram ayini” olduğu için, o da “6 gün, 6 gece” sürmüştü.
Bizim tanıdığımız “İnsanoğlu”, genel olarak “insan”ların sadece bir bölümünü; bizim tanıdığımız “yeryüzü”, “toprak” , “dünya”, “küre”, Mezopotamya’nın tarım yapılan “toprak”larını ifade ediyordu. Eski tabletlere göre, “Yukarı Mezopotamya” , zamanla “Gök” ve “Cennet” kavramlarıyla eşitlenmiş ; “Aşağı Toprak”lar ise, “Dünya”, “Toprak” ve “aşağılık insan”ların yerleştiği alanlar olarak ifade edilmeye başlanmıştı. “Yüce Varlıklar” ve “Aşağılık, Kusurlu, Günahlı İnsanoğlu” ayırımın da dayandığı bu ikilemin tarihteki özelliklerine değinmiştik.

Akado-sammaru topluluklarını ve onların kültürlerini birer uydurmalar manzumesi olarak ele almaz; Mezopotamya topluluklarının gerçek varoluş ve yaşayış anlatım biçimleri olarak ele almaya başlarsak, aslında, bütün “hurafeler”, bir şekilde, bizi, geçmiş toplulukların yaşam ve kült biçimlerine taşır. Bunlara ait son derece canlı örneklerin bir bölümünü ele almaya çalışmıştık. Bir topluluğun “marul yemeyi günah” addetmesi veya Paskalya sırasındaki bir günde mutlaka “marul yemesi” gerektiği gibi kurallar, hiç de “aptallık” veya “cehalet” göstergesi sayılmamalıdır. Hıristiyan yortusunda mutlaka “mercimek” (onun da “yeşil” ve “kırmızı” mercimek ayrımı bile bulunuyor!) yemek, “mercimeği fırına vermek”, nasıl ki, cinsel içerikli bir “festival”, “düğün”, “ittifak şenliği” edimini ifade ediyorsa, marul, fasulye, nar veya “kurban eti” yemek veya yememek de bu tür “kıyamet – bayram” etkinliklerine “sunucu toplum” veya “sunulan toplum” olarak katılmış olmak veya olmamayı anlatıyordu.
Bunlarla ilgili daha geniş bilgilere, Tufan ile ilgili yazılarımdan ulaşılabilir.

“Tufan” olayına bir kez, “sel baskını”, “Nuh gemisi”ne de, bilinen “gemi” olarak bakmaktan vazgeçtiğimiz andan itibaren, Akado-sammaru tabletlerindeki “Tufan”dan, “kutsal kitap” denilen “kitaplar” a kadar uzanan bütün Tufan anlatımlarının, aslında ne zaman başlayacağı, ne zaman biteceği belli olan, tapınaklarda icra edilen, insan kurbanlı birer ritüel olduğu ve tek sefere mahsus bulunmadığı anlaşılır.

Gemi artık bir “gemi” değildir. Eski Kudüs tapınağı önündeki “arınma havuzu”, “tunç kazan”dır! Dolayısıyla, Muhammed Kuran’ındaki gibi, Nuh döneminde “kazanı kaynayan gemi” gibi “buharlı gemi” saçmalıklarıyla uğraşmaya da gerek kalmaz.

Tevrat’ın buluşma çadırı veya eski Kudüs tapınak yapısı ve ölçüleri, sanki birebir, “Nuh’a yapılması” emredilen “Üç katlı”, “üçüncü katında mutlaka çatısı olan”, “eni boyuna eşit” vb. ölçü ve plandaki bir “tapınak” yapısı olduğunu açığa çıkmaya başlar.

Türkiye’nin bilim adamları, ateistleri, konular üzerine düşünen, tezler hazırlayan akademisyenleri, dünyanın en şanslı kesimleri arasındadır aslında. Çünkü, anlatılan Tufan’lar bizim topraklarımıza referans vermektedir. Anlatılan Tufan’ların “gemisi” ya, Cudi’ye, ya da “Ararat”a gelip konarlar!

Bu kadar da değil! “Toprağın adamı” olan “çiftçi Adem” bile, muhtemelen eski Asur tarım alanlarında “yaratılmış”tı. Tabii ki, burada dindarların düşündüğü şekilde bir “yaratma” yoktu. Bir tanımlama, “ad verme”, “sınıflama”, karşılıklı birbirini tanıyıp var kabul etme anlamlarında bir “yaratma” idi. Bir meselenin “adını koyalım”, “bu iddianın adını koyalım” dediğimizde, nasıl ki, olayı tanımlamak, tanımak ve tanıtmaktan bahsetmek istiyor isek, eski tanrılar ve eski farklı Adem’ler durmadan “eşyaya ad vermekten”, “varlıkları tanımlamaktan” vb. bahsediyorlar ise, bu aynı zamanda onların “yaratma” edimleri anlamına geliyor olmalıydı.

Bize ulaşmış haliyle Mezopotamya kaynaklı Tufan anlatımlarını eski dünyanın doğal felaketlerinde aramak, bütün “gerçekçi” ve-ya “ateist” görünümüne rağmen, büyük bir yanılgıdır. Orada anlatılan “Tufan”lar, insan kurbanlı ittifak edimleri, felaket, kıyam günleri, kıyamet ve dolayısıyla bayram ritüelleriydi.

http://toplum-ve-tarih.blogspot.com/2009/12/sayn-cgn-hatal-tufan-kavrays.html






“Geçmiş günlerde,

Geçmiş uzak günlerde,

Geçmiş gecelerde,

Geçmiş uzak gecelerde,

Gerekli her şey var edildikten sonra,

Gerekli her şey emredildikten sonra

Tapınaklarda ekmek yendikten sonra

Fırınlarda ekmek piştikten sonra,

Gök Yer’den uzaklaştıktan sonra,

Yer Gök’ten uzaklaştıktan sonra,

İnsan’a ad verildikten sonra,

An Gök’ü aldıktan sonra,

Enlil Yer’i aldıktan sonra

Ereşkigal’e ölüler diyarı (yeraltı) verildikten sonra,

Yelken açtıktan sonra,

Yelken açtıktan sonra,

Enki Baba, Kur’a (ölüler Diyarı-Yer Altı’na)

Yelken açtıktan sonra,

Kırala (Enki Baba’ya) karşı küçükler atıldı

Enki'ye karsıbuyukler fırlatıldı.

Küçükler, elin taşları,

Büyükler, kamışların, dans eden" taşları,

Enki'nin gemisinin omurgası,

Savaşta hücum eden fırtına gibi gômüldù;

Kırala karşı sular geminin tepesinde

Kurt gibi yuttu,

Enki'ye karşı sular geminin arkasına

Arslan gibi çarptı.“

ENKİ’NİN TAŞLANMASI

http://toplumvetarih.blogcu.com/nuh-gemisi-nden-musevi-sandigi-na-2/6802034















'Sümer-Akkad' Metinlerinde "Gemi"nin Ölçüleri

Şuruppak'lı adam
Ubar-Tutu'nun oğlu,
değiştir yurdunu!

Bir gemi yap!
Zenginlikleri bırak,
kurtar yaşamını!
İnşa edeceğin bir gemiye
yükle tüm yaşam tohumlarını!

- Geminin ölçüleri ne olsun?

- İnşa edeceğin geminin tam olsun ölçüleri!
Denk olsun genişliği uzunluğuna!
Ört üstünü de bir çatıyla!
Okyanus üzerine yerleştir onu!
Bu gemi bir yarış gemisi,
Adı da 'Hayat kurtaran!' olacak!
Öyle olsun ki…

(kırık)

Alt kısmı da üst kısmı da kuvvetli olsun.

…zamanı sana bildirdiğimde,
….gireceksin gemiye,
örteceksin kapısını,
Yerleştir içine tohumlarını, eşyalarını,
zenginliklerini,
karını, çocuklarını, akrabalarını, zanaatkarları,
hayvanları,yabani yaratıkları ve ova bitkilerini"

Açtı ağzını bilge Um-napişti
Tanrısı EA’ya dedi ki;
'Ben hiç gemi yapmadım ki,
Bilmem nasıl inşa edileceğini..
Toprağa çiz de şeklini,
şekile bakarak yapayım gemiyi..'

(.........kırık.........)

'Baktım o şekile ve
Tanrım, sahibim EA'ya dedim ki:

-….sahibim,sözlerini yerine getireceğim, yapacağım ben,onu

(.........kırık......)

http://toplumvetarih.blogcu.com/sumer-akkad-metinlerinde-kutsal-tufan-anlat/2524088

http://toplumvetarih.blogcu.com/tapinak-veya-nuh-un-gemisi/6822677







Tevrat'ta 'Gemi'nin Ölçüleri

"Ve Tanrı, Nuh'a dedi:

"Bütün yaratılmışların sonları yaklaşmıştır,..şimdi artık yeryüzünden hepsini yokedeceğim.

Kendine ağaçtan bir Gemi (‘Arche’) yap.Onu bölmelere ayıracaksın ve içini-dışını ziftle kaplayacaksın.

Gemi’nin uzunluğu 300 (150 m.) genişliği 50 (25m), yüksekliği de 30 (15 m) dirsek olacak.

Gemi'de (Arche) 0,5 m. yüksekliğinde bir baca yapacaksın.İki yanına kapılar koyacaksın, bunu birinci, ikinci ve üçüncü katlarda yapacaksın.

http://toplumvetarih.blogcu.com/kuran-ve-tevrat-ta-kutsal-tufan-2/2524092

***

Avesta'da 'Kara Kış' Olarak Tufan

Avesta'nın Tufan için hazırladığı tapınak türü:

22. Ve Ahura Mazda Yima’ya hitap ederek şöyle dedi:

"Ey Vivanğat’ın oğlu dürüst Yima! Maddi dünyaya öldürücü kışlar çökecek, (söz konusu kışlar) beraberinde son derecede kötü, bozuk soğuklar getirecek. Maddi dünyaya öldürücü kışlar çökecek, o (gelecek olan kışlarla birlikte) dağların en yüksek tepelerinde bir aredvi (1) derinliğinde kar tabakaları (oluşacak).

23. Ve hayvanların her üç türü de ölecek, (yani) şu kırda yaşayanlar, şu dağların tepelerinde yaşayanlar ve şu vadilerin içlerindeki ahırlarda barınanların tümü (ölecek).

24. O kıştan önce şu tarlalar sığırlar için otla dolacak. Şimdi (yani söz konusu kıştan önce) dereler taşıyor, karlar eriyor, bu ülke dünyada mutlu bir ülke gibi görünüyor olacak, ki burada koyunların dahi ayak izleri (1) görünecek.

25. Bundan dolayı Sen, her kenarı bir koşu alanı uzunluğunda (1) olacak (kare) şeklindeki bir Vara (2) inşa et. Buraya koyunların ve öküzlerin, erkeklerin, köpeklerin, kuşların ve kızıl alevli ateşin tohumlarını (3) yerleştir.

Bundan dolayı Sen, her kenarı bir koşu alanı uzunluğunda olacak (kare) şeklinde bir Vara inşa et. (Bu) insanlar için oturulacak bir yer olsun, bir Vara, her kenarı bir koşu alanı uzunluğunda, sürüler için bir ağıl.

26. Sen oraya; bir hâthra uzunluğundaki yatağında akacak olan suları yerleştireceksin, sen; (bu suların) her zaman yeşil kalacak ve tükenmez gıdalarla dolu olan kıyılarına kuşları (1) yerleştireceksin. Sen orada; balkonlu bir ev, bir avlu ve bir dehlizden oluşan barınaklar inşa edeceksin.

http://toplumvetarih.blogcu.com/avesta-da-kara-kis-olarak-tufan/3148455

***
Tufan Anlatımlarının Gerçek Yorumları

"Üç katlı, çatısında mutlaka bacası olan Gemi" tarifi aslında Gemi değil, tapınak tarifi idi. Avesta'da, Eski Ahit'te, belirli ölçülere göre yapılan tapınak tariflerini incelemiştik.

http://toplumvetarih.blogcu.com/tapinak-veya-nuh-un-gemisi/6822677














İmam Kayığı’ndan ,Ekmek Teknesi’ne...

Museviliğin en önemli kutsal aracı olan ‘Mukaddes Sanduka’, ‘Kutsal Tabut’, Museviliğin, kendi erken tanrılarının böyle bir ‘şehadet’inin kanıtı idi. Bu Sanduka,‘buluşma çadırı’nın ‘en kutsal yer’inde muhafaza ediliyor, herhangi bir ters iddiaya karşı bu Şehadet’e şahitlik etmek üzere,en büyük hassasiyetle korunuyordu. İslam’ın Kuran’ı, bu Kutsal Sanduka’nın içinde, kendi temsilcisini kurban olarak sunmak yoluyla hükümranlığını meşrulaştırdığını düşünen bir topluluğun, şehit edilen Tanrı’dan arta kalan ve kanıt olsun diye de saklanan artıklar (kemik, kalp, giysi, kanının içildiği tas,sürhi vb. olmalıdır) bulunduğunu,pek berrak ve doğru olmasa da,aşağıdaki şekilde vermekteydi:

“Ve (Nebileri) Peygamberleri onlara şöyle söyledi: ‘Bakın, (Tanrının) meşru hükümranlığının, bir işareti olarak size, içinde Rabbiniz tarafından bahşedilmiş …. bir iç huzuru mirasının bulunduğu, meleklerce taşınan, (bir tâbût, sandık, sanduka, kalp) bağışlanacaktır. ..’ dedi.”

(Bakara 248)

Musevi tanrısı ile de eşitlenmiş bu Kutsal Sanduka, ‘Buluşma Çadırı’ ile birlikte,bu Çadırı’ın en önemli parçası olarak, Musa’nın dini görevlilerince, iki yanından özel sırıklara geçirilmiş bir vaziyette, muhtemelen dört kutsal görevlinin omuzunda,çölden çöle dolaştırılıyordu. Kuran’da bu ‘tabut’u taşıyanların ‘Melek’ler olduğu söylenirse de, bu Melek’ler, Malik’ler, Eski Ahit’te basbayağı etten kemikten dini görevliler olarak şekillenirler. Kendilerine ‘tanrı evlatları’, ibn’ullah, diyen Musevilerin bu kavramını Kuran, Melek, Malik olarak terennüm ediyor olmalıydı. Bu Kutsal Sanduka, daha sonra içine,Tanrının Musa’ya dağda verip yazdığı bazı taş levhalar konulmuş olarak,Kudüs tapınağına yerleştirilecekti.

Sanduka’nın çöllerde taşınması işlemi omuzlarda tabut taşımaya benzer bir ritüeldi. Bütün bir “Mısır’dan Çıkış” anlatımında bu sandukayı, buhurdanlıklar, ateş dumanları arasında çöllerde dolaştırılıyor olarak hissederiz. Tanrılar bakımından farklı toplumlarda bu, Tahterevan, Kızak veya Tekerlekli kağnı gibi araçlarla veya omuzlarda taşınıyordu.

Fırınların ‘ekmek Tekne’sine benzer bir tabut, sandık, küp, tekne gibi farklı biçimleri bulunuyor olmalıydı. Kurban edilmiş Tanrı etinin, kanının, kemik kalıntılarının taşındığı bu somut araç biçimleri,daha sonra, herhalde, ‘Gök Teknesi’, ‘Yer Kayığı’ vb. halini alarak ilerlemiş ve tek bir su zerresinin bulunmadığı çöllerde, Nuh’a kurtarıcılık eden Gemi’ye dönüşmüş olmalıdır.Tufan sırasında da, Kuran’da neredeyse ‘kazanlı gemi’ özelliğiyle, denizlerde, taşkın sular üzerinde dalgalanıp duracaktır zaten.

Bütün bu anlatımlarda sözü edilen ‘deniz’lerin Atlantik veya Pasifik okyanusu, Ak ve Kara deniz anlamındaki deniz’ler olmadığını anlamak için çok beklememiz gerekmiyor. Bu ‘Deniz’in, Efes’in, Apsu’nun, örneği Kudüs tapınağının önüne on iki boğa heykeli üzerine oturtulan ve kutsal bronzdan özel olarak yapılmış olağanüstü ölçüleriyle yaklaşık 44 000 litre su aldığı yazılan bir ‘havuz’ olduğunu anladığımızda, Nuh’un ‘gemi’si veya ‘kayık’ının bayrak direkleri de, uzak ufuklarda değil, Kudüs tapınağının kutsal avlusunda belirmeye başlamış olur. Çünkü, eski geleneklere bağlı olarak Musevi ataları, içine kurbanlar atılıp kaynatılan işte bu ‘havuz’a somut olarak ‘Deniz’ adını veriyorlardı.

http://toplumvetarih.blogcu.com/nuh-gemisi-nden-musevi-sandigi-na-4/6802740










"Kutsal Sanduka"dan "Nuh Gemisi"ne!

Nuh döneminde "sel" biçimli bir Tufan'dan "kurtulma" aracı olarak "Gemi"/ "Kayık" motiflerinin erken ve geç dönem dinsel metinlerdeki yansımaları üzerine...

Aşağıda bu konuyla ilgili değişik kitap veya makalelerde yer alan yazılardan oluşan bir "Derleme" bulunmaktadır.

Nuh Tufanı bağıntısında Ark, Arkhe, Arca, Arka, Arche, Kürsü, Makam, Kayık, Gemi kavramlarını daha yakından tanımaya çalışalım:

Antlaşma Sandığı

(Çık.37:1-9)

10 Akasya ağacından bir sandık yapsınlar. Boyu iki buçuk*, eni ve yüksekliği birer buçuk arşın* olsun.

11 İçini de dışını da saf altınla kapla. Çevresine altın pervaz yap.

12 Dört altın halka döküp dört ayağına tak. İkisi bir yanda, ikisi öbür yanda olacak.

13 Akasya ağacından sırıklar yapıp altınla kapla.

14 Sandığın taşınması için sırıkları yanlardaki halkalara geçir.

15 Sırıklar sandığın halkalarında kalacak, çıkarılmayacak.

16 Antlaşmanın taş levhalarını sana vereceğim. Onları sandığın içine koy.

17 Saf altından bir Bağışlanma Kapağı* yap. Boyu iki buçuk, eni bir buçuk arşın olacak.

18 Kapağın iki kenarına dövme altından birer Keruv* yap.

19 Keruvlar`dan birini bir kenara, öbürünü öteki kenara, kapakla tek parça halinde yap.

20 Keruvlar yukarı doğru açık kanatlarıyla kapağı örtecek. Yüzleri birbirine dönük olacak ve kapağa bakacak.

21 Kapağı sandığın üzerine, sana vereceğim taş levhaları ise sandığın içine koy.

22 Seninle orada, Levha Sandığı`nın* üstündeki Keruvlar arasında, Bağışlanma Kapağı`nın* üzerinde görüşeceğim ve İsrailliler için sana buyruklar vereceğim.”

* Keruv: Muhtemelen Boğa/Öküz ..

[ Eski Ahit'te bir Adem tanımı ve Aden!]

L'Arche d'alliance, en hébreu אֲרוֹן הָעֵדוּת, Aron ha'Edout, "Arche du témoignage" est le coffre qui, dans la Bible, contient les tables de la Loi (Dix Commandements) données à Moïse sur le mont Sinaï. C'est un coffre oblong de bois recouvert d'or. Le propitiatoire surmonté de deux Kérubim, qui en forme le couvercle, est considéré comme le trône, la résidence terrestre de YHWH (Exode 25:22). Lorsque le tabernacle fut terminé, l'arche fut mise dans le Saint des saints (1 Rois 8:1–8).

[ Burada çok açık olarak, "Şehadet Sandukası"na, "Şahitlik Tabutuna", "Kutsal Tabut"a, Fransızca'da Arche d'alliance veya L'Arche du témoignage denildiğini; fakat aynı kavramın "Arche de Noé" bağıntısında "Nuh'un Gemisi" olarak kavrandığını saptayalım.

Sözkonusu olan "Gemi" değil, basbayağı bir sandık, Küp, Sandık, Tabut, Kazan türü bir araç olmalıydı!]

http://toplumvetarih.blogcu.com/nuh-gemisi-nden-musevi-sandigi-na-1/6802570










Kuran ve Tevrat'ta 'Kutsal Tufan' ...(2)

KURAN:

Haberiniz olsun ki, Biz Nuh'u: ‘Kendilerine elim bir azap gelmeden önce uyar!’ diye kavmine gönderdik.

Nuh'u kavmine gönderdik de içlerinde, elli eksik bin (Dokuz yüz elli) yıl kaldı.

Nuh dedi ki: "Ey kavmim, Allah'a kulluk edin. O'ndan başka bir tanrınız yoktur. Hala sakınmayacak mısınız?

Dedi ki: "Ey kavmim, haberiniz olsun, ben size açık bir uyarıcıyım!

Allah'a kulluk edin, O'ndan korkun ve bana itaat edin!

Nuh kavmi, gönderilen peygamberleri yalanladı:

"A! Senin ardına hep o reziller düşmüşken, biz sana hiç inanır mıyız?" dediler.

(Nuh) "Benim onların yaptıklarına dair ne bilgim olabilir?

Sizin şuurunuz olsa onların hesabının ancak Rabbime ait olduğunu bilirdiniz.

Hem ben iman edenleri kovmaya me'mur değilim.

Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım" dedi.

Dediler ki: "Ey Nuh, eğer vazgeçmezsen, kesinlikle taşlanmışlardan olacaksın!"

Bunun üzerine kavminden küfreden kodaman güruh: "Bu, sizin gibi bir insandan başka bir şey değildir, üstünüze geçmek istiyor. Eğer Allah dileseydi, elbette bir takım melekler gönderirdi. Biz eski atalarımız içinde bunu işitmedik.

Bu, yalnızca kendisinde delilik bulunan bir adamdır; Onun için bunu bir süreye kadar gözetleyin!" dediler.

Nuh: "Ey Rabbim, bana yalancı demelerine karşı yardım et bana!" dedi.

Dedi ki: "Ey Rabbim, ben kavmimi gece gündüz davet ettim.

Sonra ben onları yüksek sesle çağırdım.

Sonra hem ilan ederek söyledim onlara, hem gizli gizli söyledim.

"Gelin, Rabbinizin bağışlamasını isteyin, çünkü O, bağışlaması çok bir bağışlayandır!" dedim.

Nuh dedi ki: "Ey Rabbim! Biliyorsun onlar, bana isyan ettiler, malı ve çocuğu kendisine hasardan başka bir şey arttırmayan kimsenin ardınca gittiler.

Büyük büyük hilelere giriştiler.

"Sakın ilahlarınızı bırakmayın; ne Vedd'i ne Suva'ı, ne Yağus'u, ne Yeuk'u ve ne de Nesr'i" dediler.

Çoklarını şaşırttılar. Sen de zalimlerin ancak şaşkınlıklarını artır!"

(Nuh): "Ey Rabbim, anlaşıldı ki, kavmim beni yalanladı.

Artık benimle onların arasını nasıl ayırt edeceksen et de, beni ve beraberimdeki müminleri kurtar!" dedi.

"Ben yenik düştüm, bana yardım et!" dedi.

"Ey Rabbim, yeryüzünde (yurt sahibi) hiç bir kimse bırakma!"

Çünkü Sen, onları bırakırsan, kullarını yoldan çıkarıyorlar ve nankör facirden başkasını doğurmuyorlar.

Ey Rabbim, beni, babamı, annemi, mümin olarak evime gireni, bütün inanan erkekleri ve inanan kadınları bağışla! Zalimlerin ise ancak helakını artır!"

Biz de Nuh'a şöyle vahyettik: "Bizim gözetimimiz altında ve vahyimizle gemiyi yap sonra emrimiz gelip de tandır (kazan) kaynayınca hemen ona topundan bir iki çifti ve aleyhinde önceden hüküm verilmiş olanların dışında aileni bindir ve o zulmedenler hakkında bana yakarışta bulunma; çünkü onlar kesinlikle boğulacaklardır!

Sen yanındakilerle birlikte geminin üzerine çıktığında: "Hamd o Allah'a ki, bizi o zalim topluluktan kurtardı" de.

Ve de ki: "Ey Rabbim, beni mübarek bir yere kondur; Sen konuklayanların en hayırlısısın."

Denildi ki: "Ey Nuh, sana ve beraberindeki kimselerden birçok ümmetlere tarafımızdan bir selam ve birçok bereketlerle in! Daha birçok ümmetleri de ileride faydalandıracağız. Sonra Bizden onlara acı bir azap dokunacaktır.

O, gemiyi yapıyordu ve kavminden herhangi bir güruh da yanından geçtikçe onunla eğleniyorlardı. Nuh: " Eğer bizimle eğleniyorsanız, biz de sizin eğlendiğiniz gibi eğleneceğiz sizinle!

İleride rüsvay edecek azabın kime geleceğini ve kalıcı ahiret azabının da kimin başına ineceğini bileceksiniz!" dedi.

Nihayet emrimiz gelip de tennür (geminin kazanı) kaynayınca Nuh'a: " Her birinden ikişer çift alıp, aleyhinde hüküm geçmiş olanların dışında aileni ve iman edenleri gemiye yükle!" dedik. Zaten onunla birlikte pek azı dışında kimse iman etmemişti.

Nuh: " Binin içine, yürümesi de durması da Allah' ın adıyladır. şüphe yok ki, Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir." dedi.

Bunun üzerine göğün kapılarını şakır şakır dökülen bir su ile açtık.

Yeri de kaynaklar halinde fışkırttık, derken sular önceden takdir edilmiş bir iş için birleşti.

Ve onu elvahlı ve kenetli (tahta ve çivilerden yapılı) bir gemi üzerinde taşıdık, gözetimimiz altında yürüyüp yol alıyordu, inkar ve nankörlüğe uğramış kimseye mükafat olmak üzere.

Gemi, içindekilerle birlikte dağlar gibi dalgalar içinde akıp gidiyordu ve Nuh ayrı bir yere çekilmiş olan oğluna: " Ay oğlum, gel bizimle beraber bin, kafirlerle beraber olma!" diye seslendi.

O: " Ben, beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım." dedi. Nuh: " Bugün Allah'ın emrinden koruyacak yok; meğer ki O rahmet ede!" dedi, derken dalga aralarına giriverdi ve o da boğulanlardan oldu."

Nuh Rabbine seslenip: "Ey Rabbim, " elbette oğlum benim ailemdendir, Senin va'din de kesinlikle haktır ve Sen hakimlerin en iyi hükmedenisin!" dedi.

Allah: "Ey Nuh, O, asla senin ailenden değildir. O, doğru olmayan bir iştir. O halde bilmediğin bir şeyi benden isteme! Ben, seni cahillerden olmaktan men ederim." buyurdu.

Nuh: " Ey Rabbim, senden bilmediğim şeyi istemekten sana sığınırım. Eğer sen, beni bağışlamaz ve bana merhamet etmezsen hüsrana düşenlerden olurum!" dedi.

Bir de: "Ey yer, suyunu yut ve ey gök, sen de suyunu tut!" denildi ; su çekildi, iş bitirildi, gemi Cudi üzerinde durdu ve bu zalim topluluğa: "Defolun!" denilmişti.

Biz de onu, gemide kendisiyle beraber olanları kurtarıp, yeryüzünün halifeleri yaptık; ayetlerimizi inkar edenleri ise suda boğduk. Bak işte uyarılanların akibeti nasıl oldu?

Bir çok günahları yüzünden suda boğuldular da ateşe atıldılar ve kendilerine Allah'tan başka yardımcılar bulamadılar.

http://toplumvetarih.blogcu.com/kuran-ve-tevrat-ta-kutsal-tufan-2/2524092











1 yorum:

  1. Sağlam paylaşımlarınız beni hergün bu siteye ziyaret etmeye zorluyor . Hurda demir olarak teşekkür eder ve paylaşımlarınızın devamını bekleriz .

    YanıtlaSil