17 Eylül 2011 Cumartesi

Vicdan Özgürlüğü Manifestosu

Uluslararası Özgür Düşünce Birliği

UÖDB: Vicdan Özgürlüğü Manifestosu


İnsanoğlu özgür doğmuştu.
Doğa ne ünvanlar, ne dinler, ne dini kurumlar ne de sansür veya mülkiyet yaratmıştı.
İnsanoğlu, bilmediği ya da anlamadığı bir gezegenin çilelerine karşı verdiği uzun bir mücadeleden sonra tarihöncesinden çıktığında, kendisi oldu.
İnsanoğlu, kendini aşamalı olarak baskılardan ve zincirlerden, hatta kendi kendine yarattığı zincirlerden de kurtararak, haklarını ortaya koymak zorundaydı.
İnsan hakları, bilinmeyen bir kökenin öne sürülmüş "haklarına" karşı ortaya konmamış veya gasp edilmemiştir.
İnsan hakları vardır, çünkü insanoğlu vardır.
İnsan hakları, apaçık gerçeklerdir.
İlk hak, ilk özgürlük, özgürce düşünme hakkıdır.
Bu ilk ve değiştirilemez özgürlük, vicdan özgürlüğüdür.
İnsanlar, kiliselerden önce de vardı.
İnsanlar, kiliselerden önce gelir.
Tanrılar, kiliseler, batıl inançlar, dogmalar, insan ürünlerinden başka bir şey değildir.

Daha Fazla Vicdan

"Işık! Daha fazla ışık!"
Yüzyıllarca öteden, Goethe'nin son sözlerine inanıyoruz.
Vicdan özgürlüğü, insanoğlunun, kendini ve diğerlerini sorgulama özgürlüğüdür.
İnsanoğlu yanılabilir ve mükemmelleştirilebilir, çünkü ona akıl ve bu sayede de eleştiricilik bahşedilmiştir.
Bu, insanoğlunun yaptıklarını tersine çevirebilir.
Art arda gelen insan nesilleri, kendilerini sonsuz bir zincire vuramazlar.
Kiliselerin aksine, özgür ve bilinçli insanoğlu, yanılmazlığı her zaman reddetmiştir, reddetmektedir ve reddedecektir.
Papalar için iyi olan şeyler, insanoğlu için iyi değildir.
İnsanoğlu mükemmelleştirilebilir, yani kendini düzeltip geliştirebilir; Cennet'i, hükmü kalmamış ve suçlu bir şey olarak veya gizemli ve erişilemez bir gelecek olarak değil, vicdani özgürlüğün mümkün kıldığı, günlük çabalar olarak görür.
Protagoras'ın da dediği gibi, "İnsan her şeyin ölçütüdür."
İnsan dehası sınırsızdır. Evren'deki en küçük hücreyi parçalayabilir; aynı zamanda kendi yapısını yenileyebilir, gezegenler fethedebilir, dünyanın kökenleri üzerine çalışabilir veya kendi geleceği hakkında düşünebilir.
Heyhat ki, kendi yıkımını da programlayabilir.
İnsanoğlunun sonu, insanoğlunun elinden olacaktır ve mitolojiye göre asi Prometheus, ateşi, ona sahip olanlardan çalıp insanlara verirken de haklıydı; o, insanoğlunun kurtuluş mücadelesinin mecazi bir figürüydü.
Vicdan özgürlüğünü ortaya atarken -bu da insan özgürlüğüyle eş anlamlıdır-, insanoğlu, dini dogmalara rağmen her zaman ilerlemiştir.
Kiliseler, tutum ne olursa olsun, insanoğlunun attığı her adıma karşı çıktı ve o da her defasında haklarını savunmuştur.

Tarih

Vicdan özgürlüğü uğruna verilen şehitler ve kahramanların listesi, aşağıda kısaca değinilen bölümde bahsi geçenlerden çok daha uzundur.
Sokrates, öğrencilerinin kendi kendilerine düşünmesini istediği için katran içmeye mahkum edildi.
Sorbonne'da bir filozof olan Peter Abelard, kendi düşüncesinin rahiplerinkine denk olduğunu düşündüğü için sakat bırakıldı.
Galile, bir bilim adamı olarak, İncil'deki kilise hatalarındansa kendi çalışmalarının sonucu olan gerçekleri öğrettiği için hüküm giydi.
Aynı şey Etienne Dolet, Giordano Bruno, Michael Servet., Vanino Vanini ve nice başkaları için de geçerlidir.
Batı Dünyası'nda hakları belirlemek için ilk belge olan Magna Carta 1215'te İngilterede yayınlandığında, Canterbury Başpiskoposu Stephen Langton, sözleşmeyi desteklediği için Papa tarafından açığa alındı.
1789 İnsan Hakları ve Fransa Vatandaşları Deklerasyonu, Papa tarafından kınandı.
Charles Bradlaugh, 1880'de demokratik bir şekilde Westminster'a seçildiğinde, Parlamento'da Anglikan inancına bağlılık yemini etmemek için uzun bir kampanya yürütmek zorunda kaldı.
Bir İspanyol eğitimci ve özgür düşünceli birisi olan Francisco Ferreri Guardia, Roman Katolik hiyerarşisinin isteği üzerine idam edildi.
Özgür düşünceli ve özgürlükçü Chevalier de la Barre, Roman Katolik Kilisesi'nin emriyle, Alman Özgür Düşüncesi'nin lideri Max Sievers ise Naziler tarafından 1943 yılında Hamburg'da idam edildi.
Bu liste uzar gider.
Bu, dogmalarla vicdan özgürlüğü arasındaki bitmez tükenmez mücadelenin kanıtıdır.

Bugünlerde

Kiliselerin, bilinçli insanlara baskı uyguladığı ve eziyet ettiği herkes tarafından görülebilir. Kiliseler değişmedi.
Birkaç örnek vermek gerekirse; Pakistan'da, Dr. Yunus Şayk, uluslararası bir dayanışma kampanyasından sonra Avrupa'da sığınma bulamadan, kafirlikle suçlandı ve 2001 yılında ölüme mahkum edildi. Ölüm hücresinde yaklaşık üç yıl geçirdi.
Nijerya'da bir aktivist olan Leo Igwe, "cadılık"la suçlanan insanları savunduğu için polis tarafından defalarca tutuklandı ve kötü muameleye maruz bırakıldı. Ocak 2011'de, onun adına yürütülen uluslararası bir kampanya sonucunda, iki günlük hapis süresinden sonra serbest bırakıldı.
İtalyan yargıç Luigi Tosti, çarmıhlarla süslü bir mahkeme salonunda görev yapmayı reddetiği için işinden kovulmasının ardından, yeniden göreve getirilmek için bıkıp usanmadan bir kampnaya yürütüyor.
18 Mart 2011'de, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin başvuru yetki merkezi olan "Yüce Divan" (bundan böyle Berlusconi'nin hükümeti olarak anılacaktır), İtalya'daki devlet okullarının sınıflarında çarmıhların bulunmasının devam etmesini isteyen İtalyan hükümeti lehine karar vermiştir (Bu dava ayrıca "Lautsi Davası" olarak da bilinir).
Başka bir yığın örnek verebiliriz; mesela, Fransa-Avignon'daki bazı resimlerin 'kafirce' addedilmesi üzerine, Katolik bir komandonun bu resimleri parçalaması.

Vicdan Özgürlüğünü Kazanmak, Savunmak ve Yeniden Tesis Etmek

Diğer herhangi bir hak gibi, vicdani özgürlük hakkı da deklerasyonlar, anayasalar, düzenlemeler veya yasal belgeler gibi, hukukla korunmalı.
Kimi ülkelerde bu düzenlemeler mevcut. Bu, Amerikan Anayasası'ndaki İlk Değişiklik olayıdır: "Kongre, hiçbir dinin kurulmasına dair yasa yapmayacak ya da bu sebeple tatbikini yasaklamayacak; ifade özgürlüğünü ve basın özgürlüğünü ya da barışçıl bir şekilde bir araya gelen insanların haklarını ya da hükümete sorunların çözümünü talep eden insanların haklarını kısıtlamayacak." (1791) Fransa'daki Devlet ve Kiliselerin Ayrılması Kanunu (1905): "Cumhuriyet hiçbir ibadeti tanımaz ve desteklemez, hiçbir ibadete fon sağlamaz. Sonuç olarak, bu yasanın ilanının ertesi, 1 Ocak'tan itibaren dinlerin tatbiki de dahil tüm masraflar, Devlet'in, departmanların ve komünlerin bütçesinden çıkarılacaktır", Meksika Anayasası, Madde 3 (1917) "Kilise'nin herhangi bir gayrimenkulü satın alması, sahiplenmesi veya yönetmesi yasaktır, Kilise'nin hiçbir yasal mevkisi yoktur", Portekiz ve Sovyet Rusya 1917, Bolivya Anayasa referandumu (2009) ve geçici Nepal Anayasası (2007).
Bu düzenlemelerin sert tepkiler aldığını belirtmeliyiz ve 1940 Vichy rejiminden beri tüm hükümetlerin Ayrılık Yasası'nı ihlal ettiği Fransa göz önüne alındığında, savunma ve yeniden yapılandırma gereklidir.
Bu yüzden, vicdan özgürlüğü konusunda verilen çabaların her birini kucaklıyoruz, tıpkı son zamanlarda Birleşik Krallık'taki kafirlik suçalamasının kaldırılması gibi. Mart 2010'da Polonya'da piskoposluk dergisi Gosc Niedzielny ve Katowice Başpiskoposu, feminist aktivist Alicja Tysiac'ı Naziler'e benzettikleri için cezaya mahkum edildi. Diğer kazanım örnekleri de bilinmekte.
İrlanda Cumhuriyeti halkı tarafından seçilen parlamenterlerin yenileyerek sundukları, "Katolik Kilisesi ve devlet arasındaki özel ilişkinin bitirilmesi" talebini; Avustralya'da, ABD'deki dini okulların ("voucher"ler) ve dini kurumların fonunun halk tarafından karşılanmasına karşı sürdürülen yasal mücadeleyi; Quebec'te, halk vaizlerinin konseylerden çıkarılması için verilen yorulmak bilmez emekleri selamlıyoruz.
Polonya ve İtalya'daki ruhban sınıfı karşıtı gösterileri; Lübnan, Beyrut'ta, halkın payına dayalı güç paylaşımının karmaşık bir karışımı olan bir politik sisteme sahip bir ülkede sokaklara dökülen ve "Tek Çözüm Laiklik" diyen binlerce insanı; Tunus'ta, "Laiklik = Özgürlük ve Hoşgörü", "Laik Bir Tunus İçin" sloganlarıyla ayaklanan binlerce göstericiyi; Londra'da, Roman Katolik Kilisesi Lideri'nin ziyareti sırasında yürüyüş yapan ve "Bunu Papa Ödesin" diyen binlerce göstericiyi; İspanya'daki laiklik taraftarı göstericileri selamlıyoruz.
Her iklimde ve her kıtada biçim çok çeşitli, ama içerik, temelde aynı: vicdan özgürlüğünün gerekliliği!
Bizler, kilise ve devlet arasındaki anlaşmalara, din savaşlarına ve medeniyetler savaşına karşı mücadele ediyoruz.

Yansımalar

1904 yılında Roma'da yapılan Dünya Özgür Düşünce Kongresi'ndek teklifler ve çözümler de dahil olmak üzere, geleneklerimiz ve mücadelelerimiz, bağlılığımızın göstergesi ve yeminidir.
1904'te Roma'daki Dünya Kongresi geleneğini takiben, 10 Ağustos 2011'de Oslo'daki Dünya Kongresi'nde bulunan ve Uluslararası Özgür Düşünce Birliği'ni kuran delegeler, Dinlerin finanse edilmesinin ardındaki gerçek ve Din kurbanları için adalet adıyla geçen iki kampanya başlatmaya karar verdiler.
Din ve Devlet'in Ayrılığı anlamına gelen vicdan özgürlüğünü savunduğumuz için, kendilerine 'spiritüel' diyenlerin yararına, dinlerin finansmanının, devletlerin bütçelerini sağlık ve eğitimden kısmaya zorlayarak kısıtlayan bu "mor ekonomi"nin temeline inmek istiyoruz.
Din kurbanları için adalet istiyoruz.
Adalet, tövbe değildir.
Tövbe, kendini insanların yasalarından üstün gören Kiliseleri bağlayan, dini bir davranıştır.
Adalet, yani bir onay talep ediyoruz; davalı suçlu bulunduğunda, yasal, finansal ve ahlaki onay talep ediyoruz.
Kiliseler tarafından uygulanan, kurum içinde bir kuruma dönüşen cinsel taciz kurbanları için adalet istiyoruz!
1215'teki Dördüncü Lateran Konseyi'nde helal kılınan, Yahudilere sarı bir kolluk takılmasını, Yahudilere, Müslümanlara ve tanrıtanımazlara karşı engizisyon kurulmasını emreden ayrımcılığın kurbanları için adalet talep ediyoruz!
Afrika, Asya, Latin Amerika ve Kuzey Amerika'daki toprakları ellerinden alınan ve hakları gasp edilen, sömürgeleştirilen ve "kutsanan" halklar için adalet istiyoruz! J. Kenyatta'nın sözlerini hatırlatacak olursak: "Beyazlar Afrika'ya geldiğinde, bizim elimizde topraklar, onların elinde İncil vardı. Bize, gözlerimiz kapalı dua etmeyi öğrettiler. Gözlerimizi açtığımızda onların elinde topraklar, bizim elimizde İncil vardı."
Bütün insanların vicdanı göz önünde bulundurularak, bilimsel araştırmalar için tam bir özgürlük istiyoruz.
Kadınlara, kendi bedenlerini kontrol etme hakkı tanınmasını istiyoruz.
Erkekler ve kadınlar için eşit politik ve sosyal haklar istiyoruz.
Eğitim ve dinin birbirinden tamamiyle ayrılmasını istiyoruz.
Aileler çocuklarına iyi olduğunu düşündükleri şeyleri öğretmekte özgürler, ama eğitim, yalnızca halk eğitiminin görevi olmalıdır.
Biz, insanları düşünceleri yüzünden suçlamıyoruz.
Biz, kamu kuruluşlarını, insanlara belirli görüşleri empoze ettikleri için suçluyoruz.

Perspektifler

Bizler, Oslo'daki Dünya Özgür Düşünce Kongresi'nde bulunan, can alıcı vicdan özgürlüğü konusuyla yüzleşerek, kendi mücadelemiz ve mevcut durum süresince, organizasyonlar ve birliklerin yerlerini almaksızın, ulusal veya uluslararası her ne şekilde olursa olsun, beyan ederiz ki;
- Vicdan özgürlüğü, demokrasinin esaslarındandır.
- Vicdan özgürlüğü, insan türünün bağımsızlığının esaslarındandır.
Söz veriyoruz ki;
- Bu özgürlüğü, her yerde ve herkes için savunacağız.
- Düşünceleri yüzünden mahkum edilen veya mahkum edilebilecekler için dayanışma içinde olduğumuzu, dostça ve ağırbaşlı bir şekilde ifade edeceğiz.
- Bu manifestoyu kabul eden herkesi, mücadeleye katılmaya davet edeceğiz.

---------------------

International Association of
Free Thought


IAFT: Manifesto for Freedom of Conscience



Humankind was born free.
Nature has created neither titles, nor religions nor religious institutions, nor censorship or property.
Humankind has become itself when it came out of prehistory after a long struggle against the terrible ordeal of a planet which it did not know or understand.
Gradually freeing itself from restraints and fetters, including those fetters that Humankind has created for itself, Humankind has had to assert its rights for itself.
Human Rights are neither asserted nor wrested against some other alleged “rights” of unknown origin.
They exist because Humankind exists.
Human Rights are “self-evident” truths.
The first right, the first freedom is the right to think freely.
This first and fundamental liberty is called freedom of conscience.
Indeed, before the Churches, there was humankind.
Indeed, above the Churches, there is Humankind.
Gods, Churches, superstitions, dogmas are no more than human artefacts.

Still more conscience

“Light! More light!”
Beyond centuries, we believe in Goethe’s last words.
Freedom of conscience is the liberty of humankind to inquiry and self-inquiry.
Humankind is fallible and perfectible because it is endowed with reason and therefore criticism.
What Humankind has done, it can undo.
Successive generations of Human Beings cannot put themselves into fetters eternally.
Contrary to Churches, free and conscious Humankind has refused, is still refusing and will always refuse infallibility.
What is good for Popes is no good for Human beings.
Humankind is perfectible, which means that it can correct itself and improve itself; it does not consider Paradise as something out dated and guilty or as a mystical and inaccessible future but rather as an everyday effort, that freedom of conscience has made possible.
After Protagoras, we can say that “Man is the measure of everything”.
Human genius is unlimited. It is capable to divide the smallest cell in Universe, as well as to modify its own structure, to conquer planets, to work on the origin of the world and to think about its own future.
Alas and alack, it is capable to programme its own destruction.
The doom of humankind is the design of Humankind and, according to Mythology, Prometheus, the rebel, was right when he stole fire from those who owned it to give it to Men; He is a metaphoric figure of Humankind struggling for its emancipation.
While asserting freedom of conscience, which is synonymous with Human liberty, Humankind has always run counter to religious dogmas.
The Churches have condemned every step forward, whatever the manner, that Humankind has achieved and every time it has asserted its rights.

History

The list of martyrs and heroes of freedom of conscience is far longer that the brief reminder which is mentioned hereafter.
Socrates was condemned to drink hemlock because he wanted his students to think by themselves.
Peter Abelard, a philosopher at the Sorbonne, was maimed because he believed that his opinion was worth those of the “Fathers”.
As a scientist, Galileo was sentenced because he had taught the truths that were the results of his own research rather than errors in conformity with the Bible.
That was the same for Etienne Dolet, Giordano Bruno, Michel Servet., Vanino Vanini and many others.
When the “Magna Carta”, the first document in the Western World establishing rights, was published in England in 1215, Stephen Langton, Archbishop of Canterbury, was suspended by the Pope because he had supported the Charter.
The 1789 Declaration of the Rights of Man and of the Citizen in France was condemned by the Pope.
Democratically elected to Westminster in 1880, Charles Bradlaugh had to wage a long campaign to vote in Parliament without having to take the oath of allegiance to the Anglican faith.

Francisco Ferrer i Guardia, a Spanish educationalist and free thinker, was executed in 1907 at the request of the Roman Catholic hierarchy.
Chevalier de la Barre, a free thinker and libertine, was executed on the order of the Roman Catholic Church and Max Sievers, the leader of the German Free Thought, was executed by the Nazis at Hamburg in 1943.
This is a long list…
It is a testimony of the unflagging struggle between dogmas and freedom of conscience.

Nowadays

Everyone can see that the Churches continue to suppress and oppress people of conscience. The Churches haven’t changed.
To take a few examples, in Pakistan, Dr Younus Shaikh was accused of blasphemy and sentenced to death in 2001, before he was able to find shelter in Europe after an international solidarity campaign. He had spent nearly three years in the death row.
In Nigeria, Leo Igwe, an activist, was repeatedly arrested and ill-treated by the police because he had stood up in defence of people accused of “witchcraft”. In January 2011, he was released after two days in custody as a result of an international campaign in his favour.
The Italian Judge Luigi Tosti has been persistently waging a struggle to be fully reinstated in his position after being dismissed because he had refused to administer justice in a courtroom ornamented with a crucifix.
On March 18, 2011, the « Grand chamber », an appeal jurisdiction of the European Court of Human Rights, referred to by Berlusconi’s government, has ruled in favour of the Italian State which wants to continue to impose the presence of crucifixes in Italian state-school classrooms (this case is known as the “Lautsi Case”).
We could have taken up many more examples, such as the recent destruction of several paintings by a Catholic commando at Avignon in France because those works were deemed “blasphemous”.

Winning, defending or re-establishing freedom of conscience

Like any other right, freedom of conscience should be enshrined in law, whether Declarations, Constitutions, regulations or legal documents.
In some countries, those regulations do exist. This is the case of the First Amendment to the US Constitution: “Congress shall make no law respecting an establishment of religion, or prohibiting the free exercise thereof; or abridging the freedom of speech, or of the press; or the right of the people peaceably to assemble, and to petition the Government for a redress of grievances”. (1791), the Law of Separation between the Churches and the State in France (1905): “The Republic does not recognise, nor salary nor subsidize any worship. As a consequence, from January 1st following the promulgation of this law, all expenditure concerning the exercise of religions will be suppressed form the budget of the State, the departments and the communes”, Article 3 of the Constitution of Mexico (1917) “neither purchase, nor possession or managing of real estate for the Church, no legal status for the Church”, Portugal and Revolutionary Russia in 1917, the Constitutional referendum in Bolivia (2009) ant the Interim Constitution of Nepal (2007), among others.
We ought to remind that those regulations are often roughly treated and defence or re-establishing is necessary as this is the case for example for France where all governments have violated the Law of Separation since the 1940 Vichy Regime.
That is why we greet all the struggles that are waged in favour of freedom of conscience, such as the recent abrogation of the offense of blasphemy in the United Kingdom. In March 2010 in Poland, Gosc Niedzielny, the magazine of the bishop see and the Archbishop of Katowice were condemned for having compared the feminist activist Alicja Tysiac to Nazi criminals. Others examples of gains are well-known.
We greet the renewed demand put forward by parliamentarians, elected by the people in the Republic of Ireland, “to end the special relationship between the Catholic Church and the state”, the legal battle currently taking place in Australia against the public financing of religious institutions and religious schools in the USA (“vouchers”), the tireless efforts in Quebec to put an end to public prayers in councils.
We greet the anticlerical demonstrations in Poland, in Italy; we greet the dozens of thousands of people marching through the streets of Beirut in Lebanon and claiming “Secularism is the Solution” in a country where the political system is a complicated mixture of power-sharing based on communal quotas; the thousands of demonstrators in Tunisia taking up again the slogan “Secularism = freedom and tolerance”, “For a secularist Tunisia”; the thousands of demonstrators in London marching during the visit of the Head of the Roman Catholic Church and claiming “Make the Pope Pay”; the secularist demonstrators in Spain….
Under every climate, in all the continents, the form is variable but the content is basically the same: the necessity of freedom of conscience!
We fight for the abrogation of all the Concordats, all the Wars of Religion and against any “Clash of Civilizations”.

Reflections

Our traditions and our fights, including the motions and resolutions of the World Congress of the Free Thought in Rome in 1904, are the token and the promise of our commitments.
Following the tradition of the World Congress of Rome in 1904, those present or the representatives in the World Congress of Oslo on August 10, 2011, founding the International Association of the Free Thought - IAFT - Association Internationale de la Libre Pensée - AILP) decide to launch two campaign, namely the truth on the financing of Religions and justice for the victims of Religions.
Because we advocate freedom of conscience, which implies Separation of Religions and the State, we want to get right to the bottom of the financing of Religions, this “purple economy” which restrict the budgets of the States to the detriment of Health and Education, for the benefit of those who call themselves “spiritual”.
We demand justice for the victims of Religions.
Justice is not repentance.
Repentance is a religious behaviour that only involves the Churches, which consider themselves as being above human laws.
We demand justice, and that implies sanction, including legal, financial and moral sanction when the defendant is found guilty.
Justice for the victims of sexual abuse by the Churches, sexual abuse being an institution within the Institution!
Justice for the victims of discrimination enshrined in the Fourth Council of the Lateran in 1215, ordering the Jews to wear a yellow patch, of the Inquisition against Jews, Muslims, or “heretics”!
Justice for the colonised and “evangelized” peoples who were deprived of their rights and dispossessed of their lands in Africa, Asia, Latin America and North America! To take up again the quotes by J. Kenyatta: “When the Whites came to Africa, we had the land and they had the Bible. They taught us to pray with our eyes shut. When we opened our eyes, the Whites had the land and we had the Bible”.
We demand complete freedom for scientific research, in respect of everyone’s conscience.
We demand the right for women to control their own bodies.
We demand equal political and social rights for men and women.
We demand complete separation of education and religion. Families are free to teach what they think is good for their children but Education should be the mission of Public Education, exclusively.
We do not blame people for their opinions.
We blame public institutions to try to impose opinions.

Perspectives

We, those present or the representatives in the World Congress of the Free Thought at Oslo, facing the crucial issue of freedom of conscience, both through our own quest and the current situation, without taking the place of associations or organizations, whether national or international whatsoever they may be, assert that:
  • Freedom of conscience is constitutive of democracy;
  • Freedom of conscience is constitutive of liberation of Humankind.
We commit ourselves to:
  • Defend this liberty everywhere and for all;
  • Fraternally and solemnly express solidarity for those who are or could be persecuted for their opinions;
  • Request all those who accept this Manifesto to join in this struggle.

    --------------------

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder