21 Ocak 2016 Perşembe

Allah, Cin'i Ve İnsan'ı Kulluk Etsinler Diye Yaratmış

 
                  
"Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım."

ZÂRİYÂT Suresi
Ayet - 56      
وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ
Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûn(ya'budûni).
Ve Ben, insanları ve cinleri (başka bir şey için değil, sadece) Bana kul olsunlar diye yarattım.

 ***
  

İmam İskender Ali Mihr : Ve Ben, insanları ve cinleri (başka bir şey için değil, sadece) Bana kul olsunlar diye yarattım.
Diyanet İşleri : Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.
Abdulbaki Gölpınarlı:Ve ben, cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.
Adem Uğur : Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.
Ahmed Hulusi : Ben cinni ve insi yalnızca (Esmâ özelliklerimi açığa çıkarmak suretiyle) kulluk etmeleri için yarattım!
Ahmet Tekin : Ben cinleri ve insanları yalnız beni ilâh tanısınlar, candan müslüman olarak bana teslim olsunlar, saygıyla bana kulluk ve ibadet etsinler, yalnızca benim şeriatıma bağlansınlar, bana boyun eğsinler diye yarattım.
Ahmet Varol : Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etmeleri için yarattım.
Ali Bulaç : Ben, cinleri ve insanları yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım.
Ali Fikri Yavuz : Ben, insanları ve cinleri, ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.
Bekir Sadak : Cinleri ve insanlari ancak Bana kulluk etmeleri icin yaratmisimdir.
Celal Yıldırım : Ben, cinleri ve insanları ancak beni tanıyıp ibâdet etsinler diye yarattım.
Diyanet İşleri (eski) : Cinleri ve insanları ancak Bana kulluk etmeleri için yaratmışımdır.
Diyanet Vakfi : Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.
Edip Yüksel : Cinleri ve insanları ancak bana kulluk etmeleri için yarattım.
Elmalılı Hamdi Yazır : Ve ben, Cinn-ü İns'i ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.
Elmalılı (sadeleştirilmiş) :Ben cinleri ve insanlan ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım.
Elmalılı (sadeleştirilmiş - 2) : Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.
Fizilal-il Kuran : Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.
Gültekin Onan : Ben, cinleri ve insanları yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım.
Hasan Basri Çantay : Ben cinleri de, insanları da (başka bir hikmete değil) ancak bana kulluk etsinler diye yaratdım.
Hayrat Neşriyat : (Ben) cinleri ve insanları, ancak bana ibâdet etsinler diye yarattım!
İbni Kesir : Ben, cinnleri ve insanları ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım.
Muhammed Esed : Ve (onlara söyle!) Görünmez varlıkları ve insanları yalnızca (Beni tanımaları ve) Bana kulluk etmeleri için yarattım.
Ömer Nasuhi Bilmen : Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.
Ömer Öngüt : Ben cinleri ve insanları ancak (beni bilsinler) bana ibadet etsinler diye yarattım.
Şaban Piriş:Cinleri ve insanları sadece bana kulluk etsinler diye yarattım.
Suat Yıldırım : Ben cinleri ve insanları sırf Beni tanıyıp yalnız Bana ibadet etsinler diye yarattım.
Süleyman Ateş:Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.
Tefhim-ul Kuran : Ben, cinleri de, insanları da, yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım.
Ümit Şimşek : Ben cinleri ve insanları Bana kulluk etsinler diye yarattım.
Yaşar Nuri Öztürk : Ben, cinleri ve insanları bana ibadet etmeleri/benim için iş yapıp değer üretmeleri dışında bir şey için yaratmadım.

http://www.kurantefsiri.com/kuran_tefsiri/zariyat/zariyat_suresi_tefsiri.aspx?ayet=56


 **
Zaten bu "Allah"ın  "topluluk" deyince aklına gelen sadece  "“Cin topluluğu ve İnsan topluluğu” dur...


Matruşka'larda Tarih Bulmak..

http://toplumvetarih.blogcu.com/matruska-larda-tarih-bulmak/9184811

***
YER VE GÖK, KURAN’DA ADEM VE SEYTAN!
 
Kutsal kitapların ‘ tanrısal yaratılış’ anlatımının dayandığı eski ilahiler, “gök’ün yer’den, yer’in gök’ten ayrılması”, “gök ve yer’e ad verilmesi” biçimindeydi.

Bu kavramlar, Sümer adı verilen uygarlığın erken döneminde, toplum birimlerin birbirinden ayrıştırılmasının ve bu ayrıştırmaya bağlı olarak gerçekleşebilen düzenlenişin bir anlatım tarzı olarak kullanılmıştı. Dolayısıyla, ilahilerin çözümlemelerinde ve “kutsal kitap” aktarımlarında ‘yer-dünya’ ve ‘gök’ olarak algılanan bu kavramlar, şimdiki anlamlarıyla ‘yer’ ve ‘gök’ değildi. (1)
 
Kırmızı renk ile sembolize edilen ateş ve buna bağlı olarak gelişen ‘kutsal nefes’ kültü, Ana, Uttu, Enlil, Nemrut, Marduk çizgisi boyunca izlenebilmektedir. Şii’lik veya Hıristiyanlığın ateş motifli kavram ve göreneklerinden, Hitit güneş tanrılarına değin bu kültür hattı takip edilebilecek kadar belirgindir. Kutsal nefes, Güçlü Yel, Ulu Üfürükçü Enlil ve Babil’in Marduk’u olarak okunan En-Mar-Utu yani Nemrut, Semitik Akad toplumundaki ateş kültünün taşıyıcıları gibidir. Cenazeyi yakarak defnetmenin, suçluyu ateşe atarak öldürmenin, ‘yakmalık sunu’nun, kandil ve mum yakmanın; odun hayranlığının, söndürülmemesi gereken olimpiyat meşalesinin, ateş üzerinden zıplamanın, ateşle arınma ve arındırmanın... gerisinde kurbanını, “çiğ veya haşlanmış olarak değil”, Musa’nın tanrısının yeniden dikte ettirdiği şekilde, kurbanını bütün halde kızartarak hazırlamakla yükümlü kılınmış toplulukların ateş kültü bulunur. Bu yüzden çöl yollarında tanrı, Musa’nın karşısına sönmeyen bir ateş haliyle görünmeyi tercih eder. Abraham, oğlunu kurban olarak sunmak istediğinde, bu nedenle, önce onun başını gövdesinden ayırıp kanını toprağa akıtacak ve fakat hemen sonra özel olarak hazırlayıp eşeğine yüklediği odunlar ile de ‘yakmalık sunu’ olarak yakacaktı. Ateş kültü kurallarının giderek bozulmasından önceki dönemde, Milliyet muhabirlerinin sunduğu “Mangal keyfi”, bu nedenle, bütün ‘atalarımız’ için değil, sadece, ateş kültünün etki alanı içinde bulunan toplum birim ataları için geçerli olabilirdi. (Bunlarda bile, daha sonra, hiç olmazsa ’kutsal tatil günlerinde’ etin ateşte kızartılması yasaklanmaya; ‘ateşe bıçak uzatmak günah’ sayılmaya başlanmış durumdaydı.)
 
‘Ateşe, güneşe, şeytana tapmakla’ suçlanacak olan bu toplulukların ataları, erken Sümer düzenlenişi sırasında, yani ‘gök’ ile ‘yer-dünya’ birbirinden ayrıştırılırken, simdi ‘gök’ olarak anlaşılan ateş-güneş veya kırmızı renk tarafını temsil ediyor olmalıydılar.
 
Âdem ise bu ayrışmada, ‘toprak’tan, ‘çamurdan’ yaratılmış olma yorumuna iki kanaldan ulaşmış görünüyor. Birisi kara renkle eşitlenmiş yer küre, dünya, toprak; öteki de, bilge tanrıların, kaderlerini kil’e yazarak olguyu, canlıyı ‘var etme’ uygulamaları.

Âdem, ‘toprak’, ‘kilden’, ‘yer’den yaratıldıktan sonra, Kuran’a göre, Tanrı bütün meleklere; Âdem’e secde etmelerini buyurduğunda, meleklerden birisi dışında hepsi bu emre uymuştu. Tanrının “Âdem’e secde edin!” emrine uymayan bu melek, İblis, şeytan, cin idi: 
 
“(Allah:) Meleklere: ‘Âdem'e secde edin!’ dedi. İblis'in dışında hepsi secde ettiler.
 
Allah buyurdu: Ey İblis! Ben sana emretmişken seni secde etmekten alıkoyan nedir?
 
Secde edenlerle beraber olmayışının sebebi nedir? Böbürlendin mi, yoksa yücelerden misin?” 
 
Tanrının hışımla sorduğu soruya İblis, Cin, Şeytan’ın verdiği yanıt oldukça serinkanlıdır:
 
“ İblis: ‘Ben, çamurdan yarattığın bir kimseye secde mi ederim!’ dedi.
“Ben kuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattığın bir insana secde edecek değilim.”
 
“Ben ondan (daha) hayırlıyım! Ben ondan daha üstünüm. Çünkü beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın!”
 
Şeytanın bu sertliği karşısında Tanrı, adeta bir özür arayışı içinde şöyle bir açıklamada bulunmuştu:
 
“Cini, İblis’i daha önce kavurucu ateşten yaratmıştık.”
 
Bu açıklamayı yapan Tanrı, tek’leşme sürecine bağlı olarak, Cin’i, Şeytan’ı Âdem’den daha önce ve ateş’ten yaratmış olma sorumluluğunu ister istemez üstenmek zorunda kalmış görünüyor. Fakat biz biliyoruz ki, burada “İblis, melek, cin, géant” olan bu oğul, Hammurabi kanun metni giriş bölümüne göre, gök’ün, Ateş’in büyük oğlu olarak, Enlil kılınarak Anu tanrı tarafından, ‘ateşten yaratılmış’ olan Marduk okunuşlu tanrı olmalıydı.(2)
 
Böylece kırmızı ateşten cin topluluğu, kara topraktan insan topluluğu yaratılmış durumdadır!
 
Eski Ahit, Enoş’un Kitabı ve Kuran, başlangıçtaki Sümer-Akad ittifakına ve onun oğullarına yansıyan bu ikilemi oldukça belirgin olarak resmederler. Kutsal kitapların tümünde eski toplum ikiye ayrılmış olarak sınıflanır:

‘İlahi varlıklar” (‘Tanrı oğulları’), ile “İnsan evlatları”(‘les enfants des hommes”)!

Bir yanda ”Melekler” (‘les anges’) , öte yanda ise “İnsan soyu”!

Bu belirgin ikili ayrımın Kuran’da kazandığı biçim, “İnsan topluluğu” ve “Cin Topluluğu”dur. Tanrı, ‘topluluklara’ seslenmek istediğinde, karşısında sadece “in ve cin toplulukları” bulunduğunu varsayıyordu:
 
Ey cin ve insan topluluğu!
 
İçinizden size ayetlerimi anlatan ve bu günle karşılaşacağınıza dair sizi uyaran peygamberler gelmedi mi!(Enam Suresi. 130. Ayet)
 
Kutsal kitapların, din felsefesinin bu ‘ikili’ yapısı, cin ile insan, haram ile helal, iyi ve kötü’ kavramları, sosyolojik temelini incelemekte olduğumuz eski toplumun zıt’larla var olabilen örgütlenme ve işleyişini açıklamaktadır.
 
 Başlangıç döneminde, genel bir kural olarak, bir toplum birimin ‘helal’ öğesi, karşı toplum birimde bir ‘ haram’ öğesi olarak tamamlanıyor olmalıydı. Karşıda ‘kötü’ olanın, bu yandaki toplum biriminde ‘iyi’ görünmesi veya komsu toplulukların sadece ‘toprak’ isteğine dayanmayan aşırı çelişmeli yapı arz etmeleri genellikle bu yüzdendir. 
 
Erken Sümer döneminden bu yana ateş-güneş kültünün taşıyıcıları Anu, Samas, Utu, Enlil, cin-géant, İblis, Nusku, Nemrut, Marduk... aynı temel hatta, birbirleriyle değişik akrabalık ilişkileri temelinde uzanıp gelirler.
 
Karşı toplum birim, bize, kendisini ‘insanoğlu’ ve onları ise ‘melek’, ’tanrı evlatları’, ‘cin’ olarak aktarır. Anlatıcımız değişince, az önce bize kendisini ‘insanoğlu’ olarak tanıtan topluluk, bu kez karşı taraftaki yeni anlatıcımız bakımından ‘çiğ et yiyen’, ‘kıllı’, ‘yabani hayvan’ topluluğu halini alır. ( 3)
 
Eski toplum ‘aile’ kurumuna geçmeye başladığı dönemde, önceki zıtlık, bu kez ,’aile’nin içine, Adem ile Havva’nın iki kardeş oğlu arasına, ‘büyük-küçük oğul’ zıtlığı haline gerilemiş olarak varlığını sürdürür. Önceki zıt karşılıklı iki toplum birimin çelişmesi, yeni aile’nin minyatür yapısı içine taşınmıştır ve ateş’in temsilcisi Gibil-Habil’e (ki bu Kuran’ın İblisi, Cin’i olmalıdır) karşılık, ‘yer’ ‘toprak’ kara renk soyunun temsilcisi Kabil biçiminde şekillenir. Rebekka’nın oğulları Yakup ve Esat, birbirinin zıttı, düşmanı olarak doğarlar.
 
Bu döneme ilişkin eski ilahilerde, her durumda, kendisini ‘insan’ gören bir topluluğun karşısında ”Göksel yaratıklar”, "melekler", 'cinler’, ’ejderha’lar dünyası bulunur. Her iki durumda da, sadece kendini insan kabul eden topluluk, karşıtı olan ‘melek’, ’cin’,’ejderha’’géant’ topluluğuyla karşılıklı evlilik ilişkileri kurar.
 
Eski Ahit’e göre, daha az düzeltilmiş gibi görünen Enoş’un Kitabı’nda bu olgu şöyle aktarılıyordu:
 
“İnsanoğlunun çoğaldığı sıralarda, onların güzel ve alımlı kızları ortaya çıktılar.
 
Melekler, göklerin oğulları onları görüp aşık oldular.
 
Melekler aralarında dediler ki, kendimize insanoğlu kadınlardan seçelim ve bu kadınlardan çocuk sahibi olalım.
 
Meleklerin her biri bir kadın seçti ve kadınlarla birlikte yasamaya başladılar.
 
Melekler kadınlara, büyücülüğü, ilahi okuyuculuğunu, ağaç ve köklerin kaynaklarını öğrettiler.
 
Bu kadınlar hamile kalıp melekleri (cinleri) doğurdular.”
 
Eski Ahit’te ise bu konu şöyle yer almaktaydı:
 
“İnsanlar yeryüzünde çoğalmaya başladı ve onların kızları doğdu.
 
İlahi varlıklar, (‘Tanrı oğulları’), insan kızlarının güzelliğini görünce beğendikleriyle evlendiler ("İlahi varlıklar’ veya İbranice "Tanrı oğulları", melek veya da Şit soyundan gelen insanlar olarak yorumlanır.) 
 
İlahi varlıkların (géant, cin, melek) insan kızlarıyla evlenip çocuk sahibi oldukları günlerde ve daha sonra yeryüzünde Nefiller ( "Nefiller": İbranice "Düşmüş kişiler" anlamında kullanılsa da, Septuaginta bunu "Devler" diye çevirir. Ejderha’lar, insansı hayvanlar diye anlamak daha yerinde olur) vardı. Bunlar eski çağ kahramanları, ünlü kişilerdi.” 
 
Bu anlatımlara göre insanoğlunun kızları ‘cin doğuruyor’ ise, bundan anlaşılması gereken, bu evlatların, anlatıcı toplum birimimizin aidiyetine değil, kızlarının kocası olan ‘cin’, ‘şeytan’, ‘géant’, ‘hayvan’ toplum birimine ait kabul ediliyordu.
 
Enoş’un Kitabı’na göre, İnsanoğlu’nun kızlarının doğurduğu bu ‘cin’, ‘şeytan’ evlatları doyurmak da mümkün değildi. Öyle ki, bu ‘cin, şeytan evlatlar’ bir süre sonra, bizzat insanoğlunu, kuşları, hayvanları, sürüngenleri ve balıkları yemeye yöneldiler. Bu anlatım da, kutsal tanrısal evlatların, çeşitli hayvan totemleriyle ifade edilen toplulukların insanlarını kurban olarak aldıkları biçiminde anlaşılmalıdır.
 
***
 
(1) Bay Kramer ,’yer’ ve ‘gök’ olarak okuduğu kelimeleri güvenle ortaya koymuş görünmez:
“ -Yıldız resmi. Sümerce an- ‘gök’. Dingir- ‘tanrı’ anlamına gelir.
 
-Ki ‘yer’-. Bunun yer resmi olması lazım ama yorumlama olmuyor.”
(S.N.Kramer. TSB.s.309)
 
Gök’ü temsil ettiği düşünülen deseni, bir ‘yıldız’ resmi olarak değerlendirmek oldukça zorlamadır. Hac işareti bir toplam, yani ittifak işareti olarak, İsa’dan binlerce yıl önceden beri vardı. Sümerlerde ‘yıldız’ olarak sanılan çizgiler, ittifak kurmuş toplum birimlerin sayısı kadar üst üste yığılmış artı; hac işaretine benzemektedir. Yıldız olarak değerlendirilen sembolün, ittifak sayısı ile bağlantısını, tipik yıldıza benzemeyen Israel bayrağının yıldız çiziminde de bulmak mümkün.
 
Yer, dünya, toprak kavramına ilişkin ise, bay Kramer, tam olarak boşlukta durduğunu açık yüreklilikle belirtmektedir. Yer kavramına karşılık olan şekil, Sümerlerin kendilerine ‘kara başlar’ demelerine yol açan kara renkli bir baş giysisi şekline benzemektedir.
 
(2) “Ne zaman ki, ulu Anum( AN),
Anunnaki'lerin efendisi(lugal)
göğün ve yerin efendisi
Enlil,
memleketin kaderini tayin eden,
Ea'nın büyük oğlu olan Marduk(AMAR.UTU) için
bütün insanlık üzerine Enlil'liği (hükümdarlığı) onun için tayin etti (ve)
İgigi'ler içinden (arasından) onu yüceltti.
Babil (ka.dıngır.ra) şehrini üstün adıyla andı;
Onu cihanda üstün yaptı.
(orada) temelleri gök ve yer gibi sağlam olan ebedi bir krallık sağladı.”
 
Hammurabi döneminde, 4000 yıl kadar önce, ‘göğün ve yerin efendisi’ olan ’tek tanrı’ fikrinin gelişmesine bağlı olarak En-Mar-Utu, Marduk’un yaratılışının hem gök’le, hem yer ile bağlı olarak aktarılması anlaşılabilir.
 
Bununla birlikte, Dumuzi, Kara’ların(yerin, toprağın, çamurun, kilin.) büyük gulu gulu ve büyük olasılıkla Marduk’a karşılık düşen Gılgamış ise ‘ateşin’, ’gök’ün, ’güneşin’ büyük oğlu idi. Bay Hrozny’nin, Gılgamış kavramında ‘ateşin oğlu’ anlamı bulmuş olması da, bu yorumu güçlendiriyor.
 
Bu iki ‘büyük oğul’ , eski Yunan din tarihi anlatımına göre üçüncü kuşak tanrıları oluşturuyor olmalıdır. Dumuzi ve Gılgamış’ın, tabletlerde yazılı olan özellikleri onların Tanrı veya tanrısal sayılmış olduklarını gösteriyor. Meleklerden Âdem’e secde etmelerinin istenmesi, bir yönüyle, Gılgamış toplum biriminin Dumuzi’nin büyük oğulluğunu kabul etmeleri isteğini anlatıyor olabilir. Fakat öteki yönüyle Dumuzi olan Âdem, Kuran’ın dayandığı kaynaklar tarafından da tanrı veya tanrısal sayılmış gibi görünmektedir.
 
( 3)Ateş kültünün temsilcisi Enlil, Tufan yapmayı aklına koyduğunda, cezalandırmak istediği topluluk Enki’nin topluluğu idi.(Nuh’un ‘gemisini’ sürdüğü ‘okyanus’ Enki’nin Apsu mabedidir) Uruk’lular bakımından Enkidum’un hayvani, yabani topluluğu ifade ediyordu. Bu bakımdan, Enlil’in Tufanının, ”hayvanları,  sürüngenleri, kuşları” hedef almış olması anlaşılır. Nuh’un, gemisine bütün bu “hayvan”lardan birer veya bir kaç çift toplamış olması da bu yüzden olmalıdır.
 
Tufan anlatımı, bize, Tufan yapımcısı Enlil toplum birimleri tarafından değil, genel olarak, Tufan’ın hedefi olan, kurban edilen, kurban veren Enki’nin toplum birimleri tarafından aktarıldığından ve bu aktarıcılar kendilerini ‘insan’ olarak değerlendirdiklerinden, bu Tufan anlatımları, ’İnsanların ve hayvanların Cezalandırılması’na dönüşmüşe benziyor.
Eski Ahit, Enlil önderliğindeki tanrılar meclisinin Tufan kararını, daha sonra tek tanrı döneminde söyle aktarmıştı:
 
“RAB baktı, yeryüzünde insanın yaptığı kötülük çok, aklı fikri hep kötülükte. İnsanı yarattığına pişman oldu. Yüreği sızladı. "Yarattığım insanları, hayvanları, sürüngenleri, kuşları yeryüzünden silip atacağım" dedi, "Çünkü onları yarattığıma pişman oldum." (Eski Ahit. Yaratılış)
 
Burada, Tanrı’nın insan’ı cezalandırmak isterken, hayvanları, sürüngenleri, kuşları da bu arada neden cezalandırmak istediğini anlamaya çalışırsak, görürüz ki, söz konusu olanlar, ‘yılan’; öküz, inek, kuş veya balık’la sembolize edilen, totemleri yengeç, akrep, balık, inek, keçi, koyun vb. olan toplum birimlerin bizzat kendileridir. Günümüzün fal sembollerinin tümü, eski toplumun ittifak halindeki hayvan sembollü insan toplum birimlerinden mirastır.

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder