Ne de evreni bir tanrı yarattı!
Akado-Sammaru tablet yazılarına dayandırılmış ilahi metinlerinin Eski Ahit'teki evrilmesini ve dönüşümlerini çoktandır izlemeye çalışıyoruz.
Onlarda “Dünya”, “Cennet”, “Yer”, “Gök” gibi bazı temel kavramların zaman içinde ulaştıkları anlam bozulmalarına da dikkat çekiyoruz.
Akad ve Sümer olarak adlandırılan toplumlar, zaten "Yer/dünya toplulukları" ve "Güneş/Gök/Ateş toplulukları" olarak da adlandırılabilirler.
İlahilerde, "Yer ve Gök birbirinden ayrıldı" türünden kalıpsal sözleri gördüğümüzde anlaşılması gereken tarihsel olay, Sümer ve Akad adı verilen toplulukların birbirlerinden ayrıştırılması ve bu ayrıştırma temelinde bölgede yeni bir ilişki düzeni yaratılmasıydı. Eski ilahiler bu tarihsel olayları oldukça gerçekci olarak ve fakat giderek soyutlanmış bir halde ve "Yer'in Gök'ten ayrılması", "Yedi kat Gök kurulması" vb. sözlerinin ardına gizlenmiş olarak, aktarmaktadırlar.
Mezopotamya kaynaklı dinsel ilahilerin bütün bu anlatımları, gerçekte yaklaşık olarak MÖ 5000/3500 yılları arasındaki gerçek tarihin oluşum biçimlerine dayanmaktadır. Musevi takviminin "evrenin yaratılışı"nı 5700 yıl öncesi olarak (yaklaşık) temel almasının sebebi de, bu dinlerin çıkış noktası olarak erken Mezopotamya tarihçesini temel almasından ötürüdür. Bu tarihleme de yaklaşık olarak İ.Ö 3700 'lü yıllardan itibaren bir anlatıma dayanmakta olduğumuzu gösteriyor.
Avrupa aydınlanmacılığı ve ona dayanan bizim aydınlanmacılığımız, Eski Ahit'in ve ona dayanan öteki dinsel kitapların, öncesini bilemedikleri ölçüde, sözlerinin “bilim dışı”, “anlamsız” , “mantıksız” olduğu iddiasına göre kendini şekillendirdiği için, bu dinsel metinlerin, hangi nedenle, “Tanrının yaban otunu ve yağmur yağdırmayı unuttuğu” vb. gibi kalıpsal formülleri kullandığını hiç bir zaman ciddi olarak düşünmemiş ve bunun anlamlarını eski Mezopotamya toplumlarının tarihçesinde, ananelerinde aramaya yönelme olanağı bulamamıştır.
Onlar Eski Ahit'te bir tür "tarih anlatımı" bulamamışlar ve neredeyse sadece "saçmalık", "anlamsızlık", "mantıksızlık"lar toplamı keşfedebilmişlerdir.
Mesela Erdoğan Aydın'ların "bilimsel" olduğu ileri sürülen kitaplarında, erken Mezopotamya tarihine ilişkin dişe dokunur her hangi bir ön birikim olmadığı çok açıktır. Ama bu arkadaşımız, erken Mezopotamya tarihi hakkında yeterli bilgi sahibi olmadığı halde, bu tarihi dönemin dinsel çizgisinin dönüşümüne dayandığı belgelerle sabit olan Eski Ahit'i ve-ya Kuran'ı "bilimsel olarak" inceleyebileceği kuruntusunu taşımaya devam ediyor. Öncesi bilinmeyen bir olgunun "incelenmesi", her şeyden önce tarihsel metodoloji bakımından bile işe yarayabilir değildir.
Eski Ahit'in tarihsel değeri bütün dinsel yazıt içinde o denli açıktır ki, onun sonraki bölümlerinin neredeyse salt tarih anlatımından oluşuyor olması olgusu, aslında, Eski Ahit'in en erken başlangıç bölümlerinin de oldukça soyutlanmış erken döneme ilişkin bir tarih aktarım tarzı olabileceğini düşündürmeliydi.
En azından biz, Eski Ahit'in "yaratılış" adı verilen ilk bölümlerinin kalıpsal yapısını, erken Akado-Sammaru ilahilerinde buluyor ve deyimsel ve ritüel bağlantıları ortaya koymaya çabalıyoruz. Buna göre, o tarihsel anlatım biçimlerinde, hem ortada şimdi anlaşılan anlamıyla yoktan var edici bir tanrı yoktu ve hem de, şimdi anlaşılan anlamıyla “yoktan var edilen”ler!
İlahilerde zaman içinde kullanılan “Var etme” fiili, olguları ve toplum birimleri “sınıflama”, onlara “ad verme”, onları “ad vererek tanımlama” anlamlarında kullanılıyordu ve bu zeminde toplum birimlerin birbirlerini "karşılıklı tanınma"ları yani "ittifak kurma" edimleri vardı. Toplum birimler işte bu edimleri ve kavrayışı, ilahilerde daha sonra “yaratma”, "yoktan var olma", "örneği olmayan ilk yapılanma" vb. olarak tanımlamaya başlayacaklardı.
***
İlahilerde, "Yer ve Gök birbirinden ayrıldı" türünden kalıpsal sözleri gördüğümüzde anlaşılması gereken tarihsel olay, Sümer ve Akad adı verilen toplulukların birbirlerinden ayrıştırılması ve bu ayrıştırma temelinde bölgede yeni bir ilişki düzeni yaratılmasıydı. Eski ilahiler bu tarihsel olayları oldukça gerçekçi olarak ve fakat giderek soyutlanmış bir halde ve "Yer'in Gök'ten ayrılması", "Yedi kat Gök kurulması" vb. sözlerinin ardına gizlenmiş olarak, aktarmaktadırlar.
***
Erken Dönem Mezopotamya Kil Tablet Kayıtlarından Bağımsız Bir "Din Eleştirisi" Dönemi Artık Kapanmıştır.
***
Eski kil tabletlerin çözümleme ve tercüme zorluklar...ı bulunuyor olsa bile, var olan halleriyle bize eski toplumun tarih kesitlerini ve yaşanmış gerçek tarihleri kendi aktarım biçimleri içinde yansıtmaktadır.
***
Eski kil tabletlerin çözümleme ve tercüme zorluklar...ı bulunuyor olsa bile, var olan halleriyle bize eski toplumun tarih kesitlerini ve yaşanmış gerçek tarihleri kendi aktarım biçimleri içinde yansıtmaktadır.
Enuma Eliş ilahisinin "başlangıç" bölümü de (farklı tercümelerle) şöyleydi:
[Yukarda Gök’lerin adı yoktu
Aşağıda Yer’in adı yoktu
Yükseklik ve derinlik yoktu,
Hiçbir isim yoktu daha.
Toprak altında Abzu vardı yalnız,
İlk yaratıcı olan Tatlı Su ile
Bir de Tuzlu Su, Tiamat vardı.
Bir de döl yatağında dönen Mummu.
Birbirine karışıyordu tatlı su ile tuzlu su,
Örgülü kamışlar belirmemişti henüz,
Suları bulandırmıyordu sazlar.
Tanrıların adı yoktu,
İşte o vakit,
Sürüklenip gelmiş çamurlarla dolu suda,
Apsu ve Tiamat’tan
Tanrılar yaratıldı.
Çamurdan doğan Lahmu ile Lahamu,
Daha genceciktiler, boyları uzamamıştı,
Göklerin ufku Anşar ile Yeryüzü ufku Kişar’ı
Gök’ün ve Yer’in çizgilerini
Ufuklarda bulutları çamur’lardan ayırdılar.
***
« Yukarıdaki Göğ'ün adı yokken daha
Aşağıdaki Yer'in daha adı yokken
Babaları (tatlı su ) okyanustan
Anaları (tuzlu su) Tiamat kargaşasına
Sular akıp bir oluyordu.…»
....
« Başlangıçta sadece su
Ve onun üzerinde salınıp duran sis mevcuttu.
Baba Apsu ortaya çıktı ve tatlı suların efendisi oldu.
Ana Tiamat ortaya çıktı ve tuzlu suları yönetti
Ve her iki su birlikte aktılar.…»
Enuma Eliş ilahisinde kullanılan "Gök", "Yer", "Yukarı", "Aşağı", "Yükseklik", "Derinlik", "Adsız Olma", "Ad Verip Var Etme", "Tatlı Su", "Tuzlu Su", gibi her temel kalıpsal kavramları tek tek tüm ayrıntılarıyla ele almaya çalışıyoruz.
Eski dinsel yazının söz ettiği, anlattığı alan, Dicle ile Fırat nehri ("Tatlı Su"lar) merkezli Mezopotamya bölgesi idi; burada yaşayan toplum birimlerin "Yukarı-Yüksek- Kuzey Mezopotamya" (İlahisel, tanrısal, cennet alanları) ile "Aşağı-Alçak-Güney Mezopotamya" (Tarım bölgesi anlamında Toprak-Yer) yerleşim alanları idi; daha geç döneme ait olan "Kutsal Metinler", bu kavramları aynı zamanda "Yukardaki Gök", "Aşağıdaki Yer" halinde de yorumlayarak aktaracaklardı.
Mezopotamya kaynaklı dinsel metinleri , Mezopotamya bölgesindeki toplum birimlerin tarih eksenine yerleştirerek yorumla, metinleri bu haliyle ele alma biçimindeki bu yeni yaklaşım tarzı, bütün okurlarımıza, eski Mezopotamya tarihini ve onların dinsel iman süreçlerini daha canlı bir şekilde anlama olanağı verecektir.
Kuran'ı Tevrat'dan, Tevrat'ı Enuma Eliş ve erken Mezopotamya kil tablet kayıtlarından bağımsız ele alarak yorumlama; "din eleştirisi" yapabilme dönemi artık kapanmıştır.
Açılan bu yeni süreç, eski tarihçiliğe, eski felsefeciliğe, eski toplumbilimciliğe temel yaklaşımları bakımından karşıttır ve yeni bir bilimsel yaklaşımın inşa edilmesi sürecidir de aynı zamanda.
[Yukarda Gök’lerin adı yoktu
Aşağıda Yer’in adı yoktu
Yükseklik ve derinlik yoktu,
Hiçbir isim yoktu daha.
Toprak altında Abzu vardı yalnız,
İlk yaratıcı olan Tatlı Su ile
Bir de Tuzlu Su, Tiamat vardı.
Bir de döl yatağında dönen Mummu.
Birbirine karışıyordu tatlı su ile tuzlu su,
Örgülü kamışlar belirmemişti henüz,
Suları bulandırmıyordu sazlar.
Tanrıların adı yoktu,
İşte o vakit,
Sürüklenip gelmiş çamurlarla dolu suda,
Apsu ve Tiamat’tan
Tanrılar yaratıldı.
Çamurdan doğan Lahmu ile Lahamu,
Daha genceciktiler, boyları uzamamıştı,
Göklerin ufku Anşar ile Yeryüzü ufku Kişar’ı
Gök’ün ve Yer’in çizgilerini
Ufuklarda bulutları çamur’lardan ayırdılar.
***
« Yukarıdaki Göğ'ün adı yokken daha
Aşağıdaki Yer'in daha adı yokken
Babaları (tatlı su ) okyanustan
Anaları (tuzlu su) Tiamat kargaşasına
Sular akıp bir oluyordu.…»
....
« Başlangıçta sadece su
Ve onun üzerinde salınıp duran sis mevcuttu.
Baba Apsu ortaya çıktı ve tatlı suların efendisi oldu.
Ana Tiamat ortaya çıktı ve tuzlu suları yönetti
Ve her iki su birlikte aktılar.…»
Enuma Eliş ilahisinde kullanılan "Gök", "Yer", "Yukarı", "Aşağı", "Yükseklik", "Derinlik", "Adsız Olma", "Ad Verip Var Etme", "Tatlı Su", "Tuzlu Su", gibi her temel kalıpsal kavramları tek tek tüm ayrıntılarıyla ele almaya çalışıyoruz.
Eski dinsel yazının söz ettiği, anlattığı alan, Dicle ile Fırat nehri ("Tatlı Su"lar) merkezli Mezopotamya bölgesi idi; burada yaşayan toplum birimlerin "Yukarı-Yüksek- Kuzey Mezopotamya" (İlahisel, tanrısal, cennet alanları) ile "Aşağı-Alçak-Güney Mezopotamya" (Tarım bölgesi anlamında Toprak-Yer) yerleşim alanları idi; daha geç döneme ait olan "Kutsal Metinler", bu kavramları aynı zamanda "Yukardaki Gök", "Aşağıdaki Yer" halinde de yorumlayarak aktaracaklardı.
Mezopotamya kaynaklı dinsel metinleri , Mezopotamya bölgesindeki toplum birimlerin tarih eksenine yerleştirerek yorumla, metinleri bu haliyle ele alma biçimindeki bu yeni yaklaşım tarzı, bütün okurlarımıza, eski Mezopotamya tarihini ve onların dinsel iman süreçlerini daha canlı bir şekilde anlama olanağı verecektir.
Kuran'ı Tevrat'dan, Tevrat'ı Enuma Eliş ve erken Mezopotamya kil tablet kayıtlarından bağımsız ele alarak yorumlama; "din eleştirisi" yapabilme dönemi artık kapanmıştır.
Açılan bu yeni süreç, eski tarihçiliğe, eski felsefeciliğe, eski toplumbilimciliğe temel yaklaşımları bakımından karşıttır ve yeni bir bilimsel yaklaşımın inşa edilmesi sürecidir de aynı zamanda.
Eski Tevrat örnekleri de, Kuran'daki ifade gibi, "Yer'in Gökten ayrılması" kalıbını kullanıyordu.
Bu kalıpsal terminoloji, eski ilahilerde "Yer Gök'ten ayrıldı, Gök Yer'den ayrıldı" biçiminde yer alan ifadelere dayandığı için, doğruluğu tartışma götürmez ifadelerdir.
Elbette, "Yer" ve "Gök", bilinen anlamıyla Yer ve Gök değildi; bu anlatım ile MÖ. 3750 yılları civarında, Kuzey Mezopotamya ile Gün...ey Mezopotamya'nın birbirinden ayrıştırılarak yeni bir ilişkiler düzeni kurulmasına atıfta bulunuluyordu.
Gelgelelim, Mezopotamya'nın bu tarihsel olayı, zamanla "Yaratılış" olarak kavranmıştır ve "Yer ile Gök birbirinden ayrıldı" kavramı okunduğunda bile bundan sadece "Yaratılış" anlaşılmıştır.
Dindarların "yaratılışı" böyle algılayıp yorumlaması anlaşılabilir...
Fakat kendisine ateist diyenler, güya maddeci olanlar ve eski-yeni "aydınlanmacılık" yanlıları da, Tevrat'ta yazılanları, tarihsel arka planından kopararak ele almayı; ünlemli "saçmalıklar" bulmayı "din eleştirisi" sanmayı sürdürmüşlerdir.
Elbette MÖ. 3750'li yıllarda, şimdi anlaşılan anlamıyla bir "Yaratılış"tan bahsetmenin tek bir bilimsel yanı yoktur.
Fakat zaten, Tevrat'da, "Yer'in yaratılışı", "Gök'ün Yaratılışı" kavramları bile bulunmadığına göre, bu kalıpsal kavramların önceki formları bulunmalı; "Yer" ile Güney Mezopotamya'nın, "Yukarı-Gök" ile Kuzey Mezopotamya'nın tanımlandığı olgusu keşfedilmeli idi.
Bu keşif, bu açıklıkta 15 yıldan uzun bir süredir tarafımızdan kamuya açık olarak gerekçeleriyle ortaya konulmuş ve açıklanmaya devam edilmektedir.
Bu kalıpsal terminoloji, eski ilahilerde "Yer Gök'ten ayrıldı, Gök Yer'den ayrıldı" biçiminde yer alan ifadelere dayandığı için, doğruluğu tartışma götürmez ifadelerdir.
Elbette, "Yer" ve "Gök", bilinen anlamıyla Yer ve Gök değildi; bu anlatım ile MÖ. 3750 yılları civarında, Kuzey Mezopotamya ile Gün...ey Mezopotamya'nın birbirinden ayrıştırılarak yeni bir ilişkiler düzeni kurulmasına atıfta bulunuluyordu.
Gelgelelim, Mezopotamya'nın bu tarihsel olayı, zamanla "Yaratılış" olarak kavranmıştır ve "Yer ile Gök birbirinden ayrıldı" kavramı okunduğunda bile bundan sadece "Yaratılış" anlaşılmıştır.
Dindarların "yaratılışı" böyle algılayıp yorumlaması anlaşılabilir...
Fakat kendisine ateist diyenler, güya maddeci olanlar ve eski-yeni "aydınlanmacılık" yanlıları da, Tevrat'ta yazılanları, tarihsel arka planından kopararak ele almayı; ünlemli "saçmalıklar" bulmayı "din eleştirisi" sanmayı sürdürmüşlerdir.
Elbette MÖ. 3750'li yıllarda, şimdi anlaşılan anlamıyla bir "Yaratılış"tan bahsetmenin tek bir bilimsel yanı yoktur.
Fakat zaten, Tevrat'da, "Yer'in yaratılışı", "Gök'ün Yaratılışı" kavramları bile bulunmadığına göre, bu kalıpsal kavramların önceki formları bulunmalı; "Yer" ile Güney Mezopotamya'nın, "Yukarı-Gök" ile Kuzey Mezopotamya'nın tanımlandığı olgusu keşfedilmeli idi.
Bu keşif, bu açıklıkta 15 yıldan uzun bir süredir tarafımızdan kamuya açık olarak gerekçeleriyle ortaya konulmuş ve açıklanmaya devam edilmektedir.
Dünyanın en büyük ve en saygın Hıristiyanlık ve Yahudilik araştırmacılarından biri olan, bir zamanlar italyan Umberto Eco'nun da asistanlığını yapan ve antik belgeler uzmanı Hollandalı profesör Ellen Van Wonde, sanıldığının aksine, "dünyayı tanrının yaratmadığını" öne sürdü..
Bugüne kadar yaptığı araştırmaları açıklayan Prof. Van Wonde, " Tevrat'ın (eski ahit) ilk cümlesinde "en başta, tanrı cenneti ve dünyayı yarattı" diye yazar. Ancak bunda çeviri hatası bulunuyor. Eski yazılar ve belgeler üzerinde yaptığı araştırmalara göre, İbranice orijinalinde, "Baha" eylemi kullanılıyor. Yani "yaratmak yerine ayrıştırmak".. Dolayısıyla, doğru çeviri "tanrı dünya ile Cehennemi ayırdı" olması gerek" dedi.
Hollandalı profesör, " yani kutsal kitaplara göre evet tanrı insanları ve hayvanları yarattı. Ama jeolojik olarak dünyayı yaratmadı. Dünya zaten vardı" dedi..
Kendisinin de inançlı olduğunu ve Tanrı'nın varlığına inandığını söyleyen Profesör, " Bu iddia ile tüm akademik kariyerimi tehlikeye atıyorum. Ama iddiamın arkasındayım. Kutsal kitap dışında eski belgelere göre, bundan 3 bin yıl önce insanlar, insalardan önce dünyanın deniz canavarları ve karanlıkla kaplı olduğuna inanıyordu. Yani Tevrat'ta, Tanrı'nın dünyayı yarattığı hiçbir zaman söylenmek istenmedi. Kitabın söylediği şey, insanları ve hayvanları tanrının yarattığıdır. Ama dünyayı değil" dedi. (Vatan)
Profesör Ellen Van Wonde, eski tarihe ve o tarihin yaklaşımlarını ifade eden dinsel ilahilere dayanan erken dönem Musevi belgelerine, dilbilimi ve akademik objektiflik temelinde yaklaşılması halinde, varılması kaçınılmaz bazı sonuçları ortaya koymaktadır.
***
Eski Ahit'in "Yaratılış" anlatımı, erken Mezopotamya toplumlarının karşılıklı ilişkisinin ve Kuzey Mezopotamya (Yukarı, Gök) ile Güney Mezopotamya (Aşağı, Yer/Dünya) coğrafi yapılanmasının deforme edilmiş anlatımına dayanmaktadır.
Tam da bu nedenle, bir varyanta göre, Tanrı'nın Adem'i, hayvanları ve-ya bitkileri "Toprak"tan (aslı "Aşağıdan" yarattığı yazılıdır. O anlatıma göre her şeye kadir olması gereken Tanrı, yine de, yaratmak istediği her şeyi "Toprağa/Kara'ya/ Dünya'ya, Aşağıya" emrederek yarattırır!
Tam da bu nedenle, bir varyanta göre, Tanrı'nın Adem'i, hayvanları ve-ya bitkileri "Toprak"tan (aslı "Aşağıdan" yarattığı yazılıdır. O anlatıma göre her şeye kadir olması gereken Tanrı, yine de, yaratmak istediği her şeyi "Toprağa/Kara'ya/
***
İngilizce’den çeviren: A.Cengiz Büker(*)
Akademik çevre, Tanrı Yaratan değil, diyor.
Yüksek dereceli bir akademisyen, Tanrı’yı ‘Herşeyi Yaratan Yaratıcı’ olarak görme düşüncesinin yanlış olduğunu söylüyor, ona göre Kutsal Kitap( ¹ ) binlerce yıldan beri yanlış tercüme edilmektedir.
Saygın bir yazar ve Eski Ahit (Eski Antlaşma / Tevrat) Bilgini olan Profesör Ellen van Wolde, Yaratılış (Tekvin) bölümünün ilk cümlesinin “başlangıçta Tanrı Göğü ve Yeri yarattı” biçiminde tercüme edilmesinin doğru bir çeviri olmadığını iddia ediyor.
Kendisi temel metinlerin yeni baştan çözümleme ve analizlerini yaparak, bu araştırmalarının sonucunda Büyük Kitabın yazarlarının hiç de Tanrı’nın dünyayı yarattığını ileri sürmediği vargısına ulaştığını, ve Kitap’ta Tanrı’nın insanları ve hayvanları yoktan var ederken Yer’in (Arz’ın) zaten orada durup durduğunun anlatıldığını iddia ediyor.
Hollanda’da çalışmalarını yaptığı Radboud Üniversitesi’ne bu konudaki tezini sunmaya hazırlanan, 54 yaşındaki Bayan Prof. Van Wolde, kendisinin orijinal İbranice metni yeniden analiz ettiğini ve bu metni bir bütün olarak ve Eski Mezopotamya’daki başka yaratılış öyküleri bağlamında Kutsal Kitap’taki yerine yerleştirdiğini söylüyor.
Araştırmalarının sonunda vardığı yargıya göre, adıgeçen ilk cümlede kullanılan İbranice “bara” fiili “yaratmak” anlamına gelmeyip, “spasyal (uzamsal / uzaysal) olarak birbirinden ayırmak” anlamına gelir.
Öyleyse bu birinci cümle artık “başlangıçta Tanrı Göğü ve Yeri birbirinden ayırdı” olarak anlanmalıdır.
Oysa, bilindiği gibi, Yahudi-Hıristiyan geleneklerine göre Tanrı, Yer’i / Dünya’yı yoktan var etmiştir.
Önceleri İtalyan Üniversite Öğretim Üyesi ve romancı Umberto Eco ile birlikte akademik çalışmalar yapmış olan Prof. Van Wolde’nin dediğine göre, yaptığı yeni çözümlemeler (analizler) Kutsal Kitap’ın başlangıcının zamanın başlangıcı olmayıp, yalnızca bir “anlatının” başlangıcı olduğu sonucunu vermektedir.
Prof. Van Wolde diyor ki: “Bu cümleyle söylemek istenen, Tanrının Dünya’yı değil, zaten var olan Dünya’nın üstünde insanları ve hayvanları yarattığıdır.”
Prof. Van Wolde yayınladığı “tez”inde, bu yeni çevirinin eski metinlerle tıpatıp uyuştuğunu ileri sürmektedir.
Prof. Van Wolde, “eski metinlere göre, çok büyük bir su kitlesi vardı, bu suyun içinde canavarlar yaşıyordu, herşey karanlıkla çevriliydi” diyor.
Kendisi, teknik olarak, evet “bara” yaratma anlamına gelir, diyor, fakat, “kullanılan bu fiilde bir yanlışlık vardı” diye ekliyor.
“Tanrı özne idi (Tanrı yarattı) ve arkasından iki ya da daha fazla nesne geliyordu.” diyor, “Peki, Tanrı niçin bir tek şey ya da bir tek hayvan / canlı yaratmayıp da, daima daha daha çoğunu yarattı?”
“Öyleyse” diyor Prof. Van Wolde, “Tanrı yaratmadı, ama ayırdı; Yer’i Gök’ten, karayı denizden, deniz canavarlarını kuşlardan ve yerdeki sürülerden.”
Prof. Van Wolde’ye göre,“Su zaten vardı.”
“Deniz canavarları vardı. Evet, Tanrı bazı şeyler yarattı, ama bu yarattıkları Gök ve Yer değildi. Genel olarak kabul edilen ‘yoktan var etme’, (Latince:) ‘creatio ex nihilo’ düşüncesi büyük bir yanlış anlamadır. “
Ona göre, “Tanrı sonradan geldi ve, suyu karadan ayırarak Dünyayı (Yer’i / Arz’ı) yaşanabilir yaptı ve karanlığa ışık getirdi.”
Prof. Van Wolde, vardığı sonucun “sağlam bir tartışma açacağını umduğunu, çünkü bulgularının sadece yeni bir şey olmadığını, fakat yine de bu bulgularının birçok dindar insanın yüreklerine dokunacağını” söylüyor.
Diyor ki: “Belki aslında bu düşünce beni bile incitiyor; çünkü ben kendimi dindar sayarım ve Yaratan benim için, güven veren bir kavram olarak, çok özeldir; bu güven duygusunu yitirmek istemem.”
Radhoud Üniversitesi’nin yetkili bir sözcüsü de: “Bu yeni yorum bizim bildiğimiz Yaratılış öyküsünü tümüyle sarsacaktır” demiştir.
Prof. Van Wolde sözlerine şunu da ekliyor: “Geleneksel Tanrı görüşü artık tutarlı değil.”
http://www.telegraph.co.uk/.../God-is-not-the-Creator...
Akademik çevre, Tanrı Yaratan değil, diyor.
Yüksek dereceli bir akademisyen, Tanrı’yı ‘Herşeyi Yaratan Yaratıcı’ olarak görme düşüncesinin yanlış olduğunu söylüyor, ona göre Kutsal Kitap( ¹ ) binlerce yıldan beri yanlış tercüme edilmektedir.
Saygın bir yazar ve Eski Ahit (Eski Antlaşma / Tevrat) Bilgini olan Profesör Ellen van Wolde, Yaratılış (Tekvin) bölümünün ilk cümlesinin “başlangıçta Tanrı Göğü ve Yeri yarattı” biçiminde tercüme edilmesinin doğru bir çeviri olmadığını iddia ediyor.
Kendisi temel metinlerin yeni baştan çözümleme ve analizlerini yaparak, bu araştırmalarının sonucunda Büyük Kitabın yazarlarının hiç de Tanrı’nın dünyayı yarattığını ileri sürmediği vargısına ulaştığını, ve Kitap’ta Tanrı’nın insanları ve hayvanları yoktan var ederken Yer’in (Arz’ın) zaten orada durup durduğunun anlatıldığını iddia ediyor.
Hollanda’da çalışmalarını yaptığı Radboud Üniversitesi’ne bu konudaki tezini sunmaya hazırlanan, 54 yaşındaki Bayan Prof. Van Wolde, kendisinin orijinal İbranice metni yeniden analiz ettiğini ve bu metni bir bütün olarak ve Eski Mezopotamya’daki başka yaratılış öyküleri bağlamında Kutsal Kitap’taki yerine yerleştirdiğini söylüyor.
Araştırmalarının sonunda vardığı yargıya göre, adıgeçen ilk cümlede kullanılan İbranice “bara” fiili “yaratmak” anlamına gelmeyip, “spasyal (uzamsal / uzaysal) olarak birbirinden ayırmak” anlamına gelir.
Öyleyse bu birinci cümle artık “başlangıçta Tanrı Göğü ve Yeri birbirinden ayırdı” olarak anlanmalıdır.
Oysa, bilindiği gibi, Yahudi-Hıristiyan geleneklerine göre Tanrı, Yer’i / Dünya’yı yoktan var etmiştir.
Önceleri İtalyan Üniversite Öğretim Üyesi ve romancı Umberto Eco ile birlikte akademik çalışmalar yapmış olan Prof. Van Wolde’nin dediğine göre, yaptığı yeni çözümlemeler (analizler) Kutsal Kitap’ın başlangıcının zamanın başlangıcı olmayıp, yalnızca bir “anlatının” başlangıcı olduğu sonucunu vermektedir.
Prof. Van Wolde diyor ki: “Bu cümleyle söylemek istenen, Tanrının Dünya’yı değil, zaten var olan Dünya’nın üstünde insanları ve hayvanları yarattığıdır.”
Prof. Van Wolde yayınladığı “tez”inde, bu yeni çevirinin eski metinlerle tıpatıp uyuştuğunu ileri sürmektedir.
Prof. Van Wolde, “eski metinlere göre, çok büyük bir su kitlesi vardı, bu suyun içinde canavarlar yaşıyordu, herşey karanlıkla çevriliydi” diyor.
Kendisi, teknik olarak, evet “bara” yaratma anlamına gelir, diyor, fakat, “kullanılan bu fiilde bir yanlışlık vardı” diye ekliyor.
“Tanrı özne idi (Tanrı yarattı) ve arkasından iki ya da daha fazla nesne geliyordu.” diyor, “Peki, Tanrı niçin bir tek şey ya da bir tek hayvan / canlı yaratmayıp da, daima daha daha çoğunu yarattı?”
“Öyleyse” diyor Prof. Van Wolde, “Tanrı yaratmadı, ama ayırdı; Yer’i Gök’ten, karayı denizden, deniz canavarlarını kuşlardan ve yerdeki sürülerden.”
Prof. Van Wolde’ye göre,“Su zaten vardı.”
“Deniz canavarları vardı. Evet, Tanrı bazı şeyler yarattı, ama bu yarattıkları Gök ve Yer değildi. Genel olarak kabul edilen ‘yoktan var etme’, (Latince:) ‘creatio ex nihilo’ düşüncesi büyük bir yanlış anlamadır. “
Ona göre, “Tanrı sonradan geldi ve, suyu karadan ayırarak Dünyayı (Yer’i / Arz’ı) yaşanabilir yaptı ve karanlığa ışık getirdi.”
Prof. Van Wolde, vardığı sonucun “sağlam bir tartışma açacağını umduğunu, çünkü bulgularının sadece yeni bir şey olmadığını, fakat yine de bu bulgularının birçok dindar insanın yüreklerine dokunacağını” söylüyor.
Diyor ki: “Belki aslında bu düşünce beni bile incitiyor; çünkü ben kendimi dindar sayarım ve Yaratan benim için, güven veren bir kavram olarak, çok özeldir; bu güven duygusunu yitirmek istemem.”
Radhoud Üniversitesi’nin yetkili bir sözcüsü de: “Bu yeni yorum bizim bildiğimiz Yaratılış öyküsünü tümüyle sarsacaktır” demiştir.
Prof. Van Wolde sözlerine şunu da ekliyor: “Geleneksel Tanrı görüşü artık tutarlı değil.”
http://www.telegraph.co.uk/.../God-is-not-the-Creator...
( ¹ ) Kutsal Kitap : Türkçe’mizde yaygın, olarak Tevrat adıyla anılan kitap ya da kitaplar toplamına Batı dillerinde “Kutsal Kitap” adı verilir. Kutsal Kitap terimi “Eski Ahit” denen Tevrat’ı, Meseller’i ve “Yeni Ahit” denen İncil’i içine alır. Ben de makalede kastedilen anlama uygun olarak bu terimi kullandım.
"İnkâr edenler (kâfirler),
semaların ve arzın bitişik olduğunu görmediler mi?
Sonra Biz, o ikisini (birbirinden) ayırdık...."
"...göklerin ve yerin [başlangıçta] bir tek bütün olduğunu ve Bizim sonradan onu ikiye ayırdığımızı ve yaşayan her şeyi sudan yarattığımızı görmüyorlar mı?"
(ENBİYÂ -30)
***
Kuran'ın "Gök ile Yer'i","Sema ve Arz'ı", önce "bitişik-karışık" iken, sonradan birbirinden ayırma formülünün kaynağı, Mezopotamya Eski İlahileridir:
"Bey, gerekli olanları meydana getirmek için,
Kararları değişmeyen bey,
Yerden "ülke"nin tohumunu çıkaran Enlil,
Yerden göğü ayırmayı planladı,
Gökten yeri ayırmayı planladı"
("Davar ve Tahıl" başlığı atılan ilahiden...)(S.N.Kramer, TSB s.68)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder