19 Kasım 2012 Pazartesi

'Yaratılış', 5773 Yıllık Bir Mezopotamya İttifak Anlatımıdır...


«Adem’in Yaratılışı»nın ve «Tufan»ın Tarihleri
 
Musevi kaynaklarının tarih çizelge takviminde, « Âdem’in yaratılışı » ile ilgili tarihin başlangıç noktası, günümüzden 5768 yıl (veya 5765 yıl ) gibi bir tarih olarak kabul edilmektedir.Her ne kadar Musevi farklı kaynaklar bu rakamları çok somut olarak ilan ediyorlarsa da,bunlara yaklaşık rakamlar olarak yaklaşabiliriz.
 
Aynı Musevi kaynaklara göre, Eski Ahit’te ele alınan biçimiyle «Tufan»ın da, tam olarak MÖ 2401 yılında gerçekleştiği kabul edilmektedir.
 
Musevi kaynaklarının, tarihe ilişkin bu çok somut rakam değerlerinin anlamlarını yorumlamak yerinde olacak. Çünkü arkeolojik bulgularla da doğrulanan tarihler, şimdi anlaşılan anlamıyla genel bir ‘Yaratılış’ın değil ama Mezopotamya topluluklarının ilk ittifaklarının ve bu anlamdaki ‘Yaratılış’ın, yaklaşık olarak günümüzden 6000 yıl kadar önce gerçekleşmiş olduğunu gösteriyor zaten.
 
‘Tufan’a gelince… Sanıldığının tersine, Mezopotamya toplulukların tarihlerinde, ilahilerin veya dini metinlerin anlattığı ‘tek’ bir ‘Tufan’ yoktur. ‘Tufan’, ‘Kıyamet’, ‘Afet’, ‘salgın hastalık’lar vb. biçimlerine girmiş olarak tanıdığımız bu tür ritüeller, farklı boyutlarda yinelenen, kutsal ittifak toplantıları ve bu toplantılar için ve anısına hazırlanmış insan kurban törenleriydi. Törenlerde kullanılan insan kurban sunum biçimlerine bağlı olarak da, «sel-su »lar baskını ; ‘kar-kış, kıyamet’, ‘yangın’, ‘salgın hastalık’ halini alarak, bize aktarılmışlardı. Gerek ‘sel-su’, ‘deniz taşkını’, ,veya gerek başka tür yıkım biçimleri olsun, bunların son derece somut tarihlerde başlayan ve somut bir süre devam eden ve yine çok somut tarihlerde son bulan özellikler göstermesi bile, bu anlatımların açık takvimsel değerleri, sadece bu nokta bile, anlamsız, 'doğal su taşkını olan Tufan’ yorumlarının yanlışlığı üzerinde düşünmeyi gerektirirdi. Ve aynı zamanda, bir değil, tarihte sayısız 'Tufan'lar gerçekleşmiş olacağının saptanmasını gerektirirdi.

Musevi geleneğinin anlattığı Tufan, bunlardan sadece birisidir ve o anlatıma göre, Nuh, bu somut 'Tufan'dan sonraki yeni döneme, "uzum yetiştiriciliği" ve "şarap üreticiliği" ile işe başlıyor ise, bu tür motifler bizi, ister istemez, ayinlerinde "Üzüm kutsayıcılığı"nı hala sürdüren dini eğilimlerle ve onların tarihteki ataları ile buluşturacaktır.
 
Musevilerin, anlattığı iste bu erken toplulukların ‘Tufan’ıdır. Ve onların Tufan’ının ‘gemisi’nin 'Cudi dağı’na gelip oturmuş olması, « üzüm yetiştiricisi » topluluk toprakları bakımından hiç de şaşırtıcı olmaz. Bir başka 'Tufan' anlatımında ise 'gemi' Ararat 'dağı’na gelip demir atar, vb.
 
Eski Ahit'te aktarılan bu somut 'Tufan' için Musevi kaynaklarında ifade edilen gerçekleşme tarihi, MÖ 2100 yılları, Akado-Sammaru tarihinde ,çok somut olarak (2104+2007=) 4111 yıl öncesidir.

***
Akado sammaru kaynaklarındaki anlatım ve ilahilerin, Mezopotamya topluluklarının gerçek tarih iskeleti üzerinde yerleştirilerek yorumlanması çok önemli. Bu çaba içinde de, dikkate alınmasında önemi olan yazılı eski belgelerden birisi de Musevi din kitabi Eski Ahit; onun da « yaratılış », «Mısırdan çıkış » gibi erken dönemlerin ilişkilerini özetleyen kısımlarıdır.
 
Bu kitaba sadece Musacılığın « tanrı vahiylerinden oluşan» din kitabı olarak yaklaşamayız. Eski Ahit ile Akado sammaru tablet çözümlemeleri arasındaki paralelliklere dünyada ve Türkiye’de dikkat çeken bir dizi çalışma bulunuyor zaten. Daha önce bu konuda sayın Muazzez İlmiye Çığ’ın, genelde fikir veren, bir çalışmasını da yayınlamıştık.

Musevilik hakkında bir dizi çalışma yapılmıştır ama bizim çalışmalarımızda ulaşılan sonuçlar onlardan farklıdır. Musevilik, varlığı boyunca, özellikle Musa döneminde temel dönüşümler geçirmiş olsa da, temel kaynak olarak, gezgin dini görevlilere, «kitabı koruyan»lara dayanmaktadır. Eski Ahit’te, “küçük kardeşini öldüren büyük oğul Kâin-Kabil”, tanrı tarafından « yeryüzünde başıboş dolaşmakla » görevlendirilirken ve «başkaları» onu öldürmesin diye de, bir takım 'işaretlerle' bezenmişti. Bu 'işaret’lerin alında veya başın üstünde dövme, saç kesim biçimleri, başta taşınan takke-kippa, kolda taşınan sargı bezi vb. ile olan ilişkilerine daha önce değinmiştik. Tarihsel gelişmesini izlediğimiz bu « büyük oğul »,önce kurban edilen, giderek hadım kılınan (fallus kült dönemi) ve böylece zamanla, anasının kocasının oğulluğuna geçebilme olanağı elde edebilmiş oğul’uydu; Tanrıya adanarak 'tanrıya ait kılınma aşaması’nda, o 'ilk oğul’un öldürülerek kurban edilme aşamasından "tanrıya köle edilerek" yaşatılması aşamasına geçiş döneminin 'büyük oğul’udur.
 
Eski kutsal anlatımlarda özel anlamıyla “insan tanrılara hizmet etsin diye yaratılmıştır" gibi ifadelerde anlatılan genel anlamıyla 'insan' değildi; büyük oğul, ilk oğul, kurban edilen, hadım edilen bu 'ilk oğul' olan "Dumu" dur ki, dini anlatımlarda 'Âdem-Adam' kavramı 'Dumu’dan elde edilmiş görünüyor. Bu yüzden de Eski Ahit'te başlangıçtaki 'adam-âdem',özel bir isim haliyle 'Âdem' değil, genel haliyle, bir varlık olarak “insan” haliyle de ele alınır. Eski Ahit düzenleyicileri aradan geçen birkaç binyıllık süre içinde, 'ilk oğul', 'ilk dum’u, giderek 'ilk insan' haliyle yorumlayarak aktarmıştır. Bu bakımdan, Museviliğin 'ilk insan’ın yaratılış tarihi olarak saptadığı bu tarih, eski gerçek Mezopotamya tarihinde, Dumuziler, Gılgamışlar, Enkidumlar vb. olarak karşılacağımız 'ilk oğul', 'büyük oğul’un şekillenmeye başladığı yaklaşık dönem olarak ele alınmalıdır.

Tanrıya ait kılınan, tanrı kulu-kölesi olan bu « büyük oğullar»ın, doğuran kadının "rahminin ilk ürünü" olan erkek çocukların, Musa döneminde, tanrı-tapınak görevlisi « Levililer » halinde örgütlenmesi işlemi; Musa’dan çok daha önce, erken dönemdeki işlemin yeniden tekrarlanmasından başka bir şey değildi.

Musa toplumunun dini Levitiklerinin düzenlenişi,( « tanrıya ait, ana rahminin ilk ürünleri ») erken dönemin, dini görevlilerinin bir bölümünün nasıl örgütlendiği hakkında fikir vericidir. Biliyoruz ki, Yakup’un «İsrael » olarak tanımı da, zaten, « tanrının kulu-kölesi » anlamı taşımaktadır.

Musacılık’ın, Mısır’da, gezgin dini görevli oluşlarına bir kanıt da, bizzat eski Ahit’te, onların Mısır’dan çıkmadan önce, Mısırlılardan altın-gümüş sadaka toplamaları işleminde de görülmektedir:

“Halkımın Mısırlılar`ın gözünde lütuf bulmasını sağlayacağım. Gittiğinizde eli boş gitmeyeceksiniz.

Her kadın Mısırlı komşusundan ya da konuğundan altın ve gümüş takılar, giysiler isteyecek. Oğullarınızı, kızlarınızı bunlarla süsleyeceksiniz. Mısırlılar’ı soyacaksınız.” (Eski Ahit)
 
Eski Ahit yazarlarının, Tanrı’nın Musevi topluluğa « Mısırlıları soymak » gibi bir görev vermesi haline dönüştürerek üstlendikleri ve aktardıkları bu işlem, büyük olasılıkla, şimdi bile dini görevlilere verilen bağış, sadaka türü bir işlem olmalıydı ve Mısır’lılar, kendilerinin de kutladıkları "ilk oğul kurban törenleri" arifesinde, bu dini gezgin kesime, isteyerek bağış yapmış olmalıydılar. Eski Ahit yazarları, bunu « çalma-çırpma » anlamında soygun olarak gösterirken, kendi gezgin dini çalgıcı-sihirbaz dini görevli olma biçimindeki bu eski özelliklerini gizlemeye çalışmış görünüyorlar. Babillilerinin, Musevileri 'köle kılmalarında',onların genel olarak topraksız bir topluluk olarak varlıklarını binlerce yıl boyunca sürdürebilmelerinde, başlarına gelen Hitler felaketinde ‘kadere boyun eğme’lerinde, bu eski ideolojik çekirdeğin, henüz yeterince değerlendirilmemiş yanları büyük önem taşır.

Musevi topluluğun, öteki dinler bakımından da, ‘kaynak topluluk’, « ilk Kitap ehli », « tanrının seçkin, seçilmiş topluluğu », « tanrının özel kulları » vb. olarak tanınmalarının da temeli, tam da Musevilerin, eski dini mirası, ötekilerden çok daha örgütlü bir tarzda, alıp günümüze taşıyabilmiş olmaları olarak görünüyor.


Daha önce muhtelif yerlerde bahsettiğimiz gibi, modern dünya, Hitit, Asur, Babil hakkında yeterince bilgi sahibi olmadığı dönemde de, Eski Ahit, bu eski kaynaklara dayandığı ve onları taşıyabildiği için, bunlardan söz edebiliyordu. Dolayısıyla bu kitap, aslında, eski tarihin bir tür aktarım tarzıdır ve bir dizi noktada, daha sonra bulunup çözümlenmiş Akado sammaru tablet çözümlemeleriyle paralellikler taşıması, bizzat, bu Musevi topluluğun da, o belgeleri, zamanla dönüştürerek, günümüze taşımış olmasındandı.Bu kitapların,basitleşmiş söylemlerine değil ama, temel iskeletine “hurafe” demek,sadece Akado-Sammaru ve Hitit tarihleri hakkında tam bir bilgisizlikle mümkün olabilir.
 
Bu husus, aslında, kavramların ve dini anlatımların soyutlanma sürecinin izlenmesinde; erken dönem anlatımları ile Mö -1200/-900 arasında şimdiki genel biçimlerine erişmiş olması gereken Eski Ahit arasındaki bağlantıların kurulmasında önemli bir noktadır.

« Zaman » olgusu, asıl olarak takvimsel değerine, erken dönemde, iki topluluğun karşılıklı ittifakının başlamasıyla birlikte önem kazanmış olmalıydı. Zaten Enuma Eliş’in başlangıç kısımlarında, tanrıların “yaratılmaya” başlanması sırasında, ele ilk alınan mefhum ve ‘yaratılan’ hususlardan biri de, tam da bu nedenle, « zaman »dı. O dönemdeki « zaman » kavramı «yaz ve kışın » yaratılması olarak ortaya çıkar ki, bunun da « çoban » ve « çiftçi » toplum birimlerinin egemenlik dönemine denk geldiğini biliyoruz. O sıraya ait kültlerin kalıntısını « ilkyaz » (Mart/ Nisan) ve «son yaz» ( Eylül/ Ekim) bayram-karnavalları olarak görüyoruz. Bir dizi önemli dini şahsiyetlerin doğum ve ölüm günlerinin; oruçların, bayramların vb. hep bu dönemlere denk gelmesi, bu nedenle tesadüf değildir. Muhammed’e de 20 Nisan’ı vb. « doğum tarihi» olarak saptamak, eski “Yeni Yıl” temel tarihlerine bağlı bu tür dönüştürmelere bağlıdır.
 
Babil dönemindeki « yeni yıl »ın da «6–14 Nisan » dönemlerinde kutlandığını ve Enuma Eliş’in bu dönemde sokaklarda, tapınaklarda terennüm edildiğini biliyoruz.

Aralık-Ocak’ın ‘yeni yıl’ halinde ‘ortalama’ alınması, bu eski kült düzenine göre daha yeni bir olgudur ve gelinmesini incelediğimiz « büyük oğul » ile « küçük oğul »un, onların ön biçimi « ikizlerin », giderek «Şeytan ve Adem » topluluklarının (ittifak kurma yoluyla) tekleşmesi sürecinin ürünüdür.
 
Sayın M.İ. Çığ’ın da, öteki ‘Summer’ uzmanlarının görüşlerine bağlı kaldığı için, çözümleyemediği ve kötü anlamlı “mitoloji” haliyle aktardığı kitaplarında Dumuzi’nin ve İnanna’nın ‘kılıktan kılığa’ giren özellikler göstermesinin nedenleri, ilgili topluluklarda karşılıklı iki Dummuzi ve iki İnanna bulunması, hatta anlatıcının durumuna göre, bazı ilahilerde İnanna ile Dumuzi’nin eşitlenmesinden kaynaklanmaktaydı. Bunun, çiftçi toplum birimin aralarında evlilik yasağı olan İnanna-Dummuzi’si ile Çoban toplum birimin İnanna-Dummuzi’si arasındaki berdel evlilik türünün geçerli olduğu döneme ait olduğuna daha önce işaret etmiştik.

Erken tarihin karşılıklı ittifak döneminin yönetim düzenine yansıyışı 6 aylık devrevi iktidar haliyle yaşanmış olmalıdır. Bu yönetim tarzına « çark-ı felek düzeni» olarak; bir Dumuzi’nin 6 ay « Yeryüzünde », « 6 ay yeraltında » bulunması olarak vb. de karşılaşıyoruz. « Şar » hem 6 aylık devreyi ve hem de «yönetici »yi ifade eden bir kavramdı.
 
Doğal olarak, bu topluluklar, kendi iktidar dönemlerinin gelişini, başlangıç ve bitiş tarihini giderek çok daha hassas ölçüler içinde takip etmeye başlamış olmalılar. Aynı şekilde, bu tarihlemenin bir ‘başlangıç’ anı, sıfır noktası da bulunuyor olmalıydı ki, « Sümer kıraliyet listesi »nde veya « Eski Ahit’in soy şecere listesinde », bunun böyle ele alınmış olduğunu görüyoruz. Orada farklı rakam değerleri kullanılmış olması ve eski rakam değerlerinin on binlerce yıllık süreler halinde farklı şekillerde çözümlenmesi, konumuzun özünü, yani Akado-Sammaru tarihinde zaman ölçülerinin birim olarak oldukça titiz bir şekilde kullanılmış olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

'Yaratılış', 5773 Yıllık Bir Mezopotamya İttifak Anlatımıdır...

 

Musevi kaynaklarının tarih çizelge takviminde, «Âdem’in yaratılışı» ile ilgili tarihin başlangıç noktası, (2012 yılı itibariyle) günümüzden 5773 yıl (veya 5769 yıl ) gibi bir tarih olarak kabul edilmektedir. Her ne kadar Musevi farklı kaynaklar bu rakamları çok somut olarak ilan ediyorlarsa da, bunlara yaklaşık rakamlar olarak yaklaşabiliriz. MÖ. 3761 yılı (yaklaşık), aynı zamanda, Mezopotamya'da, ünlü Gılgamış'ın Uruk şehrinin egemenliği ele geçirdiği ve yeni bir dönemi açtığı yıl ile, neredeyse yılı yılına, günü gününe aynıdır...

 





























Yezidilere yemesi günah olan "marul", bu sofranın olmazsa olmazıdır... Çünkü, sözkonusu olan, aslında bilinen "marul" değildir... Sözkonusu olan, Marul adı taşıyan bir topluluk ve o topluluğun "peygamberi", "tanrısı", "lideri"dir... Yezidilerin yenilmesini günah kabul ettikleri marul, kabak, börülce... gibi "yeşillikler", ittifakın koyun, horoz-tavuk totemli topluluklar ile, "ot gibi adamların" oluşturduğu çiftçi, yeşilci, kazma-çapa adamları olduğunu gösteriyor ki, Yezidi topluluğu hem tarımcı oluşlarıyla ve hem de eski bir dini temsil etmeleri yönüyle, Musevi tezatlığını oluşturduğu için, şaşırtıcı değildir.





 
 
 






Ünlü Uruk'un kazı kalıntıları...




Kronolojik olarak Uruk döneminin MÖ. 3500 yılı ile başlatılması ile Musevilerin "yaratılış" tarihini MÖ. 3761 olarak hesaplamış olmaları bir tesadüf değildir.... "Yaratılış" adı verilen bir dizi farklı ittifak ritüellerinden birisi de, Mezopotamya-Uruk'ta gerçekleştirilen törendi ve bu tören aynı zamanda Uruk egemenliği dönemini başlatmıştı. Din kitaplarının "yaratılış" adı verdiği ittifak töreni, Uruk tarihinin bizlere bozularak ulaştırılmış bir parçasından başka hiçbir şey değildir..










Yezidilere yemesi günah olan "marul", bu sofranın olmazsa olmazıdır... Çünkü, sözkonusu olan, aslında bilinen "marul" değildir... Sözkonusu olan, Marul adı taşıyan bir topluluk ve o topluluğun "peygamberi", "tanrısı", "lideri"dir... Yezidilerin yenilmesini günah kabul ettikleri marul, kabak, börülce... gibi "yeşillikler", ittifakın koyun, horoz-tavuk totemli topluluklar ile, "ot gibi adamların" oluşturduğu çiftçi, yeşilci, kazma-çapa adamları olduğunu gösteriyor ki, Yezidi topluluğu hem tarımcı oluşlarıyla ve hem de eski bir dini temsil etmeleri yönüyle, Musevi tezatlığını oluşturduğu için, şaşırtıcı değildir.






Tepside 6 farklı yiyecek bulunuyor. Haftanın her bir günü, farklı din ve mezhepler için "oruç, dua, yakarma, pardon, istiğfar... günü"dür. 7 farklı toplum birim, sırayla, her gün birisi olmak üzere, ötekilere kendi toplum birim aidi insan kurbanları sunarak, bir ittifak ayini gerçekleştiriyorlardı. İç yamyamlığı yasaklamış olan bu topluluklar için, kendi günlerinde yeme-içme yasağı oluştuğuna göre, bu yiyecekler aslında, ilgili toplulukların totem hayvan ve totem bitkilerid,r. Koyun ve Horoz-tavuk- yumurta dışında; marul, kabak, börülce vb. nin de totem ve kutsal sebze-meyveler olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla, burada yenilen ve sembolik olarak mutlaka yenilmesi gereken yiyecekler, geçmiş dönemin bu ittifaka katılan 7 farklı toplum birimin totem bitkilerinden, tabu hayvanlarından başka hiçbir şey değildir...









Tepside bulunan 6 çeşit yiyecek ile "6 günlük yaratılış" anlatımı, birbirinin devamıdır.


Tepside 6 farklı yiyecek bulunuyor. Haftanın her bir günü, farklı din ve mezhepler için "oruç, dua, yakarma, pardon, istiğfar... günü"dür. 7 farklı toplum birim, sırayla, her gün birisi olmak üzere, ötekilere kendi toplum birim aidi insan kurbanları sunarak, bir ittifak ayini gerçekleştiriyorlardı. İç yamyamlığı yasaklamış olan bu topluluklar için, kendi günlerinde yeme-içme yasağı oluştuğuna göre, bu yiyecekler aslında, ilgili toplulukların totem hayvan ve totem bitkilerid,r. Koyun ve Horoz-tavuk- yumurta dışında; marul, kabak, börülce vb. nin de totem ve kutsal sebze-meyveler olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla, burada yenilen ve sembolik olarak mutlaka yenilmesi gereken yiyecekler, geçmiş dönemin bu ittifaka katılan 7 farklı toplum birimin totem bitkilerinden, tabu hayvanlarından başka hiçbir şey değildir...
















Tepside bulunan 6 çeşit yiyecek ile "6 günlük yaratılış" anlatımı, birbirinin devamıdır.
 




Tepside bulunan 6 çeşit yiyecek ile "6 günlük yaratılış" anlatımı, birbirinin devamıdır.



Tepside 6 farklı yiyecek bulunuyor. Haftanın her bir günü, farklı din ve mezhepler için "oruç, dua, yakarma, pardon, istiğfar... günü"dür. 7 farklı toplum birim, sırayla, her gün birisi olmak üzere, ötekilere kendi toplum birim aidi insan kurbanları sunarak, bir ittifak ayini gerçekleştiriyorlardı. İç yamyamlığı yasaklamış olan bu topluluklar için, kendi günlerinde yeme-içme yasağı oluştuğuna göre, bu yiyecekler aslında, ilgili toplulukların totem hayvan ve totem bitkilerid,r. Koyun ve Horoz-tavuk- yumurta dışında; marul, kabak, börülce vb. nin de totem ve kutsal sebze-meyveler olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla, burada yenilen ve sembolik olarak mutlaka yenilmesi gereken yiyecekler, geçmiş dönemin bu ittifaka katılan 7 farklı toplum birimin totem bitkilerinden, tabu hayvanlarından başka hiçbir şey değildir...







"Yaratılış" 6 gün sürer... 7. gün tanrı "dinlenir"...



Şamdanın 7 kollu, 9 kollu, 12 veya 13 kollu olması, yapılan ittifaka katılan toplum birim sayısını ifade etmektedir. "Yaratılış"a konu olan ittifak 7 farklı topluluk tarafından gerçekleştirildiği için, o olayın şamdanı 7 kolludur....


Şamdanın 7 kollu, 9 kollu, 12 veya 13 kollu olması, yapılan ittifaka katılan toplum birim sayısını ifade etmektedir. "Yaratılış"a konu olan ittifak 7 farklı topluluk tarafından gerçekleştirildiği için, o olayın şamdanı 7 kolludur....
























17 Kasım 2012 Cumartesi

Musevi Tıraşı, Kippası, Fötrü... Damga Ve Totem...



Takke ve Kippa'lar "Kel'i Değil, Damgaları Gizler"!

Takke veya Kippa'lar "keli" değil, eski toplumda başa vurulan totem damgaları gizler... Ve "tek tanrı"ya geçiş aşamasında, "farklılıklar"ın gizlenmesine hizmet eder.

Buradaki "kellik", doğal saç dökülmesi değil, kızgın metal dağlaması, döğme vb. yoluyla, alı veya başa kazınan "kader" damgaaları için hazırlanan "kellik"tir.

Hammurabi yasalarında, berberlere verilen el kesme veya farklı tür cezal aarın nedeni, "kölenin kölelik belgisini kaybedecek şekilde "saç tıraşı" yapması idi. Günümüzde bile Müslümanlar, Kabe ziyaretinde saç tıraşından sonra, "tıraşları bozulmasın" diye, ellerini bile başlarına dokunduramıyorlarsa, onların bilmedikleri neden, başlarına geçmişte vurulan damgayı gizleme edimini takip ettikleri gerçeğidir.

Bütün ihramlar, pelerinler, baş örtüleri, baş takkeleri özünde, farklı totem ve tanrılara, farklı toplum birimlere ait olan insanların, bir noktadan itibaren "ayıp" hale gelen bu "aidiyet belgilerini" gizleme aracından başka hiç bir şey değildir.

İslami "baş meshi"nde yapılan, başın sadece alın üstü bölgesindeki "gizli damgayı" onaylama işlemidir ama, Muhammed dahil, müslümanlar, "baş meshi" ile, "göz, kulak, burun meshi" ile adaklık organları "temizledikleri"nin farkında değildirler.



http://youtu.be/puICQkqb3Vo





Takke ve Kippa'lar "Kel'i Değil, Damgaları Gizler"!

Söylenen bir söz veya davranış neticesinde kullanılan '"başını yakmak" gibi bir deyimin neden ötürü kullanıldığı, ilk bakışta garip görünür. "Baş yakmak", "kellik", "kelin merhemi olma-ma-sı", "damgalanmak", "kurbanın kusursuzluğu" vb. bir dizi konu, eski toplumun 'damgalama', 'kader belirleme' işlemi ile ilgili olmalıydı. Toplum birim aidi birey, bir 'geçiş' ritüelinde 'kader'i belirlenerek dövme veya kızgın demirle, tıpkı sürü hayvanlarının damgalanması biçiminde,hem de görünür şekilde, damgalanıyordu. "Köle”liğe geçişle birlikte, bu işlem sadece kölelere, köle kılınanlara karşı uygulanmaya başlanmış; özgür olanlar değişik sembolik araçlarla bundan muaf olmaya başlamış olmalılar. Köleliğin erken dönemlerinde, bir insan çok kolay bir şekilde 'köle' olabileceği gibi, kölelikten çıkıp yeniden özgür vatandaş halini de alabiliyordu. Köleliğin 'tanrıya vakfedilme' biçiminde de kavrandığını da bilmek lazım. Hammurabi dönemi yasalarında köleliğin, köle damgası vurulmasının “saç tıraşı” ile olan alakasını da görmüştük. Baş takkeleri veya kapama araçları, başın üst veya arka kısmındaki damgaları, daha sonraki dönemde gizleme araçları olarak da kullanılmışa benziyor. Her topluluk, damga için, başın farklı kısımlarını kullanıyor olmalıydı. Örneğin Musevilerin Kippa'sı, çok anlamsız bir şekilde başın arka tepe noktasına iliştirilir. Damga yerini örter ve damganın bulunduğu kısımdaki kesilmiş saç bölümünün büyüklüğünü anlatırcasına küçük, avuç içi kadar bir parçadır. Kesilmiş olan saçların bulunduğu bu kısıma, kızgın metalle sembol-damga vuruluyor olmalıydı. En son yayınladığım( http://toplumvetarih.blogcu.com/) resimlerde Sargon'un kafasının arkasına takılı “araç” ile Musevilerin 13 yaşına gelmiş erkek çocuklarına takma yükümlülüğü verdikleri bu Tifilah aleti arasındaki benzerlik açıkça görülmektedir. Bu Tifilah'ın içine Museviler şimdi, Tevrat yazıları koyuyorlar (Müslüman muskası da bunun bir neviidir). Eski tarihte bu alet’in, başa gerektiği biçimde tutturulduktan sonra içine 'ateş konularak' damganın; kurşunun, bakırın vb. ısıtılmış olduğunu düşünmek mümkün görünüyor. Böylece damga/mühür istenilen kısma, istenildiği biçimde vurulabiliyor olmalıydı. "Kurşun dökme" muhtemelen eskiden gerçek olan bu işlemin giderek sembolikleşmiş bir kalıntısıdır... Hammurabi Kanunlarında "baş'ta kölelik işaretinin silinmesi' gibi hukuki (veya hukuk dışı) bir işlem olduğunu da görüyoruz. 'Kellik merhemi' her halde bu işlemin ardından yapılan tıbbi bir bakımla da ilgili olmalıydı. ( Hammurabi Yasalarının da, toplumbilimciler ve hukukçularımız tarafından çok az irdelenmiş olduğunu ekleyelim..) Demek ki, "Baş yakmak" gibi bir kavram, normal vatandaşın, kanunlara aykırı davranışı sonunda veya bir “savaşta yenilmesi” ile veya borcunu ödememesi vb. gibi durumlarda "köleleşmesi" sırasında, başına, alnına, koluna vb.. 'kölelik damgası' vurulduğu döneme ait bir kavram olarak ortaya çıkmış olmalıdır ve o tarihlerde, artık, özgür vatandaşa ise ,artık damga vurulmaktan vazgeçilmiş olmalıydı. Onun yerine özgür yurttaş, aidi olduğu topluluğun saç biçimini, işaretlerini, giyim tarzını vb. sembolik olarak taşıyor olmalıydı. http://toplumvetarih.blogcu.com/gundelik-veya-dini-kavramlarin-kokenleri/2741879 ------- http://bilimselateistler.blogspot.com/2012/06/takke-ve-kippalar-keli-degil-damgalar.html
Peyot (peyes), ya da simanim olarak da bilinir; İbranice: tekil, פֵּאָה; çoğul, פֵּאָוֹת) bazı Ortodoks Yahudi mezheplerinde erkeklerin bıraktığı, genellikle uzun ve kıvrımlı olan favori. Peyot sözcüğü İbranice'de "uç, köşe, kenar" gibi manalara gelir ve Tanah'taki "saçın kenarlarının kesilmemesi gerektiği" mealindeki bir ayetin literal yorumlanmasına dayanır.

Bu kelime modern İbranice'de favori anlamına gelir.

“Başınızın yan tarafındaki saçları kesmeyecek, sakalınızın kenarlarına dokunmayacaksınız.”

Peyotun şekli mezheplere göre değişiklik gösterir.

Yemen Yahudileri "işaret" anlamına gelen simanim adını kullanır.

Bunun nedeni simanimin toplum içerisinde Yahudi olduklarının anlaşılmasını sağlamasıdır.

http://tr.wikipedia.org/wiki/Peyot