12 Ağustos 2013 Pazartesi

Erkek Çocuk Sünneti ve Fallus Kültü

 


 
   Delos'taki bazı tapınakların önünde bulunan
        kesilmiş fallus örneği
  (http://fr.wikipedia.org/wiki/Symbolisme_phallique)

 
  (Ninmah) erkeklik organından yoksun,
kadınlık organından yoksun bir varlık yaptı.
Erkeklik organından yoksun,
kadınlık organından yoksun bu var­lığı gören Enki,
Onun yazgısını
kıralın önünde durmak olarak belirledi. »
                                        **
    Eski Urfa’daki kimi ayin ve adetler bu son hususa bir örnek olarak verilebilir. 
 
Hıristiyanlık öncesi Urfa’da (Edessa’da) tanrıça Atargatis’e 

tapınan bazı erkekler tanrıça için kendilerini hadım 

ederlerdi.
 
Hıristiyan olan kral Abgar halk arasında yaygın olan bu adeti

yasakladı.(1)
                                              **


                                    [(Décoration d’un temple de Mout à Karnak)

                                             Geo. Nagel. Archiv Orientalni.1952

                                                     Vol.XX, No 1/2, P.90/99]
Karnak’taki Mut tapınağının kuzey doğu  çevre duvarı üzerine işlenmiş bir sünnet ritüelinin gerçekleşme sahnesi ile ilgili bilgileri bize aktaran yazar, bu tapınağın; Mısır’da   XXI.  veya  XXII.  hanedanlık  dönemine denk düştüğü görüşünde... Tarihlemek gerekirse, bu dönem; MÖ. 1075 / -715   gibi geniş bir aralığa oturtulabilir. Bununla birlikte, yazarın bu makalesi sırasında, ilgili tapınakların tarihlenmesi konusunda henüz detaylı bir çalışma yapılmamış olduğunu da öğreniyoruz.
 
Tapınakta, Ramses II  (-1279/ -1213)  ve  Nektanebo  (380 / -362)  gibi  isimlerin de kazılı olması ve  farklı dönemlere ait öteki  bazı bulgular, burada  belki daha eski bir tarihteki yapıma ve   değişik dönemlerde yenileme çalışmaları yapılmış olabileceğine de işaret ediyor.

                                    ***
Üzerinde sünnet  ritüeli çiziminin  yer aldığı bu duvar bölümünde, sadece sünnet sahnesi bulunmuyor. Önemli ölçüde kırık, eksik bölümlere karşın, buranın daha geniş anlamıyla, erkek çocuklarla ilgili bir ritüel alanı olduğuna işaret eden desen ve alt  yazılar yer alıyor.
 
Bunlardan ilki doğumla ilgili…. Doğumu anlatan, fakat anlaşılması ve dolayısıyla  yorumu güç olan desenlerin altında,
“Güneş’in (tanrı’nın) evinde, doğum evinde,
tanrılar ona  hayat ve güç taşıyarak geliyorlar” 
şeklinde, bebeğin doğumuna ilişkin   olması gereken bir ifade yer alıyor.

Sünnet sahnesinin daha ilerisinde ise, ‘emzirme’, ‘süt verme’ ile ilgili bir sahne bulunuyor. Yazar buradaki sahneyle ilgili olarak, XVIII. Hanedanlık dönemine ilişkin olarak, kıraliçenin, tanrı Amon’dan doğurduğu çocuğunun tanrıçalar tarafından emzirilmesine ilişkin sahneye atıfta bulunuyor. Akado-summer kayıtlarında, ilgili tanrı veya kıralın , bir

"tanrıça tarafından emzirilmiş",

"onun kutsal sütüyle beslenmiş"
 
olma motiflerinin kullanıldığından bahsetmiştik.
 
Doğuran kadın  tarafından değil, başka kadınlar tarafından emzirilme, yani “süt analık”, eski toplumda, doğan çocuğu, doğuran kadının bağlı olduğu aidiyetten çekip alma dönemindeki kurumlardan birisi  olarak kullanılmış olmalıdır. Bu dönem, "anne" akrabalık kavramı, doğumla değil, emzirmeyle ilişkilendirilmeye başlanıldığı zamanlar olmalıdır.
 
Bay Ali Rıza Balaman gibi uzmanlarımız, "sütanalığı" kurumunu, doğuran kadının "süt eksikliği" gibi nedenlere bağlayarak açıklarken, eski toplumsal tarih karşısında olağanüstü eksik durduklarını açıklamış olurlar. 'Sütanalığı' kurumu ve 'helal süt' üzerine deyimsel  kalıntılar, bize, tarihin erken döneminden kalmadır ve bu çocuğun kurban edilmek yerine, doğuran kadının elinden alınarak emzirme, süt verme  yoluyla, çocuğa  yeni bir aidiyet kazandırma anlayışının geliştiği  erken  dönemin bir uygarlık  adımını yansıtır. "Süt kardeşler" arası evlilik ilişkilerinin yasaklanmasındaki neden "süt" bağının  “kan” bağı oluşturma ile eşit değerde bir akrabalık ilişkisi yarattığı kavrayışı üzerine kurulmuş olmalıydı.
 
Sünnet sahnemize gelince...

Sünnet işlemini yapan şahıs diz üstü çökmüş vaziyettedir.

Sünnet edilen çocuğun  sol eli, bu çocuğun arkasında duran kadın tarafından, sol el ile tutulmaktadır.
 
Ritüelde sünnet olan iki erkek çocuk ayaktadırlar.

Çocukların  gerisinde duran, iki kadın diz çökmüş vaziyettedirler.
 
Bu kadınlar çocukların “anne”leri olmalıdır.

Kadınların  ardında  (resimde sağda)  iki adet tanrı ayakta duruyor ve  sol ellerinde haç, sağ ellerinde ise asa’larını tutuyorlar.
 
Sünnet işlemini yapan erkeğin ardında ise, (resimde sol en başta), yazara göre, tanrıça Sesşa durmaktadır. Onun sadece bir ayağını ;  ve eliyle tutuyor olması gereken ‘yaşam palmiyesi’nin önemli bölümünü  görüyoruz.
 
                                      ***
Archiv Orientalni'de yer alan bilgiler  tam  55 yıllık…

Bu arada, yukarıdaki bilgiler daha belirginleştirilmiş, daha iyi fotoğraflar alınmış, belki rekonstitüsyonlar hazırlanmış olabilir. Eğer böyle ise bile, bunlara şu anda sahip değilim.

Fakat yukarıdaki açıklamalar, bize, yine de erkek çocuk sünneti ile ilgili olarak  bazı bilgileri vermektedir.
 
Her şeyden önce, bir  erkek çocuk sünnet sahnesi bakımından, buradaki   bulguyu öne çıkarmak istedim. Çünkü Akado-sümer kayıtları içinde, bildiğim kadarıyla, günümüzdeki sünnet  şekline uygunluk taşıyan, bir bulgu yer almıyor.
 
Buradaki sünnet sahnesinin, erkek çocuğun cinsel organının tamamen değil, şimdiki gibi, uç kısmının kesildiği bir sahne olduğundan yola çıkıyoruz.
 
Eğer, bu varsayım doğru ise, bunu, açık şekliyle, bir desen haliyle, ilk kez Mısır’da görmüş oluyoruz.

                                          **
                      Erkek Çocuk Sünneti Üzerine...

 Karnak'ta Mut tapınağının bir duvar rejiminden parça
 G.Nagel.Archiv Orientalni.1952
 Vol.XX , No 1/2 P.90/99

                
Üzerinde  çok az çalışılmış olan ‘sünnet’ ve ilgili eski kurumları, toplumsal anlamları bakımından, tanımakta fayda var.

Birçok öteki konu gibi, bu alanda da, akademi dünyamız pek çaba göstermiş sayılmaz. Dr. Mustafa Aksoy’un, sünnet kurumu ile bağlantılı olan, sadece, “kirvelik konusunda ülkemizde yapılan iki önemli çalışmadan”  ve , “ülkemizde kirvelik konusunda yazılı tek kitabın sahibi”nden bahsetmesi bile, durumun ne olduğunu zaten  ortaya az çok koyuyor. “Kirvelik” ve “sünnet” kurumları, birbirine çok bağlı konulardır üstelik.

Fakat, Türkiye’deki akademi dünyasının da, geleneklere bağlanan  demir pençeleri, eni sonu kırılacaktır. Özellikle genç nesil bilim adamlarına güven duymamız gerek. Batı bilim dünyasından  bir otorite ele almadı diye, bu son derece önemli  konular bir yana bırakılamaz. Bu noktadaki sosyal bulgular bakımından zengin bir saha  olan Türkiye’de  bu konuları  geliştirmek üzere ele alacak  bilim adamlarımız, umalım ki, çıkacaktır.

Eski toplum denilince, onda, genel olarak  hurafe arayan  siyasi  ‘bilimselciler’ bakımından ise, şu anda,  yapacak pek fazla bir şey yok zaten. Dinlerin toplumsal kaynakları hakkında yeterli  bir fikre sahip olmadıkları halde; derin  “dünya ve Türkiye tahlilleri”  ile  kendi  çevrelerini bile toparlayabilmekten uzak olanların, şimdi “Müslümanları kazanma”, “İslam reformunda  aktif taraf olma”, yani "cin olmadan adam çarpma"  hülyalarına ; "40 yıldır cenaze namazı kılma"  vb. türünden duyuru politikalarına   sadece üzülerek bakabilir ve  bilimsel incelemelerimize devam edebiliriz….

Yukarıdaki  desen, Mısır’da, XXI. veya XXII. Hanedanlık dönemine ait, Kardak’taki Mut tapınak girişine kazılmış… Erkek çocuk sünnet ritüelini resmediyor. Eski Ahit’te ise, Abraham dönemine ait olarak bir ‘sünnet gelenek’ anlatımı başlatılmış görünüyor. Abraham’la başlayıp Musa’yla devam edip geliyor. Bu noktada, kaynağın Mısır olup olmadığı üzerinde, daha sonra, durmaya çalışacağız.

Akado-sümer geleneklerinin, erken ‘yaratılış’anlatımlarındaki, kaderi, ödevi “Kıralın önünde durmak” olan  ‘hadım varlık’  veya  “kadınsı varlık”ların, Sami ve eski Yunan topluluklar arasındaki derin “fallus kültü”yle ilgilerini ele almaya çalışacağız. Belki konu kesin hatlarıyla çözümlenmekten uzak kalabilir ama, bilim dünyasının pek ele almadığı bu sorunları yeniden yorumlayarak çözme çabalarında bir kötülük yok.

Sünnet kurumunun  tarihsel yapısı ve  kutsal kitaplardaki ilgili ifadeler, konumuzu, her şeyden önce  genel özellikleri  ve anlamlarıyla tanıyarak ele almanın gerekli olduğunu gösteriyor. "Türkiye"  içinde kalan her türlü ifade daha baştan bağrında eksiklik  ve yanlışlar taşır. Fakat bu eski uygulamanın  genel anlamlarına ulaşırken, Türkiye’nin çeşitli yörelerindeki  değişik uygulamaların tanınması ise, bize, vargılarda bulunurken  büyük kolaylıklar sağlayacaktır...

                                    ***
                                  AnaBritannica,C.20,s.186

Sünnet, Arapça HITAN, kamışın (penis) ucundaki derinin bir bölümünün ya da tümünün kesilmesi. Müslümanlar, Yahudi­ler ve bazı Hıristiyanların yanı sıra, dünyanın her yerinde çeşitli geleneksel toplumlar­da dinsel açıdan büyük önem taşır. Uygulamanın kökeni bilinmemekle birlikte, etnik bakımdan yaygın bir tören olması ve bu iş için başlangıçtan beri metalden çok taş bıçakların kullanılma- si, sünnetin tarihinin en eski çağlara dayandığını gösterir.

Sünnet, geleneksel bir tören olduğu he­men her yerde, erinlik (buluğ) çağında ya da öncesinde uygulanır. Bazı Müslüman halklar arasında erkekler evlenmeden he­men önce, bazılarında ise dinsel eğitim çağında ya da  doğumdan hemen sonra sünnet edilir. İsIam kaynakları sünnetin Araplar arasında İslam öncesinde de uygu­lanan bir gelenek olduğunu belirtir. Değişik fıkıh mezhepleri sünnetin uygulanacağı yaş konusunda farklı kurallar öngörür. Yahudi­lerde erkek bebeklerin doğumundan sekiz gün sonra sünnet edilmesi, Hz. İbrahim’in Tanrı’yla gerçekleştirdiği ahdin bir parçası sayılır. Kilise, daha ilk dönemlerinde bu "Musa Yasası”nın Hıristiyanlar için bağlayıcı olmadığına karar vermiştir. Sünnet, uygulandığı yasa bakılmaksızın, genellikle bireyin bağlı olduğu gruba biçimsel olarak da katılmasını ya da belirli bir statüye ulaşmasını, böylece toplumsal konumunu ve haklarını kazanmasını simgeler.

Ucundaki derinin kesilerek kamış başının açığa çıkarılması, smegma olarak bilinen kokulu salgının bu bölgede birikmesini önler. Kamış kanseri sünnetli erkeklerde daha ender görülür.

Klitoridektomi olarak adlandırılan kadın sünneti (Arapça hafz), farklı topluluklarda farklı biçimlerde uygulanan ve klitorisin bir bölümü kesilerek gerçekleştirilen, gene tö­rensel bir uygulamadır. Yeni Gine, Avus­tralya, Malakka Takımadaları, Etiyopya, Mısır ve Afrika’nın başka kesimleri, Brezil­ya, Meksika ve Peru'da, ayrıca Ortadoğu, Afrika, Batı Asya ve Hindistan'da yaşayan çeşitli Müslüman topluluklarda yaygındır.
Bazı İslam topluluklarında kadın sünnetini de vacip sayan mezhepler vardır. 


                                                                ***

("Tasavvuri","kurgusal", "şakacıktan" Akrabalık kurumları  adı verilen, fakat eski toplumun son derece gerçek olan kurumlarının bazı akademi çevrelerinde ne kadar az anlaşılmış olduğu  üzerine  bir dipnot bilgisi.)


BELLETEN
TTK Basımevi-Ankara
Ağustos 1992

AYGEN ERDENTUĞ

(‘Akrabalık Terimlerinin Kullanımı’)
S .483/512


« ÖZET VE SONUÇ

Görüldüğü kadarıyla, günümüz Türkiyesi’nde, akrabalık terimleri işlevsel olduğu kadar yapısal bir değişim içindedir. Akrabalık terminolojimi­zi etkileyen karmaşık değişkenler arasında, özellikle görsel-işitsel kitle iletişim araçları, bati dillerinde eğitim görmeyi önemli kılan sosyo-ekonomik talep ile soy sop grubunun önemini yitirmesi ve "aile"nin küçülmesi gibi etkenler dikkati çekmektedir.

Bu değişim, söz gelimi, en az birkaç kuşak kentliler arasında, Bati dillerinden "düz çevirme" ile aktanlan "kuzen" te­riminin yerleşmesidir. Bu arada, Planlı Kalkınma dönemine girmemiz ile birlikte her geçen yıl daha da süratle artan, kırsal       alandan kentlerimize göç ile daha çok kırsal kesimde  geçerli  olan «tasavvuri» akrabalık terimlerinin  de yaygın bir biçimde kent kültürüne  aktarılmasına şahit olunmuştur. Buna karşılık,1940’larda  yapılan tespitlere göre, kentlerde geçerliliğini koruyan, ‘yenge’, ‘sağdıç’ ( H.Z Kosay,1944), hatta ‘kirve’ gibi  bir takım ‘tasavvuri’ akrabalık terimleri, belirli bir kentli grup için önemlerini yitirmişlerdir… » ( s.506)


                                                                  ***

                    Erkek Çocuk Sünneti Ve Kirvelik

 

 Karnak'ta Mut tapınağında,erkek çocuk sünnet ritüel sahnesinin  el çizim kopyası ( parça.)
G. Nagel. Archiv Orientalni.1952, Vol.XX, No 1/2, Page.90/99

    Afrika’dan Amerika  kıtasına, Ortadoğu’dan Avustralya yerlilerine kadar, çok geniş bir alanda karşımıza çıkan ‘kadın sünneti’ne  veya  yaygın “fallus tapımcılığı”  ön kaynaklarına da dayanan erkek çocuk sünnetine ilişkin  olgulara, eski  toplumun ‘düşleri’nden kaynaklanmış ve nasılsa, yaygınlaşmış  temelsiz  kült parçaları gözüyle bakamayız.

    İçinde yasadığımız bütün kültürel zenginliği, bütün temel bilgi birikimini bize miras bırakmış olan eski toplumun bu tur davranışları, bugünkü değer ölçülerinden yola çıkılarak anlaşılamaz.
  
   Bu gerçek, eski toplumsal davranış ve kurumları  ‘modern’  (ön) yargılarla ele alan çalışmaların  her hangi bir yere varamamış olmasıyla da ortaya çıkmıştır. Erkek ve kadın sünnetinin ve bu kurumlarla da ilgili ‘kirvelik’, ‘sağdıç’lık gibi  kurumların, eski toplumda  oluşma gerekçeleri ve birer kurum olarak yüceltilip kullanılması, bu kurumları var eden toplumsal ilişkiler tanınmadan; ilgili toplulukların bu kurumlarla amaçladıkları  anlaşılmadan, bu uygulamaları tam olarak tanımak mümkün değildir.

   Bu nedenlerle de onlar,ya “garip, barbar töreler” olarak anlaşılmazlar listesine ekleniyor; ya da, ‘sünnet’te, belki, insan sağlığına faydalı olabilecek tesadüflere dayanarak, Tanrının 'mucizeleri' bulunduğu gibi  'fikir'ler öne sürülebiliyor.

Nitekim, yayınladığımız Anabritannica’nın sünnet bölümünde böyle bir  şaheser fikir de yer alıyordu :

«Ucundaki derinin kesilerek kamış başının açığa çıkarılması, smegma olarak bilinen kokulu salgının. Bu bölgede birikmesini önler. Kamış kanseri sünnetli erkeklerde daha ender görülür. »

Bunlara, ilerde belki, öteki tür kanser önleyici  yanlar  bile, eklenebilir!

Fakat bunlar böyle bile olsa, kadın ve erkek sünnetinin, binlerce yıl önceki uygulanma gerekçeleri olamazlardı.
Kutsal Kitaba göre, erkek çocuk  (ve kadın)  sünnetini, Tanrı, kendi ile  inançlı kulları arasında yaptığı bir “ittifakın  nişanesi” olarak  saptamıştı. Fakat orada, Tanrının özellikle, insanların cinsel organın ucundaki, içindeki  et parçalarıyla neden bu kadar ilgili olduğu açıklanmamıştı.

Eğer sünnet bir  ‘nişane, işaret’ ise, bunun daha açık görünen, daha az acılı  çözüm biçimleri bulunamaz mıydı?

Eğer sorun sadece “nişane”, “işaret” olsa, Tanrının, böyle bir çözümü, daha önce bulabildiğini biliyoruz… Nitekim Âdem ile Havva’nın  ilk iki oğulundan katil  olan “büyük oğul” Çiftçi  Kabil (Kâin), Çoban olan  “küçük” kardeşi Habil’i öldürdükten sonra, ‘başkaları’nın onu öldürmesinden korkmuş ; “kim bulsa öldürecek beni " diye tanrıya sızlanmıştı.

“Bunun üzerine Tanrı ,
"Seni kim öldürürse, ondan yedi kez öç alınacak" dedi. Kimse bulup öldürmesin diye Kayin’in üzerine bir nişan koydu” .  (http://www.incil.info/incil-eskiceviri/Yar.htm)

Doğal olarak, bu anlatımda, kendi içinde çelişmeler yok değil.

Tanrı bu kardeş katilini affetmekle kalmamış, üstelik onu koruması altına da almıştı.

Eğer Eski Ahit'teki bu anlatım temel alınırsa, aslında, o sırada ortalıkta, sadece Âdem, Havva ve Kayin, yani  toplam üç kişi var olmalıdır. Kayin bilmiyorsa bile, Tanrının, ortada başka ‘kimse’ olmadığını bilmesi lazımdı... Fakat yine de Tanrı orada, nasıl olduğunu tam bilmediğimiz bir “nişanı”, “herkesin görebileceği” şekilde, Kâin’in  “üzerine” koymuş; onu koruması altına almıştı.
 
Bu  bir giysi türü, saç kesme şekli, başındaki saçlarının kesilmiş bir bölgesine  vurulmuş bir damga,  elde veya yüzdeki döğmeler  vb. olabilirdi ama,bu “işaret”in   cinsel organ sünnetiyle ilgili olmadığı , onların açık görünür alanlarda  olmasından, anlaşılıyor.

                                                                ***

              Erkek Çocuk Sünneti  Adetleri Üzerine...


SÜNNET DÜĞÜNÜ İLE İLGİLİ ADETLER
KIRIKHAN’DA DÜĞÜN
 
Sünnet olacak çocuğa ailenin sosyal yapısına göre bir kirve bulunarak başlanır.
 
Kirvenin aile içindeki konumu çok önemlidir. Kirve artık aileden biridir.

Sünnet tarihi belirlenmeden önce sünnetin düğünle mi, yoksa mevlüt okunarak mı, yoksa sade bir törenle mi yapılacağı kararlaştırılır. Ona göre dosta, akrabaya haber verilir. Davetiye (okuntu) gönderilir. Bu davetiye türü, ailenin gelir düzeyine uygun olur. Kimi aileler mendil, kumaş, gömlek, çorap dağıtır.

Kimi aileler ise matbaada bastırılan davetiye gönderirler.

Çocuğun sünnet elbisesini kivre alır. Diğer tören masraflarının bir bölümünü de karşılar. Sünnet olacak çocuğa törenden bir gün önce sünnet elbisesi giydirilir, çevrede gezilecek yerlere götürülerek gezdirilir.

Sünnet olmadan önce düğünlerdeki gibi kına gecesi yapılır. Sünnet günü evde çok çeşitli yöresel yemekler yapılır. Bunlardan en önemlisi “ DÖVME “ dir.

Dövme değirmende özel çekilmiş buğday ve et ile yapılan bir yemektir. Sünnet’i yapan kişiler Kırıkhan, Antakya, Reyhanlı yörelerinde oturan belirli kişilerdir.

Sünnetçilik bu kişilerin baba mesleğidir.

Sünnet düğününde davullar çalınır, halaylar çekilir. Mevlüt ile yapılan sünnette mevlüt okunur ve sonra sünnet töreni icra edilir.

Kirve çocuğu kucağına alır sünnet yaptırır. Çocuğu yatağa yatırır. Davetliler hediyelerini çocuğa verir.Kirve aileden biridir. Onun kızı alınmaz, onun oğluna
kız verilmez. Çünkü artık bir amca, kardeş, dayı gibidir. Kirvelik Kırıkhan’da çok yaygındır.

  

 
                                                                   ***
Kirvelik
 
Karapapaklar için çocuklarının kirvesi çok önemlidir. 

Ardahandan Sivasa kadar olan sahada, yani Erzurum, Kars, Erzincan, Artvin, Elazığ, Malatya, Maraş, Bakü-Amasya çizgisinde yaşayan Karapapaklarda; Tunceli, Bingöl, Adıyaman, Diyarbakır, Çorum, Kayseri, Mersin, Adana, Tokat ve Yozgat illerinde kirvelik yaygındır. Kirvelerin çocuklarının birbirleriyle evlenmeleri yasaktır.

Kirve Sünnet olan çocuğun elini kolunu tutan ve çocuk üzerinde babalık hakkı olan kimse demektir, Göle-Karsta kirve, kırva-kirva şeklinde söylenir. Terekemelerce kirve denir.

Ziya Gökalp'e göre kirvelik eski Türklerdeki potlaç geleneğinin Anadoludaki görünümüdür. Özene göre de kirvelik bir Türk geleneğidir. Kirvelik peygamber sevgisinden kaynaklanır ve sülale-soy sürer. Mesela kirve, kirve olduğu insanın bir başka çocuğunun sünnetinde bulunmayacak kadar uzaktaysa, onun izni alınmadan ya da onun tayin ettiği biri olmadan sünnet ettirilemez.

Ozanlar, Karapapaklarda önceleri kirvelik çok önemliyken, günümüzde önemini yitirmiştir. Ancak kirveler hala kız alıp vermezler. Eskiden bu köylerde kirvelik, kardeşlikten öndeyken, günümüzde sadece sosyal ilişkileri pekiştirici bir rolle sınırlandırılmıştır. Karapapaklarda kullanılan, kirvenin damının üstüne çıkılmaz yani onun kızı kızım, oğlu oğlumdur. Ona kötülük yapılmaz deyimi kirveliğin önemini ifade etmektedir.
 
Ayrıca Posof-Kars köylerinde de kirvenin damından ve kapısından don-gömlek geçilmez deyimi kullanılmaktadır.

Kirveliğin en önemli fonksiyonlarından biri, yukarıdaki ifadelerden anlaşılacağı gibi, iki aile ya da aile grupları arasında yakınlık sağlamaktadır. Genelde kirvelik sünnet düğünü masraflarının bir başkası tarafından karşılanması ile dostluğu ifade eder. En önemli fonksiyonlarından biri ise, taraflara statü kazandırmaktır. Statü kazanmak iki taraflıdır. Yani erkek çocuk sahibi A şahsını kirve yapmakla o kişi bir statü kazanırken, aynı zamanda kirve vasıtasıyla çocuk ailesinden başka bir şahsa ya da aileye daha sahip olmaktadır.

Çünkü kirve ileride çocuğun yetişmesinde, evlenmesinde önemli fonksiyonlara sahiptir. Kirvelik kurumunun fonksiyonlarından biri diğeri de, sosyal kontrol ve sosyal barışı sağlamasıdır.

Kirveliğin temelinde dostluk yattığını yukarıda ifade etmiştik. İşte bu anlayışa bağlı olarak kirvelerini ona göre seçmişlerdir. Bu nedenle sosyal gruplar arasında yakınlaşmalar, doğrusu sıhri akrabalıklar kurulmuştur.


 
Tunceli

KİRVELİĞİN  GELENEK VE TARİHÇESİ

İbrahim peygamberin  oğlu olmaz, ikinci kez evlenir. Tanrıya yalvararak eğer bir çocuğu olursa hak yolunda kurban edeceğini vaat eder. İbrahim Peygamberin dileği kabul olunur ve bir çocuğu olur. İkinci ailesinden (eşinden) doğan çocuğun ismi İsmail  konur. İkinci ailesinin ismi de Hacerdir.

İsmail büyür. Cebrail bir nida  getirerek İbrahim peygamber İsmaili kurban edilmesi için söz verdiğini hatırlatır. İbrahim peygamber İsmaili alıp Arafat dağına götürürken  yoldan Şeytan rast gelir İbrahim peygamberi caydırmaya çalışırken İsmail o anda hurma yiyormuş. Hurmanın çekirdeğini babasını caydırmaya  çalışan şeytanın gözüne atar ve bu adam seni caydırmaya çalışıyor der. Gözü kör olan şeytana  o yüzden kör şeytan denir. O zaman şeytan bir ak sakallı kılığında geldiği için tanınmamıştır. İsmail şeytanı teşhis etmiştir. İbrahim peygamber oğlunu alıp Arafat dağına çıkar gözlerini bağlar bıçağı çıkarıp kurban etmek için bıçağı boynuna atar fakat bıçak kesmez bıçağı taşa vurur bıçak mermer taşı keser. O anda Cebrail bir koç getirir o bıçak ta konuşmaya başlar haktan izin yok, İsmailin bir tüyünü kesemem der. Cebrail İsmail’i kaldırıp koçu indirir. Koç İsmail’in yerine kurban edilir.

Kesilen kurbandan 90 kişi yer, o zaman karıncalar gelir “Ya İsmail bizim payımız nerede” derler karıncalar davacı olur, Cebrail Haktan nida getirir. “Ya erenler dişlerinizin arasını karıştırın, onu da karıncalara verin” der herkes dişlerinin arasında olan eti karıncalara verir karıncalar davalarından vazgeçerler.

Karıncalardan sonra bu defa toprak davacı olur. kurban kesip yediniz, kanını bana akıtmadınız” der. Kimse cevap vermez, Cebrail gene Haktan bir nida getirir. “Ey erenler Allah’ın emri şu ki, İsmail’in bileğini kesin kan toprağa aksın, toprak razı olsun” der.

O zaman İsmaili sünnet ederek kanı toprağa akıttılar. İbrahim peygamberden kalan adet işte budur.
 
Tuncelide kirvelik peygamber dostu olarak kabul edilir ve her çocuğun bir kirvesi vardır. Kirvelik kuşaklar boyu devam ederek günümüze kadar gelen dostluktur.

Böylece kirvelik esaslarına göre:

a)    Sünnetten sonra kesilen et parçası yere gömülür.

b)    Et yenilirken dişler arasındaki et parçası yenmez.

c)    Kurban olarak koyun cinsi makbuldür. Sakat , kulağı kesik ama 1 yaşından küçük yaşlı hayvan kurban kesilmez.

d)    Kurbanı kesecek olan erkektir, erkek yoksa kadın erkek çocuğun elini tutar bıçağı ona verir öylece keser.

e)    Kurban kesilen bıçak başka bir şey için kullanılmaz.

f)     Kirve olan aile yedi sülale sonra kız alıp verebilirler.

KİRVELİK (SÜNNET ) DÜĞÜNÜ 
 
Kirvelik düğünü Tunceli yöresinde kutsal sayılan bir törendir. Kirvelik adını şundan almaktadır:

Erkek çocuk sünnet olunca gözlerini kapatana yöre terimiyle KİRVE denir onun için çocuk ilk doğduğunda, bir dost gelir, çocuğun kirvesi ben olurum der, çocuk onun peşine (öteğine) atılır artık iki aile arasında çok samimi bir dostluk(kutsal) kurulmuştur.

İki aile arasında yedi sülale (Kuşak) geçmeden kimse kimseye kız vermez.

Alınırsa dünyanın en adi en büyük günahını işlemiş olur. Aynı zamanda iki ailenin dost ve akrabaları için de geçerlidir. Kirvelik inanca göre Müslüman olan herkesin İbrahim Peygamberin icadı olan bu kutsal geleneğe uyması şarttır, geleneğe uymayan Müslüman değildir. Özellikle çeşitli sülale ve aşiretler arasında olan düşmanlık güdülerini ortadan kaldırmak için kirve olma yolları denenmiş ve bu yolla bir çok geçimsizlik ve kırgınlıklar ortadan kaldırılmıştır.

Sünnet olası gereken çocuğun ailesi kirvesine on beş gün önceden haber verir kirve sünnet olan çocuğa bir takım hediyeler alır hazırlar. Esas kirveler çocuğun gözlerini kapatan  şahıstır, fakat bu vesileyle ikisinin tüm akraba ve dostları da aile olmuştur.

Düğün hazırlıkları başlayınca çalgıcılara haber verilir. Çalgıcılar çağrılan günde gelirler. Bir gün çalarlar ve o güne “DAVULUN GELDİĞİ GÜN” denir. Aynı gün kirveye elçi gönderilir. Elçi özellikle sünnet edilen çocuk ve çocuğa yoldaşlık yapacak ve onun köçeğidir.

Elçiler bir gün önceden hazırlanan kebabı (bir hayvan keçi, koyun vs. gibi şeyler kesilir. Et parçalar halinde şişe takılır. Ateş üstünde kızardıktan sonra, hiç parçalanmadan kirveye götürülür.) bir gece kalındıktan sonra kirve köçeğinde köçeklik hakkını verir. Bir köçekte kirve orda ayrıyeten alır düğünün  ikinci günü yanı davetlilerin toplandığı günü gelir.Davul zurnalar kirveyi karşılarlar. Düğünün en ağır misafiri kirvedir, herkes saygı ve sevgi gösterir.

Aynı güne “TOPLANMA GÜNÜ” denir. Burada geleneksel yemekler yenir, oyunlar oynanır. Akşam olunca kirvenin konaklayacağı konak belirlenir, diğer sayılı kişiler de aynı evlerde ağırlanır her  konağa birer kebaplık hayvan verilir. Ayrıca rakısı, mezesi temin edilir. Kebabı çeviren kişi arka bacağını kendine alır, onun hakkıdır. Ayrıca davetli her konağı tek tek gezerek davullar çalınır, halay çalınır. Sabaha kadar eğlenilir, sabah erkenden  sünnet olacak çocuklar banyoya götürülür  o anda tüm yakın konuklar yemekler yerken sünnetçide sünnet hazırlıklarını yapar.

Çocuklar banyodan  çıkınca çalgıcılara haber verilir.Çalgıcılar çocukları karşılar, o anda  sünnet olacaklar davulcuya para verirler. Çocuklar damın başına getirilir.
O damın başında  sünnetçi masa kurar, masanın üstüne bir bez, bezin üstüne  bir tepsi, tepsinin üstüne bir havlu, havlunun üstüne bir adet sabun konur buna ‘MUHAMMED HONCASI’ denir.
 
Sünnet Kuran'dan ayetler okurken  herkes o masaya para atar bu parayı sünnetçiye verirler. Dua okunurken herkes o masanın çevresine daire şeklinde ayakta durur, ellerini önüne bağlarlar.

Şapkalarını ters çevirirler ayetleri bitirince sünnetçi şu duayı okur:

“Dünya kuruldu pazartesi

Yukarıda indi Muhammed honcası

İbrahim peygamberde kaldı bu adet

Boynuma hem farzdır, hem sünnet

Her kim Muhammed’i severse.

Getirsin Muhammed’e selevet.”

Üç defa  dua tekrarlanınca, halk sağ elinin işaret parmağını, hafif eğilerek öperler ve ‘ya Muhammet’ derler. Önce sünnet olacak olan çocukların babası ve annesi yerdeki masaya diz çökerek öperler ve para atarlar daha sonra kirve aynı şeyi  yapınca halktan hiç kimse kalmayacak şekilde tepsiye para  atarlar. Para toplandıktan sonra sünnetçiye verilir, sünnetçinin ücreti buradan çıkan paradır.

Çocuklar bir odaya alınır, yere bir kürsü konur, üstüne yastık yastığın üstüne çocuk oturtulur, kirve de çocuğun arkasına oturur. Çocuğun elleri önden bacakların arasından geçirilip arkadan tutulur, çocuk sünnet olurken davullar özel bir sünnet havasını çalar. Hava dramatik bir hava olduğu için genellikle davetliler ağlarlar.


                                     ***
                                        Sünnet Geleneği

                            http://www.kultur.gov.tr/TR/BelgeGoster.aspx?F6E

 

                      10F8892433CFFA79D6F5E6C1B43FF7865257CB2BC6B19

Anadolu’da çocukla ilgili geleneksel işlemlerden en önemlilerinden biriside sünnet geleneğidir. Dinsel ve töresel işlemler içerisinde en katısı ve en yaygın olanı sünnet geleneğidir. Hiçbir anne ve baba bu köklü geleneğin dışında kalmak istemez.

Geleneğinin yaptırımı bu konuda bir karşı koyuşa meydan vermeyecek kadar güçlüdür. Sünnet sözcüğü Arapça kökenlidir ve ilk anlamıyla “işlek yol” demektir.Daha geniş anlamda ise;Tanrı’nın yolunu ya da insanın adet durumuna soktuğu iyi ya da kötü davranışı anlatmaktadır.

İslam dininde peygamberin yaptığı uyguladığı ya da yapmayı uygulamayı öğrettiği şeylere uymaya “sünnet” denmektedir. Toplumun bu konudaki hoşgörüsü ve bağışlaması yok denecek kadar azdır.

Dolayısıyla belli nedenlerle sünnetleri gecikmiş delikanlılar bunun tedirginliğini yaşamaktadırlar. Yaşı gelip geçtiği halde sünnet olmayan kişilere aşağılayıcı ve kınayıcı tutum ve davranışlar oldukça yaygındır.Bu konuda köklü bir geleneğin yaptırım gücü yoğun bir biçimde geçmişte olduğu gibi günümüzde de işlemektedir.Sünnet geleneği genel olarak;

1)Sünnet çocuğunun yaşı ve sünnet zamanı

2)Tören ya da düğün hazırlığı

3)Çocuğun hazırlanması

4)Sünnet işlemi ve sünnetçi

5)Hediye-armağan gibi alt konu başlıkları içerisinde incelenmektedir.

Sünnet Çocuğunun Yaşı Ve Sünnet Zamanı

Sünnet çocuğunun yaşı ve töreninin mevsimi konusunda kesin bir kural yoktur. Çocuklar çoğunlukla okul çağına yakın veya ilkokul yıllarında ergenlik çağına girmeden sünnet edilmektedirler.

Ancak son zamanlar da büyük kentlerde kimi anne babalar çocuklarını doğumdan hemen sonra hastanede sünnet ettirmektedirler. Bu çok erken sünnetten amaç çocuğa bilinçli olarak acı çekmesini ve korkmasını önlemektir.Bu türden erken sünnet uygulamalarına geleneksel kesimde rastlanmamaktadır.

Sünnet toplumsal yapı içerisinde bir çok işlevi üstlenmenin yanı sıra; görkemli bir sünnet töreniyle aile hem üyesi bulunduğu grup içerisindeki saygınlığını artırır hem de çocuğunun mürüvvetini görür.Anadolu’da çocuğun bakımı,sünneti,evlendirilmesi anne babanın boynuna borçtur.

Yoksul ya da öksüz çocukların sünnetini varlıklı kimseler veya akrabalar kendi çocuklarıyla birlikte yaptırmaktadırlar. Bu görevi kimi grupların yardım derneklerinin de üstlendiği görülmektedir.

Sünnet zamanı ve mevsimi olarak da en çok ilkbahar, yaz ve sonbahar mevsimi seçilmektedir:Günümüzde özellikle kentlerde sünnet düğünü ya da töreni için Cumartesi ve Pazar günleri seçilmektedir. Geçmişte Cuma günlerinin tatil olması ve Cuma gününün uğurlu sayılması nedeniyle sünnetler daha çok Perşembe günleri yapılmaktaydı.

Tören Ya Da Düğün Hazırlığı

Aile çocuklarının yaşı ve ekonomik durumuna göre çocuklarını sünnet ettireceği zamanı yaklaşık iki ay önceden belirleyerek hazırlıklara başlar. Aile düğün gününü belirledikten sonra bir hafta on gün öncesinden konuklara haber verir.Bu duyuru;

1) Okuyucu elçi göndererek

2) Davetiye bastırarak dağıtılmak üzere iki biçimde yapılmaktadır. Geleneksel kesimlerde düğüne fazla kişi çağrılmasına özen gösterilmektedir.

Çocuğun Hazırlanması

Çocuk törenden birkaç gün öncesinden hazırlanmaya başlanır. Aslında çocuk çok daha önceden psikolojik olarak hem sünnet olma sevincine hem de korkusuna girmektedir. Geleneksel eğitimle anne ve babalar çocuklarını bu önemli geçiş pratiğine aylar öncesinden hazırlamaya başlamaktadır.

Sünnet giysisi tören hazırlıklarının en önemli bölümünü oluşturmaktadır. Şehirlerde varlıklı aileler,çocuklarını mücevherlerle süslemekte,kent merkezlerinde ön tarafında “Maşallah” işlemeli açık mavi bir başlık geleneğin en yaygın giyim öğesini oluşturmaktadır.Köylerde ise sünnet çocukları yeni elbiseler giymekte; boyun ve omuzlara çevre ve yağlık asılmakta,şapkanın arkasından ise gelin teli sarkıtılmaktadır.

Sünnet çocukları sünnetten birkaç gün önce veya aynı gün ata, arabaya, otomobile bindirilerek dolaştırılmakta bu geziye mahallenin öteki çocukları da katılmaktadır böylece çocuğun sünnet edileceği bu gezintiyle de halka duyurulmaktadır.
 Sünnet İşlemi Ve Sünnetçi

Sünnet işlemi cinsel organın uç kısmındaki derinin çepeçevre kesilmesinden ibarettir. Çocuk varsa kirvesinin kucağına yoksa bir yakınının kucağına oturtularak bacaklarının iki yana açılması sağlanmakta, kucağına oturduğu kişi çocuğun kollarını sıkı sıkı tutmaktadır. Bu sırada çocuğa korkmaması için yüreklendirici, erkekliği vurgulayıcı sözler söylenmektedir.

Kesilmeden önce ve kesilme sırasında; “Allahu ekber Allahu ekber” denilerek tekbir getirilmekte, ayrıca “oldu da bitti maşallah” diye çok bilinen ve yaygın olarak bilinen tekerleme de söylenmektedir.

Sünnet yani kesme işlemini yerine getirenin genel adı sünnetçidir. Bununla beraber; Orta Anadolu ve Doğu Anadolu tarafında sünnetçiye “abdal” ya da “kızılbaş abdal” denmektedir. Günümüzde ise bu işi sağlık memurları yapmaktadır, bunların kent kesimindekileri kendilerini “fenni sünnetçi” olarak tanımlamaktadırlar.

Hediye - Armağan
Tören karakteri taşıyan bu önemi geçiş dönemi pratiği çeşitli hediyelerle süslenmektedir. Bu hediyeler altın, para, giyecek ve ev eşyalarından oluşmaktadır. Günümüzde sünnet hediyesi uygulaması devam etmektedir.

Kirvelik

Kirvelik; yörelere göre "kirve", "kivra", "kivre" isimleriyle de tanımlanmaktadır. Kirvelik, kısaca birbirine ekonomik ve sosyal olarak eş konumda bulunan iki ailenin, ailelerden birinin sünnet töreni masraflarını karşılamasıyla oluşan bir sanal akrabalık kurumu olarak tanımlanabilir.

Kirve, sanal akrabalık kurulacak olan ailenin erkek çocuğunu sünnet esnasında kucağına alarak çocuğun acı çekmemesi için destekte bulunacak ve aynı zamanda törenin ekonomik giderlerine kısmen de olsa katkıda bulunacak olan kişidir.

Kirvelik kurumu aracılığıyla nasıl çocuklarını birbiriyle evlendiren kimseler bir hısımlık ilişkisi içerisinde iseler, birbiriyle kirvelik ilişkisi içerisine giren ailelerde kalıcı bir dostluk ilişkisi kurarlar.

Daha çok Doğu, Güney, Güneydoğu Anadolu illerimizde yaygın olan Kirvelik kurumunun çıkış noktası hakkında elimizde yeterli bilgi bulunmamaktadır. Kirvelik kurumu genel olarak aşağıdaki işlevleri yerine getirmesi bakımından geçmişte daha yaygın olmasına karşın günümüzde de halen geçerliliğini sürdürmektedir.

Kirvelik;

- Var olan ilişkileri pekiştirmesi

- Ailelerin sosyal ilişkiler ağını genişletmesi

- Sosyal sigorta mekanizması görmesi

- Farklı dil, din ve etnik gruplardaki aileleri birleştirmesi

- Bir yöreye dışardan gelen kişilerin bu yöreye uyumunu kolaylaştırması

- Dayanışma ve gücün artmasıyla önemli bir pazarlık gücü kazandırması gibi işlevleri üstleniyor olması bakımından önemli bir toplumsal kurumdur.

Kirvelik yoluyla kurulan ilişki ölene kadar devam eder. Kirve çocukları arasında evlenme yasağı vardır.Bu yasak kirveler arasındaki ilişkinin daha serbest dolayısıyla da daha güçlü ve kalıcı olmasını sağlamaktadır.

                                          *** 
Mustafa Aksoy
Türkiye’de Kirveliğin Kültür Sosyolojisi Açısından Tahlili

Sosyal-kültürel kavramlar rastgele değil, belirli kurallara ve ölçülere göre meydana gelmektedir. Bu nedenle sosyal hayattaki kavramların özelliklerini ortaya koymak, bir bakıma iğne ile kuyu kazmaya benzer. Çünkü sosyal dünya, sanılanın aksine, determinist ve pozitif karakterli değildir. Bundan dolayı, bir kavram aynı ülkede, hatta aynı il, ilçe ve köyde farklı farklı algılanabilmektedir. Belki de bu anlayışın en çarpıcı örneğini, kirvelik meydana getirmektedir.  

Bilindiği gibi kirvelik, sünnet geleneği ile ilgili sosyo-kültürel bir kurumdur. Yani kirveliğin olması için her şeyden önce ‘sünnetin’, daha doğrusu ‘hitan’ın olması gerekir.

Sünnet’in lügat manası işlek yol olup, geniş manada Allah’ın yolunu veyahut da insanın âdet haline getirdiği iyi veya kötü davranış ve hareketlerini ifade eder. Kur’an’da bu tabir bütün bu manalarda kullanılmıştır(1) Ayrıca sünnet ‘gulfenin kesilerek alınması’ manasında da kullanılmıştır. Bu manada sünnete ‘hitan’ denir(2). Hitan konusunda Wensinck, şu bilgileri ifade eder:
“Hitan, sünnet lisan al-arab (h-t-n maddesi)”a göre bu tabir hassaten erkeklerin sünneti hakkında kullanılır; kadınların sünneti için ayrı bir kelime vardır ki o da ‘hafz’ dır”.

Wensinck bir de Buhari”den “eğer iki sünnet yeri birbiriyle temasta bulunursa gusl lazımdır” hadisini nakleder. Yine Wensinck’a göre “hitan eski Arabistan’da umumi bir âdet idi”. Diğer taraftan “hitan” Wensinck’a göre Kur’an’da değil, hadislerde ve şiirlerde ifade edilmiştir(3).

Sünnet yani hitan eskiden beri bir çok kavim tarafından kullanılagelmiştir. Meselâ Meydan Larousse’a göre Yahudiler, Müslümanlar ve bazı Afrikalılar tarafından tatbik edilmiştir. Hıristiyanlar arasında ise sadece Habeşistan kilisesine bağlı olanlar bu geleneği tatbik etmektedir. Ana Britannica’ya göre de başta Müslümanlar ve Yahudiler olmak üzere, dünyanın her yerinde çeşitli geleneksel sosyal gruplarda ve bazı Hıristiyanlarda kullanılmaktadır. Wensinck’a göre de hitan Mısırlılar, Araplar, İsrailliler, Edomiler, Muabıtlar, Ammaniler gibi, eski kavimlerce yerine getirilen bir ayindir(4).

İslâm dinin de hitanın erkekler için vacip kabul edilmesine rağmen, bu konuda farklı görüşler vardır. Meselâ İmâm Şâfî’ye göre ‘hitan’ erkekler için de, kadınlar için de vaciptir. İmâmı Mâlikî’ye göre ise sünnettir. ‘Kadınların sünneti’ için da Arapça’da ‘hafz’ tabiri kullanılır(5). Bu konuda Ana Britannica’da şu bilgiler yazılıdır:
“Klitoridettomi olarak adlandırılan kadın sünneti (Arapça hafz), farklı topluluklarda farklı biçimlerde uygulanan ve klitorisin bir bölümü kesilerek gerçekleştirilen, gene törensel bir uygulamadır. Yeni Gine, Avustralya, Malakka takım adaları, Etiyopya, Mısır ve Afrika’nın başka kesimleri, Brezilya, Meksika ve Peru’da, ayrıca Ortadoğu, Afrika, Batı Asya ve Hindistan’da yaşayan çeşitli Müslüman topluluklarda yaygındır”(6).

Bu ifadelerden anlaşılması gereken, sünnetin yani hitan ve “hafz”ın bilhassa geleneksel topluluklarda yaygın olduğu, dinî anlamda ise Yahudiler ve Müslümanlarca kabul gören, daha doğrusu gerçekleştirilmesi zarurî olan bir sosyal olaydır. Ancak Anadolu”da “hitan”a sünnet dendiği ve İmam Şâfî’nin hükmüne rağmen Şâfî kadınların niçin sünnet (hafz) olmadığı araştırılması gereken önemli konulardan biridir.

Şüphesiz kirvelik kurumu doğrudan sünnetle (hitan) alakalı olmasına ve ondan kaynaklanmasına rağmen çok ayrı özellikler sergiler. Bu nedenle kirvelik kurumunun arkasında olan ve temel aldığı sosyo-kültürel yapıya dikkat etmek gerekir. İşte burada da karşımıza ‘kültür sosyolojisi’ çıkar.

Kirvelik konusunda ülkemizde yapılan iki önemli çalışmada da, bu kelimenin etimolojik anlamı verilmemiştir. Meselâ ülkemizde kirvelik konusunda yazılı tek kitabın sahibi Kudat, ‘Kirvelik’ adlı eserinde kirveliğin menşei hakkında bir yargıya varmasa bile, İran ve Azerbaycan’da en yaygın şekilde kullanıldığını da, Doğu Anadolu’da da olduğunu ifade ederken etimolojisine hiç girmemiştir(7).

Önemli bir diğer eser ise Türkdoğan’a ait olan geniş muhtevalı bir makaledir. Türkdoğan, bu kelimenin kaynağı hakkında kesin bilgiye varmamız şimdilik mümkün olmamakla beraber, ‘Kir’ Farsça’da ‘tenasül organı’, ‘Kirou’, ‘tutmak, muhafaza etmek’ anlamına gelir(8) der. Kelimenin bu bilinmezliğine rağmen, kirvelik Türkdoğan’a göre, Ardahan’dan Sivas’a kadar olan sahada yani Erzurum, Kars, Erzincan, Artvin, Elazığ, Malatya, Maraş ve Bakü-Amasya çizgisinde yaşayan Karapapaklar’da; Tunceli, Bingöl, Adıyaman, Diyarbakır, Çorum, Kayseri, Mersin, Adana, Tokat ve Yozgat illerinde çok yaygındır. Ayrıca 1969da Türkdoğan’ın Trakya bölgesinde yaptığı saha araştırmasındaki tesbitine göre,  “Bulgaristan’ın Fotin ve Kırcaeli yöresinden gelip Çorlu (Tekirdağ), Pınarhisar (Kırklareli) ve Lüleburgaz (Kırklareli)’a yerleşen Alevi Türklerinde, kirvelik terimi bütün özelliğini muhafaza etmektedir”.

Diğer yandan Türkdoğan, “İran Azerbaycan”ında, bilhassa Rizaiye şehrinde kirvelik yaygındır. Fakat belirli fonksiyonu yoktur”(9) demektedir. Tokat’ın Almus ilçesinde ve köylerinde de ‘kirve’ tabiri kullanılır ve kirvelerin çocuklarının birbirleriyle evlenmeleri kesinlikle yasaktır(10). Genelde birçok yerde olduğu gibi, Zara’da da ‘kirve’ olanlar birbirleriyle kardeş olur(10a).

Kudat ise 1974’te yayınlanan eserinde, Doğu Anadolu’ya yaklaşıldıkça kirveliğin yaygınlaştığını ve öneminin arttığını belirterek, Adana’da kirveliğin çok tutulduğunu; Kars, Sivas, Mersin ve Hakkari’nin çevrelediği alanda en yaygın olduğunu ve bu yörelerin dışında kirveliğin bilinmediğini belirtir(11). Kudat, adı geçen eserinde Türkdoğan’ın çalışmasından bahsetmediği gibi, Türkçe yazılı eserlerde, sadece Nur Yalman ve Cahit Tanyol’un birer makalesine -ilgileri çok uzak olmasına rağmen- atıfda bulunulmuştur.

Kirve kavramı Anadolu’nun çeşitli yörelerinde farklı ağızlarla da olsa, söylenegelmiştir. Meselâ kirve: “Sünnet olan çocuğun elini koluna tutan ve çocuk üzerinde babalık hakkı olan kimse” Emirdağ / Ayfon, Amasya ve köyleri, Giresun, Artvin, Kırşehir, Narman / Erzurum, Diyarbakır, Nazmiye / Tunceli, Urfa, Nizip / Gaziantep, Bor / Niğde; ‘İsim babası’ anlamında Gavurdağ-Osmaniye / Adana; ‘Sağdıç’ anlamında Urfa, Niğde; ‘düğünde damadın yanında duran güzel giyimli çocuk’ anlamında, Samsun, Amasya; ‘bacanak’ anlamında Erzincan. Aynı kavram, yani bacanak Şebinkarahisar / Giresun, Bor / Niğde’de ‘kivre’ olarak geçer. Avanos / Nevşehir’de, ‘kirvelemek’ söyleşmek, konuşmak; Vazıldan-Divri / Sivas’ta da ‘kirve’, ‘Kürt’ anlamında kullanılır(12). Göle / Kars’ta ‘kirve’ ‘krva-kirva’ şeklinde de söylenir(13). Van merkezi ile Muradiye ve Gürpınar ilçelerinde yarı göçebe yaşayan Burukan aşireti arasında, kirve’ye ‘kiriv’ veya ‘kirva’(14), Elazığ merkez köylerinden Sun ve Hal’de ‘küvre’(15), Kars yerlilerince ‘kirva’, Terekemelerce ‘kirve’, Musul bölgesi Telafur Türkleri’nce ‘kirev’ denir. Kerkük Türkleri arasında ise bu kelimenin bilinmediği belirtilmiştir(16). Ermenilerde ise güveyin sağdıcına ve çocukların vaftiz babalarına ‘kirve’ derler(17). Divriği ilçesinde de kirve yerine ‘kirva’ denilirken, Yozgat’ta ‘kirve’ kelimesi kullanılır(18).
Kirvelik Anadolu’da geniş bir alanda görülmektedir.

Meselâ  “Sivas ilinin doğusu kirvelik geleneği için sınır gösterilse de, ilin batısındaki illerde de kirveliğin görüldüğü (Yozgat, Çorum, Amasya, Tokat illerinde), Sivas’ın doğusunda kalan bazı bölgelerde az da olsa bu geleneğin uygulanmadığını söyleyebiliriz. Örneğin Sivas’ın Zara, İmranlı, Gürün, Divriği gibi kazalarında çok yaygın olan kirveliğin, Hafik’te ve bazı merkez köylerde, Şarkışla ve Yıldızeli’nde uygulanmadığı görülür. Hatta bu yöreden Gölcük köyünde, sünnet olan çocuğu anası bile tutar”(19).

Aynı anlayış bu satırların yazarının ilçesi olan Kadirlide de görülür. Meselâ bazen tören yapılarak, bazen de hiç yapılmadan ve “kirve” dahi olmadan, kadın-erkek fark etmeden, birinin erkek çocuğu tutması ile sünnet yaptırılır.

Alikan aşireti üzerinde 1965-1966 yıllarında araştırmalar yapmış olan Beşikçi:
“Anadolu’nun bir çok yerinde görülen kirvelik geleneğine göçebelerde rastlanmamaktadır. Kanımca göçebeler birbirleriyle çoğu zaman kan akrabası durumunda oldukları için bunu bir de kirvelik yolu ile kuvvetlendirmeyi lüzumsuz hissetmişlerdir”(20) diyerek dikkatlerimizi çeker.

Sosyal realiteleri kişisel fikirlerle izah etmek büyük hatalara neden olur. Bu yüzden özellikle saha araştırmalarında, araştırmacılar çok dikkatli olmalıdır. “Kanımca”, “bana göre”, “ben böyle düşünüyorum”vb. tabirler, araştırmacının en sonradan kullanması gereken ifadelerdir. Sosyolog, her şeyden önce, olanı olduğu gibi tanımlamalıdır. Bu nedenle Beşikçinin yukarıdaki görüşüne katılamıyoruz. Çünkü yazarın da belirttiği gibi, az da olsa aşiret dışından evlenmeler olmaktadır(21).

Dolayısıyla aşiretin, aşiret dışı dostları da vardır. Bu nedenle kirve de dışarıdan seçilebilir. Zaten genelde kirveler yakın arkadaşlar arasından ve / veya köy dışındaki kimseler arasından seçilmektedir. Diğer taraftan Alevi inancına sahip olmayanlarda, kirvelerin çocuklarının evlenemeyeceği konusunda kesin ve yaygın bir kanaat yoktur. Öyleyse Alikanlarda kirveliğin olmamasının diğer sebepleri irdelenmeliydi.
Gökalp’e göre, kirvelik eski Türklerdeki ‘potlaç’ geleneğinin Anadolu’daki görünümüdür(22). Özene göre de kirvelik bir Türk geleneğidir(23). Yund ise
“eski yaygın Türk inancı, şamanlıkta ve geleneklerde sünnet olma diye bir olayla karşılanmaz...Türkiye Türkleri sünneti müslümanlıkta bulmuşlardır”(24) der.

Hınçer de “Türkler Müslümanlığı kabul ettikten sonra sünnet olma geleneğini de benimsediler”(25) diyerek Yund’la aynı fikri müdafaa eder. Kırzıoğlu ise kirveliğin İran ve Araplarda görülmediğini, fakat Anadolu’daki Yezidi, Alevi ve Sünnilerce bilindiği belirtir(26). Dolayısıyla Kırzıoğlu kirveliği, Anadolu kültürünün bir unsuru olarak ifade eder.

Elazığ ve Ağrı’nın köylerinde yaptığımız araştırmaların sonucu ise, bizde kirveliğin Alevi inancıyla yakın ilgisi olduğu kanaatini uyandırdı. Çünkü araştırmada Alevi inancına sahip köylerde, bu geleneğin daha canlı ve sert olduğunu müşahade ettik. Bazen Sünni köylerde de bu özellikler görülse bile, kaynağının Alevilik olma ihtimali yüksektir. Çünkü Sünniler için kirveliğin kaynağı meçhulken, Alevi köylülere göre kirvelik, “peygamber dostluğu”dur ve Hz. Muhammed’in torunları Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’i sünnet ettirerek, onların kirvesi olmasından kaynaklanmaktadır. Bu anlayışa Varto ve Divriği’de de inanılır(27).
Kirveliğin Alevi menşeli olduğu görüşümüzü etkileyen en önemli faktörlerden birisi, Elazığın merkez köylerinden sünni Yeni Konak ile bu köye bir kilometre uzaklıkta olup da, yarısı Sünni yarısı Alevi olan Şabanlı köyü arasındaki farktır. Şabanlı’daki Alevi kirveler kız alıp vermezken, Sünnilerde böyle bir yasak yoktur.

Yeni Konak’ta kirveye ‘kırif’ denir ve kirveler, Şabanlı köyündeki Sünnilerde olduğu gibi, birbirlerinden kız alıp verirler. Alevi Koruk ve Aydıncık köylerinde de, Şabanlı köyündeki Alevi kirvelerde olduğu gibi kız alıp verilmez. Alevi Aydıncık köylülerine göre, kirvelik peygamber sevgisinden kaynaklanır ve sülale boyunca sürer. Yani kirve, kirve olduğu insanın bir başka çocuğunun sünnetinde bulunmayacak uzaklıktaysa, onun izni alınmadan ya da tayin ettiği biri olmadan, sünnet yaptırılamaz.

Kirveliğin bu kadar önemli olmasının bir nedeni, kirvenin aynı zamanda sünnet olan çocuğun ilerde sağdıcı da olmasıdır. Keban’ın Sağdıçlar köyünde kirveye ‘küvre’ denir ve küvre aynı zamada sağdıç demektir. Keban’ın Sünni olan Bahçe ve Çalık köylerinde kirveler kız alıp verirken, kirveye de ‘kıriv’ derler. ‘Kıriv’ aynı zamanda ‘sağdıç’ anlamındadır. Aynı ilçenin Alevi olan Büklümlü köyünde ise kirveler kız alıp vermezler ve kirve aynı zamanda ‘ikrar’ anlamını taşır. Elazığ’ın Yedigöze ve Bölükçalı köyünde de ‘kürve’, ‘sağdıç’ anlamındadır. Ve kirve evlenecek çocuğun aynı zamanda sağdıç adayıdır(28). Yukarıdaki genel anlayış, araştırmamıza konu olan bütün Alevi köylerinde görülür.
Koşay da sağdıç’a Sivas çevresinde kirve dendiğini belirtir(29). Urfa’da da sağdıç yerine ‘küvre’ tabiri kullanılır. Bu kirve aynı zamanda sünnet düğününde ‘kirve’ olan kimsedir(30). Dobruca Türklerinde de güvey, ‘kivey’ olarak ifade edilir(31).

Ağın ilçesinin Alevi Dibekli köyünde de, kirveler kardeş sayılır. Aynen merkez köylerinden Aydıncık’ta olduğu gibi kirvelik sülale boyunca sürer ve kirve düğüne ve sünnete gelemezse, onun tayin ettiği biri kirvelik vazifesini yerine getirir. Fakat vekiller, kirveler gibi bacı-kardeş sayılmazlar. Yani onların çocukları birbiriyle evlenebilirler. Aynı ilçeye bağlı ve komşu köy olan Saraycık köyünde ise kirvelik pek önemli değildir. Ancak Dibekli köyüne bir kilometre uzaklıkta olan Sünni Yedibağ köyünde, kirvelik Dibeklidekine benzer, fakat burada sülale boyunca sürmez.

Palu’nun bütün köyleri Sünni, daha doğrusu Şâfi olup, kirvelik bu köylerde hiç de önemli bir kurum değildir. Bu durumu Durmuşlar, Üçdeğirmenler ve Gökdere köylerinde yaptığımız araştırmalarda ve Halk Eğitim Müdürü ile yaptığımız görüşmede tespit ettik. Adı geçen köylerde herkesin kirvelik hakkında Hz. Peygamberin bağlayıcı bir sünnetinin olmadığını beyan etmeleri önemlidir. Bu anlayışın arkasında, yörede ki yaygın medrese geleneğinin etkisinin olma ihtimali kuvvetlidir.
Baskil’in Sünni olan Höyük, Alangören ve Karakaş köylerinde kirveye ‘kıriv’ denilir. Bu köyler ile Sivrice’nin Sünni ve Beydili aşiretinden olan Kürk köyünde de kirvelik önemli olmadığı halde, kirveler kız alıp vermezler.
Maden köylerinden Sünni Tekevler köyünde kirveye ‘kerva’ denirken, Kaşlıca’da ‘kirve’ denir ve Tekevler’de kirvelik Kaşlıca’daki gibi önemli değilken, yani kız alıp verilirken, Kaşlıca’da kız alıp verilmez.

Kovancılar ilçesinin Çaybağı ve Değirmentaş köyleri Sünni olup, kirvelik önemli değildir. Fakat Değirmentaş köyünün mezrası olan Yünlüce Alevi olup, burada kirvelik önemli olduğu gibi, kirveler kız alıp vermezler. Çaybağı köyüne komşu ve uzaklığı bir kilometre olan Sünni Kacar köyünde ise kirveler kız alıp vermez.

Kovancılar’daki İğdeli, Gülaçtı, Kavak, Taşören köyleri ile ilçe merkezinde oturan Beritanlılar ise kirveliğe önem vermezler ve kız alıp verirler.

Karakoçan köylerinden Sünni Mirahmet, Kızılpınar ve Yüzevler köylerinde kirvelik önemli olmamakla beraber, Kızılpınar köylülerine göre,  “kirveliğin temelinde Alevilerle Sünniler arasında yakınlık kurmak yatar. İslam anlayışına göre kirvelikle kardeş olunmaz, bu hurafedir”.
Ağrı’nın merkez köylerinden sünni Ozanlar, Aşkale ve yarısı Karapapak olan Tezeren köylerinde önceleri kirvelik çok önemliyken, günümüzde önemini yitirmiştir. Ancak kirveler hâlâ kız alıp vermezler. Eskiden bu köylerde kirvelik, kardeşlikten öndeyken, günümüzde sadece sosyal ilişkileri pekiştirici bir rolle sınırlandırılmıştır. Fakat Taşlıçay ilçesinin, halkı Karapapak ve Sünni olan Geçitveren köyünde ise kirvelik hâlâ çok önemlidir. Bu köyde kullanılan, ‘kirvenin damının üstüne çıkılmaz’. Yani onun kızı kızım, oğlu oğlumdur, ona kötülük yapılmaz deyimi kirveliğin önemini ifade etmektedir. Ayrıca Posof / Kars köylerinde de ‘kirvenin damından ve kapısından don-gömlek geçilmez’(32) deyimi kullanılmaktadır.

Kirveliğin en önemli fonksiyonlarından biri, yukarıdaki ifadelerden anlaşılacağı gibi, iki aile ya da aile grupları arasında yakınlık sağlamaktadır. Özer 1987 yılında Van’ın merkezi ile Muradiye ve Gürpınar ilçelerinin köylerinde yaşayan, kısmen göçebe olan Sünni Burukan aşiretleri arasında da aynı özellikleri tespit etmiştir. Ona göre, “aşiretteki kirveliğin yaygın kirvelik anlayışından farkı, kirve olan kişi kendisi yalnız değil tüm ailesi veya aşireti ile kirvesi olduğu aşiretin veya ailenin yakın bir akrabası gibi görülür... Kan davası sona erdikten sonra tamamen unutturulmak istendiğinde başvurulan en etkili yollardan biri de kirvelik kurumunu devreye sokmaktır”(33).

Doğu Anadolu’da özellikle Tunceli, Erzincan, Kiğı, Bingöl, Varto, Pülümür ve Kars Göle’de yaşayan Alevi Lolan oymağında da kirvelik aynı fonksiyonlara sahiptir(34).
Mardin’de de kirveye “kirip” denir ve kirve, Elazığ’ın özellikle Alevi köylerinde olduğu gibi, erkek çocuğun yetişmesinde, kızın istenmesinde ve düğününde önemli fonksiyonları icra eder(35).

Kirveliğin önemli fonksiyonlarından biri de, gayri müslimler ile yakınlık sağlamaktır. Meselâ yukarıda bahsettiğimiz Burukan aşireti arasında yapılan bir başka çalışmada, Ermenilerle kirvelik yoluyla ilişkiler kurulduğundan bahsedilmiştir(36). Mardin bölgesinde söylenen ‘kirvem’ adlı bir türküde de, ‘Kurmançca’ konuşan bir erkek çocuğunun, Yezidî kirvesinin kızına olan aşkı işlenir. Türküde erkek ‘kivre-krive’, kız ise ‘krivo’ tabirini kullanır. Ayrıca bu türküde, gençlerin evlenmesini, kirvelik ile birinci derecede dinî inançların engellediği vurgulanmaktadır.

Kirveler arasındaki evlilik yasağı, ya da evliliğe hoş bakmama anlayışı Burç köyü / Viranşehir Yezidilerinde de görülür. Yezidilerde kirveler arasında evlenme yasağı olduğu için  “...Burç köyü sakinleri kendi şeyhlerini kirve seçer. Zaten inançlarından dolayı şeyh ailesi ile evlilik yasağı olduğundan kirvelik fazla zarar getirmemektedir. Şeyh dışında çevre Müslüman köylerden kişiler kirve olarak da seçilir”(37).
Yezidilerle ilgili yapılan bir başka çalışmada da, sünnetin vaftizden kısa bir süre sonra yapıldığı belirtilmiştir. Yezidilerde çocuk ölü doğsa dahi sünnet yapılır ve kirve çocukları evlenemez.

Bu nedenle kirve nikâh düşmeyen pir, şeyh gibi kimselerden seçilir. Onlardan kirve bulunmadığı zaman, Sünnilerden kirve seçilir(38). Bu ifadelere göre, kirveliğin çok önemli olduğu sosyal gruplarda gençlerin evliliğine birinci derecede inancın engel olması, burada dinî anlayışın, gelenekten daha etkili olduğunu göstermektedir.

Diğer yandan Aleviler ile Yezidilerdeki kirvelik anlayışının benzerliği, sosyal bilimcileri düşündürmesi gereken çok önemli bir husustur.

Sonuç olarak kirvelik kavramı, Anadolu’da çeşitli bölgelerde görülmesine rağmen, özellikle Aleviler arasında daha etkilidir. Ayrıca genelde kirvelik, sünnet düğünü masraflarının bir başkası tarafından karşılanması ile dostluğu ifade eder.

En önemli fonksiyonlarından biri ise, taraflara statü kazandırmaktır. Statü kazanmak iki taraflıdır. Yani erkek çocuk sahibi, A şahsını kirve yapmakla o kişi bir statü kazanırken, aynı zamanda kirve vasıtasıyla çocuk ailesi de statü kazanmaktadır.


Bunun dışında sünnet olan çocuk ailesinden başka güvenebileceği bir şahsa ya da aileye daha sahip olmaktadır. Çünkü kirve ilerde çocuğun yetişmesinde, evlenmesinde (sağdıç anlamında kullanıldığını hatırlayalım) önemli fonksiyonlara sahip olacaktır.
Kirvelik kurumunun fonksiyonlarından bir diğeri de, ‘sosyal kontrol’ ve ‘sosyal barış’ı sağlamasıdır. Eski Erzincan valisi Ali Kemali bu durumu şöyle anlatır:
‘Kirvalık, katil tarafına mensup bir çocuğun maktul tarafına mensup herhangi bir kişinin kucağında sünnet edilmesiyle meydana gelen ilişkidir ve çok yaygındır’(39).
İşte bu anlayışa bağlı olarak yukarıda ifade edildiği üzere, genelde Aleviler, kirvelerini Sünnilerden; Sünniler de Aleviler ve Ermeniler ile Yezidilerden; Yezidiler de Müslüman (Alevi-Sünni) lardan seçmişlerdir. Bu nedenle sosyal gruplar arasında yakınlaşmalar, daha doğrusu sıhrî akrabalıklar kurulmuştur.
 
Kısaca bir sosyal kurum olan kirveliğin başlı başına incelenmesi gerekir. Meselâ ‘kirov’ Farsça olduğu halde, niçin İran’da kirveliğin yaygın olmadığı ve Anadolu dışında da sünnet geleneği olduğu halde, niçin Anadolu’da ve özellikle Alevilerde çok canlı ve etkili olduğu, ayrıca Ermeniler (bilindiği üzere Ermenilerde sünnet geleneği yoktur.) ile Yezidilerdeki kirvelik anlayışının nereden kaynaklandığı, aydınlatılması gereken, önemli problemlerdir.
Dipnotlar
* Bkz. V. Milletlerarası Halk Kültürü Kongresi- Gelenek, Görenek, İnançlar-. Ankara 1997: 44-52.
1.Hamidullah, M.: “Sünnet Mad” İA C. XI: 242.
2.Hamidullah, M.: a.g.m.: 245.
3.Wensinck, A. J., İ A.: “Hitan Mad” C. V: 543-544.
4.Meydan Larouse. “Sünnet Mad” C. XI: 660, 661; Ana Britannica. “Sünnet Mad” C. XX: 186; Wensınck, A. J.: a.g.m.: 545.
5.Wensınck, A. J.: a.g.m.: 543-544.
6.Ana Britannica. C. II: 186.
7.Kudat, A.: Kirvelik. Ankara 1974: 68-72.
8.Türkdoğan, O.: “Türklerde Kirvelik ve Sünnet Geleneği” Türk Kültürü Araştırmaları, Ankara (1966-1969), 1973: 202.
9.Türkdoğan, O.: a.g.m.: 200-201.
10.Ulu, E.: 100. Yılında Almus. İstanbul 1987: 113.
10a.Acar, İ. H.: “Zara’da Sünnet Düğünleri” Sivas Folkloru Dergisi 48 (1976): 14.
11.Kudat, A.: a.g.e.: 12.
12.Derleme Sözlüğü. C. VII.: 2883-2884.
13.Artan, G.: “Kirvelik” TFAD. 120 (1953): 2021.
14.Özer, A.: Doğu Anadolu’da Aşiret Düzeni. İstanbul 1990: 98.
15.Erdentuğ, N.: Sun Köyünün Etnolojik Tetkikleri. Ankara 1959: 54; Erdentuğ, N.: Hal Köyünün Etnolojik Tetkikleri. Ankara 1983: 95.
16.Türkdoğan, O.: a.g.m.: 202.
17.Kırzıoğlu, F.: Kars Tarihi. C. 1. İstanbul 1953: 504-505.
18.Özen, K.: “Divriği Köylerinde Kirvelik Geleneği” Folklor ve Etnografya Araştırmaları (Haz. İ. G. Kayaoğlu), İstanbul 1975: 239; Uslu, M.: “Yozgat’ta Sünnet Düğünü Gelenekleri” Sivas Folklonu Dergisi 72 (1985): 19-20.
19.Üçer, M.: “Anadolu’da ve Sivas’ta Sünnet Gelenekleri ve Kirvelik” Sivas Folkloru 67 (1978): 10.
20.Beşikci. İ.: Doğuda Değişim ve Yapısal Sorunlar-Göçebe Alikan Aşireti. Ankara 1969: 192.
21.Beşikçi, İ.: a.g.e.: 68.
22.Ziya Gökalp: Türk Medeniyeti Tarihi (Haz. İ. Aka, K. Y. Kopraman), İstanbul 1976: 75.
23.Özen, K.: a.g.m.: 239.
24.Yund, K.: “Tarih Boyunca Türklerde Sünnet Olma Geleneği II” TDTD  38 (1990): 45.
25.Hınçer, İ.: “Sünnetin Tarihçesi ve Sünnet Düğünleri” TFAD 268 (1971): 6139.
26.Kırzıoğlu, M. F.: Kürtlerin Türklüğü. Ankara 1969: 121.
27.Fırat, M. Ş.: Doğu İlleri ve Varto Tarihi. Ankara 1970: 243; Özen, K.: a.g.m.: 240.
28.Akyazı, E.: Sağdıçlar Köyünün Monografik İncelenmesi (F. Ü. Fen-Ed. Fak. Antropoloji Bölümü Yayınlanmamış Lisas Tezi). Elazığ 1987: 20; Yeşilgül, A.: Yedigöze Köyünün Etnolojik Tetkiki (F. Ü. Ed. Fak. Antropoloji Bölümü, Yayınlanmamış Lisans Tezi). Elazığ 1982: 37; Karaaslan, A.: Bölükçalı Köyünün Monografisi (F. Ü. Ed. Fak. Sosyoloji Bölümü Yayınlanmamış Lisans Tezi). Elazığ 1989: 43.
29.Koşay, H. Z.: Türkiye Türk Düğünleri Üzerine Mukayeseli Malzeme. Ankara 1944: 262.
30.Ergin, M. E.: Urfa Folklorunda Düğün. Adana 1973: 29, 55, 48, 35.
31.Ülküsal, M.: Dobruca ve Türkler. Ankara 1966: 93.
32.Aydınoğlu, G.: “Posof’ta Evlenme ve Sünnet Düğünü Geleneği” TFAD 271 (1972): 6227.
33.Özer, A.: a.g.e.: 98.
34.Kocadağ, B.: Lolan Oymağı ve Yakın Tarihi. İstanbul 1987: 9-33,258.
35.Güler, A.: “Dirican Aşiretinde Çocuk Eğitimi” F. Ü. Ed. Fak. Dergisi l (1981): 130-132.
36.Yurt Ansiklopodisi. C. VIII: 5823.
37.Kartal, B.: Sosyolojik Açıdan Burukan Aşireti Üzerine Bir İnceleme. (İ.Ü. Edebiyat Fak. Sosyoloji Bölümü, Yayınlanmamış Lisans Tezi). İstanbul 1970-1971: 3.
38. Boğazlıyanlıoğlu, D.: Burç Köyünün Monografisi (A.Ü., DTCF., Sosyal Antrapoloji Kürsüsü Yayınlanmamış Lisans Tezi). Ankara 1988: 34.
39. Beysanoğlu, Ş.: İnançları, Gelenek ve Görenekleri ile Yezidiler. Ankara 1988: 30.
40. Ali Kemali: Erzincan Tarihi. İstanbul 1932: 199.

                  Erkek ve Kadın Sünnetinin Temelleri

 

                               Mısır'da sünnet sahneleri   

Bu sahnede iki nokta dikkat çekici...

İlki, “sünnetçi” ve “yardımcı”sı ile, sünnet olanların “renk ayrımı”… Bu farklılık, bizdeki, sünnet edilen çocuğa farklı toplum birimlerinden bir  “kirve” bulma  kuralına denk düşüyor olabilir mi? 
 
İkincisi de, bu sahnede, sünnet edilmekten çok, sünnet olma durumu var gibi... Sünnet olan yetişkin bir insan... Harran'da  yetişkin erkeklerin  Tanrıçalara “fallus”larını adamalarına benzer bir durum gibi…Bir fark, burada fallus toptan kesilip adanma yerine, “kesilmiş gibi” yaparak  fallus ucundan deri parçasının alınması...

                                            ***



Mısır'da  tapınak duvar çizimleri
Bu sahnede  annelerinin yardımıyla sünnet edilen erkek çocuklar bulunuyor...
**
  

 Circoncision de Jésus, cathédrale de Chartres
 Chartres Katedrali,  İsa'nın Sünneti

**


 

Circoncision de Jésus. Miniature tirée d'un missel composé vers 1460.
Bibliothèque municipale de Clermont-Ferrand

**

 

 "Kuzu İsa" nın Sünneti

**
 

Word par Avraham Yitzhak, une Torah Maweir de Rgnsborg, l'année 1300 la valeur.
Word by Avraham Yitzhak, a Torah Maweir from Rgnsborg, year 1300 value.

**

                                                                          

 1720 yıllarında  Padişah III:Ahmet’in üç oğlunun 14 gün süren sünnet düğününde  köçekler oynarken…
Surname-i Vehbi’den alınmış bir minyatür…

**


 1900  ve  1914 yıllarında  Dakar’da çalışan  E. Fortier tarafından  alınmış Senegallilerin sünnet  töreni fotoğrafı

                                                                               ***

                           Musevilerde erkek bebek sünneti


 

Ortodoks Musevi Sünnetinde Metzitzah b'peh
Metzitzah b'peh:  Sünnet edilen penisteki kanın ağızla emilmesi ritüeli...

Hitit ve antik Grek kayıtlarından bu yana, tanrıların dişleriyle penis kopartmaları motifleri kullanıldığını biliyoruz.

Fallus adama kültü, çok yakın dönemlere kadar Anaadolu'da sürüyordu.

Mısır'da, erkek ve kız çocuk sünnetine ilişkin bilgilere sahibiz...

İslam için "hak kitap"  kabul edilen  Musa kitabına dayananların hala uyguladıkları, sünnet edilen penisin kanını ağızla emme ritüelinin nedenleri üzerinde çalışma yapılması yararlı olacaktır.

Herşeyi doğru düzgün düşünüp "yaratmış" olan tanrı'nın, tüm yarattığı penisin veya vajina'nın bir kısmının fazlalık olarak değerlendirilip kesilmesi, "Allah'ın yarattığı"yla oynamak anlamında, imanlıların kendi iç çelişmeleridir.

Amca veya hala kızıyla, teyze kızıyla evlenmekte sakınca görmeyenlerin "kirve kızıyla evlilik yasağı kuralı"nı uygulamalarındaki anlam üzerine de düşünülmüş görünmüyor... Belki de buradaki yasağı oluşturan "kan bağı", eski dünyada,  dişlemek suretiyle gerçekleştiriliyordu.

Anadolu'da "çükünü yemek", "daşşağını yemek" deyimleri hem dostluğun ve hem de düşmanlığın çift yanlı ifadeleri olarak hala kullanılabilmektedir.

"Görmemişin oğlu olmuş, çekmiş çükünü kopartmış" deyiminin de, muhtemelen, eski toplumda babanın aidiyetine geçen ilk büyük oğulun "cinsiyetsizleştirilmesi" sırasındaki fallus adama dönemlerine dayanan arka planları bulunuyor gibidir.

Sünnet konusu üzerine epey çalışmalarımız oldu ama, hala üzerinde durulması gereken çok yanlara sahip ve az işlenmiş bir konu olma özelliğini sürdürmektedir.

                                                          **


Geçenlerde, Brooklyn'de  bir bebeğin sünneti sırasında, penisteki kanı ağzıyla emen bir Haham'dan bebeğe geçen herpes virüsü, sünnetedilen bebeğin ölümüne yol açtı...

Tıbbi muayeneye göre, bebek, ağız ve dudak çevresinde yaralara neden oral herpes virüsü sonucu öldü.

Sünnet edilen bebeğin penisindeki kanın bir Haham tarafından ağızla emildiği bir sünnet töreni uygulaması, azalmakla birlikte Museviler arasında hala devam ediyor.

Bu Ortodoks Musevi geleneğine göre, bir haham ya da "mohel", ağzı ile sünnet edilen penisin kanını emiyor. Bu törenin adı, "metzitzah b'peh," ya da bilinen anlamıyla "sünnetli penisi ağızla emme."

ABD'de bu tür sünnetler sırasında herpes virüsü ile ölen bebek olayı ilk değil...

"Metzitzah b'peh" pratiği sonucu bebekler herpes virüsü kaparak ölebiliyorlar.

http://www.nydailynews.com/life-style/health/family-stonewalling-authorities-newborn-dies-herpes-contracted-ritual-circumcision-article-1.1034585



In 2005, a circumcision ritual practiced by some Orthodox Jews alarmed city health officials, after it led to three cases of herpes - one of them fatal.[6]
The New York City Health Commissioner at the time, Thomas R. Frieden, wrote a letter to the Jewish community pardoning the mohel involved and dropped the matter as not being a New York City public health issue by stating that "[it] is our preference for the religious community to address these issues itself."[6]
Prior to the letter, the DOHMH had been pursuing a lawsuit against the mohel in question. It was subsequently dropped and the ban on the practice rescinded, in favor of letting a religious court settle the matter, described as unusual by some legal experts. This outcome was likely a result of pressure by mayor Bloomberg after he reached a deal with local rabbis to not ban the practice. [7]






        
                                                                                           
    Eski Ahit’te erkek sünneti konusuna önce Abraham döneminde rastlıyoruz. Tanrı, Abraham’la bir görüşmesinde ona şöyle diyordu:

“Evinizde doğmuş ya da soyunuzdan olmayan bir yabancıdan satın alınmış köleler dahil sekiz günlük her erkek çocuk sünnet edilecek. Gelecek kuşaklarınız boyunca sürecek bu.
Bedeninizdeki bu belirti sonsuza dek sürecek antlaşmamın simgesi olacak.”
(Yaratılış)

Buradan öğreniyoruz ki, bizzat Abraham da, bu tarihe kadar ‘sünnet edilmemiş’ durumdaydı. Bu uygulamaya, Tanrının, onu Ab-ram’lıktan Abra-ham’lıka geçirme aşamasında  başvurulmaktadır.

Abraham döneminde  bu sünnetin ‘nasıl’  yapıldığını tam bilmiyoruz. Ama göreceğiz ki, Museviler arasında sünnet aracı olarak neyin kullanıldığı (‘taş’)  daha sonra yazılarda önem kazanmaktadır.

Eski Ahit, bu noktayı şöyle  belirtir:

“İbrahim evindeki bütün erkekleri -oğlu İsmail`i, evinde doğanların, satın aldığı uşakların hepsini- Tanrı`nın kendisine buyurduğu gibi o gün sünnet ettirdi.(Yaratılış)

Doğal olarak burada, “tanrının buyurduğu” sözünün  içeriği tam göremiyoruz.
 
Eski Ahit’te erkek çocuk sünnetine ilişkin daha sonra Musa sırasında yeniden karşılaşırız. Musa, yarı-Tanrı,yarı- elçi olarak Tanrı ile “görüşme”sini yapmış, aralarında anlaşma sağlanmış olarak çölde Mısır’a doğru giderken, Tanrı’nın birden bire Musa’ya düşmanlığı tutar ve Musa’yı  öldürmek ister. Tanrının bu kızgınlığının nedeni, peygamberliği onaylanmış Musa’nın oğlunun “sünnet edilmemiş olması”na bağlı olmalıydı ki, karısı Sippora derhal oğlunu sünnet ederek, tanrının Musa’ya kızgınlığını bertaraf etmektedir:

“RAB yolda, bir konaklama yerinde Musa`yla karşılaştı, onu öldürmek istedi.

O anda Sippora keskin bir taş alıp oğlunu sünnet etti, derisini Musa`nın ayaklarına dokundurdu. “Gerçekten sen bana kanlı güveysin” dedi.

Böylece RAB Musa`yı esirgedi. Sippora Musa`ya sünnetten ötürü ‘Kanlı güveysin’ demişti.” (Mısır'dan Çıkış)

Burada dikkatimizi çeken 3 husus bulunuyor.

Önce  erkek çocuğun sünnetini, Abraham’da olduğu gibi bizzat erkeğin kendisi değil, erkeğin karısı, gerçekleştirmektedir. Mısır tapınak çizimlerinde de erkek çocuk sünnetinde kadının, ana olarak önemli bir rol oynadığını görmüştük. Burada anımsamak gerekir ki, Musa, karısı Sippora’yi, kayınbabasına çobanlık ederek, “içgüveyi” olarak, almıştı. Bu dönemlerde, iç güveyi, kayınbabasına  5, 7, 10 sene vb. gibi belirlenmiş bir süre hizmet ettikten sonra, karısını alıp götürebiliyor ve ancak ondan sonra çocuklarının ‘baba’sı halini alabiliyor görünmektedir. Örneğin, Eski Ahit’te İsag, karısını doğrudan “baba evi”ne getirebildiği halde, İsag’ın oğlu Yakup-İsrael, iki kızkardeşi karı olarak alabilmek için, kayınbabasına 14 yıl kadar, çobanlık yapmıştı. Fakat yine de karılarını, karılarının ve karılarının cariyelerinin doğurduğu çocukları, içgüveyi olduğu topraklardan serbestçe alıp gidememiş, kayınbabası ile epey çatışmak zorunda kalmıştı.

İkinci olarak görüyoruz ki, Musa’nın karısı, bu seremoni ile Musa’yı ‘kanlı güvey’ haline getirebilmektedir. Demek ki, Musa’yı 'kanlı güvey’ haline getiren  bu “sünnet” ayiniydi ve bu, tanrı’nın Musa’yı öldürmemesi için gerekli idi. Buradaki "kanlı güvey"lik deyiminin, kadının erkek çocuğunun kanı ile ilişkili olduğu anlaşılıyor.

“İlk (erkek) çocuk kurbanı”nın tarihi kökenini yansıtan  bu uygulama, bize, kadının, koca toplum birimine geçişi sırasında, hem kendisi ile hem de  erkek çocuk ile ilgili  bazı 'yüküm' ve 'günah'larından arındırılma  işlemi hakkında bilgi veriyor.

Daha çok kadın için, 'ilk göz ağrısı’nın ne anlama gelebileceğini ve akado-sammaru topluluklarının çoğunluğunda 'ilk ogul (kız) kurbanı' uygulanması üzerinde durmuştuk. Sünnet, ilk oğulu hadım etmenin ; 'ilk ürün sunumu' da 'ilk evlat adağı’nın yerlerine geçmiş uygulamalar olarak görünüyor.

İç güveylik aşamasından çıkmakta olan erkeğin (koca’nın), 'baba' haline gelmesi sürecinde, yani ilk evlat-oğul’un kendisine (kocaya, koca toplum birimine) ait kılınması aşamasında, bu oğul’un, baba toplum biriminden kadınla evlenmesi de, ana toplum biriminden kadınla evlenmesi de, o dönemde kurulu akrabalık düzenine uygun değildi. Eski toplum, bu oğul’u hadım ederek babaya verme yolunda bir geçiş çözümü bulmuş olmalıydı. Fallus kültü, aslında, evliliği  sorun yaratacak  olan, koca’nın bu yeni oğul’unun bu somut sorununa onu “kısır” kılarak bir çözüm haliyle ortaya çıkmış görünüyor. Sünnet kültü, erkek çocuk bakımından eski 'fallus kültü'-hadım etmenin; kızlarda ise bakirelik  koruma, Zifaf kanı, kadın sünnetinin yerine geçmiş görünüyor.

Eski Akado sammaru  tabletlerinden bu yana karşılaştığımız, ‘penis-fallus kültü', belki de,  ‘kamış’, ‘büyük kamış’, hadım, ‘kadınlaştırılmış erkek’ uygulamaları da hep  bunlarla ilgilidir.

Dini hiyerarşide, günümüzde Hıristiyanlık ve Bektaşilikte, ‘Tanrı ile evli olmak’ kuralı  veya ‘evlilik yasağına tabi’ olmak, bu eski geleneğe dayalı  görünüyor. İsa’nın da, daha doğrusu İsacılığın ön kaynaklarına dayanan toplulukların şekillendirdiği Hıristiyanlığın bir bölümünün,“sünnet”i uygun bulmayarak, kendi ruhani kesimine evlilik yasağı kuralı getirmesi, sünnet ile evlilik yasağı arasındaki temel mantıksal  geçişme-bağlantıyı ortaya koymaktadır.
 
Üçüncü olarak da, Sippora’nın, oğlunu sünnet ederken ‘bir taş’ aracısı kullanmasıdır. Taş’ın  gelişigüzel bir şekilde seçilmediğini  Gilgal’daki sünnet olayında görüyoruz:

Gilgal`daki Sünnet Olayı
“Bu arada RAB, Yeşu`ya şöyle seslendi: “Kendine taştan bıçaklar yap ve İsrailliler`i eskisi gibi sünnet et.”

Böylece Yeşu taştan yaptığı bıçaklarla İsrailliler`i Givat-Haaralot`ta sünnet etti.

Mısır`dan çıkan erkeklerin hepsi sünnetliydi. Ama Mısır`dan çıktıktan sonra yolda, çölde doğan erkeklerin hiçbiri sünnet olmamıştı.

RAB onların yerine çocuklarını yaşattı. Sünnetsiz olan bu çocukları Yeşu sünnet etti. Çünkü yolda sünnet olmamışlardı.

Gilgal`da, Eriha ovalarında konaklamış olan İsrail halkı, ayın on dördüncü gününün akşamı Fısıh Bayramı`nı* kutladı
Bayramın ertesi günü, tam o gün, ülkenin ürününden mayasız ekmek yaptılar ve kavrulmuş başak yediler.

Ülkenin ürününden yemeleri üzerine ertesi gün man* kesildi. Man kesilince İsrailliler o yıl Kenan topraklarının ürünüyle beslendiler.”

Burada kullanılan kavramların gelişigüzel seçilmediğini hesaba katmamız lazım. Sünnet için kullanılabilecek bir dizi başka araç olmasına karşın, “ taştan yapılan bıçak” vurgusunun anlamını, ‘taş’ motifinin bir dizi sunum biçimleri ve sunum araçlarında da kullanılıyor olmasıyla birlikte ele aldığımızda anlayabiliriz. Bunlara yeri geldikçe dikkat çekmiştik. Şimdi bile ‘taş kesilme’ söz-motiflerinin kullanıldığını hesaba katmak lazım.

Gudea ilahilerinde de, çocuk kurbanların  ‘taşın ağzına verilmesinden’ vb. bahsediliyordu; Eski Ahit’te, bir ittifak için, taraflar taş yığıyor, kurbanları onun önünde sunuyorlardı. Sunu araçlarının kil, taş, ağaç veya madenden olması önemseniyordu, vb. Gerek taşlayarak öldürme, gerekse mezara taş (sembolik çakıl) bırakma motifleri Musevilikte hala yaygındır.

“Taş”, Alevi-Bektaşilikte de önemli bir araçtır.

Sünnet, Fısıh bayramı ve özellikle ‘Man ekmeği’ arasındaki bağlantılar üzerinde ayrıca durmalıyız.

Sünnet’li olmanın, Musevilerde, kişiye sunu’lardan yeme hakkı doğuran bir ‘geçiş’ yarattığını da görüyoruz. Dolayısıyla, erkek veya kadın sünnet’i, sadece cinsel organlarla ilgili olmayan, değişik biçimleri bulunan  bir 'geçiş' seremonisiydi de aslında. Ermenilerde Sünnet olmadığı halde, erkek çocuk sünnet’iyle ilgili olarak kullandığımız ‘kirve’lik türü kurumların ortaklığı, eski toplumda, çocuğun “iki farklı toplum birim arasında paylaşımı” sürecinde, farklı geçiş kurumları (kankardeslik, oğulluk, vaftiz anababalığı, süt kardeşlik vb.)  kullanıldığını da gösterir.

Eski Ahit’te Sünnet edilmemiş olanların, "ilk oğul kurban töreni”nin kalıntısı olarak  Fısıh (Pesah) bayramının sunularından yiyemeyecekleri de açıkça ifade edilmektedir:

“RAB Musa`yla Harun`a şöyle dedi: “Fısıh Bayramı`nın(*1) kuralları şunlardır: Hiçbir yabancı Fısıh etini yemeyecek.

Ama satın aldığınız köleler sünnet edildikten sonra ondan yiyebilir.

Demek ki sünnet, bir yabancının yabancılığını kaldıran, onu, ilgili toplum biriminin aidi haline getiren bir geçiş kurumu olarak da algılanmaktaydı. Bu ise, erkek çocuk sünnetinin, başlangıçtaki amaçlarının, zaman içinde değişmesinin, aynı zamanda giderek çocuk kurbanının giderilmesinin de aracı haline dönüştürülmüş olduğunu gösteriyor.

 ********

*1)Fısıh Bayramı

BÖLÜM 12

  RAB Mısır`da Musa`yla Harun`a, “Bu ay sizin için ilk ay*, yılın ilk ayı olacak” dedi,

  Bütün İsrail topluluğuna bildirin: Bu ayın onunda herkes ailesine göre kendi ev halkına birer kuzu alacak.

  Eğer bir kuzu bir aileye çok geliyorsa, aile bireylerinin sayısı ve herkesin yiyeceği miktar hesaplanacak ve aile kuzuyu  en yakın komşusuyla paylaşabilecek.

  Koyun ya da keçilerden seçeceğiniz hayvan kusursuz, erkek ve bir yaşında olmalı.

  Ayın on dördüne kadar ona bakacaksınız. O akşamüstü bütün İsrail topluluğu hayvanları boğazlayacak.

  Hayvanın kanını alıp, etin yeneceği evin yan ve üst kapı sövelerine sürecekler.

  O gece ateşte kızartılmış et mayasız ekmek ve acı otlarla yenmelidir.

Eti çiğ veya haşlanmış olarak değil, başı, bacakları, bağırsakları ve işkembesiyle birlikte kızartarak yiyeceksiniz.(Bu uygulamayi simdi ‘Yilbasi hindi’lerinde goruyoruz.BN.)

 Sabaha kadar bitirmelisiniz. Artakalan olursa, sabah ateşte yakacaksınız.

  Eti şöyle yemelisiniz: Beliniz kuşanmış, çarıklarınız ayağınızda, değneğiniz elinizde olmalı. Eti çabuk yemelisiniz. Bu RAB`bin Fısıh* kurbanıdır.(Buradaki ‘yiyim biçimi’ne daha once dikkat çekmistikBN)

  O gece Mısır`dan geçeceğim. Hem insanların hem de hayvanların bütün ilk doğanlarını öldüreceğim. (Burada hala ‘ilk urun’ler olarak hayvan ve insan’lar ele alinmaktadir ama,bir sure sonra bu ‘ilk urun’ler,daha çok tahil,meyve,sebze  olarak da karsimiza çikacak.BN)

 Bulunduğunuz evlerin üzerindeki kan sizin için belirti olacak. Kanı görünce üzerinizden geçeceğim. Mısır`ı cezalandırırken ölüm saçan size hiçbir zarar vermeyecek. (Demek ki,Pesah bayraminda,’kuzu’ veya ‘oglak’ seçilmesi,onlarin ille de 1 yasinda olmalarinin nedeni,bunlarin ’ilk çocuk’ kurbanina denk gorulmesinden oturudur.Bu ayni zamanda,bu ‘geceyarisi’ bayramda,eski toplumun kendi ilk çocuklarini yedikleri anlamina da gelmektedir.Hayvan sunu,bu surecin bir asamasinda ‘kurban-insan-çocuk,yerine’ geçmistir..BN)

Fısıh Kuralları
RAB Musa`yla Harun`a şöyle dedi: “Fısıh Bayramı`nın* kuralları şunlardır: Hiçbir yabancı Fısıh* etini yemeyecek.

  Ama satın aldığınız köleler sünnet edildikten sonra ondan yiyebilir.

  Konuklar ve ücretli işçiler ondan yemeyecek.

  Fısıh eti evde yenmeli, evin dışına çıkarılmamalı. Kemikleri kırmayacaksınız. (Kemiklerin kirilmamasina neden bu kadar onem verildigine deginmistik:Bu ‘kanit olarak saklama’ motifiyle baglantilidir ve olum torenlerinde de bu motifi goruyoruzBN)

  Bütün İsrail topluluğu Fısıh Bayramı`nı kutlayacak.

Yanınızdaki yabancı bir konuk RAB`bin Fısıh Bayramı`nı kutlamak isterse, önce evindeki bütün erkekler sünnet edilmeli; sonra yerel halktan biri gibi İsrail halkına katılıp bayramı kutlayabilir. Ama sünnetsiz* biri Fısıh etini yemeyecektir.

Ülkede doğan için de, aranızda yaşayan yabancı için de aynı kural geçerlidir.” 
  
 ***

                 Erkek Çocuk Sünneti Üzerine-2

Eski Ahit
Yaratılış
 
Sünnet: Antlaşma Simgesi
BÖLÜM 17
Avram doksan dokuz yaşındayken RAB ona görünerek, “Ben Her Şeye Gücü Yeten Tanrı`yım” dedi, “Benim yolumda yürü, kusursuz ol.
Seninle yaptığım antlaşmayı sürdürecek, soyunu alabildiğine çoğaltacağım.”
Avram yüzüstü yere kapandı. Tanrı,
Seninle yaptığım antlaşma şudur dedi, “Birçok ulusun babası olacaksın.
Artık adın Avram(Abram)(Ibram) değil, İbrahim(Abraham)(Avraham) olacak. Çünkü seni birçok ulusun babası yapacağım.
 
Seni çok verimli kılacağım. Soyundan uluslar doğacak, krallar çıkacak.
Antlaşmamı seninle ve soyunla kuşaklar boyunca, sonsuza dek sürdüreceğim. Senin, senden sonra da soyunun Tanrısı olacağım.
Bir yabancı olarak yaşadığın toprakları, bütün Kenan ülkesini sonsuza dek mülkünüz olmak üzere sana ve soyuna vereceğim. Onların Tanrısı olacağım.”
Tanrı İbrahim`e, “Sen ve soyun kuşaklar boyu antlaşmama bağlı kalmalısınız” dedi,
Seninle ve soyunla yaptığım antlaşmanın koşulu şudur: Aranızdaki erkeklerin hepsi sünnet edilecek.
Sünnet olmalısınız. Sünnet aramızdaki antlaşmanın belirtisi olacak.
Evinizde doğmuş ya da soyunuzdan olmayan bir yabancıdan satın alınmış köleler dahil sekiz günlük her erkek çocuk sünnet edilecek. Gelecek kuşaklarınız boyunca sürecek bu.
 
Evinizde doğan ya da satın aldığınız her çocuk kesinlikle sünnet edilecek. Bedeninizdeki bu belirti sonsuza dek sürecek antlaşmamın simgesi olacak.
Sünnet edilmemiş her erkek halkının arasından atılacak, çünkü antlaşmamı bozmuş demektir.”
 
Tanrı, “Karın Saray`a gelince, ona artık Saray demeyeceksin” dedi, “Bundan böyle onun adı Sara  olacak.
Onu kutsayacak, ondan sana bir oğul vereceğim. Onu kutsayacağım, ulusların anası olacak. Halkların kralları onun soyundan çıkacak.”
İbrahim yüzüstü yere kapandı ve güldü. İçinden, “Yüz yaşında bir adam çocuk sahibi olabilir mi?” dedi, “Doksan yaşındaki Sara doğurabilir mi?”
 
Sonra Tanrı`ya, “Keşke İsmail`i mirasçım kabul etseydin!” dedi.
Tanrı, “Hayır. Ama karın Sara sana bir oğul doğuracak, adını İshak  koyacaksın” dedi, “Onunla ve soyuyla antlaşmamı sonsuza dek sürdüreceğim.
İsmail`e gelince, seni işittim. Onu kutsayacak, verimli kılacak, soyunu alabildiğine çoğaltacağım. On iki beyin babası olacak. Soyunu büyük bir ulus yapacağım.
Ancak antlaşmamı gelecek yıl bu zaman Sara`nın doğuracağı oğlun İshak`la sürdüreceğim.”
Tanrı İbrahim`le konuşmasını bitirince ondan ayrılıp yukarıya çekildi.
İbrahim evindeki bütün erkekleri -oğlu İsmail`i, evinde doğanların, satın aldığı uşakların hepsini- Tanrı`nın kendisine buyurduğu gibi o gün sünnet ettirdi.
İbrahim sünnet olduğunda doksan dokuz yaşındaydı.
Oğlu İsmail on üç yaşında sünnet oldu.
İbrahim, oğlu İsmail`le aynı gün sünnet edildi.
İbrahim`in evindeki bütün erkekler -evinde doğanlar ve yabancılardan satın alınanlar- onunla birlikte sünnet oldu.
**
BÖLÜM 21
RAB verdiği söz uyarınca Sara`ya iyilik etti ve sözünü yerine getirdi.
Sara hamile kaldı; İbrahim`in yaşlılık döneminde, tam Tanrı`nın belirttiği zamanda ona bir erkek çocuk doğurdu.
İbrahim Sara`nın doğurduğu çocuğa İshak adını verdi.
Tanrı`nın kendisine buyurduğu gibi oğlu İshak`ı sekiz günlükken sünnet etti.
***
Dina ve Şekemliler
BÖLÜM 34
Lea`yla Yakup`un kızı Dina bir gün yöre kadınlarını ziyarete gitti.
O bölgenin beyi Hivli Hamor`un oğlu Şekem Dina`yı görünce tutup ırzına geçti.
Yakup`un kızına gönlünü kaptırdı. Dina`yı sevdi ve ona nazik davrandı.
Babası Hamor`a, “Bu kızı bana eş olarak al” dedi.
Yakup kızı Dina`nın kirletildiğini duyduğunda, oğulları kırda hayvanların başındaydı. Yakup onlar gelinceye kadar konuşmadı.
Bu arada Şekem`in babası Hamor konuşmak için Yakup`un yanına gitti.
Yakup`un oğulları olayı duyar duymaz kırdan döndüler. Üzüntülü ve çok öfkeliydiler. Çünkü Şekem Yakup`un kızıyla yatarak İsrail`in onurunu kırmıştı. Böyle bir şey olmamalıydı.
Hamor onlara, “Oğlum Şekem`in gönlü kızınızda” dedi, “Lütfen onu oğluma eş olarak verin.
Bizimle akraba olun. Birbirimize kız verip kız alalım.
Bizimle birlikte yaşayın. Ülke önünüzde, nereye isterseniz yerleşin, ticaret yapın, mülk edinin.”
Şekem de Dina`nın babasıyla kardeşlerine, “Bana bu iyiliği yapın, ne isterseniz veririm” dedi,
Ne kadar başlık ve armağan isterseniz isteyin, dilediğiniz her şeyi vereceğim. Yeter ki, kızı bana eş olarak verin.
Kızkardeşleri Dina`nın ırzına geçildiği için, Yakup`un oğulları Şekem`le babası Hamor`a aldatıcı bir yanıt verdiler.
Olmaz, kızkardeşimizi sünnetsiz* bir adama veremeyiz dediler, “Bizim için utanç olur.
Ancak şu koşulla kabul ederiz: Bütün erkekleriniz bizim gibi sünnet olursa,
birbirimize kız verip kız alabiliriz. Sizinle birlikte yaşar, bir halk oluruz.
Eğer kabul etmez, sünnet olmazsanız, kızımızı alır gideriz.”
Bu öneri Hamor`la oğlu Şekem`e iyi göründü.
Ailesinde en saygın kişi olan genç Şekem öneriyi yerine getirmekte gecikmedi. Çünkü Yakup`un kızına aşıktı.
Hamor`la oğlu Şekem durumu kent halkına bildirmek için kentin kapısına gittiler.
Bu adamlar bize dostluk gösteriyor dediler, “Ülkemizde yaşasınlar, ticaret yapsınlar. Topraklarımız geniş, onlara da yeter, bize de. Birbirimize kız verip kız alabiliriz.
Yalnız, şu koşulla bizimle birleşmeyi, birlikte yaşamayı kabul ediyorlar: Bizim erkeklerin de kendileri gibi sünnet olmasını istiyorlar.
Böylece bütün sürüleri, malları, öbür hayvanları da bizim olur, değil mi? Gelin onlarla anlaşalım, bizimle birlikte yaşasınlar.”
Kent kapısından geçen herkes Hamor`la oğlu Şekem`in söylediklerini kabul etti ve kentteki bütün erkekler sünnet oldu.
Üçüncü gün erkekler daha sünnetin acısını çekerken, Yakup`un oğullarından ikisi -Dina`nın kardeşleri Şimon`la Levi- kılıçlarını kuşanıp kuşku uyandırmadan kente girip bütün erkekleri kılıçtan geçirdiler.
Hamor`la oğlu Şekem`i de öldürdüler. Dina`yı Şekem`in evinden alıp gittiler.
Sonra Yakup`un bütün oğulları cesetleri soyup kenti yağmaladılar. Çünkü kızkardeşlerini kirletmişlerdi.
Kentteki ve kırdaki davarları, sığırları, eşekleri ele geçirdiler.
Bütün mallarını, çocuklarını, kadınlarını aldılar, evlerindeki her şeyi yağmaladılar.
Yakup, Şimon`la Levi`ye, “Bu ülkede yaşayan Kenanlılar`la Perizliler`i bana düşman ettiniz, başımı belaya soktunuz” dedi, “Sayıca azız. Eğer birleşir, bana saldırırlarsa, ailemle birlikte yok olurum.”
Şimon`la Levi, “Kızkardeşimize bir fahişe gibi mi davranmalıydı?” diye karşılık verdiler.
***
Rab Musa`ya Belirtiler Gösteriyor
BÖLÜM 4
RAB yolda, bir konaklama yerinde Musa`yla  karşılaştı, onu öldürmek istedi.
O anda Sippora keskin bir taş alıp oğlunu sünnet etti, derisini Musa`nın ayaklarına dokundurdu. “Gerçekten sen bana kanlı güveysin” dedi.
Böylece RAB Musa`yı esirgedi. Sippora Musa`ya sünnetten ötürü “Kanlı güveysin” demişti.
***
Fısıh Kuralları
RAB Musa`yla Harun`a şöyle dedi: “Fısıh Bayramı`nın* kuralları şunlardır: Hiçbir yabancı Fısıh* etini yemeyecek.
Ama satın aldığınız köleler sünnet edildikten sonra ondan yiyebilir.
Konuklar ve ücretli işçiler ondan yemeyecek.
Fısıh eti evde yenmeli, evin dışına çıkarılmamalı. Kemikleri kırmayacaksınız.
 
Bütün İsrail topluluğu Fısıh Bayramı`nı kutlayacak.
Yanınızdaki yabancı bir konuk RAB`bin Fısıh Bayramı`nı kutlamak isterse, önce evindeki bütün erkekler sünnet edilmeli; sonra yerel halktan biri gibi İsrail halkına katılıp bayramı kutlayabilir. Ama sünnetsiz* biri Fısıh etini yemeyecektir.
Ülkede doğan için de, aranızda yaşayan yabancı için de aynı kural geçerlidir.”
İsrailliler RAB`bin Musa`yla Harun`a verdiği buyruğu eksiksiz yerine getirdiler.
O gün RAB İsrailliler`i ordular halinde Mısır`dan çıkardı.
***
İncil
BÖLÜM 15
Yeruşalim`deki Toplantı
Yahudiye`den gelen bazı kişiler Antakya`daki kardeşlere, “Siz Musa`nın töresi uyarınca sünnet olmadıkça kurtulamazsınız” diye öğretiyorlardı.
Pavlus`la Barnaba bu adamlarla bir hayli çekişip tartıştılar. Sonunda Pavlus`la Barnaba`nın, başka birkaç kardeşle birlikte Yeruşalim`e gidip bu sorunu elçiler ve ihtiyarlarla* görüşmesi kararlaştırıldı.
Böylece kilise* tarafından gönderilenler, öteki uluslardan* olanların Tanrı`ya nasıl döndüğünü anlata anlata Fenike ve Samiriye bölgelerinden geçerek bütün kardeşlere büyük sevinç verdiler.
Yeruşalim`e geldiklerinde inanlılar topluluğu*, elçiler ve ihtiyarlarca iyi karşılandılar. Tanrı`nın kendileri aracılığıyla yapmış olduğu her şeyi anlattılar.
Ne var ki, Ferisi* mezhebinden bazı imanlılar kalkıp şöyle dediler: “Öteki uluslardan olanları sünnet etmek ve onlara Musa`nın Yasası`na uymalarını buyurmak gerekir.
Elçilerle ihtiyarlar bu konuyu görüşmek için toplandılar.
Uzunca bir tartışmadan sonra Petrus ayağa kalkıp onlara, “Kardeşler” dedi, “Öteki uluslar Müjde`nin bildirisini benim ağzımdan duyup inansınlar diye Tanrı`nın uzun zaman önce aranızdan beni seçtiğini biliyorsunuz.
İnsanın yüreğini bilen Tanrı, Kutsal Ruh`u tıpkı bize verdiği gibi onlara da vermekle, onları kabul ettiğini gösterdi.
Onlarla bizim aramızda hiçbir ayrım yapmadı, iman etmeleri üzerine yüreklerini arındırdı.
Öyleyse, ne bizim ne de atalarımızın taşıyamadığı bir boyunduruğu öğrencilerin boynuna geçirerek şimdi neden Tanrı`yı deniyorsunuz?
Bizler, Rab İsa`nın lütfuyla kurtulduğumuza inanıyoruz; onlar da öyle.”
Bunun üzerine bütün topluluk sustu ve Barnaba`yla Pavlus`u dinlemeye başladı. Barnaba`yla Pavlus, Tanrı`nın kendileri aracılığıyla öteki uluslar arasında yaptığı harikalarla belirtileri tek tek anlattılar.
Onlar konuşmalarını bitirince Yakup söz aldı: “Kardeşler, beni dinleyin” dedi.
Simun, Tanrı`nın öteki uluslardan kendine ait olacak bir halk çıkarmak amacıyla onlara ilk kez nasıl yaklaştığını anlatmıştır.
Peygamberlerin sözleri de bunu doğrulamaktadır. Yazılmış olduğu gibi: `Bundan sonra ben geri dönüp, Davut`un yıkık konutunu yeniden kuracağım. Onun yıkıntılarını yeniden kurup Onu tekrar ayağa kaldıracağım.
Öyle ki, geriye kalan insanlar, Bana ait olan bütün uluslar Rab`bi arasınlar. Bunları ta başlangıçtan bildiren Rab, İşte böyle diyor.`
Bu nedenle, kanımca öteki uluslardan Tanrı`ya dönenlere güçlük çıkarmamalıyız.
Ancak putlara sunulup murdar* hale gelen etlerden, fuhuştan, boğularak öldürülen hayvanların etinden ve kandan sakınmaları gerektiğini onlara yazmalıyız.
Çünkü çok eski zamanlardan beri Musa`nın sözleri her kentte duyurulmakta, her Şabat Günü* havralarda okunmaktadır.”
Öteki Uluslardan Olan İmanlılara Mektup
Bunun üzerine bütün inanlılar topluluğuyla* elçiler ve ihtiyarlar*, kendi aralarından seçtikleri adamları Pavlus ve Barnaba`yla birlikte Antakya`ya göndermeye karar verdiler. Kardeşlerin önde gelenlerinden Barsabba denilen Yahuda ile Silas`ı seçtiler.
Onların eliyle şu mektubu yolladılar: “Kardeşleriniz olan biz elçilerle ihtiyarlardan, öteki uluslardan olup Antakya, Suriye ve Kilikya`da bulunan siz kardeşlere selam!
Bizden bazı kişilerin yanınıza geldiğini, sözleriyle sizi tedirgin edip aklınızı karıştırdığını duyduk. Oysa onları biz göndermedik.
Bu nedenle aramızdan seçtiğimiz bazı kişileri, sevgili kardeşlerimiz Barnaba ve Pavlus`la birlikte size göndermeye oybirliğiyle karar verdik.
Bu ikisi, Rabbimiz İsa Mesih`in adı uğruna canlarını gözden çıkarmış kişilerdir.
Kararımız uyarınca size Yahuda ile Silas`ı gönderiyoruz. Onlar aynı şeyleri sözlü olarak da aktaracaklar.
Kutsal Ruh ve bizler, gerekli olan şu kuralların dışında size herhangi bir şey yüklememeyi uygun gördük: Putlara sunulan kurbanların etinden, kandan, boğularak öldürülen hayvanların etinden ve fuhuştan sakınmalısınız. Bunlardan kaçınırsanız, iyi edersiniz. Esen kalın.”
Adamlar böylece yola koyulup Antakya`ya gittiler. Topluluğu bir araya getirerek onlara mektubu verdiler.
İmanlılar, mektuptaki yüreklendirici sözleri okuyunca sevindiler.
 
                                                                     ***

Sünnet 'Allah Yaratışını Değiştirmek' Değil mi?

 
Erkek  ve Kadın-Kız  Sünnet’i, 

Allah’ın Yaratışını Değiştirmek” Değil mi?
 
 
 
 Kuran:
(O şeytan) Ki Allah ona la'net etti
ve o da (Allah’a),
 senin kullarından
 belirli bir pay alacağım”  dedi.
Onları mutlaka saptıracağım,
mutlaka onları boş kuruntulara sokacağım
ve onlara emredeceğim:
hayvanların kulaklarını yaracaklar;
Allah'ın yaratışını değiştirecekler !
Süleyman Ateş
Kurân, Nisâ sûresi, 4/118-119
Kuran’a göre, Nisâ sûresinde, Şeytan, Allah’a karşı bir kez daha diklenmekte ve açıkça yemin ederek, bir bölüm insanı Allah’a tapmaktan vazgeçirip kendisine tapmaları için aldatacağını ilan etmektedir.
 
Bütün bu açık meydan okumalarına karşı, Allah'ın sadece “lanet”lemekte yetindiği Şeytan ise, bunlarla da yetinmiyor…
 
Büyük bir azgınlıkla, kendisine iman etmiş olanların, deve ve-ya davarların kulaklarını kesip, bunları, kendisine adak yapmalarını sağlayacağını da  resmen Allah’ın yüzüne haykırıyor!
 
Dahası da var.
 
Bu bölümlerde Şeytan, hiçbir yanlış anlamaya fırsat bırakmayacak şekilde, kendisine iman edenlere, “Allah’ın yarattığını değiştirmelerini emredeceği”ni anlatmaktaydı.
 
Şeytan’ın Allah’ı bir kez daha “susturup”, yapacaklarını pervasızca beyan etmesi eylemi, Kuran’da o kadar açık ve canlı bir şekilde anlatılmaktadır ki, bu cümleleri eğip-bükerek anlamsızlaştırma oyunu oynamak isteyen Kuran tercümanları bile, bunu başaramıyorlar.
  
Kuran’ın  bu bölümü  farklı bir tercümeye göre, şöyle idi:
[[ Onlar, Allah'ı bırakırlar da, yalnız dişilere(dişi putlara) (dişi Şeytanlara) taparlar. Böylece ancak inatçı Şeytana tapmış olurlar.
 
Allah o Şeytana lanet etti.
 
Ve o (Şeytan) da:
 
«Elbette senin kullarından belirli bir pay alacağım,
 
onları mutlaka saptıracağım,
 
onları boş kuruntulara sokacağım,
 
ve onlara emredeceğim de hayvanların (deve ve-ya davarların) kulaklarını yaracaklar;
 
onlara emredeceğim de Allah'ın yaratışını değiştirecekler» dedi.
 
(Kurân, Nisâ sûresi, 4/118-119) Elmalılı Tefsiri                      http://www.kuranmeali.org/kuran_meali.aspx?suresi=nisa&ayet=119)]

 

Bu ve benzeri bölümlerindeki anlatım kalıplarına göre, Kuran’daki  Allah ile Şeytan, aslında birbirlerini tamamlayan ve birbirlerine karşıt olan bir ikilem halinde bulunmaktadırlar. Bu tür bölümlerde, “düalite”nin iki temsilcisinin karşılıklı çelişmeleri ve anlaşmaları ifade edilmektedir.
 
Buralarda, Allah ile, Allah’ın eşdeğer karşıtı olan Şeytan’ın karşılıklı olarak neleri nasıl yapacaklarına danışıp konuşarak karar vermeleri ritüelini izleriz adeta.
 
Kuran’daki bütün bu anlatım kalıpları, İslam dininin, eski toplumsal  tarihin hangi dönemine ait ilişki tarzlarının bir ifade ediş biçimi olduğuna dair fikir vermektedir. Bunlar din araştırmaları bakımından çok önemli kesitleri oluştururlar.
 
Kuran’ın bazı kısımlarında,  Allah nezdinde Şeytan’ın,  Adem’in rakibi, Adem ile karşılıklı denge sağlama unsuru, “ Adem’in düşman iki-z kardeşi” imiş gibi bir görüntüsü varsa da, Kuran’ın geneli bakımından  Şeytan’ımız, kendisini hiç bir şekilde Adem’le muhatap kılmaz… Sorunlarını ve yapmak istediklerini, Nisâ sûresinde olduğu gibi, Allah’a yekten ilan eder…
Kuran’daki Şeytan’ın muhatabının doğrudan Allah olması, Kuran’sal yazının temellerinin atıldığı sırada, ilgili toplumlarda, “ikili yapı” üzerinde sentezleşen  bir “tek tanrı” aşmasına henüz, tam olarak ulaşılamamış olunduğunu göstermektedir.
 
Kuran’daki genel yapı içinde Şeytan, Allah’ın doğrudan muhatabıdır; tamamlayıcısı ve eşdeğer rakibidir.

Kuran’da tanımlanan  bu genel yapıya göre, “sağ” tarafta yer alan Cennet’likler, Allah’ın kullarıdır; bunun karşısında “sol” tarafta yer alan Cehennem’likler ise kesinlikle Şeytan’a kulluk edenler, Şeytan’a tapanlardır!
 
Tanrı ve Şeytan”, “İyi ve Kötü”; “Helal ve Haram” arasında henüz bir sentez Tanrı ve toplum oluşmamış olduğu için, bu toplum birimlerin bu dönemdeki tanrıları, giderek tek vücutlu, fakat “iki yüzlü”, “dört gözlü”, “dört kulaklı” olmaya devam edeceklerdir. Gözün ve kulağın “dört açılması” deyimleri bu dönemlerin ürünü olmalıydı.
İnsan topluluğu” ve “Cin-şeytan topluluğu” biçimindeki “ikili kast düzeni”ne tamamen uyan Kuran’daki dinsel söylem, eski Mezopotamya topluluklarının karşılıklı ittifak döneminin bir aşamasının hukuksal yansımasını da vermektedir.
 
Yukarıda yer alan Kuran  bölümünün en az 20 çeşit tercümesi bulunuyor;  bunlardan bazılarını aşağıdaki dipnotlarda veriyoruz. (1)
 
Kuran’ın bu suresinin tercümesinde, Şeytan’ın “İnsan toplumu”nun bir bölümünü kendi tarafına alması ve onlara ritüel olarak, davar veya develerinin kulaklarını (bunun sadece kan almak ve akıtmakla mı sınırlı olduğunu ayrıca ele almalıyız..) kestirmesi - yardırması vb. söylemleri üzerinde, şimdilik durmuyoruz. Bu noktalara ilerde dönmek gerekecektir.
  
Burada şu anda üzerinde özellikle durulması gereken en temel husus, "Şeytani" bir ritüel olan  “kulak yarma-kesme” ediminin bile, Kuran tarafından, açık bir şekilde “Allah'ın yaratışını değiştirmek” olarak değerlendirilmiş olması ve “Allah’ın yaratışını değiştirme” işinin Şeytan’a ait sayılmasıdır.
  
İşte tam da bu nokta, bütün İslam dünyasının ve onların  ulema kesiminin, erkek ve kadın sünneti bağıntısındaki “onulmaz çelişme”lerinden birini ve “yumuşak karnını”  ortaya koymaktadır.
Kaçılabilecek bir nokta kalmasın diye, onlara açıkça  sorulması gereken soru şudur:
  
Erkeklerin penisinden, kadınların vajinasından parçalar kesmek, “İslami iman felsefesi”ne göre, Allah’ın yarattığı biçimin değiştirilmesi demek değil midir?  “Allah’ın yarattığı”nda  “var olan”ın “fazla” bulunarak “azaltılması” değil midir?
  
Gerçekten de,  kadın ve erkek sünnet ritüelleri yoluyla insanın doğal yapısına el uzatılmış olmakta ve insanın doğallığı değiştirilmekte ve  bozulmaktadır. (2)  
 
“Dövme-damga” işlemini bile İslam’ın Allah’ına karşı “tövbe”lik bir edim olarak gören İslami ulama, bu durumda hangi gerekçe ile “Şeytani edim”i savunabilecektir?
  
Veya şöyle soralım:
  
İster  kadın ve erkek sünneti birlikte savunulsun; isterse, güya “kadın sünneti”ne karşı çıkılıp  “..ama,  diğeri başka…”  denilerek  sadece “erkek çocuk sünneti”  Allah yasası olarak savunulsun, ikiyüzlü gerekçeler dışında, burada tutarlı bir fikir yürütmüş olabilir mi? (3) 
  
Biz bu konuda da ne Allah’ın, ne de Şeytan’ın yanındayız.
 
Biz sadece İslami kesimin  kendi mantık ve amentülerindeki çelişmeleri göstermek için bu tür cümleler kurgulamak zorunda kalıyor ve onları bu temelde yeniden sorguluyoruz:
  
“ Ey İslami cemaat!
 
Allah’ın yarattığı biçimi değiştirmek” eğer Kuran'a göre, “Şeytani bir edim”  ise, doğal haldeki insanların cinsel organlarını  sünnet ederek, “Şeytan”ın yanında yer almış olmuyor musunuz?”
 
*-*-*-*-*-*-*
 
Açıklama Notları:
 
*1)  İlgili surenin bazı farklı tercüme örnekleri aşağıdadır.
 
Diyanet Vakfı,Kuran, Nisâ sûresi, 4/118-119:
 
[[ Allah onu (şeytanı) lânetlemiş; o da: «Yemin ederim ki, kullarından belli bir pay edineceğim» demiştir. «Onları mutlaka saptıracağım, muhakkak onları boş kuruntulara boğacağım, kesinlikle onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar (putlar için nişanlayacaklar), şüphesiz onlara emredeceğim de Allah'ın yarattığını değiştirecekler» (dedi). ]]
 
*-*-*-*-*-*
 
 [[ Onlar Allah'ı bırakıp tanrıçalara taparlar ve:
 
“Elbette senin kullarından belli bir takımı alıp onları saptıracağım,
 
onlara kuruntu kurduracağım,
 
develerin kulaklarını yarmalarını emredeceğim,
 
Allah'ın yarattığını değiştirmelerini emredeceğim” diyen, Allah’ın lanet ettiği azgın şeytana taparlar. ]]
 
(Kurân, Nisâ sûresi, 4/118-119)
 
*-*-*-*-*
 
Süleyman Ateş ,Kurân, Nisâ sûresi, 4/118-119:
 
[[ … (O şeytan) Ki Allah ona la'net etti ve o da, “Elbette senin kullarından belirli bir pay alacağım” dedi.
 
Onları mutlaka saptıracağım, mutlaka onları boş kuruntulara sokacağım ve onlara emredeceğim: hayvanların kulaklarını yaracaklar; onlara emredeceğim: Allah'ın yaratışını değiştirecekler ! ]]
 
*-*-*-*-*-*
 
Kurân, Nisâ sûresi, 4/118-119
 
 [[Allah onu (şeytanı) lânetlemiş; (buna karşılık) o da 'Yemin ederim ki, kullarından belli bir pay edineceğim (veya onlardan kâm alacağım), onları saptıracağım, onları birtakım temennilerle oyalayacağım. Onlara davarlarının kulaklarını yarmalarını emredeceğim de Allah'ın yaratışını değiştirecekler.' dedi. ]]
 

  
2) Diyanet Vakfı, ilgili  Ayetlere ilişkin olarak şu açıklama veya “tefsir” de bulunmaktadır:
 
 
[[ Allah’ın yarattıklarını değiştirmek, canlıların tabii şekil ve özelliklerini değiştirmek demektir.
 
Hayvanların gereksiz yere kulak ve kuyruklarını kesmek; kaşları, dişleri... süsleme maksadıyla değiştirmek bu kabildendir ve yasaklanmıştır.
 
Tabiatın dengesini bozan davranış, kullanma ve teknoloji de aynı çerçeveye girmektedir.]]
 

 
 
Diyanet, kadın veya kız çocuğu sünneti bağıntısında değişik argümanlarla konuyu “yuvarlak” laflarla geçiştirmesin.
Sünnet bağıntısında şu sorularımıza açık yanıt verilmelidir:
 
Erkek ve kız çocuk sünneti, İslam’ın Kuran’ında yazılanlara göre, “Allah’ın yarattığı canlıların tabii şekil ve özelliklerini değiştirmek” midir; değil midir?”
 
(3)  Aslında “sünnet”e ilişkin bu yaklaşım, “organ adakları”  yanıyla, eski toplumda çocuklar için söylenen, “Bütün çocuklar günahsız doğar” ve “Bütün çocuklar günahlı doğar”  biçimindeki iki farklı ve zıt  temel davranış çizgilerine  dayanmaktadır. Bu farklı iki temel yaklaşımı, “kusurlu varlık”, “kusursuz varlık”, “piç çocuk” ve “kusursuz çocuk” gibi ayrımlarda da izlemeye çalışmıştık.
 
“Bütün çocukların, dolayısıyla herkesin günahlı olarak doğduğu” fikrine ve inancına sahip olan toplulukların, onları “günahlarından arındırma” edimleri olarak ,  “kefaret adak” eylemlerine başvurmaları anlaşılabilir. El, ayak, göz, diş, dil, kulak, burun, parmak ... gibi organların adanması, “kusurlu” doğdukları inancına sahip toplum birimlerde yaygın olmalıydı. Mısır’da  kişinin kendine ait organlarını adamasının çok yaygın bir ritüel olduğunu biliyoruz.
 
Buna karşılık, Homeros anlatımlarında “kusursuzluk” vurgusu hayli fazla ve yüceltici bir kavram olarak kullanılıyordu. Saçını, sakalını bile kestirmeyi, onlara makas dokundurmayı reddeden dini yetkililerin bulunduğu toplumların gerisinde “kusursuz”luk anlayışı ve “tanrı suretinde yaratılmış” olma anlayışı bulunduğunu var sayabiliriz. Doğal olarak bu tür topluluklarda “Tanrının yarattığı biçimi değiştirme” kategorik olarak reddediliyor olmalıydı.
 
İslami çerçevede “Allah’ın yaratışını değiştirme” uygulamasının kabul edilme sürecinin ayrıca incelenmesi gerekecektir.

                                                                     ***

                 Her bakımdan sorunlu bir ritüel...


                                        Sünnet :
 
...İslami çerçevesi sorunlu.... ....Muhammed'in "sünneti" 
sorunlu... 
...cinsel haz konusu  sorunlu....


Ama neredeyse İslam'ın şartı diye uygulanan bir ritüel!

 


 

Nil Gün'ün kitabını okuyan çiftler arasında çocuğunu sünnet yaptırmaktan vazgeçenler çok... Sünnet kitabı Bernard Shaw'un, "Gelenekler insanlara en acımasız şeyleri yaptırabilir" sözüyle başlıyor. 250 sayfada sünnetin tarihi, sünnetle ilgili tıbbi makaleler, modern tıbbın sünnete bakışı, sünnetle ilgili her soruya yanıt var. Sakın kitabı okumadan "sünnetle ilgili kararım değişmez", "bunlar saçmalık" demeyin

 Foto: Süreyya DERNEK
* Şunu çevremde son zamanlarda çok duydum: "Sünnetle ilgili kafam karışık. Çocuğumu sünnet yaptırmasam mı? Nil Gün'ün kitabında okudum, sağlık açısından da önerilmiyor, dinsel gereklilik de değil..." Annelerin yazıştığı web siteleri de sizin kitabınızı tartışıyor...
Kitabı yazarken işimin zor olduğunu biliyordum. Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya benziyordu yaptığım iş. Okuyucuların bu konudaki fikirlerini değiştireceklerini umdum. Tarihte de hep öyle olmamış mıdır? Gerçekleri dile getiren fikirler içinde bulunduğu toplumsal değerlere, dine, geleneklere, adetlere aykırıysa bastırılmıştır. Sünnet de böyle... Sünnetle ilgili fikrini değiştirenler çok. Karşı çıkanların çoğu kitabı okumayanlar.

* İki oğlunuz da sünnetliymiş, kitabınızda anlatıyorsunuz. Şimdiki aklınız olsa yaptırmaz mıydınız sünnet?

Asla yaptırmazdım. Ben iki oğlumu da Amerika'da dünyaya getirdim. Benden ve babalarından izin almaya gerek duyulmadan ikisi de doğumdan hemen sonra sünnet edildiler. O dönemde bunu sorgulamadım. Sağlık açısından doğru olduğunu sanıyordum.
 
  * Yıllar sonra neden sünnet konusunda araştırma yapmaya karar verdiniz?

Sağlıklı bir insanın bedeninin bir parçasının kesilmesi fikri beni rahatsız ediyordu. Neden sağlıklı bir insanın bir parçası kesiliyor, diye düşünüp araştırmaya başladım. Sağlık için bu işleme gerek var mıydı? Sünnet olmak İslam'ın bir emri miydi? İslam'ın emriyse neden Yahudiler de oluyordu? Dinleri ve gelenekleri bizlere hiç uymayan Amerika'da neden sünnet yaygındı?

Peygamberimiz sünnetsiz
 
* Mısır'da kız çocuklarının sünnet edildiğini hatırlatıyorsunuz. Herkes kitabınızı okumadı. Burada da anlatır mısınız, sizce Mısır'da kızlara yapılan sünnetle, yaygın olarak yapılan erkek sünnetinin arasında fark yok mu?

Kadın sünneti yapıldığı ülkelerde din ve sağlık gerekçeleriyle yapılıyor. İlk önce şunu söyleyim, Türkiye'de dini inançları kuvvetli olmayan aileler de çocuklarını adetler gereği sorgulamadan sünnet yaptırıyor. Kuran sünnetten hiç bahsetmiyor. Peygamberimiz sünnetli değildir

* Nereden çıkmış sünnet?

Heredot'a göre sünnet altı bin yıllık geçmişi olan dünyanın bilinen en eski ameliyatı. Çok geçmişte İştar ve Kibele gibi tanrıçaların döneminde, erkeklerin penisleri ana tanrıçaya kesilip sunuluyordu. Anaerkil toplum düzeninin olduğu dönemden bahsediyorum. Daha sonraları bu yöntem klanı tamamen ortadan kaldıracağı için penisin tümünün kesilmesinden vazgeçildi. İbrahim. MÖ 1913 yılında Yahudiler'e sünneti zorunlu kıldı. O dönemde zaten Hititler sünneti uyguluyordu.

* Neden Müslüman toplumların dışında da sünnet yapılıyor?

ABD'de erkekler niye sünnet oluyor o zaman? Sünnet 1870'li yıllarda Amerika'da seks fobili doktorların mastürbasyonu tedavi etmek için ortaya attığı bir uygulamadır. Sünnet cinselliği baskılama yolu olarak önerilmiştir. Dünyada sünneti öneren tek bir uluslararası sağlık örgütü yoktur. Amerika'da ticari bir durum var. Amerika'da doktorlar sünnet başına 200 dolar alıyor. Amerika'da doktorlar tahminen 200 milyon doların üzerinde parayı her yıl gerçekleştirilen bir buçuk milyona yakın sünnet operasyonundan alıyorlar. Sünnet derisi ayrıca kozmetik firmaları tarafından kullanılıyor.

* Sünnet derisinin bir pazarı mı var?

Amerika'da var. Sünnet derileri kozmetik firmalarına gidiyor. 1980'li yıllardan beri özel hastaneler kesilmiş sünnet derilerini biyo-araştırma laboratuarlarına ve ilaç şirketlerine satıyor. Advanced Tissue Sciences of San Diego, Organogenesis ve BioSurface Technology adlı şirketler sünnet derilerinin satışlarından kâr elde ediyor.

Sünnet derisi ticareti
 
* Nerede kullanılıyor bunlar?

Penis üst derisi bir çeşit nefes alabilen bandaj üretiminde kullanılıyor. Ayrıca Dermegraft-TC gibi ürünler bebek sünnet derilerinin hücreleri çoğaltılarak yapılıyor. Bu ürün yanık bölgelerde geçici yapay deri olarak kullanılıyor. Dermegraft-TC'nin 0.93 metrekaresi 3000 dolara satılıyor. Gelişmiş ülkelerde sünnet derisi ürünleri ile yapılan yanık tedavisi yılda bir iki milyar dolar kazanç, diyabetik ülser, deri ülseri tedavisi on milyar dolar kazanç demek 1994 yılında bir grup şirket Amerika'da bir milyon dolarlık sünnet derisi kültürü satın aldı.

* Ya Türkiye'de durum ne? Türkiye'deki sünnet derileri ne oluyor?

Bunu bilemiyorum. Erkek nüfusunun tamamının sünnet edildiği bir ülkeye el atmış olabilirler. Türkiye'de de sünnet endüstrisi çok büyük. Sünnet düğünlerini bir düşünün. Kıyafetler, kiralanan salonlar, çiçekler, davetiyeler, hediyeler..

Sünnet cinsel hazzı azaltıyor

 
  * Sünnet cinsel hazzı azaltıyor mu?

Üst deri cinsel hazzı artırır. Sünnetle birlikte erkeğin cinsel hazzı yüzde 51 ile yüzde 80 arasında azalıyor. Kadınların cinsel hazzını da azaltıyor.

* Bunları neye bağlı olarak söylüyorsunuz?

Tıbbi makalelere. Sünnet için yığınla sağlık
mazereti bulunur ama geçerli bir tıbbi kanıt yoktur. Üst derinin bir işlevinin olmadığı söylenir, bu yanlış bir bilgi. Üst derinin hem koruyucu işlevi var hem de duyarlılık artırıcı özelliği var.

* Sünneti doktorlar yapıyor artık. Doktorların bugüne kadar bu konuda sesinin çıkmaması garip değil mi?

 
Uzmanlık alanı var mı bu konuyla ilgili? Hayır yok. Çocuk cerrahları özel olarak sünnetle ilgili eğitim alıyor mu? Almıyor. Türkiye'de hem sünnetçilerden hem de doktorların yaptığı hatalardan dolayı sorun yaşayan çok erkek var.

                                   
***

Diyanet'e Ahiret Değil , Sünnet Soruları...

 Kadın ve erkek sünneti, eski toplumda erkek ve kadının "cinsel organları" üzerinden  onları kısırlaştırma  (dinsel)  eyleminin zamanla sembolik hal almış biçimleridir.

Fallus Kültü” bağıntısında, erkeğin cinsel organının  kesilip bütün halde adanması ve-ya  tapınaklara adanmış kutsal fahişe olan  kadınların (bazı kategorilerinin), muhtemelen, “doğurganlık”larının  yok edilip “kısır kılınması”  yerine geçirilen bu sembolik “kesme” ve “kan akıtma” edimleri, "kirvelik" ve "taraflara evlenme yasakları getirme" özellikleriyle, toplumsal fonksiyonu olan kurumlardı ve  ortaya çıktıkları dönem bakımından, kuşkusuz, eski özelliklere göre, ileri adımları temsil ediyor olmalıydılar.
 
Fakat günümüzde, erkek çocuk ve kız çocuk sünnetleri, tamamen çağdışı kalmış davranış ve anlayışlardır. Bu ritüelleri, artık insanlık suçu olarak ilan edilip hukuken yasaklanması yolunda çalışmak bir ödevdir. 
 
Bireyler, yetişkin hale geldiklerinde, kendi vücutları hakkında, özgür karar alma ve uygulama hakkını ( bunlarda oldukça görecelidir üstelik..) uygulayabilirler. 
 
Diyanet Başkanlığı, kız çocuk ve-ya kadın sünnetini, “orta Afrika halklarına” veya “Kuzey Irak’taki bazı Kürt aşiretlerine”  havale ederek İslam dininin  ve İslam'ın  Allah'ının sorumluluğunu ortadan kaldırmaya çabalamaktadır.
 ***
Bu konudaki olguları ters yüz etmek hesabıyla ve  tamamen özenle seçilmiş kelimelerle örülmüş yanıtında Diyanet, kadın-kız sünnetini kast ederek, şöyle demektedir:
“Türkiye kanunlarında ve İslam kurallarında böyle bir uygulama yoktur. İslamiyet’ten önceki ilkel kabilelerde bu uygulama görülmektedir. 

Kadınların sünnet edilmesi geleneği, Milat'tan önce 1600'lı yıllarda uygulanıyor olduğu, arkeolojik kazılarda bulunan duvar resimlerindeki tasvirlerden anlaşılmaktadır. Mısır'da yapılan arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılan kadın mumyalarının sünnetli oldukları görülmüştür.
 
Günümüzde ise çoklukla Orta Afrika halkları arasında yaygın olarak görülmektedir. 
 
Kadınların sünnet edilmesiyle ilgili Hz. Muhammed'den, ne bir tavsiye ne bir uygulama nakledilmiştir. 

  Bazı İslam ülkelerinde giderek azalmakta olan kadınlara sünnet uygulamasının kökeni İslam öncesi geleneklere dayanmaktadır. Kuzey Irak'ta bazı Kürt aşiretlerinde seyrek olarak görülen bu gelenek, bu kapsamda değerlendirilmelidir.” 
                   ***
Kız çocuk ve kadın sünneti  "İslam öncesi geleneklere" dayanıyor da; erkek çocuk ve yetişkin erkek sünneti, sünnet olup olmadığı tartışmalı Muhammed'in İslam'ının  "sonrası"na mı dayanıyor ? 
 
Erkek sünneti geleneğinin, İslam'a, İslam'dan 1500 yıl kadar önceki İbrahim'in geleneklerinden devir alındığı söylenmiyor mu?
 
Muhammed'in kadın sünnetiyle ilgili tavsiyesi ve uygulaması "nakledilmemiş" de, erkek sünnetiyle ilgili olanlar "nakil" edilmiş midir?
 
Kadın sünnetine Mısır'da Milattan Önce 1600 yıllarında rastlanması, bu ritüelin  "İslam öncesi ilkel kabilelerde görülen uygulama" olduğunu ispatlıyor ise, aynı değerlendirmeler  erkek sünneti için neden yapılmıyor?

Eski Mısır'da, kadın sünneti sahneleri var da,  erkek sünnet sahneleri yok mu? 
 
Erkek sünneti geleneğinin de "İslamiyet öncesi cahilliye geleneği olduğu" neden ileri sürülmüyor?

Diyanet gibi bir kurumdan, onun "iman merkezi" olmasına da bakılarak "dürüstlük", "hakka niyetlik" beklenir ama, görüldüğü kadarıyla bu kurum "gerçek olmayan" bilgi üretmekte hayli pişkindir ve  laf cambazlığının kurtarıcılığına sığınmaktadır. 
 
Papa'ya teolojik ve felsefi yanıt verme hazırlığı içinde olduklarını ilan edeli yıllar olan Bardakoğlu ekibi, bu tür aldatıcı beyanlarda bulunma konusunda, seleflerine epeyi fark atmış durumdalar!
 
Bu yüzden Bardakoğlu ekibi yoluyla tüm Diyanet'e  diyoruz ki, Türkiye'nin laik ikliminde kolaylıkla  küçümsenip, eleştirilebilir olan kadın ve kız çocuk sünnetini değişik argüman ve “yuvarlak” laflarla geçiştirmek sizi  aklayamaz!
Şunlara yanıt vermek zorundasınız!
 
Kadın ve kız çocuk sünneti ile erkek ve erkek çocuk sünneti temelde aynı yaklaşım ve uygulamaların eseri değil mi?
 
Kadın ve Kız çocuk sünnetini uygulayan ülkeler, erkek ve erkek çocuk sünneti yapmıyorlar mı?
 
Boş lafları bırakın!
 
Erkek  ve Kız-kadın  Sünnet’i, sizin İman'ınıza göre,

Allah’ın Yaratışını Değiştirmek” Değil mi?

Erkek ve kadın ile  kız ve erkek çocuk sünneti, İslam’ın Kuran’ında yazılanlara göre, “Allah’ın yarattığı canlıların tabii şekil ve özelliklerini değiştirmek” midir; değil midir?”
 
                                       ***

                  Erkek Sünnet Hikayeleri...


Kim sünnetli, kim sünnetsiz?

15 Temmuz 2007 Pazar

Ertuğrul  ÖZKÖK


MİLATTAN Önce 2000 yılında, Terah adlı bir lider, başında bulunduğu kabilesini, Fırat Nehri’nin kuzeyine geçirip bugünkü Türkiye topraklarına soktu.

Terah, Asurluların zulmüne uğrayan bir Yahudi kabilesinin lideriydi.

Yanında oğlu İbrahim ve gelini Sara ile torunu vardı.

Kabile, Harran Ovası’na yerleşti.

Terah bir süre sonra öldü ve yerine oğlu İbrahim geçti.

İşte o günlerde ilginç bir olay meydana geldi.

İbrahim bir gece, Tanrı Yehova’yı gördü.

İbrahim’in, "Yehova" görmesiyle tek tanrılı dinlerin ilki olan Yahudilik doğdu.

Tanrı Yehova o gece İbrahim’e bir emir verdi, bir de vaatte bulundu.

 Verdiği tek emir şuydu:

"Seçilmiş halkın bütün erkekleri, doğumlarının sekizinci gününde sünnet olacaktır."

Vaat ettiği şey ise onlara ait bir topraktı.

İbrahim o günden itibaren Hazreti İbrahim olacaktı.

Peki Hazreti İbrahim neden, erkeğin bir organının kesilmesi gibi bir geleneği başlatmıştı?

Cevabı basitti.

Çünkü başında bulunduğu insanları "seçilmiş bir halk" olarak görüyordu ve onları bir şekilde öteki insanlardan ayırmak gerekiyordu.

"Sünnet" böyle doğdu.
 * * *
 
Yahudiler 400 yıl boyunca, Hazreti İbrahim’in koyduğu kurallarla yaşadılar. Ancak Milattan Önce 1600 yılında, o bölgelerde kuraklık ve açlık başlayınca Mısır’a göç etmek zorunda kaldılar.

Bu göç sırasında başlarında Hazreti Yusuf vardı.

İlk dönemlerinde Mısır Firavunları onlara çok iyi davrandılar.

Sonra ne olduysa, Yahudiler birden köle muamelesi görmeye başladılar.

Hatta yeni doğan bütün erkek Yahudi çocuklarının öldürülmesi emredildi.

O günlerde Levi isimli bir Yahudi, aynı kabileden bir kızla evlendi ve bir erkek çocukları oldu.

Çocuğun adı Musa’ydı.

Çocuklarını üç ay boyunca sakladılar, ancak tehlike büyüyünce annesi, Musa’yı bir sepete koyarak Nil Nehri’ne bıraktı.

Firavun’un kız kardeşlerinden biri çocuğu buldu ve ona baktı.

İşte bu çocuk büyüyünce, Yahudilerin en büyük peygamberi olan Hazreti Musa oldu.

 Tahmin ediyorum, benim aklıma gelen soru sizin de aklınıza gelmiştir.

Dini gereği "sünnetli" olan bir Yahudi çocuğu, nasıl olup da tanınmamış ve kurtulmuştu?

Yahudilerin bütün erkek çocukları öldürülürken, o nasıl korunmuştu?


 Bu sorunun cevabı, tek tanrılı bütün dinlerin açıklanması güç gerçeklerinde yatıyor.

Hazreti Musa kurtuldu, çünkü sünnetsizdi. Sünnetsiz olduğu için büyük bir ihtimalle Mısırlı çocuk sanılmıştı. 


 Yani onu "seçilmiş halkının" en büyük peygamberi haline getirecek olan şansı, dininin ilk emrini yerine getirmemiş olmasıydı.
 * * *
 
Tek tanrılı dinlerin "sünnet" hikáyeleri bundan ibaret değil elbet.

Hıristiyan áleminin en büyük peygamberi Hazreti İsa’dır.

Ama Hıristiyanlığı din haline getiren kişi "Aziz Paul"dur.

Aziz Paul’
un, İsa’nın ölümünden sonra bütün Hıristiyan álemini bir araya toplamak için verdiği ilk emirlerden biri neydi?

"Sünnet olmamak..."
 Çünkü, kurduğu dinin halkını, ancak bu yolla Yahudilerden ayırabileceğini düşünüyordu.

Ama şu ilahi kadere bakın ki, Hıristiyan dininin en büyük peygamberi Hazreti İsa sünnetliydi.

Çünkü Yahudi bir ailenin çocuğu olarak doğmuş, Yahudi bir insan olarak çarmıha gerilmişti.

 Sünnetli Yahudilerin peygamberi sünnetsiz, sünnetsiz Hıristiyanların peygamberi ise sünnetliydi.
 * * *
 
Bu bilgileri, geçen hafta "Yahudiler, Tanrı ve Tarih" isimli bir kitapta okudum.

Kitabı kapattıktan sonra bazı sorular aklıma takıldı.

Erkek çocukların "sünnet" olması ádeti Müslümanlığa nasıl girdi?

Ve ikinci soru?

Hazreti Muhammed sünnetli miydi?

Bu soruyu da bilen birine sordum.

Cevabı şu oldu:

"Hazreti Muhammed’in sünnetli doğduğuna inanılır."

(*) Max I. Diamont: "Jews, God and History", New American Library,

                     ***

Sünnet sadece İslâm'da mı var?
Süleyman Ateş
 
Sünnet olmayı Hz. Muhammed getirmiş değildir. Sünnet olma, Araplara Hz. İbrahim dininden kalma bir uygulamadır
Soru: ……….

İkinci sorum ise sünnet denilen operasyonla ilgili. Hz Ali, Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve diğer ashab sünnet olmuşlar mıydı? (Süreyya Kuyucu)
 Cevap: …….
 Evet Ali de, Ebubekir de, Ömer de, Ebucehil de, Ebusüfyan da hep sünnetliydiler. Sünnet olmayı Hz. Muhammed getirmiş değildir. Sünnet olma, Araplara Hz. İbrahim dininden kalma bir uygulamadır. Araplar sünnet olurlardı. Hele Kureyş içinde sünnet olmayan biri yoktu. Peygamber'in kendisi de sünnet olmuştur, sahabileri de... İslam olduktan sonra değil, İslam olmadan önce, çocukluklarında sünnet olmuşlardı. Çünkü sünnet onların köklü dini geleneklerindendi.
 

Ama 40-50 yaşından sonra Müslüman olan bir kişiyi ille de sünnet ettirmek şartı yoktur. Kur'ân'ın hiçbir yerinde böyle bir emir mevcut değildir. Allah insanın kalıbına değil, gönlüne baktığını, dinin gönüldeki takva olduğunu vurgulamıştır. Artık sünnet asırlardan beri İslâm'ın bir simgesi haline gelmiştir. Bu konuda tüm İslam âleminde bir icma (konsensüs) oluşmuştur.
 Sünnet olmadan Müslüman olunmaz diye bir hüküm yoktur. Yahudiler de sünnetlidir. Hz. İsa da sünnetliydi. Hıristiyanlığın başında sünnet, dini gereklerdenken Pavlos, sünnet operasyonunun, Anadolu'da ve Avrupa'da müşriklerin zorlandıklarını, bu operasyonun Hıristiyanlığın yayılması önünde büyük engel oluşturduğunu görünce sünnetin gerekliliğini kaldırmış, bu yüzden Barnaba ile arası açılmıştı. Sünnet zorunluluğunun kaldırılmasıyla Hıristiyanlık Avrupa'da yayılmaya başlamıştır.


***
Sünnetin dindeki yeri

Süleyman Ateş

 
Birkaç okurum, İslâm'da sünnet operasyonunun yerini soruyor.
Biri diyor ki: Sayın Hocam, sünnetin dinimizdeki tam olarak yeri nedir? Mütevatir olarak günümüze kadar gelmiş Peygamberimizin uygulaması mıdır yoksa zamanla geleneksel olarak yerleşip kalıplaşmış ve kimse cesaret edemediği için yadsınamamış bir hurafe midir? Saygılar.

 Bahadır Çolak da "26 Haziran tarihli Vatan Gazetesi'nde (Pazar Vatan eki) sünnetin ticari amaçlı olduğu, peygamberimizin sünnetsiz olduğu ve Kur'ân'da böyle bir hüküm olmadığı söyleniyor. (Sünnet adlı kitap) Bunlar ne kadar doğru, biz mi yanlış biliyoruz, yoksa bunu bize söyleyenler mi? Aydınlatırsanız sevinirim" diyor.

Büşra Delen de "Kur'ân'da sünnet operasyonu geçer mi?" diye soruyor.
 Cevap: Bu yazılanlar tamamen yanlıştır. Sünnet, Hz. İbrahim dininin gereklerindendi. Şifahi olarak atadan gelen İbrahim geleneklerine bağlı olan Araplar, özellikle Kureyş Arapları, sünnet geleneğini sürdürürlerdi. Yahudilerde de sünnet dinin gereklerindendi. Hz. Muhammed de, bütün kabilesi de, hattâ Peygamber'in düşmanı olan Ebucehil de, bütün Kureyş kabilesi mensupları da sünnetli idiler.
 
Sünnet Arabistan'da egemen dinlerde köklü bir gelenek idi. Başlangıçta Hıristiyanlarda da vardı. Çünkü aslında bir Yahudi olan Hz. İsa Yahudi toplumunda yetişmişti ve kendisi Kitabı kaldırmak üzere değil, uygulamak üzere geldiğini söylüyordu. İsa da tüm Yahudi toplumu bireyleri gibi sünnetli idi.
 
Ama Kur'ân'da sünnet olma emri yoktur. Zaten böyle bir emir olsaydı a sünnet denmez farz denilirdi. Yani sünnet olmak, Müslümanlığın şartlarından değildir fakat bu gelenek artık Müslümanlığın ayırıcı vasıflarından olmuştur. Sünnetsiz olan birinin Müslüman olmadığına hükmedilir. Elbette bu, insanların yargısıdır. Yoksa sünnet olmadığı halde İslâm'ın diğer hükümlerini uygulayan veya kabul etmiş olan kimse Müslümandır.

Hıristiyanlıkta sünneti Pavlos kaldırmıştır. Hz. İsa'nın hayatında onu öldürmekle görevlendirilmiş olan, onun ortadan kaybolmasından sonra onun tarafından Hıristiyanlığı yaymakla görevlendirildiğini söyleyen Pavlos, önce İsa'nın havarilerinden Barnaba ile Antakya'ya gitmiş, sünnetin müşrik kabileler arasında Hıristiyanlığın yayılmasını önlediğini görünce gerek olmadığını söylemiş, bu yüzden Barnaba ile yolları ayrılmıştır.
 
Kur'ân'da sünnet operasyonu geçmez. Çünkü adı üstünde, bu operasyon Allah'ın emri değil, sünnettir. Hattâ bu Peygamberimizin sünneti de değil, Hz. İbrahim'den kalan bir sünnettir.

 Araplarda sünnet temel geleneklerden olduğu gibi Yahudilerde de öyle idi. Onun için sünnet sadece Hz. Peygamber'in yaptığı bir şey değildi. İçinde yaşadığı toplumun bireyleri sünnetli idiler. Ama sünnet dinin şartlarından değildir. Kur'ân'ı kabul edip uygulayan, namazını kılıp orucunu tutan kimse, sünnet olmasa da Müslümandır ama sadece bir sünneti yerine getirmemiş olur.

 

http://video.google.com/videoplay?docid=8212662920114237112&q=foreskin#

http://video.mynet.com/kuafr29/Canli-Canli-Sunnet/161655/ 

http://www.izlesene.com/video/afrikada-sunnet/16361 

http://video.ekolay.net/etiket/sunnet


 




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder