7 Ağustos 2013 Çarşamba

Mezopotamya'daki Üç 'Kutsal Din'in Toplumsal Kökenleri

Üç Kutsal Dinin Toplumsal Kökenleri

Din denilince bundan doğaüstü bir yaratıcının, nasılsa kendisiyle birebir konuşma yeteneğindeki peygamberler aracılığıyla ilettiği vahiyler demetini anlayan ilahiyatçı ne kadar bilim dışında duruyor ise, bütün bu 'vahiy'lerin bir kutsal uydurmalar yığını olduğunu düşünen de o kadar bilim dışında duruyor demektir.

On binlerce yıllık insan toplumunun örgütlenme ve uygarlaşma gidişinde, onu kurallar, kurumlar yönetiyordu. Bu tür kuralların, kurumların erken biçimlerini, 'kutsal me'ler vb. olarak tanıdıkça, din fenomeninin, başlangıçtaki yapılanmasının eski toplumun kurallar düzeni olarak şekillenmeye başlamış olduğunu görüyoruz.
 

 Din fenomeninin varoluş gerekçesi, erken dönemin barışçıl düzen oluşturma çabası içinde anlam bulur. Sonraki yapısı ve anlamı, bütün toplumsal kurumlar gibi, özellik değiştirecek olsa da, bugünkü yönetim makamlarının, bugünkü adalet kurumlarının, bugünkü tıbbin, bugünkü eczacılığın... kısaca bugünkü toplumsal düzenin bütün şekilsel ve içeriksel özelliklerinde en eski dinsel motiflerin renk, kavram ve yapısal olarak özelliklerinin bulunuyor olmasının nedenleri bunlardır.

Aslında, sabah yatağından kalktığı andan itibaren, doğumundan ölümüne değin geçen süreyi içinde geçireceği şimdiki modern topluma ait her kişi, sadece tanıtma yazısı olarak değil, bütün bir toplumsal varoluşun her alandaki parçası olarak, davranış, duygu ve kavramlarıyla kendisini atalarına yeniden bağlar. 


Şimdi ona basit bir kibarlık gibi görünen 'günaydın', 'selam', 'merhaba' sözcüğü, hiç olmazsa kaynak ve kayıtlarını inceleme olanağı bulduğumuz 6000 yıl kadar önceki erken Mezopotamya toplumlarının aralarında ittifak kurmak üzere 'barış' kurmaya yöneldikleri dönemlerin en yüce ilkesel sözcüğü olarak ortaya çıkmıştı.

İnsanoğlunun, bütün uygarlık çabasının kısa tanımı, onun şiddet eğilimli doğal yapısını, yamyamsal özelliğini sınırlama, geriletme çabasından başka bir şey değildir. Eğer eski ve onun uzantısı modern toplumun hücrelerinin en derinlerinde yer etmiş dinsel duygular tarihte bu denli etkili olmuş ise, kendisinin sabah vakti önüne gelene söylediği 'günaydın', 'selam' sözcüğünün, atalarının bir 'barış antlaşması' olarak yarattığı dinlerin de en temel sözcüğünün 'barış' olmasından ötürüdür.

Eski toplumun özellikleri kavranılmadan, onun dinlerinin temelleri de kavranılamaz. Bir yaratıcı üstün varlık hiç bir zaman olmamıştır. Din, insanın bizzat yarattığı, tanrı ve tanrıçalarını oluşturduğu bir düzenleniş anlatımıdır. Bu nokta çoktandır biliniyor zaten. Şimdi yapılması gereken, dinsel yazıların tam olarak nasıl şekillendiğini, kavramlarını, özelliklerini eski toplumun gerçek yapısı içinde tanımaktır.

Bilim adamları bakımından Türkiye’de bulunmak, bu noktaların incelenmesinde çok büyük bir olanaktır. Çevresiyle birlikte, geniş ölçüleriyle Mezopotamya kaynaklı dinlerin şu veya bu dolaysızlıkta devamı olan toplum ve dinlerin kavramlarını, tutumlarını, yaşayan kalıntılarını bir arada tutan ve bütün bunları bilimsel bir şekilde ele alabilme birikimine sahip olan çok az ülke var.

Gelgelelim, din üzerine ortaya çıkan çalışmalar, şimdiki bilgi düzeyinin istemlerine yanıt vermekten çok uzakta durmaya devam ediyor hala.

Bilim dünyası, kendisini atasına bağlayan ağları, ister din adamı olsun, ister din düşmanı olsun, henüz parçalayabilmiş değildir. Maddeci olduğunu düşünen bilim adamlarımızın bile, bir ilahiyatçının ters çevrilmiş biçimi haliyle, dinin kaynaklarını, tanrılar dünyasındaki efsunlanmış beyinlerin hayal âleminde aramaya devam ediyor olmaları, büyük bir kayıptır.


 Bilginin kaybedildiği bu alan, simdi sahte 'gizleri, sansasyonu, “Merihli katkısı”nı, “Marduk yıldızcılığı” kalpazanlığını sürdürerek dünyalık biriktirenlerin alanına terk edilmiştir.

Din denilen fenomen, tamamen toplumsal ilişkilerin bir ifade ediş biçimidir. 


Eski toplumun doğal yamyamlık anından başlamak üzere, adım adım yaratılmış kurumlarının, ister istemez bozulan, bozularak toplum dışına, isteyerek itilmeye çalışılan bir kurallar toplamıdır. 


Eski toplumun en kutsal kişisi, eski toplumun yamyamlık döneminden kalan yükümlülüklerini yerine getirmek üzere kurban olan, kurban edilen kişisidir ve tanrı, sadece böylece ve bu kadar basit bir şekilde oluşmaya başlar. 

Tanrı kavramının oluşumu süreci bir toplumsal süreç konusudur ve kanat takarak uçma denemeleri yapan insanoğlunun uçak teknolojisinde ulaştığı başarı sürecinden farklı değildir.


                                             **

 

                                  
                         İ.Ö 1595-1155 ARASINDA Kassitler dönemine ait bir "Kudurru"...





 Kassitler döneminde, İ.Ö 1125-1100 yıllarına ait, kutsal sembollerin yer aldığı bir "Kudurru"....
   
 Günümüzden 3 bin yıl öncesine ait tanrı ve tanrısal desenlerin hayvan-burç desenleriyle ifade edildiği görülmektedir.
 

 
 İran'da Susa (Süz) bölgesinde İ.Ö 1186-1172 yılları arasında hükümdarlık eden kral Meli-Shipak dönemine ait bir Kudurru...

Yükseklik : 65 cm ;
Genişlik: 30 cm ;
Kalınlık : 19 cm


Paris Louvre Müzesinde

İçindekiler:(Yukardan Aşağıya)

1. Sırada: Ay, Vénus, Güneş
2. Sırada:(Gök Tanrıları) An, Enlil, Enki, Ninhursag
3. Sırada : (Savaşçılar) İştar, Zababa, Nergal
4. Sırada (Yerin Hakimleri)
5. Sırada : Adad, Shala, Ningirsu, Nusku, Papsukal
6. Sırada Yengeç, Şahmaran
 

 
                   Enuma Eliş'in Canavarları'ndan
                             Totem ve Burçlara

Enuma Eliş.....:


« Tiamat bu cesaret verici sözleri duymaktan çok memnun olmuştu.


"Siz bana iyi bir tavsiyede bulundunuz" diye cevap verdi.

"Bize yardım etmeleri için canavarları yaratacağım

ve o tanrılara karşı savaşacağız. »

İsyankar tanrılar şimdi kızgınlıklarını ifade etmek için

kendilerini özgür hissetmişlerdi.

Bu arada Tiamat yenilmez silahlar olarak canavar yılanlarını yarattı.

Gövdeleri kan yerine zehirle doldurdu ve onlarca keskin dişlerle, uzun zehir dişleri verdi.

Çok korkunç ejdarhalar yarattı ve bakanların dehşetten ölmeleri için, tıpkı tanrılar gibi onların da başına ışık haleleri taktı.

Yılanlar bir kere ayağa kalktı mı kimse onlara karşı ayakta duramazdı.

Toplam 11 canavar yarattı:

Engerek yılanı,

Ejderha, Sfenks, Büyük Aslan,

Çılgın Köpek,

Akrep-adam,

üç tane kuvvetli fırtına canavarı,

Kır böcegi

Kentaur. »


http://toplumvetarih.blogcu.com/enuma-elis-in-canavarlari-ndan-totem-ve-burclara/1152741
 


İ.Ö 2500 yıllarına ait bir Tanrı heykeli...

Bu melez desende yer alan bir dizi insan ve hayvan karışımı motifler yoluyla, toplum birim nezdinde "somut Tanrı" olarak bir "kutsal totem"in, zamanla "soyut tanrı" haline gelişini de izliyoruz.

Bu soyutla
şmakta olan melez desen farklı totemlere ayrıştırılabilecek kadar "yeni"dir henüz...

Fakat şu haliyle bile, günümüzün fotörlü, yandan bukleli Musevi din adamını; boynuzdan fötr şapkaya geçişi; insan tanrının altın dana-öküz-boğa tanrıyla eşitlenme sürecini izleyebiliyoruz.

Bütün bunlar topu topu 4500 yıl önceki "tanrı" algısının ön Musevi toplumlardaki yansımasını vermektedir.
 
 




 
13 000 Yıllık Göbekli Tepe'nin Akrep'inden
Günümüzün Akrep Burcuna...
 
13 Bin yıl öncesinin totem hayvanları arasında yer alan Akrep deseninin, nasıl olup da en küçük bir çizgi değişikliğine uğramadan günümüzün burçları arasında yer alabilmiş olduğun
u açıklamak, insan bilimin ödevidir...

"Eski cahil toplumun fantastik hayvanları", "hurafelere inanç" gibi sözde gerekçelere sığınan bir ateizm , bu süreci açıklayamadığı ölçüde bilimsel özelliğini sağlamlaştıramaz...

**
Mezopotamya Tanrı sembollerinin bazılarında, parçalayıcı-yiyici özelliğiyle “Aslan - Kaplan” olduğu gibi, Marduk ve Nabu'da ise, “Kurnaz Tilki” özelliği öne çıkıyor.

”Eşeğin aptallığı”,
“Tilkinin kurnazlığı”
”Köpeğin sadakat ve koruyuculuğu”
”Akrep ve Yılanın zehiri”
”Koyunun uysallığı”
”Keçinin inadı”….

Bütün bunlar Göbekli Tepe toplumları döneminde çoktan keşfedilmiş ve farklı toplum birimlerine, ilgili hayvanların yukarıdaki özellikleri temelinde, totem olarak dağıtılmış vaziyetteydi.

Samuel Noah Kramer ile John R. Maier, Enki'yi “Sümerlerin Kurnaz Tanrısı” olarak tanımlayıp yazarlarken (çeviren Hamide Koyukan ) (aktaran M. İ. Çığ ; Bereket Kültü ve Mabet Fahişeliği, s. 26) , herhalde, Göbekli Tepe’nin en çok görülecek hayvan çiziminin “Tilki” olacağından habersizdiler. Göbekli Tepe kazı fotoğraflarında sıkça gördüğümüz “Tilki”nin, kaya kabartmalarına nedensiz işlenmediği anlaşılıyor.

Şimdi bize düşen görev...

İlgili tanrıları ve totemleri seçmiş olan toplulukların, kendi öz totemlerinin özelliklerini gündelik hayatlarına kadar nasıl taşımış olduklarını; eski totem özelliklerin giyim, kuşam, saç/sakal biçimleri, refleksler alanları dahil olmak üzere, adeta genlerine kadar nasıl nüfuz edebilmiş olduğunu saptayabilmek...anlamak… anlatmak…

Babil politikacılığında “Tilki”liğin izleri var mı? Dünyanın bütün siyasal bilimcilerinin belki de üzerinde anlaştıkları tek ortak konu, “Ortadoğu devlet adamlarının tilki, sinsi, kurnaz” politikalara sahip olduklarıdır. Bu gelenek herhalde, aynı toplumların eski tanrıların kendilerine tapan topluluklara öğretmesine bağlı olmuş olmalıydı. Aynı toplumların “yalancılık”ları ve “yalancı şahitliği cezalandırmak” için bir dizi kanun hükmü formüle etmiş olmaları bu “Tilki” tapımcısı topluluklar için garip olmasa gerek.

”Kuzu totemli” topluluklar bir “Aslan”, “Kartal”, “Akbaba” parçalayıcılığı ve gaddarlığı gösterebiliyorlar mı?

”Sinsi bir yılan” özelliği toplumların ruhuna kadar girmiş mi?

Köpek totemi, köpek kurbanı, köpeğe dokunma tabusu Avesta’dan itibaren tanıdığımız bir totemdir. Köpek kavramının “Kalbe”, Kalp’ten “İnsan”a doğru etimolojik dönüşüm sürecini incelemiştik. Avesta din alanlarından başlayarak Eski Assur topraklarında da var olmuş olan “Köpek Totem ” tapınımı/tabusu Hitit kült alanlarındaki Köpek –enik kurban ritleriyle de sürmektedir. İslami yazında “Kara Köpek”; “Kırmızı Köpek” noktalarına kadar dayanan tartışmalar yapıldığına göre, “Köpek totem”li toplum birimleriyle erken Arap toplulukları arasında “Kadın/Huri” berdelleşmesi gerçekleşmiş olmalıdır. “İtin kızı”, Türkiye’de doğu bölgelerinde hala güçlü küfürlerden biri olmaya devam ediyor.

Köpek totemi ile iç içe yaşam sürdürmüş olan topluluklarda, onun “sadakat” ve “koruyuculuğu” özelliğini toplumsal olarak yansıtılmış olup olmadığı ciddi olarak incelenmeli…
....

Bunlar küçümsenmemesi gereken ve mutlaka ele alınması gereken hususlardır.

Şimdiki Musevi gaddarlığı ve Babil dönemi veya Hitler dönemi Musevi “Kuzuluğu”, aslında “Kitapta yazılı” olanın, bu topluluğun ruhuna sinmiş olanlardan ayırmak olanaksızdır.

Kurban sunan İslam'ın müminlerinin gaddarlığını, geçmişte kendilerine “kurban” diyen ve “kurban olarak sunulmuş” toplulukların “gaddarlığı” ile bir tutamıyoruz...

Çünkü olgular bu toplulukların farklı özelliklere sahip olarak yaşamlarını kuşaktan kuşağa sürdürdüğünü gösteriyor.

http://toplumvetarih.blogcu.com/13-bin-yillik-gobekli-tepe-den-gunumuzun-akrep-burcuna/5245408
 
***
Hayvan Kurban ve Bitki Sunu'lardan 'İnsan'lığa

Ritüellerde önemli bir yer tutan «hayvan kurban»lar üzerine yapılan incelemelerde, genellikle temel hatalar içeren bir dizi yorumun yanı sıra, maalesef, «bitki sunular»a ve onların farklı biçimleri üzeri
ne gereken önem pek gösterilmemiştir. «Bitki sunu»ların ve «Hayvan kurbanlar»ın çiftçi ve çoban özellikli eski toplum birimler arasında, karşılıklı "tamamlayıcı birlik" oluşturduğu konusu yeterince kavranamamıştır.



Ritüellerde önemli bir yer tutan «hayvan kurban»lar üzerine yapılan incelemelerde, genellikle temel hatalar içeren bir dizi yorumun yanı sıra, maalesef, «bitki sunular»a ve onların farklı biçimleri üzeri
ne gereken önem pek gösterilmemiştir. «Bitki sunu»ların ve «Hayvan kurbanlar»ın çiftçi ve çoban özellikli eski toplum birimler arasında, karşılıklı "tamamlayıcı birlik" oluşturduğu konusu yeterince kavranamamıştır.
http://toplumvetarih.blogcu.com/hayvan-kurban-ve-bitki-sunu-lardan-insan-lika-1/2716722






Üzüm Kutsama Ve Meryem Ana'nın Göğe Yükselmesi!


Kaba Ateizme Karşı Bilimsel Ateizmi Derinleştirelim...

Biz, din'lerin asıl kaynaklarını, "masal, hurafe, cehalet" kavramları temelinde aramayı kategorik olarak reddediyoruz.


Bunu söylemek, din'lerin giderek "masal" veya "hurafe" halini almış olduğunu reddetmek anlamına gelmiyor.

Biz bilimsel ateistler olarak, din'leri ve onun kaynaklarını, insan toplumun en eski dönemlerinden bu yana "ekonomik ve sosyal yaşam ilişkileri"nde; gerçek dünyanın "yeme-içme ve cinsel ilişki kuralları" çerçevesinde arayıp ortaya çıkarmaya çalışıyoruz.

"Mümin"lerin, inandıkları dinlerin geçmişinde, bir dizi hayvan ve bitki-meyvenin "kutsallığı" konusuna nasıl yanıt verdikleri, bizi şu anda pek ilgilendirmiyor.

Fakat, her ateistin, üzüm'ün, mercimek'in, marul'un, güvercin, eşek, koyun, yılan, öküz veya dana'nın... "iman" veya "kilise dünyası"ndaki yer ve işlevini, "cehalet", "hurafe", "masal" gibi kavramlara hiç başvurmadan, açıklayabilmeyi denemesi gerektiğini ve ancak böylece ateizme, bilimsel temellerde bir ilerleme olanağını yaratmış olacağını düşünüyoruz.

Her dinsel ritüel veya yaklaşıma "masal", hurafe", "cehalet" damgası vurmanın ötesine geçememiş olanların, bilimsel ateizm alanında, toplumsal-tarihsel ilişkileri kavrama ve tanımlamada diş kovuğunu dolduran açıklamalar yapamamış olmaları tesadüf değildir.

Bu tür "kaba ateist"lerin, eski toplumdaki kadın-erkek ilişkilerini; miras ilişkilerini; totem ilişkilerini; farklı yiyecek ve yiyecek hazırlama biçimlerini; farklı öldürme ve cenaze kaldırma biçimlerini yeterince incelediklerine ve bunların nedenlerini tanımlamaya çalıştıklarına pek şahit olamıyoruz. Çünkü onlar, eski toplumun din'lerin kaynaklarını insan toplumunun geçmiş ilişki biçimlerinde değil; eski toplumun “cehaleti”nde, “masal” ve “hayal dünyasında” aramayı temel almışlardır.

18. yüzyıl aydınları, genel olarak, o günkü bilgi seviyeleri ile, "din"lerin kaynaklarını "cahil insan'ın hurafesi, masalı, cehaleti, uydurması, fantazisi" vb. olarak nitelemişlerdi.

Marxsizm de, bu yaklaşımı aşamamıştır. Marksist kökenliler, "Avrupa Aydınlanmacıları", din eleştirilerini "anti-islamist" çerçeve dışına pek çıkamadan yapmış olan Turan Dursun, İlhan Arsel veya onların kötü güncel kopyası durumundaki Erdoğan Aydın gibi yazarlarımız da maalesef , "hurafe", "masal", "kurgu", "fantazi", "cehalet" gibi üç-beş kelimenin ötesine geçen bilimsel bir temel geliştirememişlerdir.

Oysa bilim, geçen yüzyıllarda, insanbilim alanında, arkeolojik bulgularla birlikte, çok büyük ilerlemeler yapmış durumdadır. Şimdi, günümüzden 4000 yıl önceki Mezopotamya toplumlarının "Anayasaları" olan, temel yasalarını; gündelik kişisel yaşam ve ticari ilişkilerini; miras kayıtlarını, adeta günümüzün toplumları kadar "yakın"dan tanıma olanağı doğmuş durumdadır.

Mezopotamya "yazılı kaynakları"na yoğunlaşmamız, bazılarının sandığı ve yansıttığı gibi, "dinlerin kaynaklarını sadece bu alanda" aradığımız anlamına gelmez. Fakat "yazılı-belgeli" kaynaklar, elbette üzerinde en çok durulması gereken kanıtsal alanlardır.

Üstelik, Mezopotamya kaynaklı "yazılı din"lerin de, kaynakları bakımından takibini en iyi, Mezopotamya'da bulunmuş ve çözümlenmiş dinsel ve ekonomik tablet kayıtlarına; anıt yazılara dayanarak gerçekleştirebiliriz.

Neredeyse 10 yıldır kamuoyuna yansıttığımız bu ana çerçevedeki çabalarımız, artık, dinlere yönelik eleştirilerimizde, ateistlerin sesinin daha olgun ve daha bilimsel çıkmasına hizmet etmiştir.

Yapılması gereken, insanların küfürlerini veya iç boşaltmalarını "din eleştirisi" gibi sunma ve kavrama dönemini kapatmak; bütün din ve mezheplere karşı, ayırım yapmadan, bilimsel ateizme daha çok güç vermektir!

http://toplumvetarih.blogcu.com/uzum-kutsama-ve-meryem-ana-nin-goge-yukselmesi/12976799
 




 


Turan Dursun'un "Kutsal Kitapların Kaynakları", ne yazık ki, en "uzak kaynak" olarak Sabiilere, Suryanilere kadar gidebilmektedir...

Çünkü onun dayandığı literatür, genellikle İslami eserlerle sınırlıydı...

Sümer-Akkad, erken Mezopotamya ve Anadolu uygarlıkları, bu kitaplarda gerektiği ölçüde incelenmemiştir...
 
Yayıncının Notu:

[Turan Dursun'un üzerinde yıllarca çalıştığı ve büyük önem verdiği, daha önce Kutsal Kitapların Kaynakları I, II, III adıyla üç kitap olarak yayımladığımız eserini, bu kez tek bir ciltte büyük boy olarak, yeniden gözden geçirilmiş ve
dizin eklenmiş haliyle okuyucularımıza sunuyoruz.

Cilt içerisinde yer alan

-birinci kitapta; Korku ve Efendi Baba Tanrı,

-ikinci kitapta; Peygamberlik,

-üçüncü kitapta; Mucize ve Gerçek konuları inceleniyor.]
 
 
 

Allahınız (İlahınız) Musa'nın da Allah'ı Olan Böğüren Buzağı!

Böylece onlara böğüren bir buzağı heykeli döküp çıkardı.

"İşte, sizin ve ilahınız, Musa'nın ilahı budur; fakat (Musa) unuttu" dediler. Onun kendilerine bir sözle cevap vermediğini ve onlara bir zarar veya fayda sağlamaya gücü olmadığını görmüyorlar mı? (Taha Suresi, 88-89)

***

                                      Ateistler

Dinleri Toplumbilimsel Temelde Ele Almalıdırlar!

Türkiye'de kendilerini ateist olarak niteleyen çok sayıda kişi veya oluşumun yazılarına, yaklaşımlarına baktığımızda ciddi sorunlar olduğunu saptıyoruz.

Herşeyden önce, adeta Din=İslam algı
sı, ateist temeli, daha ilk anda zayıflatan bir özelliğe yol açıyor.

"İslam'la mücadele" sözkonusu olduğunda ise, genellikle "Kuran" sınırları içinde kalan; Kuran kavramlarıyla, Kuran'ın kavramlarının günümüzde kazandığı varsayılan anlamlarıyla sınırlı "mücadele", ateizm mücadelesi gibi sunuluyor.

Aşağıda, gelişigüzel olarak onlarca "Ateist sayfa"da bulabileceğimiz bir kaç örneğe bakalım:

" Kuran'daki bilim dışı ayetler 1

Kur’an’daki en önemli çelişki ve yanlışlar, bilimdışı ayetlerdir. 14 yüzyıl önce yazılmış bir kitapta bu tür hataların olması gayet doğaldır. Ancak bir kitabın Allah tarafından gönderildiği iddia edildiğinde, içindeki bilimsel çelişkiler normal karşılanamaz. ..."
....

"Allah’a Ait Olmadığı Açık Olan Ayetler ..

Kuran'daki net hatalardan biri de farklı ağızlardan yazılan ayetlerdi. Muhammed'in kendi ağzından yazdığı gayet açık ve net bir şekilde görülen ayetler.. ... "

Burada yer alan "ateist yaklaşım"ın aslında, derin ve gizli bir "tanrı algısı" üzerine kurulduğunu görüyoruz.

Bu ateistlerimize göre, Tanrı'ya bu kadar bilim dışı şey söyletmek olmaz!

Güya "Ateizm" bakımdan yola çıkan bu yaklaşımda, "ideal bir Allah-Tanrı" algısı bulunuyor.

"Bilimdışı hataları" ona yakıştıramayan bir mücadele yöntemi ile de polemik yürüterek, İslama karşı başarı elde etmeyi umuyorlar.

Bu yaklaşım, Türkiye'de, özellikle, İslam içinden gelen Turan Dursun yoluyla, maalesef çok yaygınlaştırılmıştır.T.Dursun'un ateizm için olumlu katkılarının yanısıra, hatalı yanının da görülmesi gereklidir.

Oysa, İslam'ın gelişimini, Yeni Ahit'e, Eski Ahit'e, 5750 yıllık Akado-Sumer yazılı kayıtlarına kadar bağlıyarak ele alan bir inceleme yöntemi kulklanılsa idi, bu tarihsel süreçte, eşekten, öküzden, kuzudan,köpek ve domuzdan; hurma ve tahıldan; basbayağı insandan "ilahlar", "tanrılar" var edilmiş olduğunu saptayabilirlerdi.

Mezopotamya topluluklarından bazılarının "Tanrısal topluluk", "İlahisel topluluk" olarak nitelendiğini; İsa'nın da içinde yer aldığı topluluğun tamamen "Tanrılar", "İlahisel güçler" olarak nitelendiğini; bunların et ve kandan oluşan "insan topluluğu" olduğunu görebilirlerdi.

Muhammed'in Allah'ı, sadece bu uzun süreçte, tüm ilahların tekleşmesinin adı olarak ortaya çıkmıştır. Müslimlerin başlangıç duası "La ilahe illallah..." kalıbı bile, bu süreci aktarır.

Türkiye'de kendine ateist diyenlerin, sağlam, bilimsel bir ateizme yönelmelerini bekliyoruz.

"Uydur-buydur ateizm"in uzun vadede hepimize çok zararı dokunacağı açıktır!


                                         **


 


 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder