30 Ağustos 2013 Cuma

'Tanrılar' Ve 'İnsanlar' Ayrımı Tarihte Farklı Bir İçeriği İfade Eder!

23 Temmuz 2013, 


Eski Mezopotamya Toplumları 'Tanrılar' Ve 'İnsanlar' Ayrımı Üzerine de  Biçimlenmişlerdi...

"Adem'den bu yana Dünyaya 124.000 nebi-peygamber gelmiştir..." türü "bol sayılı peygamberler" anlayışının varlığı;

İsa'nın dışında, geniş Hristiyan topluluklara da "Tanrı-Allah oğulları" denmesi eski jargonunu vb. dikkate alarak, "Tanrılar topluluğu ile Hizmetkar İnsanlar topluluğu" gibi ayrımların Mezopotamya tarihindeki anlamlarını yeniden değerlendirmemiz gerekiyor.

                                                     ***

İsa'nın “kutsal kitabı”nı okuduğumuzda, onun dilinde garip duran bir 'Dünya' kavramı olduğunu görürüz.

"Göklere çekileceği" gün ve saati çok önceden bilen ve buna göre de hazırlanan İsa, havarilerine şöyle der örneğin:

"Dünyadan olsaydınız, dünya kendisine ait olanı severdi.
Ne var ki, dünyanın değilsiniz; ben sizi dünya’dan seçtim.
Bunun için dünya sizden nefret ediyor."
(Yuhanna 15:18/19)


İsa burada, doğrudan doğruya 'Gökler' adına konuşurken, 'Dünya’yı da, tam olarak 'Gök’ün karşısında, “Gök”ün alternatifi, hatta “Gökün düşmanı” olarak yansıtırken, eski toplumun yapısı bakımından hiç de olağanüstü bir şey söylemiş olmuyordu aslında. Çünkü onun sözleri, dayandığı eski dini ön kaynaklar bakımından, bizim şimdi anladığımız anlamdaki bir 'Dünya’ya ve genel bir ‘Gökyüzü’ne ilişkin değildi. İsa’ya bu tür sözleri söyleten ve sonra da “Kitap”a geçiren dini kastların gerisinde, bu konuşma kültürüyle yetişmiş toplumlar vardı. Onlar, eski döneme ait   'Gök' ve 'Yer-Dünya' biçimindeki karşıt kavramların, iki farklı topluluğu ve onların ayrıştırılmasını tanımlıyor olarak; Akado-Sammaru iki temel topluluğunun anlatım tarzı olarak kullanıldığını bilmiyorlardı.

Erken dönemde, 'Yer' topluluğu 'Kara-başlılar' topluluğunu ve 'Gök-ateş' topluluğu ise, muhtemelen “Kızıl- Başlılar” topluluğu olarak biçimlenmiş olmalıydı.

Enuma Eliş türü 'Yaratılış' ilahilerini inceledikçe, 'Yer'e ve 'Gök’e “ad verilmesi” ritüellerini görmeye başlarız.  "Yer" ve "Gök"ün var edilmesi, birbirinden ayrıştırılması, bildiğimiz anlamıyla "Dünya" ve "Gökyüzü"nü değil; Mezopotamya'nın iki temel topluluğunu anlattığını; bu kavramsal anlatımların "Yukarı Mezopotamya" (Gök) ve "Aşağı Mezopotamya" (Toprak) ayrımlarını ifade ettiğini fark etmeye başlarız.

"Yer" ve "Gök" kavramlarının Mezopotamya'da iki farklı toplum birimi anlattığını kavradıkça, ilahilerde yer alan  'Gök’ün 'Yer'den, Yer’in ise Gök’ten ayrıştırılmasının  anlamları derinleşerek farklılaşır. Şu anda Irak'ta hepsi "müslüman" sayıldıkları halde birbirine düşman olan Sünni-Şii ayrımının gerisinde de, 6000 yıl kadar önce Mezopotamya'da atılmış "Yer'i Gök'ten, Gök'ü de Yer'den ayırma" edimleri vardır.

Eski tarih anlatım biçimleri olarak tablet yazımlarında, eski toplumun başlangıçtaki bu çekirdek ayrışımından yola çıkıldığı için, işte sadece bu basit nedenle, 'Gök' ve 'Maddi dünya' ; “Gök ve Yer-Dünya” ; “Hava ve Toprak” gibi ayrımlar yapılır; taraflar da kendi konuşma, tanıtım kavram ve üsluplarını bu temel ayrımlara göre düzenlerler.

Bu nedenle de İsa, daima, “Göklerdeki baba”sı namına konuşur; “İnsanoğlu”nu ateşle vaftiz etmek üzere görevlendirilir; “Göklerdeki baba”sının Yeryüzü’nde egemenliğinin geleceği tarihi anımsatır ; işte bu nedenle, varlığını 'Yeryüzünde' bırakmak yerine, Göklere “yükselir” ve 'Göklerdeki baba’sının yanına taşınır…

Bütün "Semavi-Göksel dinler"in yapısında var olmaya devam eden  “Göksel varlıklar” ve “Yersel varlıklar”; “Gökten yaratılmış İnsan” ve “Yerden yaratılmış İnsan”; “Göklerdeki Cin, Şeytan, Melek topluluğu” ve “ Yerdeki Adem-İnsan topluluğu” gibi kavramsal ayırımlar, Eski-Yeni Ahit’in olduğu kadar Avesta ve Kuran’ın da temel ayrıştıcı ve üzerine kurallar yükseltilmiş olan  kavramlarıdır.

Artık görmüş bulunuyoruz ki, bu ayrım, tam olarak, erken dönemlerde, 'karabaşlı toplum' olarak tanınan 'Sümer’liler ile 'Semavi' Sami (ve Farsi) toplulukların ayrımından başka bir şeyi ifade etmiyordu.

Bu ayrım, ittifak sürecine bağlı olarak kimi özelliklerini yitirse de, 'iki âlem' tanım biçimi ; 'insan topluluğu ve melek topluluğu' ; 'ins topluluğu ve cin topluluğu' ; “cennet ve cehennem”; 'Şeytan ve Adem' ikiliği halinde ve fakat sadece 'sözcük' düzeyinde değil, tapınma tarzları, kutsal gün farklılığı, kutsal ve kutsal olmayan davranışlar vb. olarak bütün yaşamın en küçük ayrıntısına değin, yön düzeyinde 'sağ' ve 'sol' olarak bile, sürüp gider.

Anlaşılacağı gibi, Cennet ve Cehennem de, bu ikiliğin bir başka yansımasıdır. Gökyüzü’nün 'Cennet'i de, tıpkı 'Yeraltı’nın 'Cehennemi' gibi, gerçek dünyamızın topraklarında, Mezopotamya alanı içinde olmalıydı.

Eski toplum, tarihini bize bir “tek” ağızdan anlatma olanağına hiç kavuşamamıştı. Bu nedenle de, orada sözü, hepsi birbirinden farklı olan bir Şeytan tarafı alarak anlatır, bir de, yine hepsi birbirinden farklı olan toplumların temsilcisi olarak Âdem, Kişi, İnsan tarafı…

Bu yansıtış biçimlerinde, anlatıcılarımız değiştikçe "İyi-Kötü" yer değiştirir.  Âdem, Kişi, İnsan için, karşısındaki ne kadar Şeytan ise, Şeytan topluluğu denilen için ise,  Âdem, Kişi, Lullu, Awelu da, o kadar Zebani , Şeytan ve Canavardı. İki tarafa ait toplum birimler arası ittifak geliştikçe, bu süreçte zorunlu olarak, Şeytan İnsanlaşır; Adem, Kişi, Lulu anlamlarındaki İnsan ise  Şeytanlaşır… Ve bu, örneğin kavramlarda, hem olumlu anlamda
(Génie) ve hem de olumsuz anlamda [Gé(a)nant] kullanım değerleri kazanır.


Eski toplumun 'Yer ve Gök' ayrımı, eski Yunan anlatımında, ki bu anlatım ana çizgileri bakımından Sümer/Sami kaynaklara dayanır, 'İnsanlar' ve 'Tanrılar' ayrımı biçimini almıştı. Onlarda da bu “iki dünya”nın birbirine geçişmesi mümkün, hatta zorunlu idi. Tanrıların olmadığı bir insan toplumu olmayacağı gibi, insanların olmadığı bir tanrılar topluluğu da yoktu. En azından bu, Eski Ahit'in “Tanrısal varlıklar İnsanoğlu kızlarıyla evlendiler” diye anlatıldığı andan itibaren, böyledir.

Bu yüzden de Tanrıların, “İnsan”lardan oğul ve kızları olacak; Hititlerde insan insan kıral öldüğünde tanrılaşacaktı. Uruk kıralı Gılgamış da, soy kütük düzenine göre, bu nedenle, rahatlıkla,3/2'i tanrı olan insan olabilirdi. Baba tarafından Tanrısal olabileceği gibi, bir Tanrıça anaya sahip olması da mümkündü. Tapınak eğer bir “Baba tanrı”ya ait ise, o tapınağa bağlı olarak hamile kalan ve doğum yapan kadını, Baba tanrının hamile bırakması kadar doğal ne olabilir? İştar tapınağında kutsal fahişelik yapan ve bu nedenle adı İştartu olan bir kutsal fahişeden doğan İnsanoğlu'nun anasının tanrıça İştar olması kadar doğal ne olabilir?

Böylece, “Baba tanrı”, Kutsal Meryem'i de hamile bırakabilir ve onun doğurduğu oğul, kanlı canlı bir Nasıralı olduğu halde, Tanrılaşabilirdi. Eski toplumda, doğrudan doğruya tanrı ve tanrıçadan doğmuş olanlar olabileceği gibi, iç evliliğin yasaklanmasından sonra, Tanrıçalar 'İnsanoğlu' erkekleriyle, İnsanoğlu kızları tanrılarla koyun koyuna yatabilirdi. Bu evliliklerden de, son derece 'normal', 'insan' çocukları olabileceği gibi, biraz 'insan', biraz 'canavar' ve hatta doğrudan doğruya insanoğlu kızından doğmuş 'canavar' veya 'tanrı/sal' varlık da olabilirlerdi…

Eski toplum, “öteki”nden ayrı olarak ve ayrı kalmaya devam ederek birlik oluşturabilme kuralını uygularken, zorunlu olarak bu ayrılıkların muhafazası için elinden geleni de yapmaya çalışmıştı. Çünkü eski atalarımız, bu birliğin sonraki nesiller bakımından devam edebilmesini, ayrılık-aykırılık çizgisinin devam edebilmesi sistemi üzerine oturtmuşlardı.


Bu sistemde, biri ak ise, öteki kara; bir şey burada günahsa, karşıda sevap; bir şey burada zorunlu ise, karşıda serbest olmak üzere biçimlendirilmişti.


***
Din üzerine gayet bilgiç laflar eden bay Murat Belge, İsa’nın “tanrı oğlu” olarak değerlendirilmesine de 3. sınıf bir kesiş kafasıyla yaklaşır: tek farkla, keşişimiz 'İsa, elbette  tanrı oğludur' der; bay Belge ise, 'İsa'ya Tanrı oğlu denmesi mantığı zorlar' diyor… Çünkü, Murat Belge, kafasında tipik dindarlar gibi bir "tanrı algısı" yaratmıştır ve bu tanrının Meryem'le cinsel ilişki kurup da İsa'yı hamile bırakmasını bir türlü "mantığı"na yediremez!
Oysa bu "Tanrı", "Tanrı oğlu", "İlahisel-kutsal  varlıklar" gibi tanımlar eski toplumda, bir topluluğun tamamının sıfatı idi.  Yukarı Mezopotamya'nın "Gök Topluluğu", bütün halinde, Tanrısal, İlahisel,Kutsal varlıkları ifade ediyordu ve tıpkı, bizler gibi varlıklar yani, bir bölüm insan tolumu idi.

Dini kitaplarda  yer alan 'dünya-toprak-yer-aşağı' ve 'gök-yukarı-cennet' ayrımı  aslında Mezopotamya topluluklarını anlatır.

“Gök topluluğu”nun tamamı “Tanrısal topluluk”, “Tanrı oğulları” , "İlahisel varlıklar" olarak (İslam’da bu, 'Cinler, melekler, şeytanlar topluluğu'dur ); 'Yerdekiler' (Yer, Toprak, ise 'Adem topluluğu’ halinde tanımlanıyordu.

Eski-Yeni Ahit'te, 'Gök topluluğu', çok açık biçimde 'İlahisel-Kutsal-Tanrısal varlıklar' olarak ve 'Dünya-Toprak-Yer-Aşağı' topluluğu ise  'İnsanoğlu varlıkları' diye ikiye ayrılır. İşte bu 'Tanrısal varlıklar', 'Yer'deki 'İnsanoğlu kızları’yla evlenirler. Bu, elbette, Mezopotamya toplulukları arasında gerçekleşen, gerçek bir evlilik yoluyla sağlanan ittifak ediminin dinselleşmiş ifadesinden başka bir şey değildi. Bu nedenlerle, bu toplulukları, Asur, Akad, Samiriler, Sammaralılar arasında aramalıyız; şimdiki anlamıyla 'Gök’lerde değil!

Akado sammaru topluluklarından beri de bu ayrım var olduğu için, Yuhanna İncili'nde, sadece İsa değil,  hıristiyan topluluğunun bütünü 'tanrı oğulları' olarak, üstelik defalarca ve gerekçelendirerek, fade edilir.

Fakat, okuduğu metinden   içeriğe ulaşma yolunu değil de; "görmek, duymak istediği şeyi  okuma" yolunu seçenler, Eski Ahit'te, Yeni Ahit'te, Enoşun Kitabı'nda, Enuma Elişte, Akado-Sammaru ilahilerinde ve hatta Kuran'da da  yer alan "İns topluluğu"  ile  "Cin topluluğu" veya "Göklerdeki Kutsal-İlahisel varlıklar" ile  "Yerdeki İnsan Topluluğu" ayrımlarının asıl anlamlarını keşfedememişler;  adeta canlı insansı varlık gibi hareket eden "Yer ile  Gök" kavramlarının üzerine boş, kuru,ve anlamsız yorumlar geliştirip durmuşlardır.

***

Bay Murat Belge'nin , Hıristiyanlık dininde içine pek sinmeyen noktalardan biri olarak gösterdiği, bu dinin “İsa’ya 'tanrı oğlu' …”  demesi üzerinde biraz daha duralım.

 'Tanrı oğlu' kavramının sadece İsa’yı değil, bütün Hıristiyanları kapsayan “sınıflayıcı” bir tanımlama olarak kullanıldığını görmüştük. .

Eski Mezopotamya toplulukları, karşılıklı iki ana topluluk olarak ‘Göksel varlıklar’ ile ‘Yersel varlıklar’; ‘Gök topluluğu’ ile  ‘Yer topluluğu’ olarak ele alınıyorlardı. Bu bakımdan ateş kült kaynağına dayanan Hıristiyanlık jargonunda, onların bütününün “göksel”, “tanrısal” oğullar oldukları (‘semavi varlıklar’, ‘göksel yaratıklar’, ‘Tanrısal oğullar’ anlamında.) bir değerlendirme bulunuyordu.
İslam’da “İnsanoğlu topluluğu ” ve “Cin-melek topluluğu” biçimindeki bu ayrımı Suryaniler’de ise “Gabriel oğulları” ve “Yusuf oğulları” vb. haliyle görüyoruz.

Dolayısıyla  İncil kitaplarında, ‘Tanrı oğlu’ olan sadece İsa değildi; tam tersine oralarda bütün Hıristiyanlar ‘Tanrının oğulları’ydılar :

“Tanrı`nın Ruhu`yla yönetilenlerin hepsi Tanrı`nın oğullarıdır.” (Romalılar 8:14)

“Çünkü Mesih İsa`ya iman ettiğiniz için hepiniz Tanrı`nın oğullarısınız.” (Galatyalılar 3:26)

Müslümanlara pek ters gelmesin diye ‘tanrı’ yerine ‘Allah’ geçirilerek, Matta’dan yapılan alıntıda da şunu okuyoruz:

[Tanrı'nın sözü İsa, der ki; "Ne mutlu barışı sağlayanlara, çünkü onlara Allah'ın oğulları denecek. (Matta 5)

Bugünkü Hıristiyan dünya, kendi topluluklarının bir  tüm olarak "tanrılar",  "tanrısal", "tanrı oğulları" oldukları değerlendirmesini  geri çekilmiş olsa bile, "kitapta yazılanlar" yerinde durmaya devam ediyor.

Benzer biçimde, Hıristiyan kiliselerinin 'meleklerin cinsiyeti' üzerine tartışmaları da, eğer olmuş ise, bütün Hıristiyan topluluğu için “Tanrı oğulları” tanımı yapılmış olduğu için, hiç de nedensiz sayılmazdı. 

 ***

Bir topluluğun, sadece soykütük bakımından kutsal sayılması geleneğinin kalıntılarını "Rayberlik-Taliplik" ikileminin yaşandığı Alevilikte de bulmak olanaklı olduğu gibi;  Hallacı Mansur ve "Ene'l-Hakk" geleneğinde "Allah"ın 99 adetlik "güzel isim listesinde" yer alan"  Allah=Hak üzerinden "Tanrılaşmak, Haklaşmak, Allahlaşmak"  çizgisi de, İslamlaşmak zorunda kalmış "Tanrısal Topluluk" kalıntılarının , eski yaklaşımı İslam içinde yaşatma direnişinden başka bir şey  olmasa gerektir.




Musa, genel olarak "Peygamber" diye  tanıtılıyor ama bu,  "Semavi Dinler"in "Tek Tanrı var"  diyebilmek için, "resmi kitaplar"ın tahrifi pahasına yaptığı bir işlemdir.

Musevilerin  Eski Ahit'inde Musa için Türkçe tercümede  "Tanrı Gibi" diye ifade ediliyor. Bunun kendi içinde anlamsız bir çarpıtma olduğu bellidir.Çünkü "Musa Tanrı-Harun Peygamber" ilişkisinde "Musa'nın Peygamberliği"ne yer bulmak olanaksızdır.

Eski Ahit'in diğer dillerdeki tercümeleri de, "Musa'nın Tanrı" olarak nitelendiğini gösteriyor:

Çarpıtılmış Tercüme:
Mısırdan Çıkış 7:1

RAB, "Bak, seni firavuna karşı Tanrı GİBİ yaptım" dedi, "Ağabeyin Harun senin peygamberin olacak.

Doğru Tercüme
Mısırdan Çıkış 7:1

RAB, "Bak, firavuna karşı SENİ TANRI YAPTIM" dedi, "Ağabeyin Harun senin peygamberin olacak.

7.1 L'Éternel dit à Moïse: Vois, je te fais Dieu pour Pharaon: et Aaron, ton frère, sera ton prophète.

7 So the Lord said to Moses: “See, I have made you as God to Pharaoh, and Aaron your brother shall be your prophet.

Biblia Sacra Vulgata (VULGATE)
7 dixitque Dominus ad Mosen ecce constitui te Deum Pharaonis Aaron frater tuus erit propheta tuus 

                                                                                                    

                                                                                    ***



Dogmaları Yıkalım!
'Tanrılar' Ve 'İnsanlar' Ayrımı Eski Tarihte Farklı Bir İçeriği İfade Eder!

İslam’da “İnsanoğlu topluluğu ” ve “Cin-melek topluluğu” biçimindeki bu ayrımı Suryaniler’de ise “Gabriel oğulları” ve “Yusuf oğulları” vb. haliyle görüyoruz.

Dolayısıyla İncil kitaplarında, ‘Tanrı oğlu’ olan sadece İsa değildi; tam tersine oralarda bütün Hıristiyanlar ‘Tanrının oğulları’ydılar :

“Tanrı`nın Ruhu`yla yönetilenlerin hepsi Tanrı`nın oğullarıdır.” (Romalılar 8:14)

“Çünkü Mesih İsa`ya iman ettiğiniz için hepiniz Tanrı`nın oğullarısınız.” (Galatyalılar 3:26)

Müslümanlara pek ters gelmesin diye ‘tanrı’ yerine ‘Allah’ geçirilerek, Matta’dan yapılan alıntıda da şunu okuyoruz:

[Tanrı'nın sözü İsa, der ki; "Ne mutlu barışı sağlayanlara, çünkü onlara Allah'ın oğulları denecek. (Matta 5)

                                              ***




















https://www.facebook.com/notes/t%C3%BCrkiye-bilimsel-ateistler-birli%C4%9Fi-tbab/tanr%C4%B1lar-ve-insanlar-ayr%C4%B1m%C4%B1-tarihte-farkl%C4%B1-bir-i%C3%A7eri%C4%9Fi-ifade-eder/549374631764511

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder