12 Ağustos 2013 Pazartesi

Bedeni Tahrip Edilenler: Sünnetli Kızlar...


             
Almanya'da sünnet edilen kız çocukları
Bedeni tahrip edilenler...
 
Tehdit altındaki çocuklar ve kadınlar koruma altına alınmalı Laufer, 30 yıldır kadınların ve kız çocuklarının sünnet edildiğine dair haberler çıkmasına, bu uygulamanın Almanya'da da yapıldığı bilinmesine rağmen, hala hiçbir failin yakalanmamış olmasına duyduğu kızgınlıkla 2007 Şubatında "Cinsel Organ Tahribatına Karşı Etkili Önlem Çalışma Grubu"nu kurmuş.

Kuruluş konuya bakış açısının değişmesini talep ediyor: Faile nasıl ulaşılıp, nasıl belki ikna ederiz sorusunu değil, kurbanı nasıl koruruz düşüncesini merkeze oturtmak gerektiğini savunuyor. Laufer "Diğer Avrupa ülkelerinde yapılan araştırmalar, sünnet tehlikesi altındaki kız çocuklarının, yüzde 35 ila 80'inin gerçekten kurbana dönüştüğünü gösteriyor." diye sözüne devam ediyor.


Almanya'da ise kurbanları korumak için henüz aktif bir tedbir alınmış değil. Laufer'e göre "Alman devleti bu noktada koruma yükümlülüğünü yerine getirmiyor. Devlet, yaşama ve vücudun dokunulmazlığına ilişkin temel hakkın burada yaşayan göçmenler için de geçerli olması amacıyla aktif çaba harcamalı.Yoksa bir ayrımclık var demektir."

Bu nedenle oluşturulan çalışma grubu, risk grubundaki genç kızların erginliğe ulaşıncaya dek düzenli olarak muayene edilmesini talep ediyor. Amacını da "en nihayet vücudu tahrip edilmeyen bir kuşağın yetişebilmesi" olarak özetliyor. Bu arada Fransa'daki tecrübeler gösteriyor ki, denetim olduğu sürece, kız çocuklarının bedenine dokunulmuyor.


Kurban sayısı çelişkili

Kadın ve insan hakları örgütü Terre des Femmes 30 yıldan beri bu konuyla ilgili toplumları bilgilendiriyor ve Almanya'da, toplam 30 bin kurban, yaklaşık da 4000 kız çocuğunun tehdit altında olduğunu tahmin ediyor. Örgüt Sözcüsü Franziska Gruber "bilinmeyen vaka sayısı kesinlikle çok daha fazla."diyor.


Gruber'e göre bunun sebebi, yasadışı olarak Almanya'da yaşayanların olması, ayrıca Alman pasaportuna sahip Afrikalılar gibi Iraklı Kürt kadınların da istatistiklere girmemesi. Çalışma Grubu'ndan Ines Laufer, bilinmeyen vaka sayısını da hesaba katarak tehdit altında 30 bin kız çocuğu olduğu ve Almanya'da toplam 60 ila 80 bin kurbanın yaşadığı sonucuna varıyor.


Unicef, "Terre des Femmes ve Jinekologlar Derneği'nin 493 Alman kadın hastalıkları doktoruna uyguladığı ortaklaşa anketin sonucu, kız çocuklarının karşı karşıya olduğu tehlikeyi farklı bir şekilde ortaya koyuyor: Ankete katılan 35 doktor, bazı hastalarımızın kendi ülkelerinde kızlarını sünnet ettirmek isteğinden haberdarız, diyor; 48 doktor bu uygulamanın Almanya'da da olduğunu biliyor, üçü ise kendilerine kızları sünnet etme yönünde talep geldiğini söylüyor.


Almanya'da yaşayan Afrikalılar arasında sünnet için ödenen paralar konuşuluyor. Alman-Afrikalı Doktorlar Derneği'nden Sudanlı Doktor Abdul Kangoum, kendisine iki kız çocuğunu sünnet etmesi için 10 bin Euro teklif edildiğini anlatıyor. Başka bir ülkeden Almanya'ya getirilen sünnetçilerin ise kaldıkları süre içinde birden çok kızın cinsel organını tahrip etme karşılığında 2000 Euro aldıklarını söylüyor.

 

 Renate Bernhard
© Qantara.de 2008


Almancadan çeviren Tuba Tunçak


http://tr.qantara.de/webcom/show_article.php/_c-674/_nr-171/i.html
 

                                        ***
                                               KADIN SÜNNETİ
                   Kadın sünneti bir hak ihlalidir !
  
Sünnet dendiğinde Türkiye’de akla erkekler gelse de, dünyada 150 milyon sünnet edilmiş kadın yaşıyor. Üstelik bunlara her 11 saniyede yeni bir kadın ekleniyor. Amaç, kadınların cinselliklerini kontrol altına almak. “Terre des Femmes” örgütü, kadınlara âdet ve doğumda normalin üstünde sancılar çektiren, cinsel ilişkiden zevk almasını engelleyen, hatta ölümlerine neden olan bu “gelenek”e karşı mücadele ediyor.
   Sünnet dendiğinde kafamızda canlanan resim şatafatlı giydirilmiş erkek çocuklarının küçük bir ameliyat atlattıkları günün sonunda süslü yataklarına uzanmış, eğlence izlemeleridir. Ancak birçok Müslüman ülkede uygulanmasına rağmen çoğumuzun hiç haberdar olmadığı bir sünnet daha var.Bu sünnet, cinselliklerini kontrol altına almak için kız çocuklarına uygulanıyor.
  Dünyada 150 milyon sünnet edilmiş kadın yaşıyor. Bu sayıya her yıl Afrika, Arap ülkeleri, Endonezya ve Malezya gibi bir çok ülkeden sekiz bin kadın daha ekleniyor. Yani her saniyede 11 kız çocuğunun gelenek adı altında cinsel organları neredeyse yok ediliyor. Söz konusu kadınların çoğu Afrika kökenli olduğundan ve fakir Afrika ülkelerini çok uzak olarak düşlediğimizden bu sorun hâlâ çok az yankı yaratıyor.  Özellikle Batı dünyası, belki de bu soruna nasıl yanıt vereceğini bilmediği için hâlâ seyirci kalıyor; sünnete kültürel bir gelenek olarak saygı mı gösterilmeli, yoksa kızların insan hakları mı korunmalı, tartışmaları sürüyor. Yine de sorunun vahametini fark edip, çözümü için çalışan örgütler de var. “Terre des Femmes” bir çok ülkede bilgilendirme kampanyaları düzenleyerek genç kızları acı talihlerinden kurtarmak için savaşıyor. “Terre des Femmes”in uzmanlarından Franziska Gruber sorularımızı yanıtladı.
**
- Kadın sünneti ne anlama geliyor?
Kadınlar çeşitli şekilde sünnet ediliyor. Bazılarının sadece Prepuslaları ile birlikte klitorisleri kesiliyor. Bunun daha ağır versiyonu, küçük ve büyük dudaklarının bir kısmının da kesilmesi. En acımasız ve ne yazık ki en yaygın olan üçüncü bir sünnet türü var. Biz buna Infibulasyon diyoruz, ameliyatta kızların klitoris ve prepus ile birlikte küçük ve büyük dudaklarının neredeyse tümü kesiliyor, sonra açık yaranın dış çeperleri bir araya getirilerek dikiliyor, sonunda sadece idrar ve aybaşı kanamasının akabileceği küçük parmak genişliğinde bir delik bırakılıyor.
- Kaç yaşında uygulanıyor?

8-14 arasındaki her kıza uygulanıyor. O kültürlerde bir genç kızın evlenebilmesi için sünnet olması şart, yoksa koca bulamaz. Hatta bazı aileler kızının başlık parasını cinsel organ açıklığının büyüklüğüne göre belirtiyor. Sünnetten sonra kızların kadınlığa geçtiği düşünülüyor. Birçok kültürde kızın sünneti ailesi ve yakınları tarafından kutlanıyor.
- Ya kızların içinden geçenler, onlar bu duruma nasıl tepki gösteriyorlar?

Kızlar gerek küçük yaşlarından, gerek bu uygulamanın acısı ve yan etkilerinin konuşulması bir tabu olduğundan o ana kadar neye uğradıklarını bilmiyorlar. Onlara sadece bunun gerekli olduğu anlatılıyor. Durumu anladıklarında zaten iş işten geçmiş oluyor ve bir ömür boyu sünnetin zararlarıyla yaşamak zorunda kalıyorlar.

- Ne gibi zararlar, bunlar?

Sünnet sırasında kan kaybından ölebiliyor. Kızlara ameliyat esnasında narkoz verilmiyor, çektikleri acılar tarif edilir gibi değil. Karnın alt kısımlarında durmadan meydana gelen kronik iltihaplanmalar, özellikle idrar yollarında ve yumurtalıklarda kısırlaşmaya neden olan enfeksiyonlar... Âdet kanamalarında, cinsel ilişkiye girdiklerinde ve doğumda korkunç acılar çekiyorlar. Hatta birçok kadın çocuğunu doğururken ölebiliyor. İdrar keselerine zarar verilen kadınlar idrarını tutamaz hale geliyor. Ayrıca aletler steril olmadığından ve bir çok kız aynı zamanda kesildiğinden AIDS mikrobu bulaşabiliyor.
- Yani sünnet sadece yapılırken yaşanan acıyla atlatılmıyor...

Yok, kesinlikle. Ayrıca bir kadın iltihaplardan dolayı doğurganlığını kaybettiğinde yine toplumdan dışlanıyor. Evli ise eşi tarafından terk ediliyor. AIDS bulaşması yine apayrı bir felaket. Ayrıca, kızlarda yarattığı psikolojik olumsuzluklar yeterince araştırılmadı ama bunun en az vücutlarına verilen zarar kadar ağır olacağını tahmin etmek zor değil. Acının yanı sıra kadınların klitorisleri alındığından cinsel ilişkiye de daha az istekli oluyorlar. Birçok kadın cinsel ilişkiye sadece kocalarının isteği üzerine girdiklerini söylüyorlar.
- Kadınları sünnet etmenin arkasında yatan fikir ne?

Kadının sünnet edilince evliliğe bakire olarak girmesinin sağlanılacağı düşünülüyor. Bu toplumlar kadının o organları alınmadan cinsel isteklerine yenik düşeceği ve dolayısıyla evlendiğinde sadık bir eş olamayacağını savunuyorlar. Yani ataerkil toplum kadının cinselliğini kontrol ederek vücudu üzerinde hüküm sürüyor.
- Kadınlar buna karşı ayaklanmıyor mu?

Ayaklanmaları çok zor. Sünnetin konuşulması bile büyük bir tabu. Anneler kızlarının sünnet edilmesine karşı çıksa o kızın evlenememesine sebep olur. O yüzden biz de ilk önce tabuları yıkarak kadınların konuşmalarını sağlıyoruz. İlk ve en zor adım kadınların suskunluğuna son vermek. Erkekleri de bilgilendiriyoruz, ama asıl zorluğu kadınlar çıkarıyor...
- Kadınlar mı?

Evet, çünkü kadınlar sünnetle birlikte belirli bir statüye sahip oluyor. Özellikle yaşlı kadınlar bu toplumlarda söz sahibi ve kendilerini kültürlerinin koruyucuları olarak gördüklerinden geleneği sürdürme taraftarılar. Ayrıca, çoğu toplumda sünneti de kadınlar gerçekleştiriyor ve hem bu işten iyi gelir sağlıyorlar, hem de toplumda çok saygın kişiler oluyorlar. Biz bunun önüne geçebilmek için bu kadınlara ebeliği öğretiyoruz. Böylece hem farklı bir gelir kaynağı elde ediyorlar, hem de saygınlıkları sürüyor.

Bu kıyıcı geleneğe son vermek için gerçekten tüm köyü bilgilendirmek gerekiyor. Aksi takdirde bazı aileler dışlanıyor ve çevreden gördükleri baskılarla yine kızlarını sünnet ettirmek zorunda kalıyorlar.
***
Anne bana ne yaptın?
Benim adım Lul. Somali’de dünyaya geldim ve başkent Mogadischu’da büyüdüm. Sünnet edildiğimde altı yaşımdaydım. Ailem bana bir gün öncesinden sünnet olacağımı haber verdi. Ertesi sabah “iyileştirici” geldi -bir erkekti. O kadar ufak olmama rağmen çok iyi hatırlıyorum, hiç de unutamayacağım. Acılarım tarif edilir gibi değildi... Sünnetin ardından yaralar kapansın diye bacaklarımı birbirine bağladılar. İdrarımı yapmak bile ölümdü. Annem, kuzu kesip çok özel yemekler yaptı, akrabalarımız annemi tebrik ediyor, bana hediyeler getiriyorlardı, ama o sancıların arasında onları görmem imkânsızdı. Ben sadece ağlıyordum. Etrafımdakiler bana “Ağlamamalısın, kuvvetli olmalısın, bu normal, cesur ol” gibi sözler ediyorlardı. Ailem bana
bunu yaptırmanın görevleri olduğunu söyledi. Üç gün sonra birden çok şiddetli kanamam oldu. Kansızlıktan hastaneye kaldırıldım. Doktorlar iltihap kaptığımı söyleyip ilaç verdiler. Ağrılarım dinmiyordu, ama ağlamak ve konuşmak ayıptı. İçime atmaya çalıştıysam da sonunda dayanamayıp anneme şunu sordum: “Anne, bana ne yaptın?” Annem sert bir şekilde bana “Burası Somali, bunu yaptırmak zorundayız” dedi. Benden sonra “iyileştirici”nin sokağımızda yaşayan birkaç kıza daha gittiğini biliyorum. Ancak yıllar sonra kız arkadaşlarımla bu konuyu konuşabildim. Sünnette gerçekleşen yaralar kadını bir ömür boyu etkiliyor, gerdek gecemde çok büyük sancılar çektim. Ayrıca âdet kanamalarımda da normal sancıların çok ötesinde acılar yaşıyorum. Bunun bir gelenek olarak müsamaha görmemesi gerekiyor. Bu, insan haklarına aykırı vahşi bir uygulama.


                                           ***

                 Kuzey Irak'ta Kürtlerde Kadın Sünneti



 

 
 
 

 

 
 

  Kurdistan Aktuel:
"Güney Kürdistan: Kadınların yüzde 73’ü sünnetli"

[[ Dünya sağlık örgütünün tespit ettiği kadın sünnetinin 3 çeşidine de Kürdistan Bölgesi’nde rastlandığına işaret eden Muradi, sünnetin yüzde 80’inin evde, binde 1’inin hastanelerde, yüzde 13,5’inin komşu evlerinde ve yüzde 6,5’in de değişik mekanlarda yapıldığını söyledi.10 Mart 2010 tarihli Aso gazetesinin 1175. sayısında yer alan bir haberde, Güney Kürdistan’daki kadınların yüzde 73’ünün sünnetli olduğu bildirildi.

  Uzun bir dönemdir Güney Kürdistan’da kadınların sünnet edilmesine ilişin olarak çalışma yapan Alman WADI örgütünün verdiği rakamlara göre kadın sünnetinin en çok yaşandığı bölgelerin başında Kerkük ve çevresi geliyor.
WADI örgütünün 2007 ve 2008 yıllarında Hewlêr, Süleymaniye, Dihok ve Kerkük bölgesinde yaptığı  çalışmaya ilişkin rakamlar bu örgütün sorumlularından Fellah Muradi tarafından açıklandı.

   Çalışmalarının, kadın sünneti konusunda yapılmış en önemli çalışmalardan birisi olduğunu dile getiren Muradi, bu güne kadar yapılan çalışmalarda ve hazırlanan raporlarda köylere özel bir önem verildiğini, çalışmaların köylerden başlatıldığını belirterek, kendilerinin köylerin yanısıra şehirlerde de araştırma yaptıklarını söyledi.

  Kadın sünnetinin arkasında bir çok neden bulunduğunu belirten Muradi, sünnet edilme oranının şehirlere ve toplumsal konuma göre değişiklik gösterdiğini anlattı.

Yüzde 81,2 oran ile Germiyan ve Kerkük başı çekiyor” diyen Muradi, onları yüzde 77,9 ile Süleymaniye ve yüzde 72,7 ile Dihok’un takip ettiğini bildirdi. Yüzde 63 ile en düşük oranın Hewlêr’de olduğunu dile getiren Fellah Muradi, Kürdistan Bölgesi’ndeki genel ortalamanın yüzde 73,25 olduğunu söyledi.

  Sünnetli kadın oranının mahalleden mahalleye, aynı şehre bağlı kazadan kazaya değiştiğine parmak basan  Muradi, Hewlêr’e bağlı Ayinkave, Baherke ve Kani Ka nahiyelerinde kız çocukları arasında sünnet oranının sıfır olduğunu anlattı. Oran’ın aynı kente bağlı Kuştepe’de yüzde 10’a, Şaweys, Seryan ve Herbe mahallelerinde yüzde 77,8’e çıktığını belirten Muradi, “bölgeler bazında en düşük oranlar yüzde 27,1 Mergesor’da, yüzde 17,5 ile Pençwin’de, yüzde 16,7 ile Quretu kazalarında; en yüksek oranlar ise yüzde 97,4 ile Qaladızê’de, yüzde 95,5 ile Ranye, yüzde 94,4 ile Dokan’da bulunuyor” dedi.
Dema Nû-Hewlêr


  Sünnetli kadın sayısının köy ve kente göre değiştiğine vurgu yapan Muradi, oranların köylerde yüzde 69,2, kentlerde yüzde 60,4, kaza ve nahiyelerde yüzde 74,8 olduğunu anlattı.

  Dünya sağlık örgütünün tespit ettiği kadın sünnetinin 3 çeşidine de Kürdistan Bölgesi’nde rastlandığına işaret eden Muradi, sünnetin yüzde 80’inin evde, binde 1’inin hastanelerde, yüzde 13,5’inin komşu evlerinde ve yüzde 6,5’in de değişik mekanlarda yapıldığını söyledi.

  Oranın yaş guruplarına göre de değişiklik gösterdiğini dile getiren Fellah Muradi, yaş küçüldükçe oran da düşüyor” dedi. Muradi’nin verdiği bilgilere göre oranlar şöyle: 20 yaşına kadar yüzde 57; 30-39 yaş gurubunda yüzde 73,8; 60 ve yukarısı için yüzde 95,7.

  “Konuya ilişkin olarak geçmişte yapılan tüm araştırmalarının aksine bu araştırma kadın sünnetinin kentlerde daha yaygın olduğunu ortaya koyuyor” diyen Muradi, araştırmaya katılan kentli kadınların yüzde 96,2’sinin köyde sünnet edilip edilmedikleri sorusunu cevapsız bıraktıklarına vurgu yaptı.

Sünnet esnasında ustura kullanıldığını, araştırmaya katılanlardan birisinin bıçak ile sünnet edildiğini dile getirdiğini anlatan Muradi, araştırmaya katılan kadınların yüzde 80,7’sinin anneleri tarafından sünnet edildiklerini belirtti.

Eğitim düzeyi ile sünnetli kadın arasındaki ilişkilerden de bahseden Fellah Muradi, okur yazar olmayanlar arasındaki oranın yüzde 84; orta dereceli eğitime sahip olanlar arasındaki oranın yüzde 57,6; yüksek eğitim görenler arasındaki oranın da yüzde 37 olduğunu söyledi.

Araştırmanın ortaya koyduğu bir başka gerçek ise sünnetli kadınların yüzde 94,7’sinin Müslüman ve Sunni mezhebe bağlı oldukları. Hıristiyan, Kakayi, Yêzidi ve Şiilerde sünnet edilmiş kadın yok. “Bu gerçeklere rağmen WADI’ye göre kadın sünneti İslami bir gelenek değil” diyen Muradi, kadın sünnetinin, dini bir elbise giydirilen  İslamiyet öncesi döneme ait bir gelenek olduğunu” belirtti. ]]

   http://turkce.kurdistan-aktuel.org/haberler/kuerdistan/4731-gueney-kuerdistan-kadnlarn-yuezde-73ue-suennetli.html
 Kadın sünneti videosu için:  http://www.youtube.com/watch?v=V8sSTGBlDAs 
RESİM GALERİSİ İÇİN TIKLAYINIZ!
  http://www.washingtonpost.com/wp-dyn/content/gallery/2008/12/28/GA2008122801468.html
                                                                            **

              Türkiye’de Kadın Sünneti Yok (mu?)

Türkiye’de kadınların sünnet edildiğini söyleyerek Avrupa Birliği’ne alınmaması gerektiğini savunan İngiliz parlamenter Robert Kilroy-Silk kınandı.
TBMM Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu, konuyu bildiği halde sessiz kalan AB Komisyonu üyesi Olli Rehn’e de tepki gösterilmesine karar verdi.
AKP milletvekili Güldal Akşit başkanlığında dün toplanan TBMM Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu, Türkiye’de, “Kadın sünneti” olduğu yolunda açıklama yapan İngiliz parlamenter Robert Kilroy-Silk’e kınama mektubu gönderilmesine karar verdi. 
Komisyon ayrıca, AB Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn’e de Türkiye’deki durumu bilmesine rağmen, gerekli duyarlılığı göstermediği gerekçesiyle tepki mektubu gönderecek.
İngiliz Parlamenter Kilroy-Silk, “Türkiye’de kadın sünneti” konusunu verdiği soru önergesi ile Avrupa Parlamentosu’nda gündeme getirince, Akşit, Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan görüş istediklerini söyledi. Diyanet İşleri’nden gelen cevabı toplantıda okuyan Güldal Akşit, “Yazıda, Türkiye kanunlarında ve İslam kurallarında böyle bir uygulama olmadığı, bunun ancak İslamiyet’ten önceki ilkel kabilelerde görüldüğü ifade ediliyor” dedi.
Yazıda, şu görüşlere yer verildi:
Orta Afrika’da var
“Kadın sünneti Orta Afrika halkları arasında yaygın olarak görülmektedir. Kadınların sünnet edilmesiyle ilgili Hz. Muhammed’den, ne bir tavsiye ne bir uygulama nakledilmiştir. Bazı İslam ülkelerinde giderek azalmakta olan kadınlara sünnet uygulamasının kökeni İslam öncesi geleneklere dayanmaktadır. 
Kuzey Irak’ta bazı Kürt aşiretlerinde seyrek olarak görülen bu gelenek, bu kapsamda değerlendirilmelidir.
Türkiye Cumhuriyeti dahilinde kadınların sünnet edildiğine dair resmi ya da gayri resmi bir haber intikal etmiş değildir. Ülkemizde böyle bir geleneğinin mevcut olduğu iddiaları, hayal mahsulü olup, gerçeği yansıtmamaktadır.”
                                     ***
ZÜBEYİR KINDIRA
İNTERNETHABER
http://www.internethaber.com/news_detail.php?id=197318
25 Haziran 2009 Perşembe 13:30
 
Kadınları sünnet etmiyoruz ama...
Türkiye'de kadınların sünnet edildiği sanılıyordu. TBMMkomisyonu bir mektup hazırladı.
İlginç bir not düşüldü ki...
ANKARA- TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu, Türkiye’de kadın sünneti olduğuna ilişkin Avrupa Parlamentosunda gündeme gelen iddialar ile ilgili; iddiayı gündeme getiren İngiliz Parlamentere gönderilmek üzere hazırlanan kınama ve yanıt mektubuna, “bizde yok ama Afrika ülkelerinde var” diye not düşülmesi son anda önlendi. Ancak Diyanet’in görüşünü içeren raporda, Kuzey Irak’taki bazı Kürt aşiretlerinde bu uygulamaya rastlandığı bilgisi de kayıtlara girdi.

MİT'İN MAZERETİ VAR 
Komisyon Başkanı AK Parti İstanbul Milletvekili Güldal Akşit komisyonda, MİT'e, ''erkek eleman alınacak'' şeklindeki ilanda cinsiyet ayrımı yapıldığı gerekçesiyle yazılan yazıya cevap geldiğini belirterek, MİT’in yanıtı hakkında bilgi verdi.
MİT'in, kadın eleman istihdamı konusunda ''hassas'' olduğunu ve ''makul mazeretlerini'' bildirdiğini anlatan Akşit, ''Mazeretleri, bizi tatmin etti. Önemli olan bizim için, yaptıkları işlemin farkında olmalarıdır. Benim açımdan sevindirici olan, bayan eleman açısından da yoğun yapıda olduklarını ifade etmiş olmalarıdır'' diye konuştu. Akşit, MİT'ten daha önce komisyona, ''Kadın erkek ayrımı yapmıyoruz. Erkek elemanımız kadar, kadın elemanımız da var'' açıklaması yapıldığını da belirten Akşit, MİT’e ziyaret daveti geldiğini de bildirdi.

BİZDE YOK AMA AFRİKA UYGULUYOR 
İngiliz Parlamenter Robert Kilroy-Silk'in, Avrupa Parlamentosu'nda ''Türkiye'de kadın sünneti olduğunu'' soru önergesiyle gündeme getirmesi üzerine Diyanet İşleri Başkanlığından (DİB) görüş istediklerini belirten Akşit, gelen yanıtı komisyon üyelerine okudu. Diyanet’in yanıtında şu bilgiler yer aldı:
''Türkiye kanunlarında ve İslam kurallarında böyle bir uygulama yoktur. İslamiyet’ten önceki ilkel kabilelerde bu uygulama görülmektedir. Kadınların sünnet edilmesi geleneği, Milat'tan önce 1600'lı yıllarda uygulanıyor olduğu, arkeolojik kazılarda bulunan duvar resimlerindeki tasvirlerden anlaşılmaktadır. Mısır'da yapılan arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılan kadın mumyalarının sünnetli olduklarının görülmüştür. 

KUZEY IRAK KÜRT AŞİRETLERİNDE DE VAR
Günümüzde ise çoklukla Orta Afrika halkları arasında yaygın olarak görülmektedir. Kadınların sünnet edilmesiyle ilgili Hz. Muhammed'den, ne bir tavsiye ne bir uygulama nakledilmiştir. Bazı İslam ülkelerinde giderek azalmakta olan kadınlara sünnet uygulamasının kökeni İslam öncesi geleneklere dayanmaktadır. Kuzey Irak'ta bazı Kürt aşiretlerinde seyrek olarak görülen bu gelenek, bu kapsamda değerlendirilmelidir.
Türkiye Cumhuriyeti dahilinde kadınların sünnet edildiğine dair resmi ya da gayri resmi bir haber intikal etmiş değildir. Ülkemizde böyle bir geleneğinin mevcut olduğu iddiaları, hayal mahsulü olup, gerçeği yansıtmamaktadır.'' 


GAF SON ANDA DURDU
Kadın sünneti konusunda Türkiye hakkında haksız ve gerçek dışı ithamlarda bulunduğu gerekçesiyle İngiliz Parlamenter Robert Kilroy-Silk'e kınama mektubu gönderilmesine karar veren Komisyon, AB Komisyonunun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn'e de Türkiye'deki durumu bilmesine rağmen, gerekli duyarlılığı göstermemesi nedeniyle tepki mektubu gönderecek. Ancak mektuba Diyanet’in yanıtında yer alan ‘Orta Afrika halkları arasında kadın sünneti görülmektedir’ bilgisi eklenmemesine karar verildi. Komisyon üyeleri, “Biz kendimize haksızlık yapıldığı için savunma yaparken, Orta Afrika ülkelerine yönelik böyle bir yorumda bulunmak haksızlık olur” uyarısı dikkate alındı ve gönderilecek mektupta buna yönelik redaktasyon kararı alındı.

                                            ***
   Yılda 1000 genç kız sünnet ediliyor İTALYA'da yılda ortalama 1000 Afrika kökenli genç kızın sünnet edildiği ortaya çıktı. Birleşmiş Milletler'in idam cezasının kaldırılmasına yönelik kararı almasına da ön ayak olan İtalya merkezli `Adalet Olmadan Barış Olmaz Derneği' üyesi ve İtalya Senatosu Başkan Vekilli Emma Bonino tarafından yapılan açıklamada, İtalya'da kadınların sünnet edilmesi olgusunun tehlike sınırlarında olduğu belirtildi.
  Bonino, İtalya'da, sünnetin yaygın olarak uygulandığı 28 Afrika ülkesinden gelen 110 bin kadın yaşadığını belirterek, "Bunların 35 bini hali hazırda sünnet edilmiş durumda. 17 yaş altında bulunan 4 bin 600 bayan var. Ülkede her yıl ortalama 1000 genç kız ilegal olarak ve sağlıksız koşullarda sünnet işlemine tabi tutuluyor" diye konuştu.
  Emma Bonino, Dünya Sağlık Örgütü WHO tarafından açıklanan rakamlara göre dünya genelinde 100- 140 milyon arasında geçn kız ve kadının sünnetli olduğunu, bunların yüzde 80'inin Afrika ülkelerinde yaşadığını belirterek, her yıl 3 milyon genç kızın da sünnet edildiğini söyledi. Bonino, "Dernek olarak yıl sonuna kadar Birleşmiş Milletler'e başvurarak genç kızların sünnet edilmesinin resmen durdurulmasını sağlayacak karar alınması talebinde bulunacağız" dedi.
 İtalya Dışişleri Bakanı Franco Frattini de geçen hafta ABD'de yapılan BM toplantısı sırasında UNICEF ve 15 Afrika ülkesinden yetkililerle biraraya gelerek, kadınların sünnet edilmesine son verilmesi yönünde girişimde bulundu.
http://w9.gazetevatan.com/haberdetay.asp?tarih=01.10.2009&Newsid=262227&Categoryid=1


                                                               ***
                             Bekâret fetvası... 
                        Zifaf... Kadın Sünneti...

                                                                                                     
   Bekâret konusu, günümüzde kadın üzerinde ağır bir yük olarak duruyor. Aslında, sadece kadın cinsi değil, erkek cinsi için de bir yük halindedir.

  Muhammed’in evlendiği kadınlardan sadece birisi ‘bakir’ iken, bunun nasıl olup da şimdi İslam dünyasının tamamına ‘bekâret koruma’ haliyle yaygınlaştığını incelemek, önemli bir konu. Tuzu kuru, bilgisiz ve ‘aydınlanmacı’lar, eski Batı’nın dogmalarıyla, konuyu kısa yoldan, bunun İslam’ın, Doğu’nun bir özelliği olduğunu ilan etmekle işin içinden sıyrılabilir ama, artık görüyoruz ki, 'bekâret koruma' düşüncesi Hıristiyanlığın (en azından bir bölümünün) içinde de, hem eskiden de vardı, hem de şimdi  giderek gelişmektedir.

  Toplumsal konular, boş lakırdılarla çözülebilseydi,

şimdiye kadar her sorun çözülürdü. Daha bugün sabah, “sağ elle yemek” hutbesi ile ilgili haberi okuduk gazetelerde… 
  ‘Kitap’lar   yerinde  durdukça, Bardakoğullarının yapabileceği  fazla bir şey yok. Bu geriye doğru gidiş, doğal bir yolda, yürümeye devam eder ve hatta Muhammed bile dönüp geri gelse, yazılı metinlere yerleşmiş kuralları biraz zor değiştirir.

  Gelini götürmek için “ata bindirmek” yerine, gelişmeler otomobili öne çıkarmıştır;  belki onun yerini yeni araçlar alır ama ‘gelin götürmek’ motifi kalmaya devam ediyor. Burada hitap edilecek tek alan, tarihsel boyutlarıyla ortaya konulmuş bir görüşün iletileceği bilinçtir. Asıl dönüşümü o sağlar, kanun, gazete başlıkları değil! Boş sözlerden, bugünün değerleriyle geçmişi yargılamaktan bize, fazla bir fayda ulaşmaz.

  Bu konulara ilişkin bir dizi temel belgeyi yayınladık. Radikal gazetesinde bazı uyduruk derlemeleri yayınlamak, yayınlayıcılarına belki bir itibar, ün kazandırıyorsa da işin özüne ilişkin bir şey yapılmış değildir.

  Eski  Yazılı Kanunlara, Akado-sammaru kayıt ve uygulamalarına, eski miras, evlilik, boşanma kayıtlarına yönelik objektif incelemelere ihtiyaç var. İnsanoğlu ise sabırsız, üç kuru cümleyle ünlü olmak baş döndürüyor.

  Eski toplumda ‘dil kesmek’, köleliğin kurumlaşma aşamasının ilerici bir adımıydı. Çünkü orada, birçok defa alıntılar yaptığımız Eski Ahit’te hala  Tanrı tarafından yinelendiği gibi, fethedilen bölgede  erkekler “7’den 70’e” kılıçtan geçirilirdi. ‘Dil kesme’ yabancıyı, bir yabancı olarak yaşam şansı olmayan topraklarda, yabancı olduğunun ifadesinden arındırarak, yaşama şansı doğuruyor olmalıydı.

  Bize şimdi, “insanlık dışı” görünen bu tür edimler, ortaya çıktıkları döneme göre, anlam kazanırlar ve «öldürmek mi/ dil kesmek mi » ikileminde, dil kesmenin ileri bir adım olacağını, eski atalarımız da en az bizim kadar biliyorlardı.

  MÖ. 2000’li yılların yasa kayıtlarında « bakir olmak» ile « bakir  olmamak»  ayrımlarının yapılmaya başlandığını görüyoruz. Fakat  zaten, o sıralarda, bazı toplum birimleri bakımından kutsal fahişelik yaygın olarak kullanılıyor olduğu için, bekâret, önemsenemezdi. Hatta erken kayıtlarda, “genç kızlığa geçilme”nin, bir yıkanma ayininin ertesinde dini yetkililer tarafından cinsel ilişki kurarak gerçekleştirildiğini düşündüren  ifadeler var. İlk cinsel ilişkinin dini yetkilerce  gerçekleştirilmesi, muhtemelen  Uruk’un Gılgamış’ı döneminde de oluyordu. Diyarbakır’lı kadınların, nereden duyup inanmışlarsa, Gılgamış’ın kadın dövdüğü iddiasını sahiplenmelerinde, “kadın dövmeye” karşı olumlu bir tepki varsa da, tarihe  karşı derin bir saygısızlık da bulunuyor.

  Gılgamış’a karşı Enkidum’un yaratılması için Tanrı-ça-lara yapılan çağrı, “iç evliliğin son bulması”na yönelik bir çağrı idi. Bu yüzden de Enkidu’yu Uruk’lu bir  kutsal fahişe karşılıyor, onunla yatıyor, onu ‘adam’ ediyordu. Bu Uruklu kadın, Gılgamış’ın kadını olmaya devam etse idi, Enkidu ‘yaratılamayacak’tı!

  Kadınlar da, eski toplumda, tıpkı erkekler gibi, bir dizi organını sunarak yaşamlarını garantiye almışlardır. Organ sunma, kan akıtma, eski toplumun, sunucunun yaşamını garantileyebilmek  için bulduğu bir çözümdü.Bugünkü İslami abdest’te “arındırılan her organ”, eski toplumun bir şekilde adadığı, adak organlarının hangileri olduğuna işaret ediyor.

  Erkek sünnneti, nasıl, erkek cinsel organının tümüyle kesilmesinin yerine ( “fallus kültü”)  geçerek onun  "muhafaza”sını  sağlıyor ise, kadın bakireliğinin korunması da, evlendiği erkeğin toplum birimince, kadın kanının, akıtılmasının önlenmesinin bir çözüm biçimi olarak ortaya çıkmış görünüyor ve bu yönüyle, hem erkek çocuk sünneti, hem kadın bakireliğinin korunması, eski toplumda  ileri bir adım olarak şekillenir. Ve giderek şekillenmiş olduğunu anlıyoruz.

  Kadın sünnetinin Arapçada Hafz kavramıyla kullanıldığını görmüştük. Bu 'koruma', muhafaza anlamlı bir kelime olmalıdır. Eğer bugün, geniş İslami kesimlerde “kadın sünnet biçimleri” uygulanmıyor ise, zaman içinde, Hafz’ın Zifaf’a, Zifaf gecesine kadar  Bakirelik zarının korunmasına dönüşmesinden ötürü olmuş görünüyor. Çarşafa damlayacak olan kan, zar’ın varlığından daha önemli belgi idi!

  Böylece kadının “kan akıtma” işlemi (ki, evlilik törenlerine biraz bakılırsa, kadının kafasının üstünde tepsilerde yemek yeme, onu al-kan  örtülere büründürme, baba evinden çıkısı sırasındaki  “ölüm” feryatları, o dönemdeki kadının akıbetini yansıtan bir kaç kalıntıdır sadece...) tek bir zar’a, tek bir geceye, ak çarşafa damlatılacak kan’a dönüşür.
 
  Eski toplum erkeği, bırakalım ‘zar’a özel kutsiyet atfetmeyi, kutsal fahişe kadınlarla evlenmenin üstünlüğü fikriyle doludur bu sıralar. Kutsal fahişelerin de, kadınlık zarını korumak gibi bir dertleri olamayacağına göre, aslında ne kadar çok  yabancı erkekle yatmış ise, o kadar değerli olan bu kadınların neden el üstünde tutulmuş olduğunu, tapınağa vakfedilmişlerden biri olan Meryem’in, bütün bir Hıristiyan toplumunun kutsal anası olabilmesininin anlamını çözmeden, zaten bekâretlik konusu da kavranamaz.

  Dikkatlerini bu konulara yoğunlaştırabilecek kadın ve erkek araştırıcılara ihtiyacımız var.

  Kuru lafları yineleyecek olanlar ise, bildiklerini yinelesinler..
                                        ***

Bekâret fetvası... 
Ayşe Karabat


   Şimdi... Sıkı durun çünkü bana 'bir yaşıma daha girdim' dedirttiren haberi sizinle paylaşacağım. Mısır'ın Baş müftüsü Ali Cuma bir fetva yayınladı ve, kadınların bekâret zarlarını diktirmelerinin 'HELAL' olduğunu söyledi! 
  Aslında mevzu Mısır'da ve oradan da başka Arap ülkelerinde tartışılmaya El Ezher Üniversitesi'nin İslami Çalışmalar bölümünden bir kadın akademisyenin, Suat Salih'in iddiası ile başladı: Kadınlar bakire olduklarını kanıtlamak zorunda değildir. Salih'e yerden göğe kadar katılıyorum. Gel gör ki, Salih'in kimliği tartışmayı İslam âlimleri arasına taşıdı. Mısır'ın başmüftüsü tartışmadan sıkılmış olmalı ya da belki başka bir sebebi vardır, Mısır'daki ikinci kanalda yayınlanan 'Evim, evinizdir' adlı talk-show'a katılıp fetvayı verdi: "Sebep ne olursa olsun, bekâretini yitiren kadınlar, kızlık zarı diktirme operasyonu geçirebilir!" Ancaaaaak, diye devam etti: "Evlenecekleri adamlara söylemesinler!" Başmüftü, nedenini şöyle açıkladı:
"Bu, bir dürüstlük sorunu değil!" 
  Başmüftü'nün Mısır'a yaydığı şok dalgaları bununla sınırlı kalmadı, tekrar sıkı durun, dedi ki: "Evli bir kadın, başka bir adamla cinsel ilişkiye girerse ve gerçekten pişman olursa, yalnızca Allah'tan af dilesin ve bu gerçeği kocasına söylemeyip kendisine saklasın." Başmüftü bu fetvanın gerekçesini de şöyle açıkladı: "Çünkü şeriata göre, bir adam karısının başka bir erkekle birlikte olduğunu bilirse, onu boşamak zorundadır. Başka biriyle ilişkiye giren kadın bunu kocasına söylemezse, ailesini ve evliliğini korumuş olur!" Müftü ayrıca insanları mantığa davet edip, şu açıklamayı da yaptı: "Eğer Allah birbirimiz hakkında her şeyi bilmemizi isteseydi, bize birbirimizin aklını okuma yeteneği verirdi. Ama bunu yapmadı çünkü hakkınızda yanlış bir fikre sahip kişi, bunu zamanla değiştirebilir."

  Başmüftü'nün fetvası karşısında hop oturup hop kalkanlar olduğu gibi, destekleyenler de çıktı. Mesela El Ezher Üniversitesi İslami Çalışmalar Yüksek Konseyi üyesi, Şeyh Halid El Cindi, fetvaya destek verdi. El Cindi dedi ki, "Gelecekteki karısının bekâreti konusunda endişelenen erkek önce kendi bekâretini kanıtlamak zorunda."
 
  Doğrusu El Cindi'ye yerden göğe kadar katılıyorum. Ayrıca bir laf etmiş ki, bana çok zekice geldi. Kendisine, "İyi de Mısır'da hâlâ bekâret yüzünden namus cinayeti işleniyor" denilince şöyle yanıtlamış: "İslam cahil insanların duygularını ciddiye almaz, hukuk da aptalları korumaz."

  Ama doğrusu hâlâ ne düşüneceğimi bilemiyorum. Bir yandan 'bekâret meselesine bu kadar takmış erkekler, başlarına gelecek her şeyi nasılsa hak ediyor', diyorum ama diğer yandan 'zaten öyle adamlarla evlilik ya da ilişki ne kadar mutluluk verir ki' diye düşünüp, kızlık zarı diktirmek zorunda kalmanın ikiyüzlülüğe zorlanmak olduğunu düşünüyorum. Ve hayıflanmadan edemiyorum: 'kızlık zarı diktirmek helaldir' fetvası yerine, 'kızlık zarını dert eden erkekler, iyi yolda değilsiniz' fetvası acaba daha mı iyi olurdu?
                                       ***


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder