20 Temmuz 2013 Cumartesi

İhsan Eliaçık: Bir Şeriatçıdan "Devrimci İslam...!"


İnşa Yayınları - Kasım 2006- 149 Sayfalık "Devrimci İslam" adlı kitabının
İnternet Ortamındaki Özetinden...


Bir Şeriatçıdan "Devrimci İslam...!"

İhsan Eliaçık:

"İlahi hikmet diyor ki insanlar üzerinde “Rabb hakkı” (Hukukullah) vardır, insan başıboş var olmuş değildir.

Rabb hakkı insanlar tarafından teslim edilmelidir.

Eğer bir insan, bir toplum, bir devlet, bir tarih Rabb hakkını tanımış ve teslim etmişse meşru, değilse gayr-ı meşrudur."

sayfa 2


"Son iki yüzyılın iki ucunda iki büyük toplumsal dönüşüm sembolü bulunmaktadır. Fransız Devrimi (1789) ve İran Devrimi (1979) Fransız Devrimi Batının, İran Devrimi ise İslam medeniyetlerinin dönüşüm noktalarını temsil etmektedirler.

Fransız devrimi nasıl Batılı, laik devrimler zincirinin başlangıcı olmuşsa, İran devrimi de İslami dönüşümler zincirinin başlangıcı olacaktır. Bu durumda tarihsel akış gelecekte sıranın Türkiye‟ye geleceğini şimdiden göstermektedir.


Dinin ana metinlerinin toplandığı kitap yani Kur‟an kendine inananları alanlara itmekte, olayların içinde aktif rol almaya, dünyaya “nizamat” vermeye çağırmaktadır.


Kitap, öncü ve önder bir ümmet olunmasını istemekte, kiliseleri, havraları, ibadethaneleri tahrip edecek, ekin ve nesilleri yok edecek fesat odaklarına karşı, onların belalarını savacak inanmış insanlardan bahsetmektedir. Aksi halde dünyanın dengesinin bozulacağı uyarısında bulunmaktadır.


Bir Müslüman‟ın kitapta bunları okuyup ta inancını vicdanına gömmesi, toplum neden kokuşuyor? Devlet‟i kim yönetiyor? Bu hal neyin nesi? Diye sormaması mümkün değildir.


Kur‟an‟ı okuyan birisinin cihadcı ve fetihçi bir ruhla donanmaması mümkün değildir. Kitabı okuyan bir Müslüman‟ın çevresini değiştirmek için çaba içine girmemesi, üç kişi olunca içlerinden birisini emir (sorumlu) seçerek örgütlenmeye çalışmaması mümkün değildir."
..................

Sayfa 4


"Türkiye‟de birleştirici maya “Türk” değil “Müslüman” kavramıdır. Zira % 99‟luk bir orana sahiptir. O halde temel politikalar bu orandan çıkartılmalıdır."

Sayfa 7


"Kur‟an Toplumunun İnançlar ve düşünce dünyasındaki şiarı “tevhid”, toplumdaki şiarı “adalet” bireye yönelik şiarı da “özgürlük”tür.
Kur‟an‟ın şekillendirdiği toplumda inançlar dünyası tevhid ile biçimlenir. Her türden çelişkilerin yatağı olan toplum, adalet ile ayakta tutulur. Allah‟ın kulları olan toplum bireyleri, ancak ona teslim olarak kölelik zincirlerinden kurtulur, şerefli, özgür bir birey olarak toplumdaki yerini alır."

Sayfa 8

"Kapitalizmin dini ekonomizmdir. insanın değeri piyasadaki değeri kadardır.
Kur‟an‟ın iktisadi değer ve kuralları da kendine özgü ve orijinaldir. “İstif etme” ruhuna değil “İnfak” ruhuna dayalıdır. Servetin tekelleşmesine karşıdır. Bu ister devlet eliyle ister özel sermaye eliyle olsun fark etmez!

Kur‟an‟ın servete yönelik yaklaşımı onu alabildiğine yaygınlaştırmaktır.

Bu anlamıyla Kur‟an‟a dayalı yönetim İslam ve toplum hizmetkarlığından başka bir şey değildir. Kur‟an‟ın devlet felsefesinde “kutsal devlet” anlayışı yoktur. Kutsal olan Allah‟tır, Kur‟an‟dır. Devlet bunlara hizmet ettiği sürece insanlar gibi gelip geçici bir fanidir; Kur‟an‟a hizmet etmeyen devlet gayri meşrudur. İtaat edilmesi, meşru görülmesi yasaktır.

Devlet, Kur‟an‟ın, İslam‟ın önüne geçemez, üstüne çıkamaz. Devlet; Allah, Kur‟an ve toplumdan sonradır. Kur‟an‟a göre şeriat toplumu kuşatır, toplum da devleti kuşatır. Gerekirse toplum (halk) şeriata muhalif devleti ortadan kaldırır, idarecilerini kendisi seçer, Kur'ana da uyulmadığı anda geri çeker, azleder.


Bu anlamda tarih boyunca geliştirilen devleti kutsama anlayışı Kur‟an‟a uymamaktadır. Bunun yerine “toplumu” öne çıkaran, devleti daha geri plana bırakan anlayış geliştirilmelidir. Zira Kur‟an‟ın asıl muhatabı “birey” ve bireylerden kurulu “toplum‟dur. Kur‟an‟ın “devletçi” yorumu yerine “toplumcu” anlayışı esas alınmalıdır.


Beşeri ideolojiler her şeyden önce kendilerini “hak tayin edici” olarak görmekle işin başında Allah‟a şirk koşuyorlar. Sonra hakları yerli yerince takdir etmiyorlar. Takdir etseler bile adilce dağıtmıyorlar.

Bugün çoğu ülkelerde anayasalar devletlerin halklarına tanıdığı hakları beyan eden maddeler üzerine tanzim edilmişlerdir, örneğin T.C. anayasasının yarıdan fazla kısmı “haklar ve ödevlerine ayrılmıştır.

Yani bize verilen haklar nelerdir ve bizim devlete karşı vazifelerimiz. Kur‟an‟ı “hiçe sayan” anayasalar gibi T.C. anayasası da kendini “hak tayin edici sari” olarak görmekle en büyük günah olan “şirk” günahını işlemektedir."]


[ Kur‟an toplumunda ana kaynak Allah‟ın kitabıdır. Kur‟an mevcut tüm hukuki sosyal metinlerin üzerindedir.

Anayasanın, kanunların, mahkemelerin hukuki içtihatların kaynağıdır. Bu haliyle Kur‟an, köydeki muhtardan, şehirdeki Yargıtay hakimine, sokaktaki satıcıdan üniversitedeki profesöre kadar herkesin elinde hayatını ona göre tanzim edeceği “ana kitap”, “temel metin” olacaktır. Böylece Allah‟ın insanlar içindeki kelamı, ruhu, nefesi temel belirleyici olacak ve toplum ona göre şekillenecektir.

Kur‟an toplumunda Kur‟an‟ın egemenliği esastır. Toplum sözleşmesi bu egemenliğin tanınması durumunda söz
konusu olabilir. Ancak bu egemenliği tanımayan ve Kur‟an‟ı hayat kılavuzu olarak kabul etmeyen Müslüman
olmadığını söyleyen bir kişi de Kur‟an toplumunun üyesi olabilir. Dinini yaşayabilir. Temel hakları koruma
altındadır. Onlara toplumun Müslüman olmayan bireyleri anlamında “zimmi” denilir.]

 Sayfa  9
..

Sayfa 11

İslam Cumhuriyeti Çağın Modeli mi?

TBMM ilk kurulduğunda 1921 anayasasında da geçtiği gibi bir İslam cumhuriyetiydi. Eğer savaş sonrası
kurulan rejime batıcı-laik kadrolar egemen olmasaydı belki de Türkiye, yüzyılın ilk İslam cumhuriyeti olacaktı.

İslam, ülkenin vazgeçilmez ana kültürü, cumhuriyet de “toplumsal istişare” anlamına geliyor. Bu iki kavram
Yeni Türkiye‟ye oturuyor. Laik cumhuriyet gibi ülkeyi başkalaştırma, tarihsel mecrasından koparmaya kalkışma
anlamına gelmiyor.

Cumhuriyet kavramını kendileriyle özdeşleştiren batıcı laik kadroların tuzağına düşülmemelidir. Biz Cumhuriyeti değil laikliği, İslam‟la bağdaştırmıyoruz. Bugün batıda kiliseler ellerine fırsat geçse devletleri yönetmeye, yönlendirmeye çalışırlar. Kilisenin devlete karışmamasını papazlar hala içine sindirebilmiş değildir.
...

Sayfa 13

Bir toplumda “en üstün yüce otorite” ne olacaktır. Demokrasi buna “halk” diye cevap veriyor. Yani bir halk
ilahi otoriteye rağmen karar birliğine varmışsa demokrasinin gereği meşru ve geçerli sayılmaktadır.

Batılıların demokrasiyi bir olgu değil bir din gibi ele alması Müslümanlar arasında şiddetli demokrasi karşıtlığını
doğuruyor. Bu da Müslümanların halka fikir sorma, seçim yapma gibi konulara karşıymış gibi görülmesine
neden olmaktadır. Bu durum demokrasinin din gibi ilahi hakimiyetin karşısında algılandığı sürece böyle sürüp
gideceğe benziyor.


Sayfa 13

Rus devrimi dine vicdanlarda bile yer vermiyordu. Dini “afyon” ilan ederek tamamen kurtulunması
gereken bir uyuşturucu zehir olarak görüyordu. Bu nedenle Rus devrimi her tür dini inancı vicdanlar da dahil
insanların hayatından “kazılmaya” yöneldi.
...

1979 İran Devrimi‟ne kadar hiç bir İslam ülkesinde batıya rağmen bir rejim kurulamamıştır. Kendine yerli uşaklar bulan batılılar uşaklarından emin oldukça geri gitmişlerdir.

Doğu‟da gerçekleşen İran Devrimi, 200 yıl önce batıda gerçekleşen Fransız devrimine, doğunun cevabıdır.



Sayfa 21

Çağdaş İslam Düşüncesi ve Gelecek

Çağdaş İslami düşünceyi son iki yüzyıl ile sınırlandırarak yaptığımız inceleme, bize, İslam düşüncesinin
yeniden oluşumunda “dogmatik” değil “eklektik” (seçmeci) bir yaklaşımla hareket etmemiz gerektiğini göstermektedir.
Zira arkamızda 1400 yıllık muhteşem bir miras vardır.

Bu miras sadece mezhebi bir geleneğin değil topyekün ümmetin mirasıdır. Bu nedenle çağdaş İslam düşüncesi “ümmet geleneğine” yaslanmalıdır. Ana rengini buradan almalıdır. Çağdaş İslami hareket ümmet içindeki mezhebi, mahalli gelenekleri için de barındırabilecek genişliğe sahip olabilmelidir. Çağdaş İslami düşüncenin sınırı “ümmet”in sınırı olmalıdır. Onu Hıristiyanlıktan, Yahudilikten, Marksizm‟den, Budizm‟den, Hinduizm‟den, Pozitivizmden ayıran çerçeve onun sınır boyları olmalıdır.

Bu sınır içinde kalan her tür gelenek karşısında “seçmeci” olmalıyız. Yani var olanı hem korumalı hem diriltmeli, hem de sorgulamalıyız. Her üç misyon çağdaş İslam düşüncesini yeniden kuracak, İslam, geleceğin sürükleyici dinamosu haline gelecektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder