27 Ekim 2012 Cumartesi

Tükürüğün Kutsiyeti Ve Dinler...

Savunulan dini inanç, sadece sözle yinelenen bir ‘hurafe’; yüreğin ve beynin derinliklerinde tanımlanamaz bir ‘iman’ olmakla kalmaz; ilgili topluluğun yaşamının şekillenmesinde öylesine köklü etkilerde bulunur ki bu noktada din, ilgili topluluğun biçimleyicisi olduğunu ilan etmektedir artık.

Örneğin ‘Tükürmek’ ile din inancı arasındaki ilişki, yasak veya yükümlülüğü (istiğfar, tövbe olarak), topluluğun davranış tarzı olarak belirmeye başlar.

Mardin’de, yan yana bulunan, aynı dili konuşan, farklı dinlere ait insanlardan bir topluluk ‘tükürme’ eylemini dini gerekçe ile kendine yasak kılmıştı:

“...Süryani dostumuz, "... Yezidi çocukların dilendiğine kimse tanık olmamıştır. Dini inançlarınca günah sayıldığından tükürdükleri de asla görülmemiştir," diyor. (
http://toplumvetarih.blogcu.com/656093/)

“Tükürme yasağı” sadece Yezidi çocuklarına değil, bütün Yezidilere ait olmalıydı. Bu hususu “Avrupai ilerilik” kabul etmek, belki tükürme yasağını ceza ile önlemek isteyen Belediye başkanlarına cazip görünmesi mümkün; fakat konumuzu açıklamaktan çok uzak kalacağı da açık…

Saç, sakal tıraşı, bıyık/sakal kesme/kesmeme; ‘farklı cinsten iki hayvanı çiftleştirme - çiftleştirmeme; hayvan yağı yeme/yememe; hayvan kanı içme/içmeme; domuz veya deve yeme/yememe; güvercin yeme/yememe…. gibi şimdiye kadar gördüğümüz bir dizi dinsel örnek, insanların sadece uygulama dışı düşünsel alan konusu olarak kalmazlar. Tersine bunlar, şimdi belki biraz gevşemiş olsalar bile, yaklaşık 4–6 bin yıl aralığında Mezopotamya’da yinelenen dini kurallar olarak, toplulukların doğrudan doğruya davranış hallerinin belirleyicileri olmuştur.

Tükürme yasağında Yezidi temizliği aramak ne kadar yanlış ise, istiğfar’da Müslüman veya Hristiyan pisliği aramak da o kadar yanlıştır. Abdestli İslam’a ve su arınmacısı-vaftizcisi Hristiyanlığa “temizliği”; sulardan uzak durması öğütlenmiş (yıkanmama veya örneğin, yas sırasında saç/sakal kesmeme) dinlere sahip topluluklara ise ‘pis’ olmayı yakıştırmak doğru olmayacaktır.

‘Kötü Doğu toplumları’, ‘iyi Batı toplumları’ biçiminde bir ayrım yapamayacağımız gibi; ‘temiz toplum’, ‘pis toplum’ ayrımı da bu toplulukların davranışları, kendilerinden çok önceki ataları tarafından belirlenmiş olduğu için, hakkaniyetli değildir.

Burada karşımıza ikinci temel nokta çıkıyor:

O halde, bu toplulukların ‘kuş, yağ, et, kan’ yeme veya yememe; yıkanma veya yıkanmama; saç-sakal kesme veya kesmeme gibi davranışlarını, uygulama alanı dışında, sadece, imanlının kalbi ile tanrı arasındaki bir ‘inanç’ konusuna indirgeyebilir miyiz?

Günümüzde milyarlarca imanlının davranış kaynaklarını, basitçe “hurafe”, “boş inan” veya “tanrısal iman” alanında keşfedemeyiz. Daha başka bir ifadeyle, zamanını doldurarak bizlere şimdi ‘boş inan’ halinde görünmeye başlamış eski dinsel-toplumsal kuralların; günümüzde de yaşayan ve imanlıların inanç duydukları “kutsal dinler”in kaynakları, eski toplumun bağrında şekillenmiş kadim kuralların bizzat kendileriydi.

Akado Sammaru tabletlerinde “yaşam yiyeceği / içeceği” ve “ölüm yiyeceği / içeceği” kavramlarının karşılıklı olarak bulunmasından söz etmiştik. Eski toplumun bir bölümünün ayinlerinin bu temel araçlarını, günümüzde Hristiyan (ve Musevi) inancında, “kutsanmış ekmek” ve “kutsanmış su veya tuz veya şarap” olarak, devam ettiğini görüyoruz.

Burada, Mesih’in ‘veda yemeği’nde havarilere sözünü ettiği ; “ekmek benim etimdir”, “şarap benim kanımdır” eşitlemesi, eski toplum için bir sembolizme dönüşmeden evvel, bir gerçekliği temsil ediyordu. Temel Hristiyan ayinleri baştan sona bir üzüntü, elem, kederle bezeniyorsa, nedeni, bu ayinlerde eski toplumun ‘tanrılar’dan birini kurban etmeleriydi. Normal ‘tanrı’lardan birinin kurban edilerek ‘büyük tanrı’ haline gelişinin eski tabletlerdeki anlatımını incelemiştik.

Tükürme, istiğfar, pardon, üzüntü… o anda “yememe” ve “içmeme” davranışları, tanrısını kurban eden topluluğun davranış biçimi olarak şekillenir.

Buna karşılık o anda yeme, içme, sevinç ise karşıdaki tanrı kurbanın eti ve kanıyla şenlenen, bunlara şükran duyan topluluğun davranışını belirler. Bütün bunlar, ötekileri kurban olmaktan kurtaran kurban edilmiş tanrının yücelmesi ile sonuçlanır.

                                                           ***

         Din Kuralları ile Toplumsal Yapılanma Arasındaki İlişkiler

    Eski Toplum’dan Günümüze Din Kuralları ile Toplumsal Yapılanma 

                                  Arasındaki Bazı İlişkiler Üzerine ...

Etnik bir sıfat / ad altında tanıdığımız toplulukların (bazı) temel özellikleri ile bu topluluğun (çoğunluğunun veya azınlığının) dini görüşleri-kuralları arasında çok derin bağlar bulunduğunu görmeye başlamıştık. Bu bağların, hem görüntülerinin ve hem de bu görüntülerin gerisindeki toplumsal nedenlerinin ortaya konulması, din fenomeninin (veya olgusunun) temellerini anlamak bakımından vazgeçilemezdir. Bunlara ‘inanç’ adını vermiş olsak bile, bir topluluğun hangi nedenle, değişebilir olan ‘inançlar’ etrafında yoğrulmuş olabileceğini açıklayabilmemiz gerekiyor.

Bize, topluluğun genel özelliği haliyle yansıyan, topluluk aidi bireylerin en temel davranış ve düşünce tarzlarını yönlendiren, adeta genetik bir kalıtım oluşturan, dolayısıyla topluluğun o andaki belirgin çizgilerden oluşan görüntüsünü sunan fotoğrafa biraz daha yakından bakınca, davranış belirleyicilerinin dini inançlarla çok yakın bir işbirliği halinde bulunduğunu da görmeye başlarız.

Savunulan dini inanç, sadece sözle yinelenen bir ‘hurafe’; yüreğin ve beynin derinliklerinde tanımlanamaz bir ‘iman’ olmakla kalmaz; ilgili topluluğun yaşamının şekillenmesinde öylesine köklü etkilerde bulunur ki bu noktada din, ilgili topluluğun biçimleyicisi olduğunu ilan etmektedir artık.

***
Akado Sammaru tabletlerinde “yaşam yiyeceği / içeceği” ve “ölüm yiyeceği / içeceği” kavramlarının karşılıklı olarak bulunmasından söz etmiştik. Eski toplumun bir bölümünün ayinlerinin bu temel araçlarını, günümüzde Hristiyan (ve Musevi) inancında, “kutsanmış ekmek” ve “kutsanmış su veya tuz veya şarap” olarak, devam ettiğini görüyoruz:

“Katolik inancına göre Mesih ekmek’te mevcut olduğu için efkaristiya ekmeğine ayinden sonra da büyük saygıyla davranılır. Layık olduğu şekilde, tabernakel denilen bir yerde korunur. Bu koruma yeri yanan bir ışıkla (yağ lambası, mum...) anlaşılır bir şekilde işaret edilir.

Ekmekte mevcut durumda olan Mesih’e, belli hareketlerle (eğilerek, diz çökerek...) saygı gösterilir.

Burada saygı gösterilen, ekmeğin cismi maddesi değildir. Saygı ve ibadet Mesih’e yöneliktir.

Efkaristiya onurlandırmasının bu şekilleri Efkaristiya ayinine bağlı ve ilişki içinde kalmalıdır: bir araya gelmiş olan cemaatin şükran ve kutsama duasına ve birlik ve paylaşımına...”

Burada, Mesih’in ‘veda yemeği’nde havarilere sözünü ettiği ; “ekmek benim etimdir”, “şarap benim kanımdır” eşitlemesi, eski toplum için bir sembolizme dönüşmeden evvel, bir gerçekliği temsil ediyordu. Temel Hristiyan ayinleri baştan sona bir üzüntü, elem, kederle bezeniyorsa, nedeni, bu ayinlerde eski toplumun ‘tanrılar’dan birini kurban etmeleriydi. Normal ‘tanrı’lardan birinin kurban edilerek ‘büyük tanrı’ haline gelişinin eski tabletlerdeki anlatımını incelemiştik.

Tükürme, istiğfar, pardon, üzüntü… o anda “yememe” ve “içmeme” davranışları, tanrısını kurban eden topluluğun davranış biçimi olarak şekillenir. Buna karşılık o anda yeme, içme, sevinç ise, karşıdaki tanrı kurbanın eti ve kanıyla şenlenen, bunlara şükran duyan topluluğun davranışını belirler. Bütün bunlar, ötekileri kurban olmaktan kurtaran kurban edilmiş tanrının yücelmesi ile sonuçlanır.


“Bize khass (marul) haram kılınmıştır, çünkü kadın peygamberimiz olan Khassa'nın adını anımsatmaktadır;

Kuru fasulye de haramdır,

Koyu mavi boya kullanmamız yasaktır;

Yunus peygambere saygısızlık etmiş olmamak için, balık yememiz haramdır;

Ceylanları da yemeyiniz, çünkü onlar peygamberlerimizden birinin sürüsü olmuşlardır.

Ayrıca, Şeyh ve müritleri, tavus kuşuna saygısızlık etmemek için, horoz da yemeyiniz; çünkü tavus kuşu, daha önce sözü edilen yedi tanrıdan biridir ve biçimi horozu andırır.

Yine, Şeyh ve müritleri sayın, helvacıkabağı yemekten sakınınız.

Bundan başka, ayakta işemek, ya da oturmuş haldeyken giyinmek, ya da Müslümanların yaptığı gibi helâda taharetlenmek, ya da onların banyolarında gusül etmek, bize yasaklanmıştır.”


                                      İsa da Tükürükle İyileştirmiş!

(İsa) Bu sözleri söyledikten sonra yere tükürdü, tükürükle çamur yaptı ve çamuru adamın gözlerine sürdü.

Adama, “Git, Şiloah Havuzu`nda yıkan” dedi.

Adam gidip yıkandı, gözleri açılmış olarak döndü.

Yuhanna 9:6

Yuhanna :

İsa yolda giderken doğuştan kör bir adam gördü.

Öğrencileri İsa`ya, “Rabbî*, kim günah işledi de bu adam kör doğdu? Kendisi mi, yoksa annesi babası mı?” diye sordular.

İsa şu yanıtı verdi: “Ne kendisi, ne de annesi babası günah işledi. Tanrı`nın işleri onun yaşamında görülsün diye kör doğdu.

Beni gönderenin işlerini vakit daha gündüzken yapmalıyız. Gece geliyor, o zaman kimse çalışamaz.

Dünyada olduğum sürece dünyanın ışığı Ben`im.”

Bu sözleri söyledikten sonra yere tükürdü, tükürükle çamur yaptı ve çamuru adamın gözlerine sürdü.

Adama, “Git, Şiloah Havuzu`nda yıkan” dedi. Şiloah, gönderilmiş anlamına gelir.

Adam gidip yıkandı, gözleri açılmış olarak döndü.

Komşuları ve onu daha önce dilenirken görenler, “Oturup dilenen adam değil mi bu?” dediler.

Kimi, “Evet, odur” dedi, kimi de “Hayır, ama ona benziyor” dedi. Kendisi ise, “Ben oyum” dedi.

Öyleyse, gözlerin nasıl açıldı? diye sordular.

O da şöyle yanıt verdi: “İsa adındaki adam çamur yapıp gözlerime sürdü ve bana, `Şiloah`a git, yıkan` dedi. Ben de gidip yıkandım ve gözlerim açıldı.”

Ona, “Nerede O?” diye sordular. “Bilmiyorum” dedi.

Ferisiler`in Soruşturması

Eskiden kör olan adamı Ferisiler`in* yanına götürdüler.

İsa`nın çamur yapıp adamın gözlerini açtığı gün Şabat Günü`ydü*.

Bu nedenle Ferisiler de adama gözlerinin nasıl açıldığını sordular. O da, “İsa gözlerime çamur sürdü, yıkandım ve şimdi görüyorum” dedi.

Bunun üzerine Ferisiler`in bazıları, “Bu adam Tanrı`dan değildir” dediler. “Çünkü Şabat Günü`nü tutmuyor.” Ama başkaları, “Günahkâr bir adam nasıl bu tür belirtiler gerçekleştirebilir?” dediler. Böylece aralarında ayrılık doğdu.

Eskiden kör olan adama yine sordular: “Senin gözlerini açtığına göre, O`nun hakkında sen ne diyorsun?” Adam, “O bir peygamberdir” dedi.

Yahudi yetkililer, gözleri açılan adamın annesiyle babasını çağırmadan onun daha önce kör olduğuna ve gözlerinin açıldığına inanmadılar.

Onlara, “Kör doğdu dediğiniz oğlunuz bu mu? Peki, şimdi nasıl görüyor?” diye sordular.

Adamın annesiyle babası şu karşılığı verdiler: “Bunun bizim oğlumuz olduğunu ve kör doğduğunu biliyoruz.

Ama şimdi nasıl gördüğünü, gözlerini kimin açtığını bilmiyoruz, ona sorun. Ergin yaştadır, kendisi için kendisi konuşsun.”

Yahudi yetkililerden korktukları için böyle konuştular. Çünkü yetkililer, İsa`nın Mesih* olduğunu açıkça söyleyeni havra dışı etmek için aralarında söz birliği etmişlerdi.

Bundan dolayı adamın annesiyle babası, “Ergin yaştadır, ona sorun” dediler.

Eskiden kör olan adamı ikinci kez çağırıp, “Tanrı hakkı için doğruyu söyle” dediler, “Biz bu adamın günahkâr olduğunu biliyoruz.”

O da şöyle yanıt verdi: “O`nun günahkâr olup olmadığını bilmiyorum. Bildiğim bir şey var, kördüm, şimdi görüyorum.”

O zaman ona, “Sana ne yaptı? Gözlerini nasıl açtı?” dediler.

Onlara, “Size demin söyledim, ama dinlemediniz” dedi. “Niçin yeniden işitmek istiyorsunuz? Yoksa siz de mi O`nun öğrencileri olmak niyetindesiniz?”

Adama söverek, “O`nun öğrencisi sensin!” dediler. “Biz Musa`nın öğrencileriyiz.

Tanrı`nın Musa`yla konuştuğunu biliyoruz. Ama bu adamın nereden geldiğini bilmiyoruz.”

Adam onlara şu karşılığı verdi: “Şaşılacak şey! O`nun nereden geldiğini bilmiyorsunuz, ama gözlerimi O açtı.

Tanrı`nın, günahkârları dinlemediğini biliriz. Ama Tanrı, kendisine tapan ve isteğini yerine getiren kişiyi dinler.

Dünya var olalı, bir kimsenin doğuştan kör olan birinin gözlerini açtığı duyulmamıştır.

Bu adam Tanrı`dan olmasaydı, hiçbir şey yapamazdı.”

Onlar buna karşılık, “Tamamen günah içinde doğdun, sen mi bize ders vereceksin?” diyerek onu dışarı attılar.

Ruhsal Körlük

İsa adamı kovduklarını duydu. Onu bularak, “Sen İnsanoğlu`na* iman ediyor musun?” diye sordu.

Adam şu yanıtı verdi: “Efendim, O kimdir? Söyle de kendisine iman edeyim.”

İsa, “O`nu gördün. Şimdi seninle konuşan O`dur” dedi.

Adam, “Rab, iman ediyorum!” diyerek İsa`ya tapındı.

İsa, “Görmeyenler görsün, görenler kör olsun diye yargıçlık etmek üzere bu dünyaya geldim” dedi.

O`nun yanında bulunan bazı Ferisiler bu sözleri işitince, “Yoksa biz de mi körüz?” diye sordular

İsa, “Kör olsaydınız günahınız olmazdı” dedi, “Ama şimdi, `Görüyoruz` dediğiniz için günahınız duruyor.”


Bunun üzerine İsa`nın yüzüne tükürüp O`nu yumrukladılar. (Üzerine tükürdüler, kamışı alıp başına vurdular.) Bazıları da O`nu tokatlayıp, “Ey Mesih, peygamberliğini göster bakalım, sana vuran kim?” dediler. 

Matta 26:67-68,Matta 27:30
----------
İsa adamı kalabalıktan ayırıp bir yana çekti. Parmaklarını adamın kulaklarına soktu, tükürüp onun diline dokundu.

Markos 7:33
----------
İsa körün elinden tutarak onu köyün dışına çıkardı. Gözlerine tükürüp ellerini üzerine koydu ve, “Bir şey görüyor musun?” diye sordu

Markos 8:23
---------
O`nunla alay edecek, üzerine tükürecek ve O`nu kamçılayıp öldürecekler. Ne var ki O, üç gün sonra dirilecek.”

Markos 10:34
---------
Bazıları O`nun üzerine tükürmeye, gözlerini bağlayarak O`nu yumruklamaya başladılar. “Haydi, peygamberliğini göster!” diyorlardı. Nöbetçiler de O`nu aralarına alıp tokatladılar.

Markos 14:65
---------
Başına bir kamışla vuruyor, üzerine tükürüyor, diz çöküp önünde yere kapanıyorlardı.

Markos 15:19
-----------
O, öteki uluslara teslim edilecek. O`nunla alay edecek, O`na hakaret edecekler; üzerine tükürecek ve O`nu kamçılayıp öldürecekler. Ne var ki O, üçüncü gün dirilecek.”

Luka 18:32-33



Eski Ahid’de Tükürük ve Tükürme’nin Farklı Dinsel Fonksiyonları

***
Eski Ahid –

Eğer akıntısı olan adam temiz bir adama tükürürse, o kişi giysilerini yıkayacak, yıkanacak, akşama kadar kirli sayılacaktır. Levililer 15:8

---------RAB, “Babası onun yüzüne tükürseydi, yedi gün utanç içinde kalmayacak mıydı?” diye karşılık verdi, “Onu yedi gün ordugahtan uzaklaştırın, sonra geri getirilsin.”Çölde Sayım 12:14

---------..kardeşinin dul karısı ileri gelenlerin önünde adamın yanına gidecek, onun ayağındaki çarığı çıkaracak, yüzüne tükürecek ve, `Kardeşine soy yetiştirmek istemeyen adama böyle yapılır diyecek. Yasa'nın Tekrarı 25:9


İslam'da İstigfar duâsı

[Hadis-i şerifte, “Her namazdan sonra, üç kere ‘Estagfîrullahel'azîm ellezî lâ ilâhe illâ huv el-hayyel-kayyûme ve etebü ileyh’ (57) okuyanın bütün günahları affolur” buyuruldu.

Hadis-i şerifte, “İstigfâra devam edeni, çok okuyanı, Allahü teâlâ, derdlerden, sıkıntılardan kurtarır. Onu, hiç ummadığı yerden rızıklandırır” buyuruldu.

Derdlerin, belâların gitmesi için, istigfâr okumak çok faydalıdır.

İstigfârlardan meşhûr olanı, Peygamberimizin bildirdiği, “Estagfirullahellezî lâ ilâhe illâ hüverrahmanirrahîm el-hayy-ül-kayyûmüllezî la-yemûtü ve etûbü ileyh Rabbigfir lî” (6) istigfarıdır.]

Bu istigfarı yirmibeş kere okursa, odasında, âilesinde, evinde ve şehrinde hiç kaza, belâ olmaz. Bunu her sabah ve akşam okumalıdır. Âlimlerin çoğu, talebelerine ve evlatlarına bunu okumalarını tavsiye etmişlerdir. Çok faydasını görmüşlerdir.

Günde en az yüz defa, Estagfirullâhel’azîm... söylemek çok faydalıdır.

Her zaman ve her yerde ve namazlardan sonra ve yatarken, manâlarını düşünerek, çok “Estagfirullah min külli mâ kerihallah” veyâ kısaca “Estagfirullah” demelidir.



İslam'da günde 100 defa İstigfar duâsı yap; 
Cennet'te devre mülk kazan!


Bundan sonra Muhammed içi su dolu bir bardak ile bir kap getirmelerini ister.

Getirilen kap'ın içinde ellerini ve yüzünü yıkadıktan sonra ağzındaki suyu kabın içine püskürtür, yanında duran Ebû Mûsâ ile Bilâl'e hitaben: "Bu sudan içiniz ve yüzünüze, göğsünüze sürünüz! Size müjde veririm" der.

Ebû Mûsâ ile Bilâl de su kabını alarak içindeki suyu içip bir kısmını da yüzlerine, göğüslerine sürerler. O sırada Muhammed'in kadınlarından Ümm-i Seleme, perde arkasından Ebû Mûsâ ile Bilâl'e seslenir:

“Oğullarım, o sudan ananıza da ikrâm ediniz”.

Onlar da bu sudan bir miktar ayırıp Ümm-i Seleme'ye ikrâm ederler (Ebû Mûse'l-Es'âri ile Ebû Mûsâ'nin rivâyeti olan bu hadisler için Diyânet'in yayınlarına bkz: Sahih-i.... Cilt I, sh. 163, hadis no. 148; ve Cilt X. sh. 338, hadis no. 1634). ]


Enuma Eliş

Eski 'Yaratılış' Anlatımı Enuma Eliş-

...

Marduk tüm düşmanlarına boyun eğdirdikten sonra Tiamat'a döndü,

bacaklarına bastı ve asasıyla kafatasını ezdi.

Kan damarlarını parçaladıktan sonra,

kuzey rüzgarı kanını gizli yerlere götürdü.

Sonra Marduk, Tiamat'ın cesedini

kabuklu bir hayvan gibi iki parçaya ayırdı.

Tiamat'ın yarısıyla gökyüzünü kurdu,

diğer parçasıyla da yeryüzünü oluşturdu.

Tiamat'in tükürüğüyle bulutları yarattı ve onları suyla doldurdu, ancak rüzgarların, yağmurların ve soğuğun sorumluluğunu kendisi aldı.

http://toplumvetarih.blogcu.com/eski-yaratilis-anlatimi-enuma-elis-2/2859939


                                      ‘Kutsal kötü gün’ , Oruç...

Enki’nin bu açıklaması üzerine, törende hazır bulunan bütün Annunaki’ler,hep bir ağızdan, bu kararı onaylamışlar ve « evet / amin » diye bağırmışlardı. Bundan sonra, Tanrılar sofrası hazırlanmaya, davul’lar da çalmaya başlamıştı :

« Duyuldu davul sesleri,

Bir Ruh girdi (kurban edilecek) tanrı’nın şekline,

Haykırdı onun yaşam işaretini ,

İstiyordu ki, unutulmasın (anılarda)

kurban edilecek bu Tanrı !

Belet-İli karıştırıyordu kil’i( ?)

İttifak (akid) yapılsın,

İnsan ile Tanrı arasında diye.

Tükürdüler İgigi’ler bu kil’in üstüne

Büyük Tanrı’lar haline gelebilsinler diye »

Bu tür ilahilerde yer alan özel kavramları tek tek incelemek, eski toplumun gerçek ilişkilerinin tanınması yanında, onların kutsal kitaplardaki izlerinin takip edilmesi için de faydalı olacak ama biz şimdilik İgigi’lerin (bunlar ‘Kara’-‘Yer’le ilgili ‘hizmetkar tanrı’ özelliğindedirler ama, eğer İgigi okunma tarzı doğru ise,kavramın kelime anlamı ‘göz+siyah= Toprağın Gözü ?’ gibi görünüyor ; belki de sadece « Yer’in Elçileri, Kara Gözlemci» diye algılamak en doğrusu olabilir, bunlarda din kitaplarının Agog-Magog, Ecüc-Mecüc okumalarını da bulabiliyoruz) kendi aralarından birisi kurban edildiğinde, ‘kil’e tükürme («les Igigu…. crachèrent sur l'argile ») davranışlarına anlam bulmaya çalışmak gerekecektir.

İlahi anlatımında, İgigi’lerden birisi kurban edilmekte; Ateş-Güneş kült temsilcisi tanrılar olan Annunaki’ler bu töreni sevinçle karşılamaktaydılar. ‘Yer’den, ‘Kara’lar arasından bir ‘İgügü tanrı’nın kutsal kazandaki parçaları olduğu anlaşılan ‘kil’e , eğer öteki İgigi’ler ‘tükürürlerse’, üst bir tanrı konuma geçeceklerdi.

Bu ritüelde, İgigi-Yecüc’ler, ‘kil’e, kilin olduğu kazana ‘tükürerek’, tanrı sofrasının yiyeceği haline gelen kendilerinden birinin etini, kendi et’lerini, yemeyi red etme davranışını anlatmış olmalılar. Belki, burada, tükürme davranışının temelinde, daha önceki biçimleriyle, eski iç yamyamlık kurallarına dayanarak « kendi kurbanının » etinden önce yeme ve sonra da bu davranıştan pişmanlığı, istiğfar’ı gösterme sembolizmini saptamak daha uygun olabilir. Çünkü, ‘tükürmek’ ve ‘istiğfar’,oldukça kutsi davranışlar olarak, günümüze değin ulaşan dinsel kategorilerdir.

Kurban edilmek üzere öldürülen erken dönemin kutsal varlıklarından Apsu’nun veya Kingu’nun (kıral?) kan ve et’inden, değişik bazı organlarından Tiamat tarafından bir çok ‘yaratılış’ın gerçekleştirildiği rituel anlatımlarında da ‘kil’ veya benzeri kavramlarla karşılaşıyoruz.Bu kavramlar, ‘toprak’, ‘alüviyon’, ‘balçık-kil’ vb. olarak tercüme edildikleri gibi, kömür tozu (poussier) veya toprak tozu, (poussière) vb. biçimlerde de tercüme edilmektedir.

Bunlar, muhtemelen, ‘kazan dibi’ çökeltileriyle ve ‘kavurucu ateş’in artığı ‘kül’lerle ilgili olan kavramlardı. Eski toplum, her yanından irin, kan akan cadı’sının eline süpürge vermişse, herhalde, bir cadı’ya yaraşan en uygun işin, onun ‘yerleri süpürmesi’ olacağına hükmetmesinden değil, bu ‘cadı’ların, kurbanı yakan ateşin ve bizzat kurbanın artıklarının temizlenmesi gerçek işlemiyle ilgilerinden ötürü olmalıydı.

Buraya eklemek gerekir ki, bayağı anlamıyla ‘Tükürük’ eğer dinsel alanda bir uygulama, yasak veya gerek konusu olarak ele alınmış ise, Doğu nihilizminin düşünce tarzına aykırı olarak, orada ‘toplumların temiz-pis’ olma vasıflarını değil, eski toplumun kendi kurbanlarıyla olan bir ilişki biçiminin yansıtıcı davranışını keşfetmek gerekir.

Enuma Eliş’te de Marduk, öldürdüğü Tiamat’ın « tükürüğünü » alıyor, onlar ile bu kez « bulutları ? » yaratıyordu.

Yezidiliğin ‘tükürük’ yasağında, sunulan kurbanı ‘reddetmemek’, kabul edip yemek davranışını, buna karşılık, kişiyi ‘istiğfar’a zorlayan ve bunu bir tapınım biçimi olarak ele alan dinlerde, sunulan kurbanı reddedip yememek, eğer yemişler ise, bundan vazgeçme tutumunu bulmak gerekecektir.

Kutsal kişilerin salya-sümüklerine tapan; yüzüne tükürülünce yenilmeyeceğini anlayarak tanrıya hamdeden; yüzüne tüküren hocasında, şeyhinde ; Muhammed’in abdest suyu artığının içiminde, kurtuluş gören insanların dayandığı geleneklerin gerisinde, eski toplumun, böylesine etkili, insan-tanrı kurban eti, kanı ve onu yeme ile yememe davranış tepkilerinin sembolik anlatımları bulunur.

http://toplumvetarih.blogcu.com/kutsal-kotu-gun-oruc-1/2745385



Kumarbi İlahisi.....


Karanlık Yer’in tanrıları dinleyin,

Duysun güçlü tanrılar hep,

Nara, [Napshara, Min]-ki, Ammunki..

Amezadu ve eski tanrılar,

Baba’lar, Analar, hepsi duysun, işitsinler!

Anu ve Antu, İşharra,

Baba’lar ve Anne’ler dinlesinler!

Enlil, [Ninlil] ve güçlü, tartışılmaz tanrılar duysunlar!

Eski günlerde Gökyüzü’nün kralı Alalu idi.

Tanrısal tathta Alalu oturuyorken

Güçlü Anu, tanrıların en ilki,onun önünde duruyor,

Onun ayaklarına secde ediyor,

içki kupalarını, onun eline veriyordu.

Tam 9 yıl boyunca,

Gök’lerin kıralı oldu Allalu..

Gelince dokuzuncu yıl,

Anu hazırladı savaşı Allalu’ya karşı

(Anu) Yendi (Allalu’yu)

Allalu kaçtı onun önünden

Gitti karanlık yeraltı dünyasına.

O gitti karanlık mezara,

Anu çıkıp oturdu tahta.

Kumarbi, güçlü önder, sundu ona yiyeceklerini

Kapanıp secde etti ayaklarına

Verdi eline içki kadehlerini.

Tam 9 yıl boyunca,

Anu oldu Gök’lerin kıralı.

Dolunca dokuzuncu yıl,

Hazırlandı Anu, Kumarbi’ye karşı savaşa

Kumarbi hazırladı savaşı Anu’ya karşı.

Dayanamayınca Anu, daha fazla

ışıldayan gözlerinin gücüne Kumarbi’nin

sıyrılıp ellerinin arasından kaçtı ondan.

Kaçıp gitti Anu,

Bir kuş gibi yükseldi göklere doğru.

Koştu Kumarbi onun ardından

yakaladı ayaklarından Anu’yu

çekti Gök’lerden aşağıya doğru

Isırdı baldırını (?dizini, uyluk kemiğini ?)

Dişleyip ısırdı erkeklik organını

Karşılaşınca onlar,

Kumarbi koparıp yuttu ağzıyla

erkeklik organını Anu’nun,

sevinip mutlu oldu.

Döndü Anu ona doğru

dedi ki Kumarbi’ye:

“Sevinme sen,

sende olandan ötürü,

koparıp yedin diye erkekliğimi!

Sevinme sen, sende olandan ötürü,

Onu ben yükledim sana,

güçlü üç tanrı aşısıyla…

Şimşek Tanrısının gücüyle aşıladım seni

Aranzah (Dicle) nehriyle,

Büyük tanrı Tašmišu ile aşıladım seni.

Üç korkunç tanrıyı tohumladım sana,

Söyleyince bu sözleri ona,

Yükseldi Anu Gök’lere

Gizlendi oralara.

Bilge kıral (Kumarbi)

Tükürdü ağzında olanı..

Tükürdü Kanzura dağına (? tapınağına)..

Büyük bir kızgınlık içinde..

Çekip gitti Nippur’a

( …. kırık… )

http://toplumvetarih.blogcu.com/goksel-kiraliyet-hitit-motiflerinden-hiristiyan-motiflerine/1679068




"Kaba Ateizm"in Türkiye'deki temsilcileri de, ne yazık ki, "tükürük" konusunu eski toplumsal ilişkilere ait bir sembol davranış olarak ele alamamışlar; konuyu İslam sınırları içinde ve bir "cehalet" konusu diye sunmuşlardır.


                                                                 




                           Dinlerde Tükürüğün Kutsallığına İlişkin

Yaklaşım tarzıyla ortak bir yanım bulunmayan bay İlhan Arsel, eski topluma ait olarak genellikle İslami yorum ve uygulama örneklerini ele alır ve onları da günümüzün değerleriyle yargılar. Hepsi bu...

Konumuza gelince...

İslam’da, abdest suyu artığının içilmesi veya inançlının üzerine bulanması ile Hristiyanlığın kutsal vaftiz suyunu inançlıya içirmesi veya serpmesi bakımından, arada, hiç bir temel fark yoktur.

Eski toplumun vaftiz uygulamaları, aynı zamanda ‘tükürmek’ konusu ile de bağıntılı idi. Bir reddediş, yeme ve daha sonra onu kusmanın sembolik anlatımı olarak “Tükürme”nin, dini açıdan ‘kutsanması’ veya ‘yasaklanması’nın bir yiyecek konusu olarak ortaya çıktığını, eski Sümer ilahileri içinde incelemiştik.

Bu konu bir insan-tanrı kurbanın etinin yenmesi bağıntısında ele alınıp anlatılıyordu. Karşılıklı kutsal yeme-içme ittifak edimi içinde bir toplum birim üyelerinin davranış biçimi olarak “tükürük”, erken ilahilerde “yenileni kusma”, yemeyi reddetme, yeme-me sembolizmiyle bir yaratma edimi olarak da yer alır. Bir tanrı veya tanrıça, ısırarak kopardığı bir şeyi sonra tükürür ve böylece bir takım şeyler ‘yaratılmış’ olur, vb. Veya bir tanrı kurbanın etinden yemeyi reddeden, bu anlamda kazana tüküren küçük tanrılar, böylece mükafat kazanarak “büyük tanrı” konumuna geçmeye hak kazanırlar…

Günümüzde bir insana tükürmek, İslami kesim arasında da, kötüleme edimi olarak değerlendiriliyor ama buna karşılık bir din görevlisinin “tu tu” sembolik “tükürük” olumlanıyor veya ‘kusmak’, ruhani bir özellik temelinde ‘tövbe’ olarak yorumlanıyor vb.

Abdest, dar anlamlı ve belirlenmiş vücut kısımlarının ayinle ilgili yıkanma edimi, su ile arındırma edimidir. ‘Yıkanma’ ise, İsa’nın her tarafı suya batacak şekilde nehirde gerçekleşen ‘vaftizi’nde olduğu gibi, eski Sümer kutsal, saf, arındırılmış ırmak veya nehirlerinde yıkanma geleneğinin devamıdır ve eski toplumda fiziki bir temizlik konusu olarak ele alınmamıştır.

Kökleri Sümer-Sami dönemine dayanan “gelin güvey hamamları” da, bu yönleriyle fiziki değil, ayinle ilgili ruhani arınma özelliği taşır. Kutsal anlamlı 'yıkanma'ların veya abdest'in artık sularının kutsiyeti, eski toplumda kurban edilen, kurban edildiği varsayılan kişinin 'kurban suyu' olma özelliğinden gelir. Abdest suyunun ısıtılamayacak olması, teyemmüm suyunun gelişigüzel yerlere dökülmemesi gibi törelerin gerisinde daima bu temel 'kurban edilme', 'kurban sunulma' eski gerçek geleneğin belli belirsiz izleri bulunur.

Benzer biçimde, cinsel yön taşımayan ‘öpmek’ fiili de, yemek işleminin bir uzantısı olarak görünüyor. Kutsal kişilerin elindeki kutsal yüzüklerin öpülmesi, yerin öpülmesi, sembollerin öpülmesi, selam aracı olarak omuz başlarının öpülmesi, topluluklara göre değişen sayılarda yanakların öpülmesi, eski toplumlarda “yeme edimi”nin sembolik uzantısı olarak dururlar...

Bu noktaların çeşitli yanlarını daha önce incelemiştik.

Aşağıdaki yazıda, dikkat çekeceğim bir nokta da, semitik dil kökene bağlı arapça’nın kelime yapısı üzerine olacak.

Bay Arsel, Muhammed’in “tükürük”ünün “temiz” ve “hoş” oluşuna ilişkin bir hadis aktarıyor: "Busâk-i Nebevi'nin her tayyibden atyeb, her tâhirden ather olduğuna şüphe yoktur"

“Tayyibden atyeb, tâhirden ather” , “temizlerden temiz, hoşlardan hoş”.. .

Semitik dillerde kelimenin sessiz harfleri, kök, temeldir. Örneğin atyeb’de “tyb” tayyeb’i, ather’de “thr” ise taher’i verir ve bu kökler üzerinden kelimenin farklı halleri elde edilir.

Sesli harf kullanılmadan yazılan erken İbrani yazılarına dayanan Eski Ahit’te eski kelimeler yeniden okunarak yazılı hale getirirken bu tür kök’lere bakılmış olmalıydı. Bu arada, anlamı değişen, eski kelimelerin, yeni nesil dini görevlilerin döneminde anlamı artık uygun görünmediği için, farklı bir kelime olarak yorumlanmış veya dönüştürülmüş olma olasılığı hayli büyüktür.

“Kutsal yaratılış” anlatımlarının temel bazı kavramları günümüz değerleriyle okunduğunda son derece anlamsız gelir ve "bilim dışı" bir özellik taşıyor olarak yorumlanır. Mesela Tanrı’nın, insanı, hayvanları vb. topraktan veya sudan yaratması; 'gök’ü 'yer'den ayrıştırması gibi anlatımlarda bu durum tam olarak yaşanır.

Kutsal anlatımdaki 'yer' ve 'gök', 'toprak' ve 'su', şimdi anlaşılan anlamdaki kelimeler değildir. Fakat o temel kelime ve kavramların geçirdiği dönüşümler hesaba katılmayınca, 6000 yıl önce kastedilen 'yer’in, şimdi anlaşılan 'yer'le aynı olduğu gibi bir varsayımla hareket edilir...

Din görevlisi kutsal bir kadının evlendiğinde doğurduğu çocuğu kocasına vermeme hak ve görevinin bulunduğu döneme ait olan "kocasına çocuk vermeyen kadın" deyimi, böyle bir ilişkinin artık ortadan kalkmış olduğu, uygulanmadığı koşullarda anlaşılmaz olacağı ve kavramın değişik anlamının geçerli olmaya başlayacağı açıktır.

"Kocasına çocuk vermeyen kadın" deyimi" başlangıçta doğurganlıkla ilgili olmayan hukuki bir kavram/statü ifadesi olduğu halde, bu tür gelişmelere bağlı olarak "kısır kadın" gibi bir yorum değerine böyle ulaşılmış olmalı... 

Kutsal kitapların sonraki ve daha sonraki her yeni aktarımında, başlangıçtaki muhtemel halinden daha değişik anlamı olan bir dizi kelimenin üretilmiş olması, bu bakımdan bizi, metinde geçen kelimeleri, konu bütünlüğüne bakarak, yeniden kurmak zorunda bırakır.

Kutsal dinlerin en önemli kavramları olan "ad vererek var etme" yerine geçen "yaratış", ateş, gök, mavi, kara, toprak, ak, su, yeşil, ağaç, 'âdem-insan'... gibi geçişme kelime köklerine ilişkin daha önce açıklamalarda bulunmuştuk. Akadca kursunda edindiğim bilgilere bağlı olarak, bu noktada bazı yanları ilerde açıklamaya çalışacağım.

Şimdilik , “tükürük”, “öpmek”, “sümük” konularına geri dönelim....
http://toplumvetarih.blogcu.com/dinlerde-tukurugun-kutsalligina-iliskin/2739589




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder