Müslümanların
Allah'larının "isim" konusuyla ilgisi çok ilginçtir:
Anımsanacağı gibi, “Âdem Yaratılınca”, tanrı ona, öteki yaratılmışları 'adı ile çağırması' talimatını vermişti. Âdem de onları 'adı ile çağırmış'tı.
Gerçekte bu “ad veriş”, toplulukların, onların temsilcilerinin, içeriği belirlenmiş hak ve görevlerinin de tanımıydı. Âdem, olmayan bir şeye ad vermiyor, olanı sınıflıyor; görev ve haklarını belirleyen bir kavramla tanımlıyordu. Bu sonradan 'yaratılış' diye yorumlanmıştır.
Bu bakımdan "ad verme", en eski Mezopotamya ilahilerinde, "Yerin adı yoktu", "Göğün adı yoktu".... mısralarından itibaren "tanımlanamamış" olmanın çözümü olarak var olmuştur.
Marduk'un "ad"landırılmasından Oğuz Kağan'a ad verilmesine kadar, "ad" vermeyi, yok olanı yaratma anlamında değil; var olanı tanımlama, sınıflama, yapılandırma anlamında ele almamız gereklidir.
Müslümanların "Allah odur ki, ondan başka ilah yoktur" tanımları arasında dolaşmaktan, "ilahların ilahı" tanımı arasında gezinmekten başka yapabilecekleri bir iş yok.
Ateistler bilimsel alanda ilerledikleri sürece, konuları tarihsel ve toplumsal temellerine oturtarak açıklama yeteneğine erişeceklerdir.
Anımsanacağı gibi, “Âdem Yaratılınca”, tanrı ona, öteki yaratılmışları 'adı ile çağırması' talimatını vermişti. Âdem de onları 'adı ile çağırmış'tı.
Gerçekte bu “ad veriş”, toplulukların, onların temsilcilerinin, içeriği belirlenmiş hak ve görevlerinin de tanımıydı. Âdem, olmayan bir şeye ad vermiyor, olanı sınıflıyor; görev ve haklarını belirleyen bir kavramla tanımlıyordu. Bu sonradan 'yaratılış' diye yorumlanmıştır.
Bu bakımdan "ad verme", en eski Mezopotamya ilahilerinde, "Yerin adı yoktu", "Göğün adı yoktu".... mısralarından itibaren "tanımlanamamış" olmanın çözümü olarak var olmuştur.
Marduk'un "ad"landırılmasından Oğuz Kağan'a ad verilmesine kadar, "ad" vermeyi, yok olanı yaratma anlamında değil; var olanı tanımlama, sınıflama, yapılandırma anlamında ele almamız gereklidir.
Müslümanların "Allah odur ki, ondan başka ilah yoktur" tanımları arasında dolaşmaktan, "ilahların ilahı" tanımı arasında gezinmekten başka yapabilecekleri bir iş yok.
Ateistler bilimsel alanda ilerledikleri sürece, konuları tarihsel ve toplumsal temellerine oturtarak açıklama yeteneğine erişeceklerdir.
Tanrılardan
Tanrı'ya, Allahlardan Allah'a geçiş süreci
İslam’ın Allah’ının, daha doğrusu Allah kavramının, özel bir ad, tanım olup olmadığının inceleme çalışmasını, eski toplumun dinlerinin toplumsal bir sürece bağlı olarak gelişimine ve İslam'daki birçok uygulamaya bağlayarak ele almak gereklidir. Tek başına bir etimolojik inceleme veya "İslam’ın ötekilerden bir aşırması" gibi motiflere bağlanmış “açıklama”lar bizim tarzımız değildir.
1997 Aydınlanma Konferansının katılımcıları, siyasal İslam’ın gelişmesi karşısında, politik amaçlarla çok fazla meşgul oldukları ve tarihsel verilere yaklaşım tarzı konusunda genel olarak sorunlu bir bakışa sahip oldukları için, dinlere, eski “aydınlanmacılık” akımlarının öğretisi temelinde yaklaşıyorlardı.
Daha geçen gün, katılımcılardan şimdiki Agnostik Türker Alkan, yeniden Russell’lere başvuru yaparak bu özelliğini göstermiştir. (Radikal'de Üç Yazar ) Bunca zamandır, Türkiye’de, eski toplumun farklı öldürme biçimleri ile dinsel-kutsal eski cezalandırma biçimleri arasındaki paralelliklere dikkat çekiyoruz. Hammurabi yasalarında, bir çok hükümde “ölüm cezası” yer alıyordu ama, bu ölüm cezalarının yerine getirilme biçimleri “ateşte yakma”, “kazığa geçirme”, “nehire atma” gibi, birbirinden tamamen değişik yöntemleri kullanıyordu. Temelsiz bir agnostizmi, ne şiş yansın ne kebap havasında yazmaya devam eden sayın Türker Alkan, üstelik akademik bir hüviyet de taşıdığına göre, bu konuları da incelemek istiyorsa,otursun, Hammurabi ve eski yazılı yasalarda, “İkiye ayırma”, “ateşe atma”, “nehire atma”, “kazığa geçirme” gibi farklı ölüm cezalarının eski dinlerdeki kurban sunum biçimleriyle ilgisini araştırsın, daha makbule geçer.
Bizim, ilgili kamuoyunun bilincine çıkardığımız ve muhtemelen onları okuyan ve yazılarında kullananların yapmaya çalışmaları gereken bu olmalıdır.
Buna karşılık Türker Alkan, “Gerçi yakarak, derisini yüzerek, kemiklerini kırarak, çarmıha gererek, kızgın yağda kızartarak, hayvanlara parçalatarak.. adam öldürme eski çağlarda dünyanın hemen hemen bütün kültürlerinde görülen uygulamalardı” diyerek, bir şey söylememiş olmanın söylemini sürdürmeyi yeğliyor. Aynı gazetede köşe arkadaşı Murat Belge’lerin yöntemini benimsemek kendisine fazla bir şey kazandırmaz.
“Eski Çağlar”da, sözünü ettiği öldürme biçimleri, “ hemen hemen bütün kültürlerinde” aynı anda, bir arada görülen uygulamalar haline, belki zamanla gelmiş olabilirdi ama, kaynakları bakımından, her bir öldürme biçiminin, her farklı toplumun, kurban sunum biçimine ait olarak şekillenmiş olduğunu, ortaya çıkarmış durumdayız. Türk geleneğinde “boğma” veya “kemiklerini kırarak öldürme” kurbanın kanını dökmeme motifini temel alırken, İslami kurban sunumda, başın koparılması ve kan dökme, hem sonraki idam biçimlerinin şeklini belirler ve hem de İslami kurban sunum ( ve “halal et”!) biçiminin şekli idi.
Buna karşılık Musevi Fısıh’ında, hem kurbanın hiçbir uzvunun koparılmayacağını, hem kazığa geçirileceğini ve hem de mutlaka ateşte kebap edileceğinin yazılı olduğunu görüyoruz.
Bu farklı metotlar, hiç de sonraki toplumların özel olarak “biz bu öldürme yöntemlerini tercih edelim” diyerek kararlaştırılmış metotlar değildi. Fransız giyotini, Osmanlı darağacı, Suud kılıcı, hiçbir şekilde, tesadüfen veya bir takım adamların “insanı böyle öldürelim” diyerek kararlaştırdıkları ceza biçimleri olarak ortaya çıkmamışlardır.
Gelgelelim, eski tarih hakkında, eski toplumun ilişki ve örgütlenme biçim ve kuralları hakkında, dolayısıyla eski dinleri hakkında sağlam bilgilere sahip olmayan Türker Alkan’ların dayanakları, eski “Aydınlanmacı”lığın düşünsel önderleri olmaya devam etmektedir. Bu nedenle de Türker Alkan, eski dinler hakkında son derece sığ birisi olan Bertrand Russell’lerden alıntıyla fikirlerini güçlendirme yolunu benimserler:
“Televizyonun, radyonun olmadığı bir çağda idamlar bir tür kitlesel eğlenceye dönüşüyordu. Bertrand Russell cadı yakma törenlerinden söz ederken "Ortaçağda insanların canı sıkılıyordu" der, "köylerde, kasabalarda hiçbir önemli ve heyecan verici olay olmadan yıllarca yaşayıp gidiyorlardı. Arada bir yakılan bir cadı insanların ilgisini çekiyor, günlerce konuşacağı dedikodu malzemesi sağlıyordu."
Buna eski tarih, eski din, eski toplum aktarım tarzı denilip denilemeyeceğine artık, okur karar verecek…
Bertrand Russell’lerin bu tür fikirlerinin babaları da, elbette önceki “aydınlanmacılık” önderleridir. Bizim Turan Dursunlarımızın, Erdoğan Aydınlarımızın, Erol Severlerimizin dayandığı Voltaire’ler, J.J. Rousseau’lar, eski dinleri, tanrıları, peygamberleri, eski kuralları, toplumların bir takım “tasarımları”, “kurgu”ları olarak ele alırlar. Bu nedenle “Yaratılış anlatımları”nda tarihsellik ve toplumsal ilişki düzeni keşfedemezler.
Aydınlanma konferans katılımcıları, öyle anlaşılıyor ki, dinlisi ve dinsizlisiyle birlikte, bu nedenle, “Museviliği”, tanrısal kurgulayıcıların “bir numarası” olarak görüyorlar ve bayan Françoise Baret-Decroq tarafından dile getirilmiş eski ve hatalı dogmayı, dinleri ele alışlarının merkezine oturtmaya devam ediyor olmalıydılar:
“İlk büyük monoteizm elbette Yahudiliktir.”
(Aydınlanma Konferansı'nda Françoise Barret-DECROQ )
Bu son derece hatalı bir dogmadır ve bu aşılmadan, eski toplumun gelişim süreci içinde, Rablerden Rab’be, İlahlardan İlah’a, Tanrılardan Tanrı’ya geçiş süreci yeterince anlaşılamayacağı gibi, Museviliğin neden bir dünya dini olmadığı ve olamayacağı da anlaşılamaz.
http://toplumvetarih.blogcu.com/tanrilardan-tanri-ya-allahlardan-allah-a-gecis-sureci/3291016
İslam’ın Allah’ının, daha doğrusu Allah kavramının, özel bir ad, tanım olup olmadığının inceleme çalışmasını, eski toplumun dinlerinin toplumsal bir sürece bağlı olarak gelişimine ve İslam'daki birçok uygulamaya bağlayarak ele almak gereklidir. Tek başına bir etimolojik inceleme veya "İslam’ın ötekilerden bir aşırması" gibi motiflere bağlanmış “açıklama”lar bizim tarzımız değildir.
1997 Aydınlanma Konferansının katılımcıları, siyasal İslam’ın gelişmesi karşısında, politik amaçlarla çok fazla meşgul oldukları ve tarihsel verilere yaklaşım tarzı konusunda genel olarak sorunlu bir bakışa sahip oldukları için, dinlere, eski “aydınlanmacılık” akımlarının öğretisi temelinde yaklaşıyorlardı.
Daha geçen gün, katılımcılardan şimdiki Agnostik Türker Alkan, yeniden Russell’lere başvuru yaparak bu özelliğini göstermiştir. (Radikal'de Üç Yazar ) Bunca zamandır, Türkiye’de, eski toplumun farklı öldürme biçimleri ile dinsel-kutsal eski cezalandırma biçimleri arasındaki paralelliklere dikkat çekiyoruz. Hammurabi yasalarında, bir çok hükümde “ölüm cezası” yer alıyordu ama, bu ölüm cezalarının yerine getirilme biçimleri “ateşte yakma”, “kazığa geçirme”, “nehire atma” gibi, birbirinden tamamen değişik yöntemleri kullanıyordu. Temelsiz bir agnostizmi, ne şiş yansın ne kebap havasında yazmaya devam eden sayın Türker Alkan, üstelik akademik bir hüviyet de taşıdığına göre, bu konuları da incelemek istiyorsa,otursun, Hammurabi ve eski yazılı yasalarda, “İkiye ayırma”, “ateşe atma”, “nehire atma”, “kazığa geçirme” gibi farklı ölüm cezalarının eski dinlerdeki kurban sunum biçimleriyle ilgisini araştırsın, daha makbule geçer.
Bizim, ilgili kamuoyunun bilincine çıkardığımız ve muhtemelen onları okuyan ve yazılarında kullananların yapmaya çalışmaları gereken bu olmalıdır.
Buna karşılık Türker Alkan, “Gerçi yakarak, derisini yüzerek, kemiklerini kırarak, çarmıha gererek, kızgın yağda kızartarak, hayvanlara parçalatarak.. adam öldürme eski çağlarda dünyanın hemen hemen bütün kültürlerinde görülen uygulamalardı” diyerek, bir şey söylememiş olmanın söylemini sürdürmeyi yeğliyor. Aynı gazetede köşe arkadaşı Murat Belge’lerin yöntemini benimsemek kendisine fazla bir şey kazandırmaz.
“Eski Çağlar”da, sözünü ettiği öldürme biçimleri, “ hemen hemen bütün kültürlerinde” aynı anda, bir arada görülen uygulamalar haline, belki zamanla gelmiş olabilirdi ama, kaynakları bakımından, her bir öldürme biçiminin, her farklı toplumun, kurban sunum biçimine ait olarak şekillenmiş olduğunu, ortaya çıkarmış durumdayız. Türk geleneğinde “boğma” veya “kemiklerini kırarak öldürme” kurbanın kanını dökmeme motifini temel alırken, İslami kurban sunumda, başın koparılması ve kan dökme, hem sonraki idam biçimlerinin şeklini belirler ve hem de İslami kurban sunum ( ve “halal et”!) biçiminin şekli idi.
Buna karşılık Musevi Fısıh’ında, hem kurbanın hiçbir uzvunun koparılmayacağını, hem kazığa geçirileceğini ve hem de mutlaka ateşte kebap edileceğinin yazılı olduğunu görüyoruz.
Bu farklı metotlar, hiç de sonraki toplumların özel olarak “biz bu öldürme yöntemlerini tercih edelim” diyerek kararlaştırılmış metotlar değildi. Fransız giyotini, Osmanlı darağacı, Suud kılıcı, hiçbir şekilde, tesadüfen veya bir takım adamların “insanı böyle öldürelim” diyerek kararlaştırdıkları ceza biçimleri olarak ortaya çıkmamışlardır.
Gelgelelim, eski tarih hakkında, eski toplumun ilişki ve örgütlenme biçim ve kuralları hakkında, dolayısıyla eski dinleri hakkında sağlam bilgilere sahip olmayan Türker Alkan’ların dayanakları, eski “Aydınlanmacı”lığın düşünsel önderleri olmaya devam etmektedir. Bu nedenle de Türker Alkan, eski dinler hakkında son derece sığ birisi olan Bertrand Russell’lerden alıntıyla fikirlerini güçlendirme yolunu benimserler:
“Televizyonun, radyonun olmadığı bir çağda idamlar bir tür kitlesel eğlenceye dönüşüyordu. Bertrand Russell cadı yakma törenlerinden söz ederken "Ortaçağda insanların canı sıkılıyordu" der, "köylerde, kasabalarda hiçbir önemli ve heyecan verici olay olmadan yıllarca yaşayıp gidiyorlardı. Arada bir yakılan bir cadı insanların ilgisini çekiyor, günlerce konuşacağı dedikodu malzemesi sağlıyordu."
Buna eski tarih, eski din, eski toplum aktarım tarzı denilip denilemeyeceğine artık, okur karar verecek…
Bertrand Russell’lerin bu tür fikirlerinin babaları da, elbette önceki “aydınlanmacılık” önderleridir. Bizim Turan Dursunlarımızın, Erdoğan Aydınlarımızın, Erol Severlerimizin dayandığı Voltaire’ler, J.J. Rousseau’lar, eski dinleri, tanrıları, peygamberleri, eski kuralları, toplumların bir takım “tasarımları”, “kurgu”ları olarak ele alırlar. Bu nedenle “Yaratılış anlatımları”nda tarihsellik ve toplumsal ilişki düzeni keşfedemezler.
Aydınlanma konferans katılımcıları, öyle anlaşılıyor ki, dinlisi ve dinsizlisiyle birlikte, bu nedenle, “Museviliği”, tanrısal kurgulayıcıların “bir numarası” olarak görüyorlar ve bayan Françoise Baret-Decroq tarafından dile getirilmiş eski ve hatalı dogmayı, dinleri ele alışlarının merkezine oturtmaya devam ediyor olmalıydılar:
“İlk büyük monoteizm elbette Yahudiliktir.”
(Aydınlanma Konferansı'nda Françoise Barret-DECROQ )
Bu son derece hatalı bir dogmadır ve bu aşılmadan, eski toplumun gelişim süreci içinde, Rablerden Rab’be, İlahlardan İlah’a, Tanrılardan Tanrı’ya geçiş süreci yeterince anlaşılamayacağı gibi, Museviliğin neden bir dünya dini olmadığı ve olamayacağı da anlaşılamaz.
http://toplumvetarih.blogcu.com/tanrilardan-tanri-ya-allahlardan-allah-a-gecis-sureci/3291016
Müslüman Açıklaması...
1- Allah: Her ismin vasfını ihtiva eden öz adı. Kendinden başka ilah bulunmayan tek Allah.
Bu ism-i şerif, Cenâb-ı Hakk’ın has ismidir. Bu itibarla diğer isimlerin ifade ettiği bütün güzel vasıfları ve İlâhî sıfatları içine alır. Diğer isimler ise, yalnız kendi mânalarına delâlet ederler. Bu bakımdan Allah isminin yerini hiçbir isim tutamaz. Bu isim, Allah’tan başkasına mecazen de verilemez. Diğer isimlerinden bazılarının, Allah’tan başkasına isim olarak verilmesi caizdir.
2- Er-Rahmân: Dünyada bütün mahlûkata merhamet eden, şefkat gösteren, ihsan eden.
3- Er-Rahîm: Ahirette, sadece müminlere acıyan, merhamet eden.
4- El-Melik: Mülkün, kâinatın sahibi, mülk ve saltanatı devamlı olan.
5- El-Kuddûs: Her noksanlıktan uzak ve her türlü takdîse lâyık olan.
6- Es-Selâm: Her türlü tehlikelerden selamete çıkaran. Cennetteki bahtiyar kullarına selâm eden.
7- El-Mü’min: Güven veren, emin kılan, koruyan, iman nurunu veren.
8- El-Müheymin: Her şeyi görüp gözeten, her varlığın yaptıklarından haberdar olan.
9- El-Azîz: İzzet sahibi, her şeye galip olan, karşı gelinemeyen.
10- El-Cebbâr: Azamet ve kudret sahibi. Dilediğini yapan ve yaptıran. Hükmüne karşı gelinemeyen.
11- El-Mütekebbir: Büyüklükte eşi, benzeri yok.
12- El-Hâlık: Yaratan, yoktan var eden. Varlıkların geçireceği halleri takdir eden.
13- El-Bâri: Her şeyi kusursuz ve mütenasip yaratan.
14- El-Musavvir: Varlıklara şekil veren ve onları birbirinden farklı özellikte yaratan.
15- El-Gaffâr: Günahları örten ve çok mağfiret eden. Dilediğini günah işlemekten koruyan.
16- El-Kahhâr: Her istediğini yapacak güçte olan, galip ve hâkim.
17- El-Vehhâb: Karşılıksız nimetler veren, çok fazla ihsan eden.
18- Er-Razzâk: Her varlığın rızkını veren ve ihtiyacını karşılayan.
19- El-Fettâh: Her türlü sıkıntıları gideren.
20- El-Alîm: Gizli açık, geçmiş, gelecek, her şeyi, ezeli ve ebedi ilmi ile en mükemmel bilen.
21- El-Kâbıd: Dilediğinin rızkını daraltan, ruhları alan.
22- El Bâsıt: Dilediğinin rızkını genişleten, ruhları veren.
23- El-Hâfıd: Kâfir ve facirleri alçaltan.
24- Er-Râfi: Şeref verip yükselten.
25- El-Mu’ız: Dilediğini aziz eden.
26- El-Müzil: Dilediğini zillete düşüren, hor ve hakir eden.
27- Es-Semi: Her şeyi en iyi işiten, duaları kabul eden.
28- El-Basîr: Gizli açık, her şeyi en iyi gören.
29- El-Hakem: Mutlak hakim, hakkı bâtıldan ayıran. Hikmet sahibi.
30- El-Adl: Mutlak adil, yerli yerinde yapan.
31- El-Lâtîf: Her şeye vakıf, lütuf ve ihsan sahibi olan.
32- El-Habîr: Her şeyden haberdar. Her şeyin gizli taraflarından haberi olan.
33- El-Halîm: Cezada, acele etmeyen, yumuşak davranan, hilm sahibi.
34- El-Azîm: Büyüklükte benzeri yok. Pek yüce.
35- El-Gafûr: Affı, mağfireti bol.
36- Eş-Şekûr: Az amele, çok sevap veren.
37- El-Aliyy: Yüceler yücesi, çok yüce.
38- El-Kebîr: Büyüklükte benzeri yok, pek büyük.
39- El-Hafîz: Her şeyi koruyucu olan.
40- El-Mukît: Rızıkları yaratan.
41- El-Hasîb: Kulların hesabını en iyi gören.
42- El-Celîl: Celal ve azamet sahibi olan.
43- El-Kerîm: Keremi, lütuf ve ihsânı bol, karşılıksız veren, çok ikram eden.
44- Er-Rakîb: Her varlığı, her işi her an gözeten. Bütün işleri murakabesi altında bulunduran.
45- El-Mucîb: Duaları, istekleri kabul eden.
46- El-Vâsi: Rahmet ve kudret sahibi, ilmi ile her şeyi ihata eden.
47- El-Hakîm: Her işi hikmetli, her şeyi hikmetle yaratan.
48- El-Vedûd: İyiliği seven, iyilik edene ihsan eden. Sevgiye layık olan.
49- El-Mecîd: Nimeti, ihsanı sonsuz, şerefi çok üstün, her türlü övgüye layık bulunan.
50- El-Bâis: Mahşerde ölüleri dirilten, Peygamber gönderen.
51- Eş-Şehîd: Zamansız, mekansız hiçbir yerde olmayarak her zaman her yerde hazır ve nazır olan.
52- El-Hak: Varlığı hiç değişmeden duran. Var olan, hakkı ortaya çıkaran.
53- El-Vekîl: Kulların işlerini bitiren. Kendisine tevekkül edenlerin işlerini en iyi neticeye ulaştıran.
54- El-Kaviyy: Kudreti en üstün ve hiç azalmaz.
55- El-Metîn: Kuvvet ve kudret menbaı, pek güçlü.
56- El-Veliyy: Müslümanların dostu, onları sevip yardım eden.
57- El-Hamîd: Her türlü hamd ve senaya layık olan.
58- El-Muhsî: Yarattığı ve yaratacağı bütün varlıkların sayısını bilen.
59- El-Mübdi: Maddesiz, örneksiz yaratan.
60- El-Muîd: Yarattıklarını yok edip, sonra tekrar diriltecek olan.
61- El-Muhyî: İhya eden, yarattıklarına can veren.
62- El-Mümît: Her canlıya ölümü tattıran.
63- El-Hayy: Ezeli ve ebedi bir hayat ile diri olan.
64- El-Kayyûm: Mahlukları varlıkta durduran, zatı ile kaim olan.
65- El-Vâcid: Kendisinden hiçbir şey gizli kalmayan, hiçbir şeye muhtaç olmayan.
66- El-Macîd: Kadri ve şânı büyük, keremi, ihsanı bol olan.
67- El-Vâhid: Zat, sıfat ve fiillerinde benzeri ve ortağı olmayan, tek olan.
68- Es-Samed: Hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, herkesin muhtaç olduğu merci.
69- El-Kâdir: Dilediğini dilediği gibi yaratmaya muktedir olan.
70- El-Muktedir: Dilediği gibi tasarruf eden, her şeyi kolayca yaratan kudret sahibi.
71- El-Mukaddim: Dilediğini yükselten, öne geçiren, öne alan.
72- El-Muahhir: Dilediğini alçaltan, sona, geriye bırakan.
73- El-Evvel: Ezeli olan, varlığının başlangıcı olmayan.
74- El-Âhir: Ebedi olan, varlığının sonu olmayan.
75- Ez-Zâhir: Yarattıkları ile varlığı açık, aşikâr olan, kesin delillerle bilinen.
76- El-Bâtın: Aklın tasavvurundan gizli olan.
77- El-Vâlî: Bütün kâinatı idare eden, onların işlerini yoluna koyan.
78- El-Müteâlî: Son derece yüce olan.
79- El-Berr: İyilik ve ihsanı bol olan.
80- Et-Tevvâb: Tevbeleri kabul edip, günahları bağışlayan.
81- El-Müntekım: Asilerin, zalimlerin cezasını veren.
82- El-Afüvv: Affı çok olan, günahları mağfiret eden.
83- Er-Raûf: Çok merhametli, pek şefkatli.
84- Mâlik-ül Mülk: Mülkün, her varlığın sahibi.
85- Zül-Celâli vel İkrâm: Celal, azamet, şeref, kemal ve ikram sahibi.
86- El-Muksit: Mazlumların hakkını alan, adaletle hükmeden, her işi birbirine uygun yapan.
87- El-Câmi: İki zıttı bir arada bulunduran. Kıyamette her mahlûkatı bir araya toplayan.
88- El-Ganiyy: İhtiyaçsız, muhtaç olmayan, her şey Ona muhtaç olan.
89- El-Mugnî: Müstağni kılan. İhtiyaç gideren, zengin eden.
90- El-Mâni: Dilemediği şeye mani olan, engelleyen.
91- Ed-Dârr: Elem, zarar verenleri yaratan.
92- En-Nâfi: Fayda veren şeyleri yaratan.
93- En-Nûr: Âlemleri nurlandıran, dilediğine nur veren.
94- El-Hâdî: Hidayet veren.
95- El-Bedî: Misalsiz, örneksiz harikalar yaratan. (Eşi ve benzeri olmayan).
96- El-Bâkî: Varlığının sonu olmayan, ebedi olan.
97- El-Vâris: Her şeyin asıl sahibi olan.
98- Er-Reşîd: İrşada muhtaç olmayan, doğru yolu gösteren.
99- Es-Sabûr: Ceza vermede, acele etmeyen.
1- Allah: Her ismin vasfını ihtiva eden öz adı. Kendinden başka ilah bulunmayan tek Allah.
Bu ism-i şerif, Cenâb-ı Hakk’ın has ismidir. Bu itibarla diğer isimlerin ifade ettiği bütün güzel vasıfları ve İlâhî sıfatları içine alır. Diğer isimler ise, yalnız kendi mânalarına delâlet ederler. Bu bakımdan Allah isminin yerini hiçbir isim tutamaz. Bu isim, Allah’tan başkasına mecazen de verilemez. Diğer isimlerinden bazılarının, Allah’tan başkasına isim olarak verilmesi caizdir.
2- Er-Rahmân: Dünyada bütün mahlûkata merhamet eden, şefkat gösteren, ihsan eden.
3- Er-Rahîm: Ahirette, sadece müminlere acıyan, merhamet eden.
4- El-Melik: Mülkün, kâinatın sahibi, mülk ve saltanatı devamlı olan.
5- El-Kuddûs: Her noksanlıktan uzak ve her türlü takdîse lâyık olan.
6- Es-Selâm: Her türlü tehlikelerden selamete çıkaran. Cennetteki bahtiyar kullarına selâm eden.
7- El-Mü’min: Güven veren, emin kılan, koruyan, iman nurunu veren.
8- El-Müheymin: Her şeyi görüp gözeten, her varlığın yaptıklarından haberdar olan.
9- El-Azîz: İzzet sahibi, her şeye galip olan, karşı gelinemeyen.
10- El-Cebbâr: Azamet ve kudret sahibi. Dilediğini yapan ve yaptıran. Hükmüne karşı gelinemeyen.
11- El-Mütekebbir: Büyüklükte eşi, benzeri yok.
12- El-Hâlık: Yaratan, yoktan var eden. Varlıkların geçireceği halleri takdir eden.
13- El-Bâri: Her şeyi kusursuz ve mütenasip yaratan.
14- El-Musavvir: Varlıklara şekil veren ve onları birbirinden farklı özellikte yaratan.
15- El-Gaffâr: Günahları örten ve çok mağfiret eden. Dilediğini günah işlemekten koruyan.
16- El-Kahhâr: Her istediğini yapacak güçte olan, galip ve hâkim.
17- El-Vehhâb: Karşılıksız nimetler veren, çok fazla ihsan eden.
18- Er-Razzâk: Her varlığın rızkını veren ve ihtiyacını karşılayan.
19- El-Fettâh: Her türlü sıkıntıları gideren.
20- El-Alîm: Gizli açık, geçmiş, gelecek, her şeyi, ezeli ve ebedi ilmi ile en mükemmel bilen.
21- El-Kâbıd: Dilediğinin rızkını daraltan, ruhları alan.
22- El Bâsıt: Dilediğinin rızkını genişleten, ruhları veren.
23- El-Hâfıd: Kâfir ve facirleri alçaltan.
24- Er-Râfi: Şeref verip yükselten.
25- El-Mu’ız: Dilediğini aziz eden.
26- El-Müzil: Dilediğini zillete düşüren, hor ve hakir eden.
27- Es-Semi: Her şeyi en iyi işiten, duaları kabul eden.
28- El-Basîr: Gizli açık, her şeyi en iyi gören.
29- El-Hakem: Mutlak hakim, hakkı bâtıldan ayıran. Hikmet sahibi.
30- El-Adl: Mutlak adil, yerli yerinde yapan.
31- El-Lâtîf: Her şeye vakıf, lütuf ve ihsan sahibi olan.
32- El-Habîr: Her şeyden haberdar. Her şeyin gizli taraflarından haberi olan.
33- El-Halîm: Cezada, acele etmeyen, yumuşak davranan, hilm sahibi.
34- El-Azîm: Büyüklükte benzeri yok. Pek yüce.
35- El-Gafûr: Affı, mağfireti bol.
36- Eş-Şekûr: Az amele, çok sevap veren.
37- El-Aliyy: Yüceler yücesi, çok yüce.
38- El-Kebîr: Büyüklükte benzeri yok, pek büyük.
39- El-Hafîz: Her şeyi koruyucu olan.
40- El-Mukît: Rızıkları yaratan.
41- El-Hasîb: Kulların hesabını en iyi gören.
42- El-Celîl: Celal ve azamet sahibi olan.
43- El-Kerîm: Keremi, lütuf ve ihsânı bol, karşılıksız veren, çok ikram eden.
44- Er-Rakîb: Her varlığı, her işi her an gözeten. Bütün işleri murakabesi altında bulunduran.
45- El-Mucîb: Duaları, istekleri kabul eden.
46- El-Vâsi: Rahmet ve kudret sahibi, ilmi ile her şeyi ihata eden.
47- El-Hakîm: Her işi hikmetli, her şeyi hikmetle yaratan.
48- El-Vedûd: İyiliği seven, iyilik edene ihsan eden. Sevgiye layık olan.
49- El-Mecîd: Nimeti, ihsanı sonsuz, şerefi çok üstün, her türlü övgüye layık bulunan.
50- El-Bâis: Mahşerde ölüleri dirilten, Peygamber gönderen.
51- Eş-Şehîd: Zamansız, mekansız hiçbir yerde olmayarak her zaman her yerde hazır ve nazır olan.
52- El-Hak: Varlığı hiç değişmeden duran. Var olan, hakkı ortaya çıkaran.
53- El-Vekîl: Kulların işlerini bitiren. Kendisine tevekkül edenlerin işlerini en iyi neticeye ulaştıran.
54- El-Kaviyy: Kudreti en üstün ve hiç azalmaz.
55- El-Metîn: Kuvvet ve kudret menbaı, pek güçlü.
56- El-Veliyy: Müslümanların dostu, onları sevip yardım eden.
57- El-Hamîd: Her türlü hamd ve senaya layık olan.
58- El-Muhsî: Yarattığı ve yaratacağı bütün varlıkların sayısını bilen.
59- El-Mübdi: Maddesiz, örneksiz yaratan.
60- El-Muîd: Yarattıklarını yok edip, sonra tekrar diriltecek olan.
61- El-Muhyî: İhya eden, yarattıklarına can veren.
62- El-Mümît: Her canlıya ölümü tattıran.
63- El-Hayy: Ezeli ve ebedi bir hayat ile diri olan.
64- El-Kayyûm: Mahlukları varlıkta durduran, zatı ile kaim olan.
65- El-Vâcid: Kendisinden hiçbir şey gizli kalmayan, hiçbir şeye muhtaç olmayan.
66- El-Macîd: Kadri ve şânı büyük, keremi, ihsanı bol olan.
67- El-Vâhid: Zat, sıfat ve fiillerinde benzeri ve ortağı olmayan, tek olan.
68- Es-Samed: Hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, herkesin muhtaç olduğu merci.
69- El-Kâdir: Dilediğini dilediği gibi yaratmaya muktedir olan.
70- El-Muktedir: Dilediği gibi tasarruf eden, her şeyi kolayca yaratan kudret sahibi.
71- El-Mukaddim: Dilediğini yükselten, öne geçiren, öne alan.
72- El-Muahhir: Dilediğini alçaltan, sona, geriye bırakan.
73- El-Evvel: Ezeli olan, varlığının başlangıcı olmayan.
74- El-Âhir: Ebedi olan, varlığının sonu olmayan.
75- Ez-Zâhir: Yarattıkları ile varlığı açık, aşikâr olan, kesin delillerle bilinen.
76- El-Bâtın: Aklın tasavvurundan gizli olan.
77- El-Vâlî: Bütün kâinatı idare eden, onların işlerini yoluna koyan.
78- El-Müteâlî: Son derece yüce olan.
79- El-Berr: İyilik ve ihsanı bol olan.
80- Et-Tevvâb: Tevbeleri kabul edip, günahları bağışlayan.
81- El-Müntekım: Asilerin, zalimlerin cezasını veren.
82- El-Afüvv: Affı çok olan, günahları mağfiret eden.
83- Er-Raûf: Çok merhametli, pek şefkatli.
84- Mâlik-ül Mülk: Mülkün, her varlığın sahibi.
85- Zül-Celâli vel İkrâm: Celal, azamet, şeref, kemal ve ikram sahibi.
86- El-Muksit: Mazlumların hakkını alan, adaletle hükmeden, her işi birbirine uygun yapan.
87- El-Câmi: İki zıttı bir arada bulunduran. Kıyamette her mahlûkatı bir araya toplayan.
88- El-Ganiyy: İhtiyaçsız, muhtaç olmayan, her şey Ona muhtaç olan.
89- El-Mugnî: Müstağni kılan. İhtiyaç gideren, zengin eden.
90- El-Mâni: Dilemediği şeye mani olan, engelleyen.
91- Ed-Dârr: Elem, zarar verenleri yaratan.
92- En-Nâfi: Fayda veren şeyleri yaratan.
93- En-Nûr: Âlemleri nurlandıran, dilediğine nur veren.
94- El-Hâdî: Hidayet veren.
95- El-Bedî: Misalsiz, örneksiz harikalar yaratan. (Eşi ve benzeri olmayan).
96- El-Bâkî: Varlığının sonu olmayan, ebedi olan.
97- El-Vâris: Her şeyin asıl sahibi olan.
98- Er-Reşîd: İrşada muhtaç olmayan, doğru yolu gösteren.
99- Es-Sabûr: Ceza vermede, acele etmeyen.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder