Hilmi Ömer Budda: "Tufan Hikayeleri" 1
Hilmi Ömer Budda:
"Kurban Ve Tufan"
Üzerine Makaleler
Türkiye'deki ilk dinler tarihçilerinden olan Hilmi Ömer Budda,
Hazırlayan ve Çeviren: Bekir Zakir Çoban
Kurban ve Tufan, antropologlarla dinler tarihçilerinin özel ilgilerini buluşturan ve hemen her dönemde bir şekilde gündeme gelen popüler iki konudur.
Hilmi Ömer Budda (1894-1952) bu iki konuyu mahir bir biçimde ele alıyor.
Hem de aradan geçen uzun zamana rağmen günümüz için okunmaya değer ve hâlâ yeni sayılabilecek bir bakış açısıyla.
Gerek içeriği, gerekse okurun ilgi ve merakını sürekli canlı tutmayı başaran üslûbu ile eser, sadece konunun uzmanlarının değil, her dönem bir şekilde gündeme gelen bu iki konuya ilgi duyan herkesin ilgiyle okuyabileceği nitelikte. .
*********
* Sümer Dininin Babil, İbrani, İslam Dinleri üzerinde Yaptığı Tesirler, Tufan Hikayeleri, İbrani ve İslam Dinlerinde”, Darülfünun İlahiyat Fakültesi Mecmuası, sene 5, sayı 24, 1932, ss.33-45.
SÜMER İNANÇLARININ BABİL, İBRANİ VE İSLAM DİNLERİ ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ … 119
İBRANİ VE İSLAM DİNLERİNDE TUFAN HİKAYESİ - II
Sf : 119 - 130
Sir Henry Rawlinson, Gılgamış Destan’nının nazımlar halinde on iki tablette toplanmış olmasının sebebini, bunun yıldızlar kuşağının on iki yıldızı ile ilgili olmasıyla, yani şiirin on iki parçada devamını senenin on iki ayı zarfında güneşin seyrini takip etmesiyle açıklamıştır.
Tufan hikayesinin on birinci şiire tahsis edilmiş olması ve Babil’in on birinci ayının şiddetli yağmur mevsimine denk gelmesi, Rawlinson’un teorisini bir derece daha doğrulamaktadır. Tufan şiiri, fırtına tanrısı Rammon’a tahsis edilmiştir. Rammon isminin “yağmur felaketi ayı” (11) anlamına geldiği söylenmiştir.
Tufan hikayesi Gılgamış Destanı’nda şu şekilde anlatılır: (12)
Destanın kahramanı olan Gılgamış’ın aziz dostu Engidu (13) ölmüş, kendisi de ağır hastadır. Geçmişinden dolayı kederli ve geleceğinden umutsuz olan Gılgamış, atası Ubaratutu’nun oğlu Ut-napiştim’i (14) bulup fani bir insanın nasıl ebedi bir hayata nail olabileceğini öğrenmeye karar vermiştir. Dedesinin şimdi çok uzaklarda, tanrılarla beraber oturduğundan haberdardır, fakat oraya kadar gidebilmesi için tehlikeli ve zor bir yolculuğa katlanması gereklidir. İster istemez bunu göze alan Gılgamış, erkek ve dişi akreplerin koruduğu ve güneşin orada battığı bir dağı ve kendisinden önce hiçbir faninin ayak basmadığı karanlık ve korkunç bir yolu geçerek ilerlemeye başlar. Yolda büyük bir denizin, ölüm suyunun üzerindeki dar köprüden geçerken çok korkar, nihayet Ut-napiştim’in önüne gelir.( 15)
Bu tehlikeler ve zorluklardan sonra Gılgamış büyük dedesini bularak ebedi hayata nasıl ulaşabileceğini sorduğunda umutsuz bir cevap alır: Ut-napiştim ölümsüzlüğün insanlara ait bir özellik olmadığını söyler. Bir zamanlar kendisi gibi bir insan iken şimdi ölümsüz olan bir kimsenin bu cevabına hayret eden Gılgamış muhterem akrabasından, insanların bu kaderinden kendisinin kurtulmayı nasıl başardığını sorar. Dedesi Ut-napiştim, işte bu soruya büyük tufan hikayesini anlatarak cevap verir:
“Ey Gılgamış, tanrıların gizli karar ve amacını sana açıklayayım.
Fırat kenarında eski bir şehir olan (16) Şurippak şehrini bilirsin.
Tanrılar bu şehirde büyük ilahları dünyada büyük bir tufan yapmaya teşvik ettiler.
Bu mecliste tanrıların babası Anu, müşavirleri cengaver Enlil,(17) postacıları Ninib ve hükümdarları Ennugi vardı.
Hakim tanrı Ea da bunlarla oturup kamış kulübeye(18) şu sözleri tekrar tekrar söyledi:
Ey kamış kulübe, ey duvar, ey kamış dinle, ey duvar işit, ey Ubarat-utu’nun oğlu Şuripak’lı adam onu yık, bir gemi yap, mallarını bırak, hayatına dikkat et.
Tanrıların sadece senin hayatından başka hepsini bırakıyor, her türden canlıyı gemiye getir.
Yapacağın geminin uzunluğu ve genişliği birbiriyle orantılı olsun, bu gemiyi okyanusa indireceksin.
Ea’ya, Rabbim bana verdiğin emri yapmakla bahtiyar olacağım. Fakat şehre, halka bunu nasıl söyleyeceğim dedim.
Bu sorum üzerine Ea, bana lanet edilen şehrininizde oturmayacağım gibi Enlil’in toprağına da başımı koymam.
Rabbim Ea ile beraber kalmak için derin denizlere gitmeliyim, diyeceksin dedi.
Böylece Ut-napiştim, Tanrı Ea’ya itaat ederek gemi yapmak için kereste ve diğer şeyleri topladı.
Beşinci günü gemiyi tamamladı.
Bu tekneyi mavna [güvertesiz büyük tekne] şeklinde yaptı.
Bu teknenin üzerine yüz yirmi metre yüksekliğinde kare şeklinde bir ev koydu.
Bu evi altı ambara böldü.
Her ambara dokuz oda koydu.
Su sızacak yerleri dışarıdan ve içerden ziftle kalafatladı. Zeytinyağı getirtti.
Öküzler ve kuzular kesti.
Küpleri susam şarabı, zeytinyağı ve üzüm şarapları ile doldurdu.
Bunları bir ırmak gibi halka içirtti.
Yılbaşı ziyafeti gibi bir ziyafet verdi.
Gemi hazırlanınca altın, gümüş ve bütün mallarını ve her tür canlıyı gemiye getirdi.
Güneş tanrısı Şamaş, akşamüzeri karanlıklar tanrısı yağmur yağdırdığı zaman gemiye girip kapıyı kapat, diyerek tufana belli bir zaman tayin etmiş, bu zaman da yaklaşmıştı.
Akşamüzeri gerçekten de karanlıkların tanrısı şiddetli bir yağmur yağdırdı.
Fırtınaya bakınca korktum, gemiye girip kapıyı kapadım. Geminin kaptanı ve tayfası Puzur-Ammuri’ye gemiyi ve içinde bulunanları teslim ettim.
Sabah olunca ufuktan siyah bir bulut geldi.
Onun ortasında Ramman(19) gürledi. Mujati (20) ve Lugal (21) ismindeki tanrılar ileri gittiler.
Bunlar postacı tanrılar olduklarından dağlardan ve düzlüklerden geçip gittiler.
İrregal (22) gemiyi Ramman’ın kasırgası, göklere kadar yükseldi.
Bütün aydınlıklar kaybolup ortalık karanlığa döndü. Bütün gün kasırga her tarafı harap etti.
Sular dağların üzerine kadar çıktı.
Hiçbir kimse arkadaşına bakmadığı gibi, hiç kimse de artık birbirini tanımıyordu.
Gökte tanrılar tufanın dehşetinden korkarak, Anu göğüne kadar çıktılar.
Tanrılar köpekler gibi korkudan titreşip duvarların yanına toplanmışlardı.
Tanrının kraliçesi İştar, doğuran bir kadın gibi bağırdı.
Güzel sesiyle feryad etti:
Bugün tanrıların meclisinde, her şey çamura dönsün demekle kötülük ettim.
Milletimin mahvolması için savaş emrettim.
Yaratıklarım nerededirler?
Onlar balık yumurtası gibi su ile doldular.
Anunnaki’nin tanrıları İştar ile beraber ağladılar.
Tanrılar eğilip ağlayarak oturdular.
Altı gün altı gece rüzgar esip tufan ve fırtına dünyayı harap etti.
Yedinci gün yaklaşınca bir ordu gibi savaş etmiş olan kasırga ve tufan kesildi.
Deniz sustu.
Bora ve tufan durdu.
Denize baktığım vakit, sakindi.
Bütün insanlar tekrar toprak olmuşlardı.
Tarlalar yerine şimdi önümde bir bataklık durmaktaydı. Pencereyi açtım, yüzüme aydınlık vurdu.
Aşağı eğildim, oturdum.
Göz yaşlarım yanaklarımdan aktı.
Dünyaya baktım Her yer denizdi.
On iki gün sonra bir ada yükseldi.
Gemi Nısır toprağına doğru yol alıyordu.
Nısır dağı gemiyi tutup artık yüzdürmedi.
Birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü, beşinci ve altıncı günler Nısır dağı gemiyi sımsıkı tuttu.
Yedinci gün yaklaştığı vakit bir güvercin salıverdim. Güvercin orada burada uçtuysa da konacak bir yer bulamadığı için dönüp geri geldi.
Bundan sonra bir karga gönderdim.
Karga uzaklara doğru uçup suların azalmasına bakarak ilerledi. Bağırdı, geri dönmedi.
Bundan sonra gemidekilerin hepsini dışarı çıkardım. Kurban takdim ettim.
Dağa kurban taktim ettim.
Yedişer yedişer kaplar koydum, altlarına kamış, sedir ve kına ağacı (veya günnük) koydum.
Tanrılar kokuyu kokladılar.
Tanrılar tatlı kokuyu kokladılar.
Takdim ettiğim kurbanın etrafına, tanrılar sinekler gibi toplandılar.( 23)
Tanrıların hanımı yakına gelerek, Ani’nun kendisine hediye ettiği mücevherleri yukarı kaldırıp, siz ey buradaki tanrılar, boynumdaki zümrüt elmaslarımı unutmayacağım gibi, bu günleri de öylece hatırlayıp unutmayacağımı biliniz, dedi.
Tanrılar takdimeye gelsinler, fakat nasihat dinlemeyip tufan yapan ve milletimi mahveden Enlil gelmesin.
Enlil yaklaşıp gemiyi görünce hiddetlendi.
Tanrılara kızdı.
Canını kurtaran kimdir?
Bundan sonra hiç kimse yaşamayacaktır dedi.
O zaman Nihib, cengaver Enlil’e, bu şeyleri kim?
Ancak Ea yapabilir, dedi.
Bunun üzerine Ea,
tanrıların başkanı sensin ey cengaver,
fakat nasihat dinlemedin,
tufan gönderdin,
fakat elini tut, hepsi mahvolmasın,
sabret, hepsi perişan olmasın.
Tufan yerine bir pars gönder, insanlar eksilsin, tufan yerine kıtlık gönder, yeryüzü harap olsun.
Tufan yerine veba tanrısı gelip insanları öldürsün.
Büyük tanrıların amacını açıklamadım.
Atrakhasis’e (24) rüyasında göründüm.
Tanrıların amacını bu şekilde öğrendi.
Bunun üzerine Enlil gemiye gitmeye karar verdi.
Elimden tutarak beni ve karımı ileriye g ötürdü.
Karıma yanımda secde ettirdi.
Bize dönerek aramızda durdu.
Şimdiye kadar Ut-napiştim insandı, fakat şimdi kendisi ve karısı tanrılar gibi olsun, Ut-napiştim uzakta, nehrin ağzında otursun, diyerek bizi kutsadı.
Bundan sonra tanrılar beni alarak uzaktaki nehirlerin ağzına yerleştirdiler”.
Gılgamış Destanı’nda, uzun uzadıya anlatılan tufan hikayesi budur.*
Gılgamış Destanı’ndaki bu hikaye ile hikayenin diğer tabletlerde yazılı olan parçalarının tamamı Babil ve Asur sami dili ile yazılmıştır. Fakat Amerikan kazı heyetinin Nippur’da bularak sonradan okunmuş olan bir parça Sümer dili ile, yani Babil’de Samiler’den önce aşağı Fırat vadisinde büyük bir medeniyet kurmuş olan Sümerler’in dili ile yazılmıştır. Sümer tufan hikayesinin bulunduğu yer, o zamanın en kutsal yeri ve eski dinin merkezi olan Nippur şehridir. Bu şehrin tanrısı olan Enlil, tanrıların başkanı idi. Sümer tufan hikayesini anlatan tablet, yazının şeklinden anlaşıldığına göre, meşhur Babil hükümdarı Hammurabi zamanında, yani muhtemelen M.Ö.2100 tarihlerinde yazılmıştır.( 25)
Tufan hikayesinin Sümerce yazılmış bir nüshasının bulunması demek, daha Fırat Vadisi’ne Samiler gelmeden önce böyle bir hikayenin mevcut olması demektir. Şu halde, Samiler’in bu hikayeyi Sümerler’den aldıklarını kesinlik iddia edebiliriz. Sümer tufan hikayesinin yazılı olduğu tabletlerin ancak parçalanmış halde çıkarılabilmiş olması üzücüdür. Fakat Sümer tufan hikayesi, insanın yaratılış efsanesinin eskiden beri var olduğunu göstermesi bakımından çok önemlidir.
Sümer tufan hikayesi ile Tekvin kitabındaki İbrani tufan hikayesi birbirinin aynıdır. Her ikisi de insanın yaratılması ile büyük tufan olayının birbirine sıkı sıkıya bağlı hadiseler olarak göstermektedir. Bunun dışında, Sümer tufan hikayesi Rahip Metni’ne karşı Yahvist Metin’le birlikte, insanların hayvanlardan önce yaratıldığını kabul etmektedir.
Sümer tufan hikayesinin yazılı olduğu tabletin sadece son kısmı bulunmuş ise de, burada tufan hikayesinin ana hatları hakkında yeteri kadar malumat verilmiştir. Bu tablette geçen “Zuigiddu” veya daha çok tercih edilen şekliyle “Ziudsuddu” ifadesinden, onun Samiler’deki Ea’nın karşılığı olan Sümer tanrısı Enki’nin bir hükümdarı ve aynı zamanda bir rahibi olduğunu öğreniyoruz. Bu hükümdar her gün tanrının hizmetinde bulunur, mütevazı bir şekilde ona secde eder ve mütemadiyen ibadetine devam ederdi. Enlil’in isteği üzerine, tanrılar meclisinde bir yağmur fırtınası ile insanlığın yok edilmesine karar verildiği zaman, dindarlığının mükafatı olmak üzere, tanrı Enki bu karardan hükümdarı haberdar etmiştir. Geminin yapılmasını ve Ziudsuddu’nun gemiye binmesini tasvir eden tabletler kayıptır.
Bulunan parça ise tufanı anlatır. Burada yağmurla beraber fırtınanın sebep olduğu tahribat anlatıldıktan sonra hikaye şu şekilde devam eder:
“Yedi gün yedi gece devam eden yağmur fırtınası yeryüzünü tahrip ederek kuvvetli sular büyük gemiyi uzaklara doğru sürüklediği zaman Güneş Tanrısı gelerek gök ve yere aydınlık verdi.
Aydınlık gemiye girince, Ziudsuddu Güneş Tanrısı huzurunda secde ederek bir öküz ile bir koyun kurban etti”.
Bundan sonra metinde bir boşluk vardır. Boşluktan sonra, hükümdar Ziudsuddu’nun Anu ve Enlil tanrıları huzurunda secde ettiği kaydedilmektedir. Burada Enlil’in insanlara kızgınlığının geçtiğini görüyoruz. Çünkü Ziudsuddu’dan bahsederken “ona bir tanrının ömrünü verdim, onun için bir tanrıya mahsus ezeli bir ruh yarattım” denmektedir.
Böylece tufan menkıbesinin kahramanı olan bu Sümer Nuh’u, doğrudan tanrı olmamışsa da ölümsüzlük nimetini kazanmıştır.
Ziudsuddu’ya “insan tohumunun muhafızı” unvanı da verilmiştir. Bundan sonra tanrılar Ziudsuddu’yu, dağın ismi kesin olarak okunamamakla birlikte, “Dilmun” dağında yaşamaya davet ederler. Hikayenin sonu kayıptır.*
Sümer tufan hikayesinin, ana çizgileri itibariyle Gılgamış Destanı’nın aynı olduğu ortadadır. Her ikisinde de büyük bir tanrı, Enlil veya Bel, yeryüzünü büyük bir tufanla mahvetmeye karar vermiştir. Her ikisinde de diğer bir tanrı, Enki veya Ea, dindarlığından dolayı tanrıyı memnun etmiş olan seçkin bir kimseye bu büyük felaketi önceden bildirerek bu felaketten kurtulmasını sağlamıştır. Bu kişi tanrının tavsiyesini dinleyerek bir gemi yapmış, yaptığı gemiye sığınarak tufandan kendisini kurtarmıştır.
Her iki tufan hikayesinde de tufanın yedi gün devam ettiği söylenmektedir. Yine her ikisinde de tufan geçtikten sonra kahraman kurban takdim etmiş, tanrı mertebesine yükselmiştir. Bu iki hikayedeki tek farklılık kahramanın ismidir. Sümer hikayesindeki kahramanın ismi Ziudsuddu, Sami hikayesinde ise Ut-napiştim veya Atrakhasis’tir.( 26) Sümer Ziudsuddu ismi, Babilli tarihçi Berosus’un tufandan kurtulan adamın ismi olarak zikrettiği Xisuthrus’a benzemektedir. Bu iki isim arasında gerçekten bir bağ varsa, Babilli tarihçinin bu eski belgeyi hayret verici bir biçimde takip etmiş olduğunu kabul etmek zorunda kalırız.
Dünyanın ve insanın yaratılmasını ve tufan hikayesini bir arada nakleden böyle önemli bir vesikanın keşfedilmesi, Tekvin ve Kur’an’da gördüğümüz bu hikayelerin Samiler’le başlamadığını, bunların bu menkıbeleri milattan binlerce yıl önce büyük bir medeniyet kurmuş olan Türk Sümerler’den almış olduğunu ispat eder. Aslında Arap çöllerinden çıkan vahşi Sami kabilelerin sanat ve medeniyeti Sümerler’den öğrenmiş olduğu muhakkaktır.
Görüldüğü üzere, İbrani, İslam, Babil ve Sümer tufan hikayeleri birbirine sıkıca bağlıdır. Şu halde bu münasebetler nasıl izah edilmelidir? Öncelikle İbrani hikayesi ile Babil tufan hikayesini daha yakından karşılaştırırsak, bu iki hikayenin birbirinden bağımsız olmadığını, bunlardan birisinin diğerine geçtiğini veya her ikisinin ortak bir kaynaktan alınmış olduğunu kabul etmek gerekir. Çünkü her iki hikaye arasında benzer noktalar hem çok hem de tesadüfi değildir. Her iki hikayede de tanrı büyük bir tufanla insanları yok etmeye karar vermiş, her ikisinde de tanrı bu sırrı sevdiği bir insana ifşa etmiş ve büyük bir gemi yaparak kendisini ve her türün neslini kurtarmasını emretmiştir.
Berosus’un bildirdiği Babil tufan hikayesinde tufandan kurtulan kahramanın Babil’in onuncu hükümdarı olduğu belirtilmiştir. Nuh’da Adem’den itibaren onuncu insan olduğuna göre aralarındaki bu benzerlik tesadüfi olamaz. Her ikisinde de tanrı, aslında çeşitli hikayelerde görüldüğü üzere, sevdiği kimseye büyük bir gemi yaptırtıp, onu içinden ve dışından sıvamasını söylüyor; içerisine ailesini ve her tür hayvanı aldırtıyor; her ikisinde de tufan şiddetli yağan yağmurlar sonucu vuku buluyor; her ikisinde de kahraman, ailesi ve yanlarına aldıkları kahramanlar dışındaki tüm varlıklar yok oluyor; her ikisinde de suların durumunu anlamak için kahraman önce bir karga, sonra bir güvercin salıveriyor; her ikisinde de güvercin konacak bir yer bulamadığı için bir süre dolaşıp gemiye döndüğü halde, her ikisinde de karga gemiden çıktıktan sonra bir daha dönmüyor; nihayet her iki hikayede de gemi bir dağ üstüne oturuyor. Her ikisinde de kahraman tanrıya şükretmek için geminin oturduğu dağ üstünde bir kurban takdim ediyor. Her ikisinde de takdim edilen kurbanın güzel kokusunu alan tanrı artık bir daha insanlara lanet etmemeye karar veriyor.
Şu halde Babil tufan hikayesinin genel görünüşü ile İbrani ve İslam tufan hikayelerinin genel çerçevesi arasında bir çok benzerlik görebiliyoruz. Fakat İbrani hikayesinin farklı unsurlarını göz önüne alırsak, İbrani kitapları açısından, Babil tufan hikayesinin “Rahip Metni”nden çok “Yahvist Metin”e daha yakın olduğunu görürüz. Zira hem Babil hikayesi hem de Yahvist Metin yedi sayısına özel bir önem vermiştir. Yahvist Metin’de Nuh, tufanın gerçekleşmesinden yedi gün önce haberdar edilmiştir; gemiye kendisiyle beraber yedi çeşit temiz hayvan almıştır; gemiden kuşları yedişer gün arayla salıvermiştir. Babil tufan hikayesinde de tufanın şiddeti yedi gün devam eder; hayvanlar gemiden yedişer yedişer çıkarılmıştır. Yine Babil hikayesinde de, Yahvist Metin’de gördüğümüz gibi, kahraman ve ailesi, hayvanlar gemiye bindikten sonra üzerlerine geminin kapısı bizzat tanrı tarafından kapatılmıştır. Her ikisinde de gemiden önce karga sonra güvercin salıverilmiştir. Her ikisinde de tanrıya kurban takdim edilmiş, kurbanın hoş kokusunu alan tanrının hiddeti sükunet bulmuştur.Diğer yandan, ayrıntılarda ise Rahip Metni Babil hikayesine, Yahvist Metin’den daha çok yaklaşmaktadır. Hem Rahip Metni’nde hem de Babil hikayesinde geminin yapılma şekli ve içerisinin kamaralara ayrılması konusunda kesin emirler verilmiştir. Her ikisinde de su almaması için gemi dışarıdan ve içerden ziftlenmiştir. Her ikisinde de gemi dağ üzerine oturmuş, yine her ikisinde de kahraman gemiden sağ salim çıkınca tanrının takdisine mazhar olmuştur.
Sonuç:
İbrani tufan hikayesi ile Babil ve Sümer tufan hikayesi arasında bu kadar kesin benzerlikler bulunduğuna göre, bu hikayeyi kim kimden almış olabilir?
Bu hikayeyi Babilliler’in İbraniler’den almış oldukları düşünülemez. Zira bu hikaye İbraniler’den en azından on bir veya on iki asır daha eskidir. Bunun dışında, Zimmern’in haklı olarak dikkat çektiği üzere, “Kitabı-ı Mukaddes hikayesinin aslı, Babil gibi su taşkınlarına müsait bir memleketin söz konusu olmasını gerektirir. Böylece bu hikayenin Babil’de vücuda gelip ardından Filistin’e geçtiği şüphe götürmez”.( 27) İbraniler’in bu hikayeyi ne zaman ve nasıl aldıklarına dair kesin bir bilgimiz yoktur. Bazı meşhur bilginler Yahudiler’in bu hikayeyi Babil’de esir bulundukları sırada öğrendiklerini, dolayısıyla Tekvin kitabının ancak M.Ö. VI. asırda yazılmış olduğunu iddia etmektedirler.( 28) Eğer tufan hikayesine sadece Tekvin kitabının Rahip kaynağında rastlasaydık bu görüş doğru olabilirdi. Çünkü Rahip Metni, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, Babil esareti sırasında veya Babil’de dönüşte yazılmıştır.
Şu halde bu metnin yazarları Babil’in bu menkıbesini ya şifahen ya da Babil edebiyatından, yani Babil’deki esaretleri sırasında veya Filistin’e dönüşleri esnasında öğrenmişlerdir. Babil hükümdarı Nabunazar [genelde ifade edilen şekliyle “Nabukadnezar”] tarafından M.Ö. 586 tarihinde Kudüs’ün zapt edilmesinin, bu iki millet arasında sıkı ilişkiler meydana getirdiği ve bu suretle Babil edebiyatının Filistin’de Yahudi edebiyatının da Babil’de bir dereceye kadar etkili olduğu muhakkaktır. Yahvist Metin’den ziyade Rahip Metni’nin Babil metnine yaklaştığı noktaların ise doğrudan Babil kaynaklarından alınmış olduğu şüphesizdir. Bu noktalar, geminin inşası konusundaki ayrıntılar, ve özellikle Babil’in başlıca ürünü olan ziftle geminin kalafat edilmiş olmasıdır. (29) Fakat M.Ö. IX. Veya VIII. yy.’a ait olan Tekvin kitabındaki Yahvist kaynak, Babil’deki esaretten çok önce İbraniler’in Babil metnine çok yakın büyük bir tufan hikayesinden haberdar olduklarını bize isbat etmektedir. Bu da bize, İbraniler’in Babil’e ait tufan hikayesini Filistin’de [yani Babil sürgününden önce] öğrendiklerini göstermektedir. Şimdi İbraniler’in bu hikayeyi Filistin [yazar “Paletsin” diye kaydeder]’de nasıl ve ne zaman öğrendikleri sorularına cevap vermek kalır. Bu sorulara temelde iki cevap verilmiştir. Bu cevaplardan birinde, İbraniler’in milattan iki bin sene önce Filistin’e göç ederken bu menkıbeyi de beraber getirdikleri iddia edilmiştir. (30)
Diğer görüşe göre ise İbraniler bu hikayeyi Filistin’e yerleştikten sonra, menkıbeyi milattan iki bin sene önce Babil edebiyatından öğrenmiş olan yerli ahaliden, yani Kenaniler’den almışlardır.( 31) Bu gün için bu iki iddiadan hangisinin daha doğru olduğunu kesin bir şekilde tesbit etme imkanımız yoktur.
*****
11. E. Schrader, The Cuneiform Inscriptions and the old Testament, I, 47; M. Jastrow, The Religion of Babylonia and Assyria,ss.463,484,510; Hebrew and Babylonian Myths, s.325; N.I.Schrader’e göre bu ayın Akadca ismi olan “iti asa segi”nin Asur dilindeki karşılığı olan “arah arratzunni” yağmur felaketi ayı anlamına gelmektedir. Profesör Jastrow, Gılgamış Destanı ile aylar arasında daha başka münasebetleri de açıklamıştır.
12. Tufan hikayesinin tercümeleri veya özetleri için bkz: Eberhard Schrader, The Cuneiform Inscriptions and the old Testament, I, 46 vd,; Hebrew and Babylonian Traditions, s.325 vd,; L.W. King, Babylonian Religion and Mythology, s. 127; p. Jensen, Assyrisc Babylonische Mythen und Epen, s.229 vd,; W. Muss Arnold, R.F. Harper’s Assyrian and Babylonian Literature, ss. 350 vd,; H. Zimmern, in F. Schrader’s Die keilinischriften und das Alte Testamente, ss.544 vd,; Alfred Jeremias, Das Alte Testament im Linchte des Alten Orients, ss. 228 vd,; P. Dhorme, Choix de textes Religieux assyro-Babylonians,ss. 100 vd,;Arthur Ungnand, in H. Gressmann’s Altorientalische texte und Bilder zum Alten Testamen, I, 50; a. Uhgnand ve H. Gressmann, Das Gigamesh epos, s. 52 vd,; R.W. Rogers, Cuneiform Paralells to the Old Testament,ss [sayfa numarası verilmemiş]; Dhorme, Jensen ve Rogers eserlerinde tufan hikayesinin tercümesi yanında asıl Babil metnini de Romen harfleriyle kaydetmişlerdir.
13. Daha önce “ Eabani” diye okunan bu ismin “Enki (Samiler’deki Ea) yaratıcıdır” anlamında Sümerce bir isim olduğu söylenmiştir. Bu konuda bkz. A. Ungnad ve Gressmann, Das Gilgamesh Epos, ss. 75 vd..
14. Önce “Par-napişim”, “Per-napiştim” ve “Tsıt-napiştim” olarak okunan bu ismin “hayat buldu”, “hayat gördü” (uta,ut) anlamında olduğu söylenmiştir. Bu konuda bkz. H. Zimmern, in E. Schrader’s Die Keilinschriften und das Alte testament, s.545. Krş. P. Jensen, Assirich Babylonische Mythen und Epen, s. 466; A. Ungnad ve H. Gressman, Das Gilgamesh- Epos, s. 80.
15. Destanın dokuzuncu ve onuncu şiirlerinde anlatılan seyahat hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. M. Jastrow, a.g.e., ss. 489-492; L.W.King, a.g.e., ss. 165-171; A. Ungnad ve K. Gressmann, a.g.e., ss. 134-139.
16. H. Zimmern bu kısmın, küçük bir okuma farkı ile “bu şehir dindar değildi” şeklinde okunmasını teklif eder (E. Schader. a.g.e., s.. 546,n 6). Bu halde şehrin tufanla mahvolmasının sebebi günahkarlığa bağlanıyor demektir. Fakat teklif edilen bu okuma tarzı ve çıkan anlam, sonraki yazar ve çevirmenlerce kabul edilmemiştir.
17. İllil: Bu isim önce “Bel” olarak okunmuştu (Jense,Dhorme ve Jastrow). Enlil bu tanrının Sümerce ismidir. Samiler’deki ismi ise Bel’dir. Tanrıların babası Anu ile birlikte(Samilerde Ea) Sümer panteonunu teşkil eder. Bkz. W. King, a.e.g., s. 14; Ungand ve Gressmann, a.g.e.,s.76.
18.Y ada daha çok tercih edilen şekliyle “çit”. Dhorme kelimeyi “kamıştan çit” olarak tercüme etmektedir. Babil binalarında kamıştan yapılmış hasırlar, toprağın dağılmasını engellemek için dört beş adım arayla kerpiçlerin arasına konurdu. Bu konuda bkz. W.K.Leftus, Travels and Researches in Chaldea and Susiana,s. 168. Burada tanrının kamış kulübeyle konuşmasının nedeni şudur: Tanrılar meclisinde verilmiş bir kararı fani bir kimseye açıklayamayan iyiliksever tanrı, kanuni bir hileye başvurarak bunu kamıştan bir duvara fısıldıyor. Duvarın arkasında da tanrının lütfuna mazhar tufandan kurtulacak olan adam durmaktadır. Böylece diğer tanrılar bundan haberdar oldukları takdirde, tanrıların kararını hiçbir faniye söylemediğini bu tanrı kolaylıkla iddia edebilecektir.
19. L.W. King ve A. Ungand ile beraber diğerleri bunu “Adad” okumaktadırlar. Ramman veya Adad gök gürültüsü ve fırtına tanrısıdır. İsmi AH.İM. şeklinde yazılmıştır. Bu konuda bkz. Ungand ve Gressmann, a.g.e., s.79.
20. Küçük tanrılardandır. Sonradan “Nabu/Nebo” ile şahıslaştırılmıştır. Bkz. A.g.e., s. 7.
21. Küçük tanrılardandır. Tanrıların postacısıdır. İsmi “hükümdar” demektir. Bu unvan “Marduk”a verilmiştir. Bundan dolayı bazı çevirmenler bu ismi bu fıkrada Marduk diye çevirmektedirler. A.g.e. ,ss.77.
22. Irrigal veya İrrakal, daha çok “Nergal” ismi ile bilinen veba tanrısıdır. A.g.e.,s. 77,78.
23. Haupt ve Delitsch’e göre, Nisir “muhafaza etmek, tutmak” anlamına gelen bir kelimedir. Nasar ile aynı köktendir. Öyle ise Nisir dağı “kurtuluş ve selamet dağı” demek olur. Bu konuda bkz. Schrader, Cuneiform İncriptions and the oldu Testament, O.C. Whitehouse tercümesi, I.54. Yunan efsanesinde de, Deucalion’un büyük tufandan sonra karaya çıktığı dağda, kurtarıcı Zeus’a bir sunak yaptığı söylenmiştir.
24. “Akıllı kimse” anlamındaki bu kelime, Ut-napiştim’e verilen bir unvandır. Gılgamış Destanı’nın Türkçe çevirisi için bkz. Gilgames Destanı, çev. M. Ramazanoğlu, M.E.B.Yay., Ankara,2001.
25. Sümer tufan hikayesinin yazılı olduğu tableti ilk olarak 1912 yılında John Hopkins Üniversitesi Profesörlerinden Dr. Arno Poebel okumuştur. Bkz. A. Poebel, The Babylonian Story of the Creation and Earliest History of the World,The Museum Journal, Philadelphia, June,1913,ss.41 vd.-in Universty Museum, vol. IV, Philadephia, 1914,ss. 7-70; M.Jastrow, Hebrew and Babylonian Traditions, ss. 335 vd.; L.W. King, “Recent Babylonian Research and its relation to Hebrew Studies”, Church Quarterly Review, N.162,January,1916,ss.271 vd. *2 Sümer tabletlerindeki tufan hikayesinin metni için bkz. S.N.Kramer, Tarih Sümer’de Başlar, çev. H. Koyukan, Kabalcı yay., İstanbul,1999, ss. 187-193. Burada Ziusudda ismi “Ziusudra” biçiminde yazılmıştır.
26. Atrakhasis(anlamı “akıllı bir adam”) tersi biçiminde, yani Khasisatra şeklinde de okunmuştur. Schrader, Zimmern, Dhorme ve Ungand tarafından Xisutrus ile aynı kabul edilmiştir. Bu konuda bkz. E. Schrader, a.g.e.,I,26; H. Zimmern, a.g.e., ss.532,551; P. Dhorme, a.g.e., ss. 116,n.119,132, n. 53; A. Ungand, a.g.e., I,39,n.15,46,n.4; Ungande ve Gressmann a.g.e., ss.50,74. Bu eserlerin dışında,P,Jensen, a.g.e., ss.270 vd.; Usener, Die Sintflutsagen, s.15.
27. S.R..Driver, The Book of Genesis, s. 107.
28. E. Schrader, a.g.e.’de iktibas ettiği P. Hupt ve Fr. Delitsch’in görüşü bu yöndedir. Bu görüşü E. Schrader reddetmiştir. I. 55.
29. Herodotus, I. 179,George Rawlinson tercümesi, vol. 1, s.300.
30. Bu görüş Prof. M. Jastrow (Heb. And Baby. Trad. S. 13.vd.)’a aittir. Jastrow bu görüşünü, İbrahim’in çağdaşı Şinar hükümdarı Amrafel (Tekvin, 14; 1)ile, Babil hükümdarı Hammurabi’nin aynı kişi olduğu iddiasına dayandırmaktadır. Böylece o, İbrahim ve Filistin göçünün M.Ö. 2100 yılında vuku bulduğunu iddia eder.
31. Gressmann, Das Gilgamesch-epos, übersetzt und Erklart von A. Ungand und H. Gressmann. J. Skinner, Critical and Exegetical Commentary on Genesis, s. 10. Skinner bu görüşe itiraz ederek, Babil yaratılış ve tufan hikayelerinin İbraniler’e intikalinde özellikle Kenaniler’in aracı rolü oynadıklarına dair kabul edilebilecek deliller bulunmadığını söylemektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder