22 Eylül 2011 Perşembe

Toplumsal Tarih Kesintisiz Örgütlü Bir Yaşamdır!




"Hiç bir dişi koyun yoktu,
            bir kuzu çıkarmadı,
Hiç bir dişi keçi yoktu, 
          oğlak çıkarmadı,
Koyun iki kuzusunu doğurmadı,
Keçi üç oğlağını doğurmadı."

(Akado-sammaru İlahilerinden...)







Eğer, herhangi bir uzman, eleştirmen, ateist veya başka birisi, eski toplumun totem hayvan ve totem bitki dünyasını birlikte ele almaz; onlar arasından bir hayvanı veya bir bitkiyi ele alarak, onlara yönelik “akılcı, pozitif bilim temelinde açıklamalar” geliştirmeye kalkarsa, bunun bilimsel yönteme aykırı; gerçek veriler bütünlüğünü yok eden ve insanbilimden uzak bir yaklaşım olduğunu izah ederiz.

Eski toplum, kendisini, bitkiler ve hayvanlar dünyası ile, korkular, hayaller, cehaletler nedeniyle “özdeşleştirmiş” değildir. Böyle bir iddianın artık sürdürülmemesi gerektiği çok açıktır. Yıllardır yürüttüğümüz  bilgilenim süreci, bu tür “kaba ateist”lerin, alanlarını daraltmıştır artık...

Göbekli Tepe'de onlarca Totem Hayvan var... Bunlar  arasından, sadece “domuz”u veya sadece “tavşan”ı seçip alarak  bu totemin  neden “yasak” veya “günah” sayıldığını açıklama çabaları boştur; konu böyle bir yolla açıklanamaz da zaten.

Göbekli Tepe'de varlığını gördüğümüz ‘Totem Hayvan’ların bir bölümü, zamanla, değişik nedenlerle tarih sahnesinden geri çekilmiş olsalar da, şimdiki ay takvimlerinin adlarında; burç adlarında; insan ad ve soyadlarında, gündelik konuşma ve deyimlerimizde, dinsel metin ve uygulamaların günah ve sevap alanlarında, 12 000 yıl kadar öncesinin Mezopotamya'sındaki bu hayvan ve bitki totem adları varlıklarını sürdürmeye devam etmektedir.

Çünkü, bu hayvan ve bitki totemler, eski toplumun örgütlenmesinde:

a) Toplum birimler arasında barışçıl ürün takası ve barışçıl evlilik ilişki düzeni kurup sürdürmeye temel oluşturmuştur.

b) Öteki toplum birimlere, “kendi”leri yerine geçen hayvan ve bitki sunma imkanı yaratarak, insan kurbanı ve canlı-ölü yamyamlığı sürecinden kurtulmada tayin edici rol oynamışlardır.

Eski insan atası, Öküz'e, Kuzu'ya, Eşek'e, Ceylan'a, Tavşan'a cehaleti nedeniyle tapmaya başlamaz! Kendisini kurban olmaktan kurtardığı için tapmaya başlar!

Eski insan atası, Hurmaya, Zeytine, Üzüme, Sedir ağacına cehaleti nedeniyle tapmaya başlamamıştır! Kendisine saldıracak düşmanlara bu ürünleri sunarak barış ortamı yarattığı ve dolayısıyla kendisini kurtardığı için tapar!

Bu yüzden İsa, kendisine “Kuzu İsa” denilmesini ister; bu yüzden toplum birim kendini Öküz’le, Eşek’le, Koyun ve Keçi ile eşitlemekte yarar görür!

Bu yüzden, “Zeytin” veya “Defne Dalı”, “Barış sembolü” olarak anılır. Tahıl demeti, üzüm salkımı, zeytin taneleri binlerce yıldır tanrıların adı olur, onları simgeler, onların resmedilmesinde başvurulan motifler olarak kullanılır.

Toplumun, yamyam olarak yiyenleri ile yamyamların kurban olarak yedikleri biçimindeki ayrıma bağlı olarak , “yırtıcı hayvanlar” ve “yem olan hayvanlar” temelinde bir ayrım yapıldığı da görülmektedir.

Aslan, Kaplan, Kartal… sembollü toplumların gerisinde mutlaka bir yamyamlık izi buluruz.

Alevi- Bektaşi jargonunda “kurban” deyiminin yaygınlığı ; Museviliğin “tanrıya adanmış- kurbanlık” olma tanımı; Kuzu İsa'nın daha anasının karnına, İnsan'lık namına kurban edilme kaderiyle düşmesi...eski toplumun “kurban olan” ve “kurban sunulan” olarak da ikiye ayrıldığını da gösteriyor. Zaten bunu Adem’in ilk oğullarının, işe “birbirini yiyerek” başlamasından da anlıyoruz. Küçük kardeşini “Toprağa-tarlaya götürüp öldüren” Caen, “Cannibalisme”min etimolojisini de verir.

Her totem hayvan-bitki, o dönemin her insanının bağlı olduğu bir ayraç-belirlenim grubu oluşturuyordu. Birey, bu toteme bağlı olarak doğar ve bağlı olarak da ölürdü. Bundan kurtuluş olmasın diye, onun alnına, başına, vücuduna damgalarla, döğmelerle, dağlıyarak “totem belgileri” konuluyordu.

MÖ. 1750'li yılların Hammurabi yasasında saçlar arasına basılan kölelik belgisinin (alın kısmında, Müslümanların mesh ettikleri bölgede, Musevilerin Kippa ile gizledikleri bölgede, takke ile gizlenen kısımda, alında bir "damga" bulunuyordu. Takke düşünce, görünen ve ortaya çıkan aslında bu bakımdan sadece "kellik" değil; kel edilerek iyi görünmesi sağlanan damga türüdür; ilgili kişinin hangi totem birime bağlı olduğunun belgisidir. Müslüman şahıs, abdest alırken, başın sadece bir bölgesini mesh etmekle sorumludur.

İşte o bölge, eski Müslüman toplumun ön atalarının damga bastırdıkları bölüm olmalıdır. Benzer şekilde, öpülen elin alna götürülmesinde de, el üstündeki totem döğmesi-damgası öpülür (o totemden sembolik olarak yenilmiş olur) ve kişi o damgayı kendi alnındaki damga ile buluşturmuş; ittifakını sağlamış olur. Cinsel olmayan öpme ne kadar bol ise, o toplumda yeme-içme ziyafet kültü o kadar çoktur. Bunun tersi de tam olarak gerçektir.

Mezopotamya'da başa vurulan damga motifi o kadar yaygındır ki, tanıdığımız Kel Oğlan, muhtemelen, genç erkeğin “aidiyet” arayışları dönemine denk düşen anlatımlar nedeniyle bu kadar meşhur olmuştur. Kel'liğinin vurgusu, herhangi bir toplum birime aid olmadığının kanıtıdır. Anlatımlarda eğer, yaygın Keloğanlık türü,"iç güvey"lik arayışı ise, bunun nedensiz olmadığı ortaya çıkmış olur. Doğal olarak "Damat tıraşı" da nedensiz yere oluşmuş değildir. Yine doğal olarak, tam hac tavafı sırasında baş tıraşı ve tavaf süresince, tıraş olan kişinin elini başına-saçına götürme yasağı, başındaki eski damga yerini gizletmeme çabasını ifade eder.

“Yıldız falı” denildiği halde, tamamı hayvan ve bitkilerle ilgili olan Burçlar düzeni, eski totem hayvan ve totem bitkilerle temsil edilen topluluklardan sadece 12 adedinin aralarında kurdukları bir ittifak düzeni, çizelgesidir. Günümüzde eğer, Balık'la (balık burcunda olan bir şahısla), Yengeç (burcunda olan bir insan)'in evlenmesi "iyi olur" veya "iyi olmaz, uygun değil" deniliyorsa, eski toplum buna "yıldızlara" bakarak değil; kendi eski kurallarına bağlı olarak karar veriyordu.

Totemler arasındaki ilişki, nasıl kurulmuş ise, o kurallara göre, bazı burçlar, kesinlikle bazı burçların kaderi idi veya kesinlikle aralarında evlenemezlerdi.

Muhammed'in, erkeğe sayısız kadınla cinsel ilişki kurma hakkı verdiği halde, "sadece dört resmi evlilik" diye bir "resmi evlilikle ilgili bir sınırlama" getirmesi de, ilgili toplulukların geçmiş ilişki kurallarından ötürü olmuş olmalıydı.

Bütün bunlar ve eski makalelerimde incelemeye çalıştığım diğer yanları, hayvan ve bitki totem sürecinin, eski toplumda, Mezopotamya'da çok güçlü temellere sahip olduğunu gösteriyor.

Özellikle Kürt bölgelerinde süre giden “aşiret yapısı”, günümüz bakımından "geriliğin" bir göstergesi olarak düşünülse de, tarihsel bakımdan, onların ayrıntılı bir düzen içinde tarih sahnesine çıkmış olduklarının da bir kanıtı olarak ele alınmalıdır. İnsanların "mezhep" veya "aşiret" bağları ne kadar çabuk eriyip kaybolmuş ise, o  yapının ayırt edici unsurları o kadar az güçlüdür diyebiliriz. Buna karşılık, Irak'ta, İran'da, Kürtler arasında, mezhepler, aşiretler, dinler arasında var olan çelişmelerin derinliği, ilgili toplumların tarihte derin temellere sahip olan bir düzen içinde yer aldıklarının işaretidir.

Irak'ta, böylesine derin çelişmelerin varlığı; o alanda Akado-sammaru büyük medeniyetinin oluşmasından bağımsız değildir.

O medeniyetlerde ilişki "bir olmak" üzerine yürümez. Her bir yapı kendi içinde bütün ve fakat ötekinden zıddıdır. Bu zıtlık üzerine birlik olur. Adem'in çocukları, “düşman kardeşlik” gerçeği gereğince, birbirini öldürerek işe başlarlar. Onların biri “ak” ise, diğeri “kara”dır. Bu ikisi birliği oluşturur. Irak, asla “tek bayrağa” sahip olmadı. O bayrak şekilde birdi ama dört temel rengin ittifakını sağlamaya çalıştı. Fakat o dört temel renk, Mezopotamya'nın, Museviler (Mavi)  dışında kalan ana toplulukları ifade eden Kara, Kırmızı, Yeşil, Beyaz'dı. Şu anda da, Irak, Mezopotamya'nın bu en eski “renk ayrımı”nı, insanların-mezheplerin giysi renklerindeki ayrımlar olarak, sürdürüyor.

Dolayısıyla, eski toplum, hayvan, bitki ve renk totemleri temelinde (kızıl baş, kara baş...)  “renk totemi”  temelinde, inceden inceye ayrıştırılmış bir toplumsal düzene sahipti.

Eğer, aramızdan biri veya birileri, Muhammed namaz kılarken önünden “kedi” geçince, istifini bozmuyor; fakat “kara köpek” geçince, “haşa” diyerek Allah'dan özür dileyip namazını tazeledi diye, olayı alaya alıyorsa, o kişi veya kişilerin ateizmi bilimsel değildir, deriz…

Onların eski toplumu bilmeden “dinleri eleştirmeye” kalkıştıklarını; bunun doğru ve başarılı olamayacağını açıklarız.

Biz bilimsel ateistler, “dinlerin kökenleri”ni “uydurmalar, cehalet ve korkular dünyası”nda aramıyor; onu, öncelikle eski toplumsal yapının bağrından, örgütlenme ve işleyiş ilişkileri düzeninde keşfedip, bağlantılarıyla birlikte meydana çıkarmaya çalışıyoruz.


Eski Ahit’de Kuzu Ve Kuzu İsa Motifi!

---

“Kuzu İsa”nın Öncelleri..

--------------------------------------------


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder