Delos'taki bazı tapınakların önünde bulunan
kesilmiş fallus örneği
(http://fr.wikipedia.org/wiki/Symbolisme_phallique)
(Ninmah) erkeklik organından yoksun,
kadınlık organından yoksun bir varlık yaptı.
Erkeklik organından yoksun,
kadınlık organından yoksun bu varlığı gören Enki,
Onun yazgısını
kıralın önünde durmak olarak belirledi. »
**
Eski Urfa’daki kimi ayin ve adetler bu son hususa bir örnek olarak verilebilir.
Hıristiyanlık öncesi Urfa’da (Edessa’da) tanrıça Atargatis’e
tapınan bazı erkekler tanrıça için kendilerini hadım
ederlerdi.
Hıristiyan olan kral Abgar halk arasında yaygın olan bu adeti
yasakladı.(1)
**
[(Décoration d’un temple de Mout à Karnak)
Geo. Nagel. Archiv Orientalni.1952
Vol.XX, No 1/2, P.90/99]
Karnak’taki
Mut tapınağının kuzey doğu çevre duvarı üzerine işlenmiş bir sünnet
ritüelinin gerçekleşme sahnesi ile ilgili bilgileri bize aktaran yazar,
bu tapınağın; Mısır’da XXI. veya XXII.
hanedanlık dönemine denk düştüğü görüşünde... Tarihlemek gerekirse, bu
dönem; MÖ. 1075 / -715 gibi geniş bir aralığa oturtulabilir. Bununla
birlikte, yazarın bu makalesi sırasında, ilgili tapınakların
tarihlenmesi konusunda henüz detaylı bir çalışma yapılmamış olduğunu da
öğreniyoruz.
Tapınakta, Ramses II (-1279/ -1213) ve Nektanebo (380
/ -362) gibi isimlerin de kazılı olması ve farklı dönemlere ait
öteki bazı bulgular, burada belki daha eski bir tarihteki yapıma ve
değişik dönemlerde yenileme çalışmaları yapılmış olabileceğine de işaret
ediyor.
***
Üzerinde
sünnet ritüeli çiziminin yer aldığı bu duvar bölümünde, sadece sünnet
sahnesi bulunmuyor. Önemli ölçüde kırık, eksik bölümlere karşın,
buranın daha geniş anlamıyla, erkek çocuklarla ilgili bir ritüel alanı
olduğuna işaret eden desen ve alt yazılar yer alıyor.
Bunlardan ilki doğumla ilgili…. Doğumu anlatan, fakat anlaşılması ve dolayısıyla yorumu güç olan desenlerin altında,
“Güneş’in (tanrı’nın) evinde, doğum evinde,
tanrılar ona hayat ve güç taşıyarak geliyorlar”
şeklinde, bebeğin doğumuna ilişkin olması gereken bir ifade yer alıyor.
Sünnet sahnesinin daha ilerisinde ise, ‘emzirme’, ‘süt
verme’ ile ilgili bir sahne bulunuyor. Yazar buradaki sahneyle ilgili
olarak, XVIII. Hanedanlık dönemine ilişkin olarak, kıraliçenin, tanrı
Amon’dan doğurduğu çocuğunun tanrıçalar tarafından emzirilmesine ilişkin
sahneye atıfta bulunuyor. Akado-summer kayıtlarında, ilgili tanrı veya
kıralın , bir
"tanrıça tarafından emzirilmiş",
"onun kutsal sütüyle beslenmiş"
olma motiflerinin kullanıldığından bahsetmiştik.
Doğuran
kadın tarafından değil, başka kadınlar tarafından emzirilme, yani “süt
analık”, eski toplumda, doğan çocuğu, doğuran kadının bağlı olduğu
aidiyetten çekip alma dönemindeki kurumlardan birisi olarak
kullanılmış olmalıdır. Bu dönem, "anne" akrabalık kavramı, doğumla
değil, emzirmeyle ilişkilendirilmeye başlanıldığı zamanlar olmalıdır.
Bay Ali Rıza Balaman gibi uzmanlarımız, "sütanalığı" kurumunu, doğuran kadının "süt eksikliği" gibi nedenlere bağlayarak açıklarken, eski toplumsal tarih karşısında olağanüstü eksik durduklarını açıklamış olurlar. 'Sütanalığı'
kurumu ve 'helal süt' üzerine deyimsel kalıntılar, bize, tarihin erken
döneminden kalmadır ve bu çocuğun kurban edilmek yerine, doğuran
kadının elinden alınarak emzirme, süt verme yoluyla, çocuğa yeni
bir aidiyet kazandırma anlayışının geliştiği erken dönemin bir
uygarlık adımını yansıtır. "Süt kardeşler" arası evlilik ilişkilerinin
yasaklanmasındaki neden "süt" bağının “kan” bağı oluşturma ile eşit değerde bir akrabalık ilişkisi yarattığı kavrayışı üzerine kurulmuş olmalıydı.
Sünnet sahnemize gelince...
Sünnet işlemini yapan şahıs diz üstü çökmüş vaziyettedir.
Sünnet edilen çocuğun sol eli, bu çocuğun arkasında duran kadın tarafından, sol el ile tutulmaktadır.
Ritüelde sünnet olan iki erkek çocuk ayaktadırlar.
Çocukların gerisinde duran, iki kadın diz çökmüş vaziyettedirler.
Bu kadınlar çocukların “anne”leri olmalıdır.
Kadınların
ardında (resimde sağda) iki adet tanrı ayakta duruyor ve sol
ellerinde haç, sağ ellerinde ise asa’larını tutuyorlar.
Sünnet işlemini yapan erkeğin ardında ise, (resimde sol en başta), yazara göre, tanrıça Sesşa durmaktadır. Onun sadece bir ayağını ; ve eliyle tutuyor olması gereken ‘yaşam palmiyesi’nin önemli bölümünü görüyoruz.
***
Archiv Orientalni'de yer alan bilgiler tam 55 yıllık…
Bu
arada, yukarıdaki bilgiler daha belirginleştirilmiş, daha iyi
fotoğraflar alınmış, belki rekonstitüsyonlar hazırlanmış olabilir. Eğer
böyle ise bile, bunlara şu anda sahip değilim.
Fakat yukarıdaki açıklamalar, bize, yine de erkek çocuk sünneti ile ilgili olarak bazı bilgileri vermektedir.
Her
şeyden önce, bir erkek çocuk sünnet sahnesi bakımından, buradaki
bulguyu öne çıkarmak istedim. Çünkü Akado-sümer kayıtları içinde,
bildiğim kadarıyla, günümüzdeki sünnet şekline uygunluk taşıyan, bir
bulgu yer almıyor.
Buradaki
sünnet sahnesinin, erkek çocuğun cinsel organının tamamen değil,
şimdiki gibi, uç kısmının kesildiği bir sahne olduğundan yola çıkıyoruz.
Eğer, bu varsayım doğru ise, bunu, açık şekliyle, bir desen haliyle, ilk kez Mısır’da görmüş oluyoruz.
**
Erkek Çocuk Sünneti Üzerine...
Karnak'ta Mut tapınağının bir duvar rejiminden parça
G.Nagel.Archiv Orientalni.1952
Vol.XX , No 1/2 P.90/99
Üzerinde çok az çalışılmış olan ‘sünnet’ ve ilgili eski kurumları, toplumsal anlamları bakımından, tanımakta fayda var.
Birçok
öteki konu gibi, bu alanda da, akademi dünyamız pek çaba göstermiş
sayılmaz. Dr. Mustafa Aksoy’un, sünnet kurumu ile bağlantılı
olan, sadece, “kirvelik konusunda ülkemizde yapılan iki önemli çalışmadan” ve , “ülkemizde kirvelik konusunda yazılı tek kitabın sahibi”nden
bahsetmesi bile, durumun ne olduğunu zaten ortaya az çok koyuyor.
“Kirvelik” ve “sünnet” kurumları, birbirine çok bağlı konulardır
üstelik.
Fakat,
Türkiye’deki akademi dünyasının da, geleneklere bağlanan demir
pençeleri, eni sonu kırılacaktır. Özellikle genç nesil bilim adamlarına
güven duymamız gerek. Batı bilim dünyasından bir otorite ele almadı
diye, bu son derece önemli konular bir yana bırakılamaz. Bu noktadaki
sosyal bulgular bakımından zengin bir saha olan Türkiye’de bu konuları geliştirmek üzere ele alacak bilim adamlarımız, umalım ki, çıkacaktır.
Eski
toplum denilince, onda, genel olarak hurafe arayan siyasi
‘bilimselciler’ bakımından ise, şu anda, yapacak pek fazla bir şey yok
zaten. Dinlerin toplumsal kaynakları hakkında yeterli bir fikre sahip
olmadıkları halde; derin “dünya ve Türkiye tahlilleri” ile kendi
çevrelerini bile toparlayabilmekten uzak olanların, şimdi “Müslümanları
kazanma”, “İslam reformunda aktif taraf olma”, yani "cin olmadan adam çarpma" hülyalarına ; "40 yıldır cenaze namazı kılma" vb. türünden duyuru politikalarına sadece üzülerek bakabilir ve bilimsel incelemelerimize devam edebiliriz….
Yukarıdaki
desen, Mısır’da, XXI. veya XXII. Hanedanlık dönemine ait, Kardak’taki
Mut tapınak girişine kazılmış… Erkek çocuk sünnet ritüelini resmediyor.
Eski Ahit’te ise, Abraham dönemine ait olarak bir ‘sünnet gelenek’
anlatımı başlatılmış görünüyor. Abraham’la başlayıp Musa’yla devam edip
geliyor. Bu noktada, kaynağın Mısır olup olmadığı üzerinde, daha sonra,
durmaya çalışacağız.
Akado-sümer geleneklerinin, erken ‘yaratılış’anlatımlarındaki, kaderi, ödevi “Kıralın önünde durmak” olan ‘hadım varlık’ veya “kadınsı varlık”ların, Sami ve eski Yunan topluluklar arasındaki derin “fallus kültü”yle
ilgilerini ele almaya çalışacağız. Belki konu kesin hatlarıyla
çözümlenmekten uzak kalabilir ama, bilim dünyasının pek ele almadığı bu
sorunları yeniden yorumlayarak çözme çabalarında bir kötülük yok.
Sünnet
kurumunun tarihsel yapısı ve kutsal kitaplardaki ilgili ifadeler,
konumuzu, her şeyden önce genel özellikleri ve anlamlarıyla tanıyarak
ele almanın gerekli olduğunu gösteriyor. "Türkiye" içinde kalan her
türlü ifade daha baştan bağrında eksiklik ve yanlışlar taşır. Fakat bu
eski uygulamanın genel anlamlarına ulaşırken, Türkiye’nin çeşitli
yörelerindeki değişik uygulamaların tanınması ise, bize, vargılarda
bulunurken büyük kolaylıklar sağlayacaktır...
***
AnaBritannica,C.20,s.186
Sünnet, Arapça
HITAN, kamışın (penis) ucundaki derinin bir bölümünün ya da tümünün
kesilmesi. Müslümanlar, Yahudiler ve bazı Hıristiyanların yanı sıra,
dünyanın her yerinde çeşitli geleneksel toplumlarda dinsel açıdan büyük
önem taşır. Uygulamanın kökeni bilinmemekle birlikte, etnik bakımdan yaygın bir tören olması ve bu iş için başlangıçtan beri metalden çok taş bıçakların kullanılma- si, sünnetin tarihinin en eski çağlara dayandığını gösterir.
Sünnet,
geleneksel bir tören olduğu hemen her yerde, erinlik (buluğ) çağında
ya da öncesinde uygulanır. Bazı Müslüman halklar arasında erkekler
evlenmeden hemen önce, bazılarında ise dinsel eğitim çağında ya da doğumdan
hemen sonra sünnet edilir. İsIam kaynakları sünnetin Araplar arasında
İslam öncesinde de uygulanan bir gelenek olduğunu belirtir. Değişik
fıkıh mezhepleri sünnetin uygulanacağı yaş konusunda farklı kurallar
öngörür. Yahudilerde erkek bebeklerin doğumundan sekiz gün sonra sünnet
edilmesi, Hz. İbrahim’in Tanrı’yla gerçekleştirdiği ahdin bir parçası
sayılır. Kilise, daha ilk dönemlerinde bu "Musa Yasası”nın Hıristiyanlar
için bağlayıcı olmadığına karar vermiştir. Sünnet, uygulandığı yasa
bakılmaksızın, genellikle bireyin bağlı olduğu gruba biçimsel olarak da
katılmasını ya da belirli bir statüye ulaşmasını, böylece toplumsal
konumunu ve haklarını kazanmasını simgeler.
Ucundaki derinin kesilerek kamış başının açığa çıkarılması, smegma olarak bilinen kokulu salgının bu bölgede birikmesini önler. Kamış kanseri sünnetli erkeklerde daha ender görülür.
Klitoridektomi olarak adlandırılan kadın sünneti (Arapça hafz),
farklı topluluklarda farklı biçimlerde uygulanan ve klitorisin bir
bölümü kesilerek gerçekleştirilen, gene törensel bir uygulamadır. Yeni
Gine, Avustralya, Malakka Takımadaları, Etiyopya, Mısır ve Afrika’nın
başka kesimleri, Brezilya, Meksika ve Peru'da, ayrıca Ortadoğu, Afrika,
Batı Asya ve Hindistan'da yaşayan çeşitli Müslüman topluluklarda yaygındır.
Bazı İslam topluluklarında kadın sünnetini de vacip sayan mezhepler vardır.
***
("Tasavvuri","kurgusal",
"şakacıktan" Akrabalık kurumları adı verilen, fakat eski toplumun son
derece gerçek olan kurumlarının bazı akademi çevrelerinde ne kadar az
anlaşılmış olduğu üzerine bir dipnot bilgisi.)
BELLETEN
TTK Basımevi-Ankara
Ağustos 1992
AYGEN ERDENTUĞ
(‘Akrabalık Terimlerinin Kullanımı’)
S .483/512
« ÖZET VE SONUÇ
Görüldüğü
kadarıyla, günümüz Türkiyesi’nde, akrabalık terimleri işlevsel olduğu
kadar yapısal bir değişim içindedir. Akrabalık terminolojimizi
etkileyen karmaşık değişkenler arasında, özellikle görsel-işitsel kitle
iletişim araçları, bati dillerinde eğitim görmeyi önemli kılan
sosyo-ekonomik talep ile soy sop grubunun önemini yitirmesi ve "aile"nin
küçülmesi gibi etkenler dikkati çekmektedir.
Bu
değişim, söz gelimi, en az birkaç kuşak kentliler arasında, Bati
dillerinden "düz çevirme" ile aktanlan "kuzen" teriminin yerleşmesidir.
Bu arada, Planlı Kalkınma dönemine girmemiz ile birlikte her geçen yıl
daha da süratle artan, kırsal alandan kentlerimize göç ile daha
çok kırsal kesimde geçerli olan «tasavvuri» akrabalık terimlerinin
de yaygın bir biçimde kent kültürüne aktarılmasına şahit olunmuştur. Buna karşılık,1940’larda yapılan tespitlere göre, kentlerde geçerliliğini koruyan, ‘yenge’, ‘sağdıç’ ( H.Z Kosay,1944), hatta ‘kirve’ gibi bir takım ‘tasavvuri’ akrabalık terimleri, belirli bir kentli grup için önemlerini yitirmişlerdir… » ( s.506)
***
Erkek Çocuk Sünneti Ve Kirvelik
Karnak'ta Mut tapınağında,erkek çocuk sünnet ritüel sahnesinin el çizim kopyası ( parça.)
G. Nagel. Archiv Orientalni.1952, Vol.XX, No 1/2, Page.90/99
Afrika’dan
Amerika kıtasına, Ortadoğu’dan Avustralya yerlilerine kadar, çok geniş
bir alanda karşımıza çıkan ‘kadın sünneti’ne veya yaygın “fallus
tapımcılığı” ön kaynaklarına da dayanan erkek çocuk sünnetine ilişkin
olgulara, eski toplumun ‘düşleri’nden kaynaklanmış ve nasılsa,
yaygınlaşmış temelsiz kült parçaları gözüyle bakamayız.
İçinde yasadığımız bütün kültürel zenginliği, bütün temel bilgi birikimini bize miras bırakmış olan eski toplumun bu tur davranışları, bugünkü değer ölçülerinden yola çıkılarak anlaşılamaz.
Bu gerçek, eski toplumsal
davranış ve kurumları ‘modern’ (ön) yargılarla ele alan çalışmaların
her hangi bir yere varamamış olmasıyla da ortaya çıkmıştır. Erkek ve
kadın sünnetinin ve bu kurumlarla da ilgili ‘kirvelik’, ‘sağdıç’lık
gibi kurumların, eski toplumda oluşma gerekçeleri ve birer kurum
olarak yüceltilip kullanılması, bu kurumları var eden toplumsal
ilişkiler tanınmadan; ilgili toplulukların bu kurumlarla amaçladıkları
anlaşılmadan, bu uygulamaları tam olarak tanımak mümkün değildir.
Bu nedenlerle de onlar,ya “garip, barbar töreler” olarak anlaşılmazlar listesine ekleniyor; ya da, ‘sünnet’te, belki, insan sağlığına faydalı olabilecek tesadüflere dayanarak, Tanrının 'mucizeleri' bulunduğu gibi 'fikir'ler öne sürülebiliyor.
Bu nedenlerle de onlar,ya “garip, barbar töreler” olarak anlaşılmazlar listesine ekleniyor; ya da, ‘sünnet’te, belki, insan sağlığına faydalı olabilecek tesadüflere dayanarak, Tanrının 'mucizeleri' bulunduğu gibi 'fikir'ler öne sürülebiliyor.
Nitekim, yayınladığımız Anabritannica’nın sünnet bölümünde böyle bir şaheser fikir de yer alıyordu :
«Ucundaki
derinin kesilerek kamış başının açığa çıkarılması, smegma olarak
bilinen kokulu salgının. Bu bölgede birikmesini önler. Kamış kanseri
sünnetli erkeklerde daha ender görülür. »
Bunlara, ilerde belki, öteki tür kanser önleyici yanlar bile, eklenebilir!
Fakat bunlar böyle bile olsa, kadın ve erkek sünnetinin, binlerce yıl önceki uygulanma gerekçeleri olamazlardı.
Kutsal
Kitaba göre, erkek çocuk (ve kadın) sünnetini, Tanrı, kendi ile
inançlı kulları arasında yaptığı bir “ittifakın nişanesi” olarak
saptamıştı. Fakat orada, Tanrının özellikle, insanların cinsel organın
ucundaki, içindeki et parçalarıyla neden bu kadar ilgili olduğu açıklanmamıştı.
Eğer sünnet bir ‘nişane, işaret’ ise, bunun daha açık görünen, daha az acılı çözüm biçimleri bulunamaz mıydı?
Eğer
sorun sadece “nişane”, “işaret” olsa, Tanrının, böyle bir çözümü, daha
önce bulabildiğini biliyoruz… Nitekim Âdem ile Havva’nın ilk iki
oğulundan katil olan “büyük oğul” Çiftçi Kabil (Kâin), Çoban olan “küçük”
kardeşi Habil’i öldürdükten sonra, ‘başkaları’nın onu öldürmesinden
korkmuş ; “kim bulsa öldürecek beni " diye tanrıya sızlanmıştı.
“Bunun üzerine Tanrı ,
"Seni kim öldürürse, ondan yedi kez öç alınacak" dedi. Kimse bulup öldürmesin diye Kayin’in üzerine bir nişan koydu” . (http://www.incil.info/incil-eskiceviri/Yar.htm)
Doğal olarak, bu anlatımda, kendi içinde çelişmeler yok değil.
Tanrı bu kardeş katilini affetmekle kalmamış, üstelik onu koruması altına da almıştı.
Eğer
Eski Ahit'teki bu anlatım temel alınırsa, aslında, o sırada ortalıkta,
sadece Âdem, Havva ve Kayin, yani toplam üç kişi var olmalıdır. Kayin
bilmiyorsa bile, Tanrının, ortada başka ‘kimse’ olmadığını bilmesi
lazımdı... Fakat yine de Tanrı orada, nasıl olduğunu tam bilmediğimiz
bir “nişanı”, “herkesin görebileceği” şekilde, Kâin’in “üzerine”
koymuş; onu koruması altına almıştı.
Bu bir giysi türü, saç kesme şekli, başındaki saçlarının kesilmiş bir bölgesine vurulmuş bir damga, elde veya yüzdeki döğmeler vb. olabilirdi ama,bu “işaret”in cinsel organ sünnetiyle ilgili olmadığı , onların açık görünür alanlarda olmasından, anlaşılıyor.
***
Erkek Çocuk Sünneti Adetleri Üzerine...
SÜNNET DÜĞÜNÜ İLE İLGİLİ ADETLER
KIRIKHAN’DA DÜĞÜN
Sünnet olacak çocuğa ailenin sosyal yapısına göre bir kirve bulunarak başlanır.
Kirvenin aile içindeki konumu çok önemlidir. Kirve artık aileden biridir.
Sünnet
tarihi belirlenmeden önce sünnetin düğünle mi, yoksa mevlüt okunarak
mı, yoksa sade bir törenle mi yapılacağı kararlaştırılır. Ona göre
dosta, akrabaya haber verilir. Davetiye (okuntu) gönderilir. Bu davetiye
türü, ailenin gelir düzeyine uygun olur. Kimi aileler mendil, kumaş,
gömlek, çorap dağıtır.
Kimi aileler ise matbaada bastırılan davetiye gönderirler.
Çocuğun
sünnet elbisesini kivre alır. Diğer tören masraflarının bir bölümünü de
karşılar. Sünnet olacak çocuğa törenden bir gün önce sünnet elbisesi
giydirilir, çevrede gezilecek yerlere götürülerek gezdirilir.
Sünnet
olmadan önce düğünlerdeki gibi kına gecesi yapılır. Sünnet günü evde
çok çeşitli yöresel yemekler yapılır. Bunlardan en önemlisi “ DÖVME “
dir.
Dövme
değirmende özel çekilmiş buğday ve et ile yapılan bir yemektir.
Sünnet’i yapan kişiler Kırıkhan, Antakya, Reyhanlı yörelerinde oturan
belirli kişilerdir.
Sünnetçilik bu kişilerin baba mesleğidir.
Sünnet
düğününde davullar çalınır, halaylar çekilir. Mevlüt ile yapılan
sünnette mevlüt okunur ve sonra sünnet töreni icra edilir.
Kirve
çocuğu kucağına alır sünnet yaptırır. Çocuğu yatağa yatırır. Davetliler
hediyelerini çocuğa verir.Kirve aileden biridir. Onun kızı alınmaz,
onun oğluna
kız verilmez. Çünkü artık bir amca, kardeş, dayı gibidir. Kirvelik Kırıkhan’da çok yaygındır.
***
Kirvelik
Karapapaklar için çocuklarının kirvesi çok önemlidir.
Ardahandan
Sivasa kadar olan sahada, yani Erzurum, Kars, Erzincan, Artvin, Elazığ,
Malatya, Maraş, Bakü-Amasya çizgisinde yaşayan Karapapaklarda; Tunceli,
Bingöl, Adıyaman, Diyarbakır, Çorum, Kayseri, Mersin, Adana, Tokat ve
Yozgat illerinde kirvelik yaygındır. Kirvelerin çocuklarının
birbirleriyle evlenmeleri yasaktır.
Kirve Sünnet olan çocuğun elini kolunu tutan ve çocuk üzerinde babalık hakkı olan kimse demektir, Göle-Karsta kirve, kırva-kirva şeklinde söylenir. Terekemelerce kirve denir.
Ziya
Gökalp'e göre kirvelik eski Türklerdeki potlaç geleneğinin Anadoludaki
görünümüdür. Özene göre de kirvelik bir Türk geleneğidir. Kirvelik
peygamber sevgisinden kaynaklanır ve sülale-soy sürer. Mesela kirve,
kirve olduğu insanın bir başka çocuğunun sünnetinde bulunmayacak kadar
uzaktaysa, onun izni alınmadan ya da onun tayin ettiği biri olmadan
sünnet ettirilemez.
Ozanlar, Karapapaklarda önceleri kirvelik çok önemliyken, günümüzde önemini yitirmiştir. Ancak kirveler hala kız alıp vermezler. Eskiden bu köylerde kirvelik, kardeşlikten öndeyken,
günümüzde sadece sosyal ilişkileri pekiştirici bir rolle
sınırlandırılmıştır. Karapapaklarda kullanılan, kirvenin damının üstüne
çıkılmaz yani onun kızı kızım, oğlu oğlumdur. Ona kötülük yapılmaz
deyimi kirveliğin önemini ifade etmektedir.
Ayrıca Posof-Kars köylerinde de kirvenin damından ve kapısından don-gömlek geçilmez deyimi kullanılmaktadır.
Kirveliğin
en önemli fonksiyonlarından biri, yukarıdaki ifadelerden anlaşılacağı
gibi, iki aile ya da aile grupları arasında yakınlık sağlamaktadır.
Genelde kirvelik sünnet düğünü masraflarının bir başkası tarafından
karşılanması ile dostluğu ifade eder. En önemli fonksiyonlarından biri
ise, taraflara statü kazandırmaktır. Statü kazanmak iki taraflıdır. Yani
erkek çocuk sahibi A şahsını kirve yapmakla o kişi bir statü
kazanırken, aynı zamanda kirve vasıtasıyla çocuk ailesinden başka bir
şahsa ya da aileye daha sahip olmaktadır.
Çünkü
kirve ileride çocuğun yetişmesinde, evlenmesinde önemli fonksiyonlara
sahiptir. Kirvelik kurumunun fonksiyonlarından biri diğeri de, sosyal
kontrol ve sosyal barışı sağlamasıdır.
Kirveliğin
temelinde dostluk yattığını yukarıda ifade etmiştik. İşte bu anlayışa
bağlı olarak kirvelerini ona göre seçmişlerdir. Bu nedenle sosyal
gruplar arasında yakınlaşmalar, doğrusu sıhri akrabalıklar kurulmuştur.
Tunceli
KİRVELİĞİN GELENEK VE TARİHÇESİ
İbrahim
peygamberin oğlu olmaz, ikinci kez evlenir. Tanrıya yalvararak eğer
bir çocuğu olursa hak yolunda kurban edeceğini vaat eder. İbrahim
Peygamberin dileği kabul olunur ve bir çocuğu olur. İkinci ailesinden
(eşinden) doğan çocuğun ismi İsmail konur. İkinci ailesinin ismi de
Hacer’dir.
İsmail büyür. Cebrail bir nida getirerek İbrahim peygamber İsmail’i kurban edilmesi için söz verdiğini hatırlatır. İbrahim peygamber İsmail’i
alıp Arafat dağına götürürken yoldan Şeytan rast gelir İbrahim
peygamberi caydırmaya çalışırken İsmail o anda hurma yiyormuş. Hurmanın
çekirdeğini babasını caydırmaya çalışan şeytanın gözüne atar ve bu adam
seni caydırmaya çalışıyor der. Gözü kör olan şeytana o yüzden kör
şeytan denir. O zaman şeytan bir ak sakallı kılığında geldiği için
tanınmamıştır. İsmail şeytanı teşhis etmiştir. İbrahim peygamber oğlunu
alıp Arafat dağına çıkar gözlerini bağlar bıçağı çıkarıp kurban etmek
için bıçağı boynuna atar fakat bıçak kesmez bıçağı taşa vurur bıçak
mermer taşı keser. O anda Cebrail bir koç getirir o bıçak ta konuşmaya
başlar “haktan izin yok, İsmail’in bir tüyünü kesemem” der. Cebrail İsmail’i kaldırıp koçu indirir. Koç İsmail’in yerine kurban edilir.
Kesilen kurbandan 90 kişi yer, o zaman karıncalar gelir “Ya İsmail bizim payımız nerede” derler karıncalar
davacı olur, Cebrail Haktan nida getirir. “Ya erenler dişlerinizin
arasını karıştırın, onu da karıncalara verin” der herkes dişlerinin
arasında olan eti karıncalara verir karıncalar davalarından vazgeçerler.
Karıncalardan sonra bu defa toprak davacı olur. “kurban
kesip yediniz, kanını bana akıtmadınız” der. Kimse cevap vermez,
Cebrail gene Haktan bir nida getirir. “Ey erenler Allah’ın emri şu ki,
İsmail’in bileğini kesin kan toprağa aksın, toprak razı olsun” der.
O zaman İsmail’i sünnet ederek kanı toprağa akıttılar. İbrahim peygamberden kalan adet işte budur.
Tunceli’de
kirvelik peygamber dostu olarak kabul edilir ve her çocuğun bir kirvesi
vardır. Kirvelik kuşaklar boyu devam ederek günümüze kadar gelen
dostluktur.
Böylece kirvelik esaslarına göre:
a) Sünnetten sonra kesilen et parçası yere gömülür.
b) Et yenilirken dişler arasındaki et parçası yenmez.
c) Kurban olarak koyun cinsi makbuldür. Sakat , kulağı kesik ama 1 yaşından küçük yaşlı hayvan kurban kesilmez.
d) Kurbanı kesecek olan erkektir, erkek yoksa kadın erkek çocuğun elini tutar bıçağı ona verir öylece keser.
e) Kurban kesilen bıçak başka bir şey için kullanılmaz.
f) Kirve olan aile yedi sülale sonra kız alıp verebilirler.
KİRVELİK (SÜNNET ) DÜĞÜNÜ
Kirvelik düğünü Tunceli yöresinde kutsal sayılan bir törendir. Kirvelik adını şundan almaktadır:
Erkek
çocuk sünnet olunca gözlerini kapatana yöre terimiyle KİRVE denir onun
için çocuk ilk doğduğunda, bir dost gelir, çocuğun kirvesi ben olurum
der, çocuk onun peşine (öteğine) atılır artık iki aile arasında çok
samimi bir dostluk(kutsal) kurulmuştur.
İki aile arasında yedi sülale (Kuşak) geçmeden kimse kimseye kız vermez.
Alınırsa
dünyanın en adi en büyük günahını işlemiş olur. Aynı zamanda iki
ailenin dost ve akrabaları için de geçerlidir. Kirvelik inanca göre
Müslüman olan herkesin İbrahim Peygamber’in
icadı olan bu kutsal geleneğe uyması şarttır, geleneğe uymayan Müslüman
değildir. Özellikle çeşitli sülale ve aşiretler arasında olan düşmanlık
güdülerini ortadan kaldırmak için kirve olma yolları denenmiş ve bu
yolla bir çok geçimsizlik ve kırgınlıklar ortadan kaldırılmıştır.
Sünnet
olası gereken çocuğun ailesi kirvesine on beş gün önceden haber verir
kirve sünnet olan çocuğa bir takım hediyeler alır hazırlar. Esas
kirveler çocuğun gözlerini kapatan şahıstır, fakat bu vesileyle
ikisinin tüm akraba ve dostları da aile olmuştur.
Düğün
hazırlıkları başlayınca çalgıcılara haber verilir. Çalgıcılar çağrılan
günde gelirler. Bir gün çalarlar ve o güne “DAVULUN GELDİĞİ GÜN” denir.
Aynı gün kirveye elçi gönderilir. Elçi özellikle sünnet edilen çocuk ve
çocuğa yoldaşlık yapacak ve onun köçeğidir.
Elçiler
bir gün önceden hazırlanan kebabı (bir hayvan keçi, koyun vs. gibi
şeyler kesilir. Et parçalar halinde şişe takılır. Ateş üstünde
kızardıktan sonra, hiç parçalanmadan kirveye götürülür.) bir gece
kalındıktan sonra kirve köçeğinde köçeklik hakkını verir. Bir köçekte
kirve orda ayrıyeten alır düğünün ikinci günü yanı davetlilerin
toplandığı günü gelir.Davul zurnalar kirveyi karşılarlar. Düğünün en
ağır misafiri kirvedir, herkes saygı ve sevgi gösterir.
Aynı
güne “TOPLANMA GÜNÜ” denir. Burada geleneksel yemekler yenir, oyunlar
oynanır. Akşam olunca kirvenin konaklayacağı konak belirlenir, diğer
sayılı kişiler de aynı evlerde ağırlanır her konağa birer kebaplık
hayvan verilir. Ayrıca rakısı, mezesi temin edilir. Kebabı çeviren kişi
arka bacağını kendine alır, onun hakkıdır. Ayrıca davetli her konağı tek
tek gezerek davullar çalınır, halay çalınır. Sabaha kadar eğlenilir,
sabah erkenden sünnet olacak çocuklar banyoya götürülür o anda tüm
yakın konuklar yemekler yerken sünnetçide sünnet hazırlıklarını yapar.
Çocuklar banyodan çıkınca çalgıcılara haber verilir.Çalgıcılar çocukları karşılar, o anda sünnet olacaklar davulcuya para verirler. Çocuklar damın başına getirilir.O damın başında sünnetçi masa kurar, masanın üstüne bir bez, bezin üstüne bir tepsi, tepsinin üstüne bir havlu, havlunun üstüne bir adet sabun konur buna ‘MUHAMMED HONCASI’ denir.
Çocuklar banyodan çıkınca çalgıcılara haber verilir.Çalgıcılar çocukları karşılar, o anda sünnet olacaklar davulcuya para verirler. Çocuklar damın başına getirilir.O damın başında sünnetçi masa kurar, masanın üstüne bir bez, bezin üstüne bir tepsi, tepsinin üstüne bir havlu, havlunun üstüne bir adet sabun konur buna ‘MUHAMMED HONCASI’ denir.
Sünnet
Kuran'dan ayetler okurken herkes o masaya para atar bu parayı
sünnetçiye verirler. Dua okunurken herkes o masanın çevresine daire
şeklinde ayakta durur, ellerini önüne bağlarlar.
Şapkalarını ters çevirirler ayetleri bitirince sünnetçi şu duayı okur:
“Dünya kuruldu pazartesi
Yukarıda indi Muhammed honcası
İbrahim peygamberde kaldı bu adet
Boynuma hem farzdır, hem sünnet
Her kim Muhammed’i severse.
Getirsin Muhammed’e selevet.”
Üç
defa dua tekrarlanınca, halk sağ elinin işaret parmağını, hafif
eğilerek öperler ve ‘ya Muhammet’ derler. Önce sünnet olacak olan
çocukların babası ve annesi yerdeki masaya diz çökerek öperler ve para
atarlar daha sonra kirve aynı şeyi yapınca halktan hiç kimse kalmayacak
şekilde tepsiye para atarlar. Para toplandıktan sonra sünnetçiye
verilir, sünnetçinin ücreti buradan çıkan paradır.
Çocuklar bir odaya alınır, yere bir kürsü konur, üstüne yastık yastığın üstüne çocuk oturtulur, kirve de çocuğun arkasına oturur. Çocuğun elleri önden bacakların arasından geçirilip arkadan tutulur, çocuk sünnet olurken davullar özel bir sünnet havasını çalar. Hava dramatik bir hava olduğu için genellikle davetliler ağlarlar.
Çocuklar bir odaya alınır, yere bir kürsü konur, üstüne yastık yastığın üstüne çocuk oturtulur, kirve de çocuğun arkasına oturur. Çocuğun elleri önden bacakların arasından geçirilip arkadan tutulur, çocuk sünnet olurken davullar özel bir sünnet havasını çalar. Hava dramatik bir hava olduğu için genellikle davetliler ağlarlar.
***
Sünnet Geleneği
Anadolu’da
çocukla ilgili geleneksel işlemlerden en önemlilerinden biriside sünnet
geleneğidir. Dinsel ve töresel işlemler içerisinde en katısı ve en
yaygın olanı sünnet geleneğidir. Hiçbir anne ve baba bu köklü geleneğin
dışında kalmak istemez.
Geleneğinin yaptırımı bu konuda bir karşı koyuşa meydan vermeyecek kadar güçlüdür. Sünnet sözcüğü Arapça kökenlidir ve ilk anlamıyla “işlek yol” demektir.Daha geniş anlamda ise;Tanrı’nın yolunu ya da insanın adet durumuna soktuğu iyi ya da kötü davranışı anlatmaktadır.
İslam
dininde peygamberin yaptığı uyguladığı ya da yapmayı uygulamayı
öğrettiği şeylere uymaya “sünnet” denmektedir. Toplumun bu konudaki
hoşgörüsü ve bağışlaması yok denecek kadar azdır.
Dolayısıyla belli nedenlerle sünnetleri gecikmiş delikanlılar bunun tedirginliğini yaşamaktadırlar. Yaşı gelip geçtiği halde sünnet olmayan kişilere aşağılayıcı ve kınayıcı tutum ve davranışlar oldukça yaygındır.Bu konuda köklü bir geleneğin yaptırım gücü yoğun bir biçimde geçmişte olduğu gibi günümüzde de işlemektedir.Sünnet geleneği genel olarak;
Dolayısıyla belli nedenlerle sünnetleri gecikmiş delikanlılar bunun tedirginliğini yaşamaktadırlar. Yaşı gelip geçtiği halde sünnet olmayan kişilere aşağılayıcı ve kınayıcı tutum ve davranışlar oldukça yaygındır.Bu konuda köklü bir geleneğin yaptırım gücü yoğun bir biçimde geçmişte olduğu gibi günümüzde de işlemektedir.Sünnet geleneği genel olarak;
1)Sünnet çocuğunun yaşı ve sünnet zamanı
2)Tören ya da düğün hazırlığı
3)Çocuğun hazırlanması
4)Sünnet işlemi ve sünnetçi
4)Sünnet işlemi ve sünnetçi
5)Hediye-armağan gibi alt konu başlıkları içerisinde incelenmektedir.
Sünnet Çocuğunun Yaşı Ve Sünnet Zamanı
Sünnet
çocuğunun yaşı ve töreninin mevsimi konusunda kesin bir kural yoktur.
Çocuklar çoğunlukla okul çağına yakın veya ilkokul yıllarında ergenlik
çağına girmeden sünnet edilmektedirler.
Ancak son zamanlar da büyük kentlerde kimi anne babalar çocuklarını doğumdan hemen sonra hastanede sünnet ettirmektedirler. Bu çok erken sünnetten amaç çocuğa bilinçli olarak acı çekmesini ve korkmasını önlemektir.Bu türden erken sünnet uygulamalarına geleneksel kesimde rastlanmamaktadır.
Ancak son zamanlar da büyük kentlerde kimi anne babalar çocuklarını doğumdan hemen sonra hastanede sünnet ettirmektedirler. Bu çok erken sünnetten amaç çocuğa bilinçli olarak acı çekmesini ve korkmasını önlemektir.Bu türden erken sünnet uygulamalarına geleneksel kesimde rastlanmamaktadır.
Sünnet
toplumsal yapı içerisinde bir çok işlevi üstlenmenin yanı sıra;
görkemli bir sünnet töreniyle aile hem üyesi bulunduğu grup içerisindeki
saygınlığını artırır hem de çocuğunun mürüvvetini görür.Anadolu’da
çocuğun bakımı,sünneti,evlendirilmesi anne babanın boynuna borçtur.
Yoksul
ya da öksüz çocukların sünnetini varlıklı kimseler veya akrabalar kendi
çocuklarıyla birlikte yaptırmaktadırlar. Bu görevi kimi grupların
yardım derneklerinin de üstlendiği görülmektedir.
Sünnet
zamanı ve mevsimi olarak da en çok ilkbahar, yaz ve sonbahar mevsimi
seçilmektedir:Günümüzde özellikle kentlerde sünnet düğünü ya da töreni
için Cumartesi ve Pazar günleri seçilmektedir. Geçmişte Cuma günlerinin
tatil olması ve Cuma gününün uğurlu sayılması nedeniyle sünnetler daha
çok Perşembe günleri yapılmaktaydı.
Tören Ya Da Düğün Hazırlığı
Aile
çocuklarının yaşı ve ekonomik durumuna göre çocuklarını sünnet
ettireceği zamanı yaklaşık iki ay önceden belirleyerek hazırlıklara
başlar. Aile düğün gününü belirledikten sonra bir hafta on gün
öncesinden konuklara haber verir.Bu duyuru;
1) Okuyucu elçi göndererek
2) Davetiye bastırarak dağıtılmak üzere iki biçimde yapılmaktadır. Geleneksel kesimlerde düğüne fazla kişi çağrılmasına özen gösterilmektedir.
2) Davetiye bastırarak dağıtılmak üzere iki biçimde yapılmaktadır. Geleneksel kesimlerde düğüne fazla kişi çağrılmasına özen gösterilmektedir.
Çocuğun Hazırlanması
Çocuk
törenden birkaç gün öncesinden hazırlanmaya başlanır. Aslında çocuk çok
daha önceden psikolojik olarak hem sünnet olma sevincine hem de
korkusuna girmektedir. Geleneksel eğitimle anne ve babalar çocuklarını
bu önemli geçiş pratiğine aylar öncesinden hazırlamaya başlamaktadır.
Sünnet
giysisi tören hazırlıklarının en önemli bölümünü oluşturmaktadır.
Şehirlerde varlıklı aileler,çocuklarını mücevherlerle süslemekte,kent
merkezlerinde ön tarafında “Maşallah” işlemeli açık mavi bir başlık
geleneğin en yaygın giyim öğesini oluşturmaktadır.Köylerde ise sünnet
çocukları yeni elbiseler giymekte; boyun ve omuzlara çevre ve yağlık
asılmakta,şapkanın arkasından ise gelin teli sarkıtılmaktadır.
Sünnet
çocukları sünnetten birkaç gün önce veya aynı gün ata, arabaya,
otomobile bindirilerek dolaştırılmakta bu geziye mahallenin öteki
çocukları da katılmaktadır böylece çocuğun sünnet edileceği bu
gezintiyle de halka duyurulmaktadır.
Sünnet İşlemi Ve Sünnetçi
Sünnet
işlemi cinsel organın uç kısmındaki derinin çepeçevre kesilmesinden
ibarettir. Çocuk varsa kirvesinin kucağına yoksa bir yakınının kucağına
oturtularak bacaklarının iki yana açılması sağlanmakta, kucağına
oturduğu kişi çocuğun kollarını sıkı sıkı tutmaktadır. Bu sırada çocuğa
korkmaması için yüreklendirici, erkekliği vurgulayıcı sözler
söylenmektedir.
Kesilmeden önce ve kesilme sırasında; “Allahu ekber Allahu ekber” denilerek tekbir getirilmekte, ayrıca “oldu da bitti maşallah” diye çok bilinen ve yaygın olarak bilinen tekerleme de söylenmektedir.
Sünnet yani kesme işlemini yerine getirenin genel adı sünnetçidir. Bununla beraber; Orta Anadolu ve Doğu Anadolu tarafında sünnetçiye “abdal” ya da “kızılbaş abdal” denmektedir. Günümüzde ise bu işi sağlık memurları yapmaktadır, bunların kent kesimindekileri kendilerini “fenni sünnetçi” olarak tanımlamaktadırlar.
Kesilmeden önce ve kesilme sırasında; “Allahu ekber Allahu ekber” denilerek tekbir getirilmekte, ayrıca “oldu da bitti maşallah” diye çok bilinen ve yaygın olarak bilinen tekerleme de söylenmektedir.
Sünnet yani kesme işlemini yerine getirenin genel adı sünnetçidir. Bununla beraber; Orta Anadolu ve Doğu Anadolu tarafında sünnetçiye “abdal” ya da “kızılbaş abdal” denmektedir. Günümüzde ise bu işi sağlık memurları yapmaktadır, bunların kent kesimindekileri kendilerini “fenni sünnetçi” olarak tanımlamaktadırlar.
Hediye - Armağan
Tören
karakteri taşıyan bu önemi geçiş dönemi pratiği çeşitli hediyelerle
süslenmektedir. Bu hediyeler altın, para, giyecek ve ev eşyalarından
oluşmaktadır. Günümüzde sünnet hediyesi uygulaması devam etmektedir.
Kirvelik
Kirvelik; yörelere göre "kirve", "kivra", "kivre" isimleriyle de tanımlanmaktadır. Kirvelik, kısaca birbirine ekonomik ve sosyal olarak eş konumda bulunan iki ailenin, ailelerden birinin sünnet töreni masraflarını karşılamasıyla oluşan bir sanal akrabalık kurumu olarak tanımlanabilir.
Kirve, sanal akrabalık kurulacak olan ailenin erkek çocuğunu sünnet esnasında kucağına alarak çocuğun acı çekmemesi için destekte bulunacak ve aynı zamanda törenin ekonomik giderlerine kısmen de olsa katkıda bulunacak olan kişidir.
Kirvelik kurumu aracılığıyla nasıl çocuklarını birbiriyle evlendiren kimseler bir hısımlık ilişkisi içerisinde iseler, birbiriyle kirvelik ilişkisi içerisine giren ailelerde kalıcı bir dostluk ilişkisi kurarlar.
Daha çok Doğu, Güney, Güneydoğu Anadolu illerimizde yaygın olan Kirvelik kurumunun çıkış noktası hakkında elimizde yeterli bilgi bulunmamaktadır. Kirvelik kurumu genel olarak aşağıdaki işlevleri yerine getirmesi bakımından geçmişte daha yaygın olmasına karşın günümüzde de halen geçerliliğini sürdürmektedir.
Kirvelik
Kirvelik; yörelere göre "kirve", "kivra", "kivre" isimleriyle de tanımlanmaktadır. Kirvelik, kısaca birbirine ekonomik ve sosyal olarak eş konumda bulunan iki ailenin, ailelerden birinin sünnet töreni masraflarını karşılamasıyla oluşan bir sanal akrabalık kurumu olarak tanımlanabilir.
Kirve, sanal akrabalık kurulacak olan ailenin erkek çocuğunu sünnet esnasında kucağına alarak çocuğun acı çekmemesi için destekte bulunacak ve aynı zamanda törenin ekonomik giderlerine kısmen de olsa katkıda bulunacak olan kişidir.
Kirvelik kurumu aracılığıyla nasıl çocuklarını birbiriyle evlendiren kimseler bir hısımlık ilişkisi içerisinde iseler, birbiriyle kirvelik ilişkisi içerisine giren ailelerde kalıcı bir dostluk ilişkisi kurarlar.
Daha çok Doğu, Güney, Güneydoğu Anadolu illerimizde yaygın olan Kirvelik kurumunun çıkış noktası hakkında elimizde yeterli bilgi bulunmamaktadır. Kirvelik kurumu genel olarak aşağıdaki işlevleri yerine getirmesi bakımından geçmişte daha yaygın olmasına karşın günümüzde de halen geçerliliğini sürdürmektedir.
Kirvelik;
- Var olan ilişkileri pekiştirmesi
- Ailelerin sosyal ilişkiler ağını genişletmesi
- Sosyal sigorta mekanizması görmesi
- Farklı dil, din ve etnik gruplardaki aileleri birleştirmesi
- Bir yöreye dışardan gelen kişilerin bu yöreye uyumunu kolaylaştırması
-
Dayanışma ve gücün artmasıyla önemli bir pazarlık gücü kazandırması
gibi işlevleri üstleniyor olması bakımından önemli bir toplumsal
kurumdur.
Kirvelik
yoluyla kurulan ilişki ölene kadar devam eder. Kirve çocukları arasında
evlenme yasağı vardır.Bu yasak kirveler arasındaki ilişkinin daha
serbest dolayısıyla da daha güçlü ve kalıcı olmasını sağlamaktadır.
***
Mustafa Aksoy
Türkiye’de Kirveliğin Kültür Sosyolojisi Açısından Tahlili
Sosyal-kültürel
kavramlar rastgele değil, belirli kurallara ve ölçülere göre meydana
gelmektedir. Bu nedenle sosyal hayattaki kavramların özelliklerini
ortaya koymak, bir bakıma iğne ile kuyu kazmaya benzer. Çünkü sosyal
dünya, sanılanın aksine, determinist ve pozitif karakterli değildir.
Bundan dolayı, bir kavram aynı ülkede, hatta aynı il, ilçe ve köyde
farklı farklı algılanabilmektedir. Belki de bu anlayışın en çarpıcı
örneğini, kirvelik meydana getirmektedir.
Bilindiği
gibi kirvelik, sünnet geleneği ile ilgili sosyo-kültürel bir kurumdur.
Yani kirveliğin olması için her şeyden önce ‘sünnetin’, daha doğrusu
‘hitan’ın olması gerekir.
Sünnet’in
lügat manası işlek yol olup, geniş manada Allah’ın yolunu veyahut da
insanın âdet haline getirdiği iyi veya kötü davranış ve hareketlerini
ifade eder. Kur’an’da bu tabir bütün bu manalarda kullanılmıştır(1)
Ayrıca sünnet ‘gulfenin kesilerek alınması’ manasında da kullanılmıştır.
Bu manada sünnete ‘hitan’ denir(2). Hitan konusunda Wensinck, şu
bilgileri ifade eder:
“Hitan,
sünnet lisan al-arab (h-t-n maddesi)”a göre bu tabir hassaten
erkeklerin sünneti hakkında kullanılır; kadınların sünneti için ayrı bir
kelime vardır ki o da ‘hafz’ dır”.
Wensinck
bir de Buhari”den “eğer iki sünnet yeri birbiriyle temasta bulunursa
gusl lazımdır” hadisini nakleder. Yine Wensinck’a göre “hitan eski
Arabistan’da umumi bir âdet idi”. Diğer taraftan “hitan” Wensinck’a göre
Kur’an’da değil, hadislerde ve şiirlerde ifade edilmiştir(3).
Sünnet
yani hitan eskiden beri bir çok kavim tarafından kullanılagelmiştir.
Meselâ Meydan Larousse’a göre Yahudiler, Müslümanlar ve bazı Afrikalılar
tarafından tatbik edilmiştir. Hıristiyanlar arasında ise sadece
Habeşistan kilisesine bağlı olanlar bu geleneği tatbik etmektedir. Ana
Britannica’ya göre de başta Müslümanlar ve Yahudiler olmak üzere,
dünyanın her yerinde çeşitli geleneksel sosyal gruplarda ve bazı
Hıristiyanlarda kullanılmaktadır. Wensinck’a göre de hitan Mısırlılar,
Araplar, İsrailliler, Edomiler, Muabıtlar, Ammaniler gibi, eski
kavimlerce yerine getirilen bir ayindir(4).
İslâm
dinin de hitanın erkekler için vacip kabul edilmesine rağmen, bu konuda
farklı görüşler vardır. Meselâ İmâm Şâfî’ye göre ‘hitan’ erkekler için
de, kadınlar için de vaciptir. İmâmı Mâlikî’ye göre ise sünnettir.
‘Kadınların sünneti’ için da Arapça’da ‘hafz’ tabiri kullanılır(5). Bu
konuda Ana Britannica’da şu bilgiler yazılıdır:
“Klitoridettomi
olarak adlandırılan kadın sünneti (Arapça hafz), farklı topluluklarda
farklı biçimlerde uygulanan ve klitorisin bir bölümü kesilerek
gerçekleştirilen, gene törensel bir uygulamadır. Yeni Gine, Avustralya,
Malakka takım adaları, Etiyopya, Mısır ve Afrika’nın başka kesimleri,
Brezilya, Meksika ve Peru’da, ayrıca Ortadoğu, Afrika, Batı Asya ve
Hindistan’da yaşayan çeşitli Müslüman topluluklarda yaygındır”(6).
Bu ifadelerden anlaşılması gereken, sünnetin yani “hitan”
ve “hafz”ın bilhassa geleneksel topluluklarda yaygın olduğu, dinî
anlamda ise Yahudiler ve Müslümanlarca kabul gören, daha doğrusu
gerçekleştirilmesi zarurî olan bir sosyal olaydır. Ancak Anadolu”da
“hitan”a sünnet dendiği ve İmam Şâfî’nin hükmüne rağmen Şâfî kadınların
niçin sünnet (hafz) olmadığı araştırılması gereken önemli konulardan
biridir.
Şüphesiz
kirvelik kurumu doğrudan sünnetle (hitan) alakalı olmasına ve ondan
kaynaklanmasına rağmen çok ayrı özellikler sergiler. Bu nedenle kirvelik
kurumunun arkasında olan ve temel aldığı sosyo-kültürel yapıya dikkat
etmek gerekir. İşte burada da karşımıza ‘kültür sosyolojisi’ çıkar.
Kirvelik
konusunda ülkemizde yapılan iki önemli çalışmada da, bu kelimenin
etimolojik anlamı verilmemiştir. Meselâ ülkemizde kirvelik konusunda
yazılı tek kitabın sahibi Kudat, ‘Kirvelik’ adlı eserinde kirveliğin
menşei hakkında bir yargıya varmasa bile, İran ve Azerbaycan’da en
yaygın şekilde kullanıldığını da, Doğu Anadolu’da da olduğunu ifade
ederken etimolojisine hiç girmemiştir(7).
Önemli
bir diğer eser ise Türkdoğan’a ait olan geniş muhtevalı bir makaledir.
Türkdoğan, bu kelimenin kaynağı hakkında kesin bilgiye varmamız şimdilik
mümkün olmamakla beraber, ‘Kir’ Farsça’da ‘tenasül organı’, ‘Kirou’,
‘tutmak, muhafaza etmek’ anlamına gelir(8) der. Kelimenin bu
bilinmezliğine rağmen, kirvelik Türkdoğan’a göre, Ardahan’dan Sivas’a
kadar olan sahada yani Erzurum, Kars, Erzincan, Artvin, Elazığ, Malatya,
Maraş ve Bakü-Amasya çizgisinde yaşayan Karapapaklar’da; Tunceli,
Bingöl, Adıyaman, Diyarbakır, Çorum, Kayseri, Mersin, Adana, Tokat ve
Yozgat illerinde çok yaygındır. Ayrıca 1969’da Türkdoğan’ın Trakya bölgesinde yaptığı saha araştırmasındaki tesbitine göre, “Bulgaristan’ın
Fotin ve Kırcaeli yöresinden gelip Çorlu (Tekirdağ), Pınarhisar
(Kırklareli) ve Lüleburgaz (Kırklareli)’a yerleşen Alevi Türklerinde,
kirvelik terimi bütün özelliğini muhafaza etmektedir”.
Diğer
yandan Türkdoğan, “İran Azerbaycan”ında, bilhassa Rizaiye şehrinde
kirvelik yaygındır. Fakat belirli fonksiyonu yoktur”(9) demektedir.
Tokat’ın Almus ilçesinde ve köylerinde de ‘kirve’ tabiri kullanılır ve
kirvelerin çocuklarının birbirleriyle evlenmeleri kesinlikle
yasaktır(10). Genelde birçok yerde olduğu gibi, Zara’da da ‘kirve’
olanlar birbirleriyle kardeş olur(10a).
Kudat
ise 1974’te yayınlanan eserinde, Doğu Anadolu’ya yaklaşıldıkça
kirveliğin yaygınlaştığını ve öneminin arttığını belirterek, Adana’da
kirveliğin çok tutulduğunu; Kars, Sivas, Mersin ve Hakkari’nin
çevrelediği alanda en yaygın olduğunu ve bu yörelerin dışında kirveliğin
bilinmediğini belirtir(11). Kudat, adı geçen eserinde Türkdoğan’ın
çalışmasından bahsetmediği gibi, Türkçe yazılı eserlerde, sadece Nur
Yalman ve Cahit Tanyol’un birer makalesine -ilgileri çok uzak olmasına
rağmen- atıfda bulunulmuştur.
Kirve
kavramı Anadolu’nun çeşitli yörelerinde farklı ağızlarla da olsa,
söylenegelmiştir. Meselâ kirve: “Sünnet olan çocuğun elini koluna tutan
ve çocuk üzerinde babalık hakkı olan kimse” Emirdağ / Ayfon, Amasya ve
köyleri, Giresun, Artvin, Kırşehir, Narman / Erzurum, Diyarbakır,
Nazmiye / Tunceli, Urfa, Nizip / Gaziantep, Bor / Niğde; ‘İsim babası’
anlamında Gavurdağ-Osmaniye / Adana; ‘Sağdıç’ anlamında Urfa, Niğde;
‘düğünde damadın yanında duran güzel giyimli çocuk’ anlamında, Samsun,
Amasya; ‘bacanak’ anlamında Erzincan. Aynı kavram, yani bacanak
Şebinkarahisar / Giresun, Bor / Niğde’de ‘kivre’ olarak geçer. Avanos /
Nevşehir’de, ‘kirvelemek’ söyleşmek, konuşmak; Vazıldan-Divri / Sivas’ta
da ‘kirve’, ‘Kürt’ anlamında kullanılır(12). Göle / Kars’ta ‘kirve’
‘krva-kirva’ şeklinde de söylenir(13). Van merkezi ile Muradiye ve
Gürpınar ilçelerinde yarı göçebe yaşayan Burukan aşireti arasında,
kirve’ye ‘kiriv’ veya ‘kirva’(14), Elazığ merkez köylerinden Sun ve
Hal’de ‘küvre’(15), Kars yerlilerince ‘kirva’, Terekemelerce ‘kirve’,
Musul bölgesi Telafur Türkleri’nce ‘kirev’ denir. Kerkük Türkleri
arasında ise bu kelimenin bilinmediği belirtilmiştir(16). Ermenilerde
ise güveyin sağdıcına ve çocukların vaftiz babalarına ‘kirve’
derler(17). Divriği ilçesinde de kirve yerine ‘kirva’ denilirken,
Yozgat’ta ‘kirve’ kelimesi kullanılır(18).
Kirvelik Anadolu’da geniş bir alanda görülmektedir.
Meselâ “Sivas
ilinin doğusu kirvelik geleneği için sınır gösterilse de, ilin
batısındaki illerde de kirveliğin görüldüğü (Yozgat, Çorum, Amasya,
Tokat illerinde), Sivas’ın doğusunda kalan bazı bölgelerde az da olsa bu
geleneğin uygulanmadığını söyleyebiliriz. Örneğin Sivas’ın Zara,
İmranlı, Gürün, Divriği gibi kazalarında çok yaygın olan kirveliğin,
Hafik’te ve bazı merkez köylerde, Şarkışla ve Yıldızeli’nde
uygulanmadığı görülür. Hatta bu yöreden Gölcük köyünde, sünnet olan
çocuğu anası bile tutar”(19).
Aynı anlayış bu satırların yazarının ilçesi olan Kadirli’de
de görülür. Meselâ bazen tören yapılarak, bazen de hiç yapılmadan ve
“kirve” dahi olmadan, kadın-erkek fark etmeden, birinin erkek çocuğu
tutması ile sünnet yaptırılır.
Alikan aşireti üzerinde 1965-1966 yıllarında araştırmalar yapmış olan Beşikçi:
“Anadolu’nun
bir çok yerinde görülen kirvelik geleneğine göçebelerde
rastlanmamaktadır. Kanımca göçebeler birbirleriyle çoğu zaman kan
akrabası durumunda oldukları için bunu bir de kirvelik yolu ile
kuvvetlendirmeyi lüzumsuz hissetmişlerdir”(20) diyerek dikkatlerimizi çeker.
Sosyal
realiteleri kişisel fikirlerle izah etmek büyük hatalara neden olur. Bu
yüzden özellikle saha araştırmalarında, araştırmacılar çok dikkatli
olmalıdır. “Kanımca”, “bana göre”, “ben böyle düşünüyorum”vb. tabirler,
araştırmacının en sonradan kullanması gereken ifadelerdir. Sosyolog, her
şeyden önce, olanı olduğu gibi tanımlamalıdır. Bu nedenle Beşikçi’nin yukarıdaki görüşüne katılamıyoruz. Çünkü yazarın da belirttiği gibi, az da olsa aşiret dışından evlenmeler olmaktadır(21).
Dolayısıyla
aşiretin, aşiret dışı dostları da vardır. Bu nedenle kirve de dışarıdan
seçilebilir. Zaten genelde kirveler yakın arkadaşlar arasından ve /
veya köy dışındaki kimseler arasından seçilmektedir. Diğer taraftan
Alevi inancına sahip olmayanlarda, kirvelerin çocuklarının
evlenemeyeceği konusunda kesin ve yaygın bir kanaat yoktur. Öyleyse
Alikanlarda kirveliğin olmamasının diğer sebepleri irdelenmeliydi.
Gökalp’e göre, kirvelik eski Türklerdeki ‘potlaç’ geleneğinin Anadolu’daki görünümüdür(22). Özen’e göre de kirvelik bir Türk geleneğidir(23). Yund ise
“eski
yaygın Türk inancı, şamanlıkta ve geleneklerde sünnet olma diye bir
olayla karşılanmaz...Türkiye Türkleri sünneti müslümanlıkta
bulmuşlardır”(24) der.
Hınçer de “Türkler Müslümanlığı kabul ettikten sonra sünnet olma geleneğini de benimsediler”(25) diyerek Yund’la aynı fikri müdafaa eder. Kırzıoğlu ise kirveliğin İran ve Araplarda görülmediğini, fakat Anadolu’daki Yezidi, Alevi ve Sünnilerce bilindiği belirtir(26). Dolayısıyla Kırzıoğlu kirveliği, Anadolu kültürünün bir unsuru olarak ifade eder.
Hınçer de “Türkler Müslümanlığı kabul ettikten sonra sünnet olma geleneğini de benimsediler”(25) diyerek Yund’la aynı fikri müdafaa eder. Kırzıoğlu ise kirveliğin İran ve Araplarda görülmediğini, fakat Anadolu’daki Yezidi, Alevi ve Sünnilerce bilindiği belirtir(26). Dolayısıyla Kırzıoğlu kirveliği, Anadolu kültürünün bir unsuru olarak ifade eder.
Elazığ
ve Ağrı’nın köylerinde yaptığımız araştırmaların sonucu ise, bizde
kirveliğin Alevi inancıyla yakın ilgisi olduğu kanaatini uyandırdı.
Çünkü araştırmada Alevi inancına sahip köylerde, bu geleneğin daha canlı
ve sert olduğunu müşahade ettik. Bazen Sünni köylerde de bu özellikler
görülse bile, kaynağının Alevilik olma ihtimali yüksektir. Çünkü
Sünniler için kirveliğin kaynağı meçhulken, Alevi köylülere göre
kirvelik, “peygamber dostluğu”dur ve Hz. Muhammed’in torunları Hz. Hasan
ile Hz. Hüseyin’i sünnet ettirerek, onların kirvesi olmasından
kaynaklanmaktadır. Bu anlayışa Varto ve Divriği’de de inanılır(27).
Kirveliğin Alevi menşeli olduğu görüşümüzü etkileyen en önemli faktörlerden birisi, Elazığ’ın
merkez köylerinden sünni Yeni Konak ile bu köye bir kilometre uzaklıkta
olup da, yarısı Sünni yarısı Alevi olan Şabanlı köyü arasındaki
farktır. Şabanlı’daki Alevi kirveler kız alıp vermezken, Sünnilerde
böyle bir yasak yoktur.
Yeni
Konak’ta kirveye ‘kırif’ denir ve kirveler, Şabanlı köyündeki
Sünnilerde olduğu gibi, birbirlerinden kız alıp verirler. Alevi Koruk ve
Aydıncık köylerinde de, Şabanlı köyündeki Alevi kirvelerde olduğu gibi
kız alıp verilmez. Alevi Aydıncık köylülerine göre, kirvelik peygamber
sevgisinden kaynaklanır ve sülale boyunca sürer. Yani kirve, kirve
olduğu insanın bir başka çocuğunun sünnetinde bulunmayacak uzaklıktaysa,
onun izni alınmadan ya da tayin ettiği biri olmadan, sünnet
yaptırılamaz.
Kirveliğin
bu kadar önemli olmasının bir nedeni, kirvenin aynı zamanda sünnet olan
çocuğun ilerde sağdıcı da olmasıdır. Keban’ın Sağdıçlar köyünde kirveye
‘küvre’ denir ve küvre aynı zamada sağdıç demektir. Keban’ın Sünni olan
Bahçe ve Çalık köylerinde kirveler kız alıp verirken, kirveye de ‘kıriv’ derler. ‘Kıriv’ aynı zamanda ‘sağdıç’
anlamındadır. Aynı ilçenin Alevi olan Büklümlü köyünde ise kirveler kız
alıp vermezler ve kirve aynı zamanda ‘ikrar’ anlamını taşır. Elazığ’ın
Yedigöze ve Bölükçalı köyünde de ‘kürve’, ‘sağdıç’ anlamındadır. Ve
kirve evlenecek çocuğun aynı zamanda sağdıç adayıdır(28). Yukarıdaki
genel anlayış, araştırmamıza konu olan bütün Alevi köylerinde görülür.
Koşay
da sağdıç’a Sivas çevresinde kirve dendiğini belirtir(29). Urfa’da da
sağdıç yerine ‘küvre’ tabiri kullanılır. Bu kirve aynı zamanda sünnet
düğününde ‘kirve’ olan kimsedir(30). Dobruca Türklerinde de güvey,
‘kivey’ olarak ifade edilir(31).
Ağın
ilçesinin Alevi Dibekli köyünde de, kirveler kardeş sayılır. Aynen
merkez köylerinden Aydıncık’ta olduğu gibi kirvelik sülale boyunca sürer
ve kirve düğüne ve sünnete gelemezse, onun tayin ettiği biri kirvelik
vazifesini yerine getirir. Fakat vekiller, kirveler gibi bacı-kardeş
sayılmazlar. Yani onların çocukları birbiriyle evlenebilirler. Aynı
ilçeye bağlı ve komşu köy olan Saraycık köyünde ise kirvelik pek önemli
değildir. Ancak Dibekli köyüne bir kilometre uzaklıkta olan Sünni
Yedibağ köyünde, kirvelik Dibekli’dekine benzer, fakat burada sülale boyunca sürmez.
Palu’nun
bütün köyleri Sünni, daha doğrusu Şâfi olup, kirvelik bu köylerde hiç
de önemli bir kurum değildir. Bu durumu Durmuşlar, Üçdeğirmenler ve
Gökdere köylerinde yaptığımız araştırmalarda ve Halk Eğitim Müdürü ile
yaptığımız görüşmede tespit ettik. Adı geçen köylerde herkesin kirvelik
hakkında Hz. Peygamber’in
bağlayıcı bir sünnetinin olmadığını beyan etmeleri önemlidir. Bu
anlayışın arkasında, yörede ki yaygın medrese geleneğinin etkisinin olma
ihtimali kuvvetlidir.
Baskil’in Sünni olan Höyük, Alangören ve Karakaş köylerinde kirveye ‘kıriv’
denilir. Bu köyler ile Sivrice’nin Sünni ve Beydili aşiretinden olan
Kürk köyünde de kirvelik önemli olmadığı halde, kirveler kız alıp
vermezler.
Maden
köylerinden Sünni Tekevler köyünde kirveye ‘kerva’ denirken, Kaşlıca’da
‘kirve’ denir ve Tekevler’de kirvelik Kaşlıca’daki gibi önemli
değilken, yani kız alıp verilirken, Kaşlıca’da kız alıp verilmez.
Kovancılar
ilçesinin Çaybağı ve Değirmentaş köyleri Sünni olup, kirvelik önemli
değildir. Fakat Değirmentaş köyünün mezrası olan Yünlüce Alevi olup,
burada kirvelik önemli olduğu gibi, kirveler kız alıp vermezler. Çaybağı
köyüne komşu ve uzaklığı bir kilometre olan Sünni Kacar köyünde ise
kirveler kız alıp vermez.
Kovancılar’daki
İğdeli, Gülaçtı, Kavak, Taşören köyleri ile ilçe merkezinde oturan
Beritanlılar ise kirveliğe önem vermezler ve kız alıp verirler.
Karakoçan
köylerinden Sünni Mirahmet, Kızılpınar ve Yüzevler köylerinde kirvelik
önemli olmamakla beraber, Kızılpınar köylülerine göre, “kirveliğin
temelinde Alevilerle Sünniler arasında yakınlık kurmak yatar. İslam
anlayışına göre kirvelikle kardeş olunmaz, bu hurafedir”.
Ağrı’nın
merkez köylerinden sünni Ozanlar, Aşkale ve yarısı Karapapak olan
Tezeren köylerinde önceleri kirvelik çok önemliyken, günümüzde önemini
yitirmiştir. Ancak kirveler hâlâ kız alıp vermezler. Eskiden bu köylerde
kirvelik, kardeşlikten öndeyken, günümüzde sadece sosyal ilişkileri
pekiştirici bir rolle sınırlandırılmıştır. Fakat Taşlıçay ilçesinin,
halkı Karapapak ve Sünni olan Geçitveren köyünde ise kirvelik hâlâ çok
önemlidir. Bu köyde kullanılan, ‘kirvenin damının üstüne çıkılmaz’. Yani
onun kızı kızım, oğlu oğlumdur, ona kötülük yapılmaz deyimi kirveliğin
önemini ifade etmektedir. Ayrıca Posof / Kars köylerinde de ‘kirvenin
damından ve kapısından don-gömlek geçilmez’(32) deyimi kullanılmaktadır.
Kirveliğin
en önemli fonksiyonlarından biri, yukarıdaki ifadelerden anlaşılacağı
gibi, iki aile ya da aile grupları arasında yakınlık sağlamaktadır. Özer
1987 yılında Van’ın merkezi ile Muradiye ve Gürpınar ilçelerinin
köylerinde yaşayan, kısmen göçebe olan Sünni Burukan aşiretleri arasında
da aynı özellikleri tespit etmiştir. Ona göre, “aşiretteki kirveliğin
yaygın kirvelik anlayışından farkı, kirve olan kişi kendisi yalnız değil
tüm ailesi veya aşireti ile kirvesi olduğu aşiretin veya ailenin yakın
bir akrabası gibi görülür... Kan davası sona erdikten sonra tamamen
unutturulmak istendiğinde başvurulan en etkili yollardan biri de
kirvelik kurumunu devreye sokmaktır”(33).
Doğu
Anadolu’da özellikle Tunceli, Erzincan, Kiğı, Bingöl, Varto, Pülümür ve
Kars Göle’de yaşayan Alevi Lolan oymağında da kirvelik aynı
fonksiyonlara sahiptir(34).
Mardin’de
de kirveye “kirip” denir ve kirve, Elazığ’ın özellikle Alevi köylerinde
olduğu gibi, erkek çocuğun yetişmesinde, kızın istenmesinde ve
düğününde önemli fonksiyonları icra eder(35).
Kirveliğin
önemli fonksiyonlarından biri de, gayri müslimler ile yakınlık
sağlamaktır. Meselâ yukarıda bahsettiğimiz Burukan aşireti arasında
yapılan bir başka çalışmada, Ermenilerle kirvelik yoluyla ilişkiler
kurulduğundan bahsedilmiştir(36). Mardin bölgesinde söylenen ‘kirvem’
adlı bir türküde de, ‘Kurmançca’ konuşan bir erkek çocuğunun, Yezidî
kirvesinin kızına olan aşkı işlenir. Türküde erkek ‘kivre-krive’, kız
ise ‘krivo’ tabirini kullanır. Ayrıca bu türküde, gençlerin evlenmesini,
kirvelik ile birinci derecede dinî inançların engellediği
vurgulanmaktadır.
Kirveler
arasındaki evlilik yasağı, ya da evliliğe hoş bakmama anlayışı Burç
köyü / Viranşehir Yezidilerinde de görülür. Yezidilerde kirveler
arasında evlenme yasağı olduğu için “...Burç köyü
sakinleri kendi şeyhlerini kirve seçer. Zaten inançlarından dolayı şeyh
ailesi ile evlilik yasağı olduğundan kirvelik fazla zarar
getirmemektedir. Şeyh dışında çevre Müslüman köylerden kişiler kirve
olarak da seçilir”(37).
Yezidilerle
ilgili yapılan bir başka çalışmada da, sünnetin vaftizden kısa bir süre
sonra yapıldığı belirtilmiştir. Yezidilerde çocuk ölü doğsa dahi sünnet
yapılır ve kirve çocukları evlenemez.
Bu nedenle kirve nikâh düşmeyen pir, şeyh gibi kimselerden seçilir. Onlardan kirve bulunmadığı zaman, Sünnilerden kirve seçilir(38). Bu ifadelere göre, kirveliğin çok önemli olduğu sosyal gruplarda gençlerin evliliğine birinci derecede inancın engel olması, burada dinî anlayışın, gelenekten daha etkili olduğunu göstermektedir.
Diğer yandan Aleviler ile Yezidilerdeki kirvelik anlayışının benzerliği, sosyal bilimcileri düşündürmesi gereken çok önemli bir husustur.
Bu nedenle kirve nikâh düşmeyen pir, şeyh gibi kimselerden seçilir. Onlardan kirve bulunmadığı zaman, Sünnilerden kirve seçilir(38). Bu ifadelere göre, kirveliğin çok önemli olduğu sosyal gruplarda gençlerin evliliğine birinci derecede inancın engel olması, burada dinî anlayışın, gelenekten daha etkili olduğunu göstermektedir.
Diğer yandan Aleviler ile Yezidilerdeki kirvelik anlayışının benzerliği, sosyal bilimcileri düşündürmesi gereken çok önemli bir husustur.
Sonuç
olarak kirvelik kavramı, Anadolu’da çeşitli bölgelerde görülmesine
rağmen, özellikle Aleviler arasında daha etkilidir. Ayrıca genelde
kirvelik, sünnet düğünü masraflarının bir başkası tarafından
karşılanması ile dostluğu ifade eder.
En önemli fonksiyonlarından biri ise, taraflara statü kazandırmaktır. Statü kazanmak iki taraflıdır. Yani erkek çocuk sahibi, A şahsını kirve yapmakla o kişi bir statü kazanırken, aynı zamanda kirve vasıtasıyla çocuk ailesi de statü kazanmaktadır.
Bunun dışında sünnet olan çocuk ailesinden başka güvenebileceği bir şahsa ya da aileye daha sahip olmaktadır. Çünkü kirve ilerde çocuğun yetişmesinde, evlenmesinde (sağdıç anlamında kullanıldığını hatırlayalım) önemli fonksiyonlara sahip olacaktır.
En önemli fonksiyonlarından biri ise, taraflara statü kazandırmaktır. Statü kazanmak iki taraflıdır. Yani erkek çocuk sahibi, A şahsını kirve yapmakla o kişi bir statü kazanırken, aynı zamanda kirve vasıtasıyla çocuk ailesi de statü kazanmaktadır.
Bunun dışında sünnet olan çocuk ailesinden başka güvenebileceği bir şahsa ya da aileye daha sahip olmaktadır. Çünkü kirve ilerde çocuğun yetişmesinde, evlenmesinde (sağdıç anlamında kullanıldığını hatırlayalım) önemli fonksiyonlara sahip olacaktır.
Kirvelik
kurumunun fonksiyonlarından bir diğeri de, ‘sosyal kontrol’ ve ‘sosyal
barış’ı sağlamasıdır. Eski Erzincan valisi Ali Kemali bu durumu şöyle
anlatır:
‘Kirvalık,
katil tarafına mensup bir çocuğun maktul tarafına mensup herhangi bir
kişinin kucağında sünnet edilmesiyle meydana gelen ilişkidir ve çok
yaygındır’(39).
İşte
bu anlayışa bağlı olarak yukarıda ifade edildiği üzere, genelde
Aleviler, kirvelerini Sünnilerden; Sünniler de Aleviler ve Ermeniler ile
Yezidilerden; Yezidiler de Müslüman (Alevi-Sünni) lardan seçmişlerdir.
Bu nedenle sosyal gruplar arasında yakınlaşmalar, daha doğrusu sıhrî
akrabalıklar kurulmuştur.
Kısaca bir sosyal kurum olan kirveliğin başlı başına incelenmesi gerekir. Meselâ ‘kirov’ Farsça
olduğu halde, niçin İran’da kirveliğin yaygın olmadığı ve Anadolu
dışında da sünnet geleneği olduğu halde, niçin Anadolu’da ve özellikle
Alevilerde çok canlı ve etkili olduğu, ayrıca Ermeniler (bilindiği üzere
Ermenilerde sünnet geleneği yoktur.) ile Yezidilerdeki kirvelik
anlayışının nereden kaynaklandığı, aydınlatılması gereken, önemli
problemlerdir.
Dipnotlar
* Bkz. V. Milletlerarası Halk Kültürü Kongresi- Gelenek, Görenek, İnançlar-. Ankara 1997: 44-52.
1.Hamidullah, M.: “Sünnet Mad” İA C. XI: 242.
2.Hamidullah, M.: a.g.m.: 245.
3.Wensinck, A. J., İ A.: “Hitan Mad” C. V: 543-544.
4.Meydan Larouse. “Sünnet Mad” C. XI: 660, 661; Ana Britannica. “Sünnet Mad” C. XX: 186; Wensınck, A. J.: a.g.m.: 545.
5.Wensınck, A. J.: a.g.m.: 543-544.
6.Ana Britannica. C. II: 186.
7.Kudat, A.: Kirvelik. Ankara 1974: 68-72.
8.Türkdoğan, O.: “Türklerde Kirvelik ve Sünnet Geleneği” Türk Kültürü Araştırmaları, Ankara (1966-1969), 1973: 202.
9.Türkdoğan, O.: a.g.m.: 200-201.
10.Ulu, E.: 100. Yılında Almus. İstanbul 1987: 113.
10a.Acar, İ. H.: “Zara’da Sünnet Düğünleri” Sivas Folkloru Dergisi 48 (1976): 14.
11.Kudat, A.: a.g.e.: 12.
12.Derleme Sözlüğü. C. VII.: 2883-2884.
13.Artan, G.: “Kirvelik” TFAD. 120 (1953): 2021.
14.Özer, A.: Doğu Anadolu’da Aşiret Düzeni. İstanbul 1990: 98.
15.Erdentuğ,
N.: Sun Köyünün Etnolojik Tetkikleri. Ankara 1959: 54; Erdentuğ, N.:
Hal Köyünün Etnolojik Tetkikleri. Ankara 1983: 95.
16.Türkdoğan, O.: a.g.m.: 202.
17.Kırzıoğlu, F.: Kars Tarihi. C. 1. İstanbul 1953: 504-505.
18.Özen, K.: “Divriği Köylerinde Kirvelik Geleneği” Folklor ve Etnografya Araştırmaları (Haz. İ. G. Kayaoğlu), İstanbul 1975: 239; Uslu, M.: “Yozgat’ta Sünnet Düğünü Gelenekleri” Sivas Folklonu Dergisi 72 (1985): 19-20.
19.Üçer, M.: “Anadolu’da ve Sivas’ta Sünnet Gelenekleri ve Kirvelik” Sivas Folkloru 67 (1978): 10.
20.Beşikci. İ.: Doğuda Değişim ve Yapısal Sorunlar-Göçebe Alikan Aşireti. Ankara 1969: 192.
21.Beşikçi, İ.: a.g.e.: 68.
22.Ziya Gökalp: Türk Medeniyeti Tarihi (Haz. İ. Aka, K. Y. Kopraman), İstanbul 1976: 75.
23.Özen, K.: a.g.m.: 239.
24.Yund, K.: “Tarih Boyunca Türklerde Sünnet Olma Geleneği II” TDTD 38 (1990): 45.
25.Hınçer, İ.: “Sünnetin Tarihçesi ve Sünnet Düğünleri” TFAD 268 (1971): 6139.
26.Kırzıoğlu, M. F.: Kürtlerin Türklüğü. Ankara 1969: 121.
27.Fırat, M. Ş.: Doğu İlleri ve Varto Tarihi. Ankara 1970: 243; Özen, K.: a.g.m.: 240.
28.Akyazı,
E.: Sağdıçlar Köyünün Monografik İncelenmesi (F. Ü. Fen-Ed. Fak.
Antropoloji Bölümü Yayınlanmamış Lisas Tezi). Elazığ 1987: 20; Yeşilgül,
A.: Yedigöze Köyünün Etnolojik Tetkiki (F. Ü. Ed. Fak. Antropoloji
Bölümü, Yayınlanmamış Lisans Tezi). Elazığ 1982: 37; Karaaslan, A.:
Bölükçalı Köyünün Monografisi (F. Ü. Ed. Fak. Sosyoloji Bölümü
Yayınlanmamış Lisans Tezi). Elazığ 1989: 43.
29.Koşay, H. Z.: Türkiye Türk Düğünleri Üzerine Mukayeseli Malzeme. Ankara 1944: 262.
30.Ergin, M. E.: Urfa Folklorunda Düğün. Adana 1973: 29, 55, 48, 35.
31.Ülküsal, M.: Dobruca ve Türkler. Ankara 1966: 93.
32.Aydınoğlu, G.: “Posof’ta Evlenme ve Sünnet Düğünü Geleneği” TFAD 271 (1972): 6227.
33.Özer, A.: a.g.e.: 98.
34.Kocadağ, B.: Lolan Oymağı ve Yakın Tarihi. İstanbul 1987: 9-33,258.
35.Güler, A.: “Dirican Aşiretinde Çocuk Eğitimi” F. Ü. Ed. Fak. Dergisi l (1981): 130-132.
36.Yurt Ansiklopodisi. C. VIII: 5823.
37.Kartal,
B.: Sosyolojik Açıdan Burukan Aşireti Üzerine Bir İnceleme. (İ.Ü.
Edebiyat Fak. Sosyoloji Bölümü, Yayınlanmamış Lisans Tezi). İstanbul
1970-1971: 3.
38.
Boğazlıyanlıoğlu, D.: Burç Köyünün Monografisi (A.Ü., DTCF., Sosyal
Antrapoloji Kürsüsü Yayınlanmamış Lisans Tezi). Ankara 1988: 34.
39. Beysanoğlu, Ş.: İnançları, Gelenek ve Görenekleri ile Yezidiler. Ankara 1988: 30.
40. Ali Kemali: Erzincan Tarihi. İstanbul 1932: 199.
Erkek ve Kadın Sünnetinin Temelleri
Mısır'da sünnet sahneleri
Bu sahnede iki nokta dikkat çekici...
İlki,
“sünnetçi” ve “yardımcı”sı ile, sünnet olanların “renk ayrımı”… Bu
farklılık, bizdeki, sünnet edilen çocuğa farklı toplum birimlerinden bir
“kirve” bulma kuralına denk düşüyor olabilir mi?
İkincisi de, bu sahnede, sünnet edilmekten çok, sünnet olma durumu var gibi... Sünnet olan yetişkin bir insan... Harran'da yetişkin erkeklerin Tanrıçalara “fallus”larını adamalarına benzer bir durum gibi…Bir fark, burada fallus toptan kesilip adanma yerine, “kesilmiş gibi” yaparak fallus ucundan deri parçasının alınması...
***
Mısır'da tapınak duvar çizimleri
Bu sahnede annelerinin yardımıyla sünnet edilen erkek çocuklar bulunuyor...
**
Circoncision de Jésus, cathédrale de Chartres
Chartres Katedrali, İsa'nın Sünneti
**
Circoncision de Jésus. Miniature tirée d'un missel composé vers 1460.
Bibliothèque municipale de Clermont-Ferrand
**
"Kuzu İsa" nın Sünneti
**
Word par Avraham Yitzhak, une Torah Maweir de Rgnsborg, l'année 1300 la valeur.
Word by Avraham Yitzhak, a Torah Maweir from Rgnsborg, year 1300 value.
**
1720 yıllarında Padişah III:Ahmet’in üç oğlunun 14 gün süren sünnet düğününde köçekler oynarken…
Surname-i Vehbi’den alınmış bir minyatür…
**
1900 ve 1914 yıllarında Dakar’da çalışan E. Fortier tarafından alınmış Senegallilerin sünnet töreni fotoğrafı
Musevilerde erkek bebek sünneti
Ortodoks Musevi Sünnetinde Metzitzah b'peh
Metzitzah b'peh: Sünnet edilen penisteki kanın ağızla emilmesi ritüeli...
Hitit ve antik Grek kayıtlarından bu yana, tanrıların dişleriyle penis kopartmaları motifleri kullanıldığını biliyoruz.
Fallus adama kültü, çok yakın dönemlere kadar Anaadolu'da sürüyordu.
Mısır'da, erkek ve kız çocuk sünnetine ilişkin bilgilere sahibiz...
İslam için "hak kitap" kabul edilen Musa kitabına dayananların hala uyguladıkları, sünnet edilen penisin kanını ağızla emme ritüelinin nedenleri üzerinde çalışma yapılması yararlı olacaktır.
Herşeyi doğru düzgün düşünüp "yaratmış" olan tanrı'nın, tüm yarattığı penisin veya vajina'nın bir kısmının fazlalık olarak değerlendirilip kesilmesi, "Allah'ın yarattığı"yla oynamak anlamında, imanlıların kendi iç çelişmeleridir.
Amca veya hala kızıyla, teyze kızıyla evlenmekte sakınca görmeyenlerin "kirve kızıyla evlilik yasağı kuralı"nı uygulamalarındaki anlam üzerine de düşünülmüş görünmüyor... Belki de buradaki yasağı oluşturan "kan bağı", eski dünyada, dişlemek suretiyle gerçekleştiriliyordu.
Anadolu'da "çükünü yemek", "daşşağını yemek" deyimleri hem dostluğun ve hem de düşmanlığın çift yanlı ifadeleri olarak hala kullanılabilmektedir.
"Görmemişin oğlu olmuş, çekmiş çükünü kopartmış" deyiminin de, muhtemelen, eski toplumda babanın aidiyetine geçen ilk büyük oğulun "cinsiyetsizleştirilmesi" sırasındaki fallus adama dönemlerine dayanan arka planları bulunuyor gibidir.
Sünnet konusu üzerine epey çalışmalarımız oldu ama, hala üzerinde durulması gereken çok yanlara sahip ve az işlenmiş bir konu olma özelliğini sürdürmektedir.
**
Geçenlerde, Brooklyn'de bir bebeğin sünneti sırasında, penisteki kanı ağzıyla emen bir Haham'dan bebeğe geçen herpes virüsü, sünnetedilen bebeğin ölümüne yol açtı...
Tıbbi muayeneye göre, bebek, ağız ve dudak çevresinde yaralara neden oral herpes virüsü sonucu öldü.
Sünnet edilen bebeğin penisindeki kanın bir Haham tarafından ağızla emildiği bir sünnet töreni uygulaması, azalmakla birlikte Museviler arasında hala devam ediyor.
Bu Ortodoks Musevi geleneğine göre, bir haham ya da "mohel", ağzı ile sünnet edilen penisin kanını emiyor. Bu törenin adı, "metzitzah b'peh," ya da bilinen anlamıyla "sünnetli penisi ağızla emme."
ABD'de bu tür sünnetler sırasında herpes virüsü ile ölen bebek olayı ilk değil...
"Metzitzah b'peh" pratiği sonucu bebekler herpes virüsü kaparak ölebiliyorlar.
http://www.nydailynews.com/life-style/health/family-stonewalling-authorities-newborn-dies-herpes-contracted-ritual-circumcision-article-1.1034585
In 2005, a circumcision
ritual practiced by some Orthodox Jews alarmed city health officials,
after it led to three cases of herpes - one of them fatal.[6]
The New York City Health Commissioner at the time, Thomas R. Frieden, wrote a letter
to the Jewish community pardoning the mohel involved and dropped the
matter as not being a New York City public health issue by stating that
"[it] is our preference for the religious community to address these
issues itself."[6]
Prior to the letter, the DOHMH had been pursuing a lawsuit against the
mohel in question. It was subsequently dropped and the ban on the
practice rescinded, in favor of letting a religious court settle the
matter, described as unusual by some legal experts. This outcome was
likely a result of pressure by mayor Bloomberg after he reached a deal
with local rabbis to not ban the practice. [7]
Eski Ahit’te erkek sünneti konusuna önce Abraham döneminde rastlıyoruz. Tanrı, Abraham’la bir görüşmesinde ona şöyle diyordu:
“Evinizde doğmuş ya da soyunuzdan olmayan bir yabancıdan satın alınmış köleler dahil sekiz günlük her erkek çocuk sünnet edilecek. Gelecek kuşaklarınız boyunca sürecek bu.
Bedeninizdeki bu belirti sonsuza dek sürecek antlaşmamın simgesi olacak.” (Yaratılış)
Bedeninizdeki bu belirti sonsuza dek sürecek antlaşmamın simgesi olacak.” (Yaratılış)
Buradan
öğreniyoruz ki, bizzat Abraham da, bu tarihe kadar ‘sünnet edilmemiş’
durumdaydı. Bu uygulamaya, Tanrının, onu Ab-ram’lıktan Abra-ham’lıka
geçirme aşamasında başvurulmaktadır.
Abraham döneminde bu
sünnetin ‘nasıl’ yapıldığını tam bilmiyoruz. Ama göreceğiz ki,
Museviler arasında sünnet aracı olarak neyin kullanıldığı (‘taş’) daha
sonra yazılarda önem kazanmaktadır.
Eski Ahit, bu noktayı şöyle belirtir:
“İbrahim evindeki bütün erkekleri -oğlu İsmail`i, evinde doğanların, satın aldığı uşakların hepsini- Tanrı`nın kendisine buyurduğu gibi o gün sünnet ettirdi.”(Yaratılış)
Doğal olarak burada, “tanrının buyurduğu” sözünün içeriği tam göremiyoruz.
Eski
Ahit’te erkek çocuk sünnetine ilişkin daha sonra Musa sırasında yeniden
karşılaşırız. Musa, yarı-Tanrı,yarı- elçi olarak Tanrı ile
“görüşme”sini yapmış, aralarında anlaşma sağlanmış olarak çölde Mısır’a
doğru giderken, Tanrı’nın birden bire Musa’ya düşmanlığı tutar ve
Musa’yı öldürmek ister. Tanrının
bu kızgınlığının nedeni, peygamberliği onaylanmış Musa’nın oğlunun
“sünnet edilmemiş olması”na bağlı olmalıydı ki, karısı Sippora derhal
oğlunu sünnet ederek, tanrının Musa’ya kızgınlığını bertaraf etmektedir:
“RAB yolda, bir konaklama yerinde Musa`yla karşılaştı, onu öldürmek istedi.
O anda Sippora
keskin bir taş alıp oğlunu sünnet etti, derisini Musa`nın ayaklarına
dokundurdu. “Gerçekten sen bana kanlı güveysin” dedi.
Böylece RAB Musa`yı esirgedi. Sippora Musa`ya sünnetten ötürü ‘Kanlı güveysin’ demişti.” (Mısır'dan Çıkış)
Burada dikkatimizi çeken 3 husus bulunuyor.
Önce
erkek çocuğun sünnetini, Abraham’da olduğu gibi bizzat erkeğin kendisi
değil, erkeğin karısı, gerçekleştirmektedir. Mısır tapınak çizimlerinde
de erkek çocuk sünnetinde kadının, ana olarak önemli bir rol oynadığını
görmüştük. Burada anımsamak gerekir ki, Musa, karısı Sippora’yi,
kayınbabasına çobanlık ederek, “içgüveyi” olarak, almıştı. Bu
dönemlerde, iç güveyi, kayınbabasına 5, 7, 10 sene vb. gibi belirlenmiş
bir süre hizmet ettikten sonra, karısını alıp götürebiliyor ve ancak
ondan sonra çocuklarının ‘baba’sı halini alabiliyor görünmektedir.
Örneğin, Eski Ahit’te İsag, karısını doğrudan “baba evi”ne getirebildiği
halde, İsag’ın oğlu Yakup-İsrael, iki kızkardeşi karı olarak alabilmek
için, kayınbabasına 14 yıl kadar, çobanlık yapmıştı. Fakat yine de
karılarını, karılarının ve karılarının cariyelerinin doğurduğu
çocukları, içgüveyi olduğu topraklardan serbestçe alıp gidememiş,
kayınbabası ile epey çatışmak zorunda kalmıştı.
İkinci olarak görüyoruz ki, Musa’nın karısı, bu seremoni ile Musa’yı ‘kanlı güvey’ haline getirebilmektedir. Demek ki, Musa’yı 'kanlı güvey’ haline getiren bu
“sünnet” ayiniydi ve bu, tanrı’nın Musa’yı öldürmemesi için gerekli
idi. Buradaki "kanlı güvey"lik deyiminin, kadının erkek çocuğunun kanı
ile ilişkili olduğu anlaşılıyor.
“İlk
(erkek) çocuk kurbanı”nın tarihi kökenini yansıtan bu uygulama, bize,
kadının, koca toplum birimine geçişi sırasında, hem kendisi ile hem de
erkek çocuk ile ilgili bazı 'yüküm' ve 'günah'larından arındırılma işlemi hakkında bilgi veriyor.
Daha
çok kadın için, 'ilk göz ağrısı’nın ne anlama gelebileceğini ve
akado-sammaru topluluklarının çoğunluğunda 'ilk ogul (kız) kurbanı'
uygulanması üzerinde durmuştuk. Sünnet, ilk oğulu hadım etmenin ; 'ilk
ürün sunumu' da 'ilk evlat adağı’nın yerlerine geçmiş uygulamalar olarak
görünüyor.
İç
güveylik aşamasından çıkmakta olan erkeğin (koca’nın), 'baba' haline
gelmesi sürecinde, yani ilk evlat-oğul’un kendisine (kocaya, koca toplum
birimine) ait kılınması aşamasında, bu oğul’un, baba toplum biriminden
kadınla evlenmesi de, ana toplum biriminden kadınla evlenmesi de, o
dönemde kurulu akrabalık düzenine uygun değildi. Eski toplum, bu oğul’u
hadım ederek babaya verme yolunda bir geçiş çözümü bulmuş olmalıydı.
Fallus kültü, aslında, evliliği sorun yaratacak olan,
koca’nın bu yeni oğul’unun bu somut sorununa onu “kısır” kılarak bir
çözüm haliyle ortaya çıkmış görünüyor. Sünnet kültü, erkek çocuk
bakımından eski 'fallus kültü'-hadım etmenin; kızlarda ise bakirelik
koruma, Zifaf kanı, kadın sünnetinin yerine geçmiş görünüyor.
Eski
Akado sammaru tabletlerinden bu yana karşılaştığımız, ‘penis-fallus
kültü', belki de, ‘kamış’, ‘büyük kamış’, hadım, ‘kadınlaştırılmış
erkek’ uygulamaları da hep bunlarla ilgilidir.
Dini
hiyerarşide, günümüzde Hıristiyanlık ve Bektaşilikte, ‘Tanrı ile evli
olmak’ kuralı veya ‘evlilik yasağına tabi’ olmak, bu eski geleneğe
dayalı görünüyor. İsa’nın da, daha doğrusu İsacılığın ön kaynaklarına
dayanan toplulukların şekillendirdiği Hıristiyanlığın bir
bölümünün,“sünnet”i uygun bulmayarak, kendi ruhani kesimine evlilik
yasağı kuralı getirmesi, sünnet ile evlilik yasağı arasındaki temel
mantıksal geçişme-bağlantıyı ortaya koymaktadır.
Üçüncü
olarak da, Sippora’nın, oğlunu sünnet ederken ‘bir taş’ aracısı
kullanmasıdır. Taş’ın gelişigüzel bir şekilde seçilmediğini
Gilgal’daki sünnet olayında görüyoruz:
Gilgal`daki Sünnet Olayı
“Bu arada RAB, Yeşu`ya şöyle seslendi: “Kendine taştan bıçaklar yap ve İsrailliler`i eskisi gibi sünnet et.”
Böylece Yeşu taştan yaptığı bıçaklarla İsrailliler`i Givat-Haaralot`ta sünnet etti.
Mısır`dan
çıkan erkeklerin hepsi sünnetliydi. Ama Mısır`dan çıktıktan sonra
yolda, çölde doğan erkeklerin hiçbiri sünnet olmamıştı.
RAB onların yerine çocuklarını yaşattı. Sünnetsiz olan bu çocukları Yeşu sünnet etti. Çünkü yolda sünnet olmamışlardı.
Gilgal`da, Eriha ovalarında konaklamış olan İsrail halkı, ayın on dördüncü gününün akşamı Fısıh Bayramı`nı* kutladı
Bayramın ertesi günü, tam o gün, ülkenin ürününden mayasız ekmek yaptılar ve kavrulmuş başak yediler.
Ülkenin ürününden yemeleri üzerine ertesi gün man* kesildi. Man kesilince İsrailliler o yıl Kenan topraklarının ürünüyle beslendiler.”
Burada
kullanılan kavramların gelişigüzel seçilmediğini hesaba katmamız lazım.
Sünnet için kullanılabilecek bir dizi başka araç olmasına karşın, “ taştan
yapılan bıçak” vurgusunun anlamını, ‘taş’ motifinin bir dizi sunum
biçimleri ve sunum araçlarında da kullanılıyor olmasıyla birlikte ele
aldığımızda anlayabiliriz. Bunlara yeri geldikçe dikkat çekmiştik. Şimdi
bile ‘taş kesilme’ söz-motiflerinin kullanıldığını hesaba katmak lazım.
Gudea
ilahilerinde de, çocuk kurbanların ‘taşın ağzına verilmesinden’ vb.
bahsediliyordu; Eski Ahit’te, bir ittifak için, taraflar taş yığıyor,
kurbanları onun önünde sunuyorlardı. Sunu araçlarının kil, taş, ağaç
veya madenden olması önemseniyordu, vb. Gerek taşlayarak öldürme,
gerekse mezara taş (sembolik çakıl) bırakma motifleri Musevilikte hala
yaygındır.
“Taş”, Alevi-Bektaşilikte de önemli bir araçtır.
Sünnet, Fısıh bayramı ve özellikle ‘Man ekmeği’ arasındaki bağlantılar üzerinde ayrıca durmalıyız.
Sünnet’li
olmanın, Musevilerde, kişiye sunu’lardan yeme hakkı doğuran bir ‘geçiş’
yarattığını da görüyoruz. Dolayısıyla, erkek veya kadın sünnet’i,
sadece cinsel organlarla ilgili olmayan, değişik biçimleri bulunan bir
'geçiş' seremonisiydi de aslında. Ermenilerde Sünnet olmadığı halde,
erkek çocuk sünnet’iyle ilgili olarak kullandığımız ‘kirve’lik türü
kurumların ortaklığı, eski toplumda, çocuğun “iki farklı toplum birim
arasında paylaşımı” sürecinde, farklı geçiş kurumları (kankardeslik,
oğulluk, vaftiz anababalığı, süt kardeşlik vb.) kullanıldığını da
gösterir.
Eski
Ahit’te Sünnet edilmemiş olanların, "ilk oğul kurban töreni”nin
kalıntısı olarak Fısıh (Pesah) bayramının sunularından yiyemeyecekleri
de açıkça ifade edilmektedir:
“RAB Musa`yla Harun`a şöyle dedi: “Fısıh Bayramı`nın(*1) kuralları şunlardır: Hiçbir yabancı Fısıh etini yemeyecek.
Ama satın aldığınız köleler sünnet edildikten sonra ondan yiyebilir.
Demek
ki sünnet, bir yabancının yabancılığını kaldıran, onu, ilgili toplum
biriminin aidi haline getiren bir geçiş kurumu olarak da
algılanmaktaydı. Bu ise, erkek çocuk sünnetinin, başlangıçtaki
amaçlarının, zaman içinde değişmesinin, aynı zamanda giderek çocuk
kurbanının giderilmesinin de aracı haline dönüştürülmüş olduğunu
gösteriyor.
********
*1)Fısıh Bayramı
BÖLÜM 12
RAB Mısır`da Musa`yla Harun`a, “Bu ay sizin için ilk ay*, yılın ilk ayı olacak” dedi,
Bütün İsrail topluluğuna bildirin: Bu ayın onunda herkes ailesine göre kendi ev halkına birer kuzu alacak.
Eğer bir kuzu bir aileye çok geliyorsa, aile bireylerinin sayısı ve herkesin yiyeceği miktar hesaplanacak ve aile kuzuyu en yakın komşusuyla paylaşabilecek.
Koyun ya da keçilerden seçeceğiniz hayvan kusursuz, erkek ve bir yaşında olmalı.
Ayın on dördüne kadar ona bakacaksınız. O akşamüstü bütün İsrail topluluğu hayvanları boğazlayacak.
Hayvanın kanını alıp, etin yeneceği evin yan ve üst kapı sövelerine sürecekler.
O gece ateşte kızartılmış et mayasız ekmek ve acı otlarla yenmelidir.
Eti çiğ veya haşlanmış olarak değil, başı, bacakları, bağırsakları ve işkembesiyle birlikte kızartarak yiyeceksiniz.(Bu uygulamayi simdi ‘Yilbasi hindi’lerinde goruyoruz.BN.)
Sabaha kadar bitirmelisiniz. Artakalan olursa, sabah ateşte yakacaksınız.
Eti şöyle yemelisiniz: Beliniz kuşanmış, çarıklarınız ayağınızda, değneğiniz elinizde olmalı. Eti çabuk yemelisiniz. Bu RAB`bin Fısıh* kurbanıdır.(Buradaki ‘yiyim biçimi’ne daha once dikkat çekmistikBN)
O gece Mısır`dan geçeceğim. Hem insanların hem de hayvanların bütün ilk doğanlarını öldüreceğim. (Burada
hala ‘ilk urun’ler olarak hayvan ve insan’lar ele alinmaktadir ama,bir
sure sonra bu ‘ilk urun’ler,daha çok tahil,meyve,sebze olarak da karsimiza çikacak.BN)
Bulunduğunuz evlerin üzerindeki kan sizin için belirti olacak. Kanı görünce üzerinizden geçeceğim.
Mısır`ı cezalandırırken ölüm saçan size hiçbir zarar vermeyecek. (Demek
ki,Pesah bayraminda,’kuzu’ veya ‘oglak’ seçilmesi,onlarin ille de 1
yasinda olmalarinin nedeni,bunlarin ’ilk çocuk’ kurbanina denk
gorulmesinden oturudur.Bu ayni zamanda,bu ‘geceyarisi’ bayramda,eski
toplumun kendi ilk çocuklarini yedikleri anlamina da gelmektedir.Hayvan
sunu,bu surecin bir asamasinda ‘kurban-insan-çocuk,yerine’
geçmistir..BN)
Fısıh Kuralları
RAB Musa`yla Harun`a şöyle dedi: “Fısıh Bayramı`nın* kuralları şunlardır: Hiçbir yabancı Fısıh* etini yemeyecek.
Ama satın aldığınız köleler sünnet edildikten sonra ondan yiyebilir.
Konuklar ve ücretli işçiler ondan yemeyecek.
Fısıh eti evde yenmeli, evin dışına çıkarılmamalı. Kemikleri kırmayacaksınız. (Kemiklerin
kirilmamasina neden bu kadar onem verildigine deginmistik:Bu ‘kanit
olarak saklama’ motifiyle baglantilidir ve olum torenlerinde de bu
motifi goruyoruzBN)
Bütün İsrail topluluğu Fısıh Bayramı`nı kutlayacak.
Yanınızdaki yabancı bir konuk RAB`bin Fısıh Bayramı`nı kutlamak isterse, önce evindeki bütün erkekler sünnet edilmeli; sonra yerel halktan biri gibi İsrail halkına katılıp bayramı kutlayabilir. Ama sünnetsiz* biri Fısıh etini yemeyecektir.
Ülkede doğan için de, aranızda yaşayan yabancı için de aynı kural geçerlidir.”
***
Erkek Çocuk Sünneti Üzerine-2
Eski Ahit
Yaratılış
Yaratılış
Sünnet: Antlaşma Simgesi
BÖLÜM 17
Avram doksan dokuz yaşındayken RAB ona görünerek, “Ben Her Şeye Gücü Yeten Tanrı`yım” dedi, “Benim yolumda yürü, kusursuz ol.
Seninle yaptığım antlaşmayı sürdürecek, soyunu alabildiğine çoğaltacağım.”
Avram yüzüstü yere kapandı. Tanrı,
Seninle yaptığım antlaşma şudur dedi, “Birçok ulusun babası olacaksın.
Artık adın Avram(Abram)(Ibram) değil, İbrahim(Abraham)(Avraham) olacak. Çünkü seni birçok ulusun babası yapacağım.
Seni çok verimli kılacağım. Soyundan uluslar doğacak, krallar çıkacak.
Antlaşmamı seninle ve soyunla kuşaklar boyunca, sonsuza dek sürdüreceğim. Senin, senden sonra da soyunun Tanrısı olacağım.
Bir
yabancı olarak yaşadığın toprakları, bütün Kenan ülkesini sonsuza dek
mülkünüz olmak üzere sana ve soyuna vereceğim. Onların Tanrısı
olacağım.”
Tanrı İbrahim`e, “Sen ve soyun kuşaklar boyu antlaşmama bağlı kalmalısınız” dedi,
Seninle ve soyunla yaptığım antlaşmanın koşulu şudur: Aranızdaki erkeklerin hepsi sünnet edilecek.
Sünnet olmalısınız. Sünnet aramızdaki antlaşmanın belirtisi olacak.
Evinizde doğmuş ya da soyunuzdan olmayan bir yabancıdan satın alınmış köleler dahil sekiz günlük her erkek çocuk sünnet edilecek. Gelecek kuşaklarınız boyunca sürecek bu.
Evinizde
doğan ya da satın aldığınız her çocuk kesinlikle sünnet edilecek.
Bedeninizdeki bu belirti sonsuza dek sürecek antlaşmamın simgesi olacak.
Sünnet edilmemiş her erkek halkının arasından atılacak, çünkü antlaşmamı bozmuş demektir.”
Tanrı, “Karın Saray`a gelince, ona artık Saray demeyeceksin” dedi, “Bundan böyle onun adı Sara olacak.
Onu kutsayacak, ondan sana bir oğul vereceğim. Onu kutsayacağım, ulusların anası olacak. Halkların kralları onun soyundan çıkacak.”
İbrahim yüzüstü yere kapandı ve güldü. İçinden, “Yüz yaşında bir adam çocuk sahibi olabilir mi?” dedi, “Doksan yaşındaki Sara doğurabilir mi?”
Sonra Tanrı`ya, “Keşke İsmail`i mirasçım kabul etseydin!” dedi.
Tanrı,
“Hayır. Ama karın Sara sana bir oğul doğuracak, adını İshak
koyacaksın” dedi, “Onunla ve soyuyla antlaşmamı sonsuza dek
sürdüreceğim.
İsmail`e
gelince, seni işittim. Onu kutsayacak, verimli kılacak, soyunu
alabildiğine çoğaltacağım. On iki beyin babası olacak. Soyunu büyük bir
ulus yapacağım.
Ancak antlaşmamı gelecek yıl bu zaman Sara`nın doğuracağı oğlun İshak`la sürdüreceğim.”
Tanrı İbrahim`le konuşmasını bitirince ondan ayrılıp yukarıya çekildi.
İbrahim
evindeki bütün erkekleri -oğlu İsmail`i, evinde doğanların, satın
aldığı uşakların hepsini- Tanrı`nın kendisine buyurduğu gibi o gün
sünnet ettirdi.
İbrahim sünnet olduğunda doksan dokuz yaşındaydı.
Oğlu İsmail on üç yaşında sünnet oldu.
İbrahim, oğlu İsmail`le aynı gün sünnet edildi.
İbrahim`in evindeki bütün erkekler -evinde doğanlar ve yabancılardan satın alınanlar- onunla birlikte sünnet oldu.
**
BÖLÜM 21
RAB verdiği söz uyarınca Sara`ya iyilik etti ve sözünü yerine getirdi.
Sara hamile kaldı; İbrahim`in yaşlılık döneminde, tam Tanrı`nın belirttiği zamanda ona bir erkek çocuk doğurdu.
İbrahim Sara`nın doğurduğu çocuğa İshak adını verdi.
Tanrı`nın kendisine buyurduğu gibi oğlu İshak`ı sekiz günlükken sünnet etti.
***
Dina ve Şekemliler
BÖLÜM 34
Lea`yla Yakup`un kızı Dina bir gün yöre kadınlarını ziyarete gitti.
O bölgenin beyi Hivli Hamor`un oğlu Şekem Dina`yı görünce tutup ırzına geçti.
Yakup`un kızına gönlünü kaptırdı. Dina`yı sevdi ve ona nazik davrandı.
Babası Hamor`a, “Bu kızı bana eş olarak al” dedi.
Yakup kızı Dina`nın kirletildiğini duyduğunda, oğulları kırda hayvanların başındaydı. Yakup onlar gelinceye kadar konuşmadı.
Bu arada Şekem`in babası Hamor konuşmak için Yakup`un yanına gitti.
Yakup`un
oğulları olayı duyar duymaz kırdan döndüler. Üzüntülü ve çok
öfkeliydiler. Çünkü Şekem Yakup`un kızıyla yatarak İsrail`in onurunu
kırmıştı. Böyle bir şey olmamalıydı.
Hamor onlara, “Oğlum Şekem`in gönlü kızınızda” dedi, “Lütfen onu oğluma eş olarak verin.
Bizimle akraba olun. Birbirimize kız verip kız alalım.
Bizimle birlikte yaşayın. Ülke önünüzde, nereye isterseniz yerleşin, ticaret yapın, mülk edinin.”
Şekem de Dina`nın babasıyla kardeşlerine, “Bana bu iyiliği yapın, ne isterseniz veririm” dedi,
Ne kadar başlık ve armağan isterseniz isteyin, dilediğiniz her şeyi vereceğim. Yeter ki, kızı bana eş olarak verin.
Kızkardeşleri Dina`nın ırzına geçildiği için, Yakup`un oğulları Şekem`le babası Hamor`a aldatıcı bir yanıt verdiler.
Olmaz, kızkardeşimizi sünnetsiz* bir adama veremeyiz dediler, “Bizim için utanç olur.
Ancak şu koşulla kabul ederiz: Bütün erkekleriniz bizim gibi sünnet olursa,
birbirimize kız verip kız alabiliriz. Sizinle birlikte yaşar, bir halk oluruz.
Eğer kabul etmez, sünnet olmazsanız, kızımızı alır gideriz.”
Bu öneri Hamor`la oğlu Şekem`e iyi göründü.
Ailesinde en saygın kişi olan genç Şekem öneriyi yerine getirmekte gecikmedi. Çünkü Yakup`un kızına aşıktı.
Hamor`la oğlu Şekem durumu kent halkına bildirmek için kentin kapısına gittiler.
Bu
adamlar bize dostluk gösteriyor dediler, “Ülkemizde yaşasınlar, ticaret
yapsınlar. Topraklarımız geniş, onlara da yeter, bize de. Birbirimize
kız verip kız alabiliriz.
Yalnız,
şu koşulla bizimle birleşmeyi, birlikte yaşamayı kabul ediyorlar: Bizim
erkeklerin de kendileri gibi sünnet olmasını istiyorlar.
Böylece bütün sürüleri, malları, öbür hayvanları da bizim olur, değil mi? Gelin onlarla anlaşalım, bizimle birlikte yaşasınlar.”
Kent kapısından geçen herkes Hamor`la oğlu Şekem`in söylediklerini kabul etti ve kentteki bütün erkekler sünnet oldu.
Üçüncü gün erkekler daha sünnetin acısını çekerken,
Yakup`un oğullarından ikisi -Dina`nın kardeşleri Şimon`la Levi-
kılıçlarını kuşanıp kuşku uyandırmadan kente girip bütün erkekleri
kılıçtan geçirdiler.
Hamor`la oğlu Şekem`i de öldürdüler. Dina`yı Şekem`in evinden alıp gittiler.
Sonra Yakup`un bütün oğulları cesetleri soyup kenti yağmaladılar. Çünkü kızkardeşlerini kirletmişlerdi.
Kentteki ve kırdaki davarları, sığırları, eşekleri ele geçirdiler.
Bütün mallarını, çocuklarını, kadınlarını aldılar, evlerindeki her şeyi yağmaladılar.
Yakup,
Şimon`la Levi`ye, “Bu ülkede yaşayan Kenanlılar`la Perizliler`i bana
düşman ettiniz, başımı belaya soktunuz” dedi, “Sayıca azız. Eğer
birleşir, bana saldırırlarsa, ailemle birlikte yok olurum.”
Şimon`la Levi, “Kızkardeşimize bir fahişe gibi mi davranmalıydı?” diye karşılık verdiler.
***
Rab Musa`ya Belirtiler Gösteriyor
BÖLÜM 4
RAB yolda, bir konaklama yerinde Musa`yla karşılaştı, onu öldürmek istedi.
O anda Sippora keskin bir taş alıp oğlunu sünnet etti, derisini Musa`nın ayaklarına dokundurdu. “Gerçekten sen bana kanlı güveysin” dedi.
Böylece RAB Musa`yı esirgedi. Sippora Musa`ya sünnetten ötürü “Kanlı güveysin” demişti.
***
Fısıh Kuralları
RAB Musa`yla Harun`a şöyle dedi: “Fısıh Bayramı`nın* kuralları şunlardır: Hiçbir yabancı Fısıh* etini yemeyecek.
Ama satın aldığınız köleler sünnet edildikten sonra ondan yiyebilir.
Konuklar ve ücretli işçiler ondan yemeyecek.
Fısıh eti evde yenmeli, evin dışına çıkarılmamalı. Kemikleri kırmayacaksınız.
Bütün İsrail topluluğu Fısıh Bayramı`nı kutlayacak.
Yanınızdaki yabancı bir konuk RAB`bin Fısıh Bayramı`nı kutlamak isterse, önce evindeki bütün erkekler sünnet edilmeli; sonra yerel halktan biri gibi İsrail halkına katılıp bayramı kutlayabilir. Ama sünnetsiz* biri Fısıh etini yemeyecektir.
Ülkede doğan için de, aranızda yaşayan yabancı için de aynı kural geçerlidir.”
İsrailliler RAB`bin Musa`yla Harun`a verdiği buyruğu eksiksiz yerine getirdiler.
O gün RAB İsrailliler`i ordular halinde Mısır`dan çıkardı.
***
İncil
BÖLÜM 15
Yeruşalim`deki Toplantı
Yahudiye`den gelen bazı kişiler Antakya`daki kardeşlere, “Siz Musa`nın töresi uyarınca sünnet olmadıkça kurtulamazsınız” diye öğretiyorlardı.
Pavlus`la
Barnaba bu adamlarla bir hayli çekişip tartıştılar. Sonunda Pavlus`la
Barnaba`nın, başka birkaç kardeşle birlikte Yeruşalim`e gidip bu sorunu
elçiler ve ihtiyarlarla* görüşmesi kararlaştırıldı.
Böylece
kilise* tarafından gönderilenler, öteki uluslardan* olanların Tanrı`ya
nasıl döndüğünü anlata anlata Fenike ve Samiriye bölgelerinden geçerek
bütün kardeşlere büyük sevinç verdiler.
Yeruşalim`e
geldiklerinde inanlılar topluluğu*, elçiler ve ihtiyarlarca iyi
karşılandılar. Tanrı`nın kendileri aracılığıyla yapmış olduğu her şeyi
anlattılar.
Ne var ki, Ferisi* mezhebinden bazı imanlılar kalkıp şöyle dediler: “Öteki uluslardan olanları sünnet etmek ve onlara Musa`nın Yasası`na uymalarını buyurmak gerekir.”
Elçilerle ihtiyarlar bu konuyu görüşmek için toplandılar.
Uzunca
bir tartışmadan sonra Petrus ayağa kalkıp onlara, “Kardeşler” dedi,
“Öteki uluslar Müjde`nin bildirisini benim ağzımdan duyup inansınlar
diye Tanrı`nın uzun zaman önce aranızdan beni seçtiğini biliyorsunuz.
İnsanın yüreğini bilen Tanrı, Kutsal Ruh`u tıpkı bize verdiği gibi onlara da vermekle, onları kabul ettiğini gösterdi.
Onlarla bizim aramızda hiçbir ayrım yapmadı, iman etmeleri üzerine yüreklerini arındırdı.
Öyleyse,
ne bizim ne de atalarımızın taşıyamadığı bir boyunduruğu öğrencilerin
boynuna geçirerek şimdi neden Tanrı`yı deniyorsunuz?
Bizler, Rab İsa`nın lütfuyla kurtulduğumuza inanıyoruz; onlar da öyle.”
Bunun
üzerine bütün topluluk sustu ve Barnaba`yla Pavlus`u dinlemeye başladı.
Barnaba`yla Pavlus, Tanrı`nın kendileri aracılığıyla öteki uluslar
arasında yaptığı harikalarla belirtileri tek tek anlattılar.
Onlar konuşmalarını bitirince Yakup söz aldı: “Kardeşler, beni dinleyin” dedi.
Simun, Tanrı`nın öteki uluslardan kendine ait olacak bir halk çıkarmak amacıyla onlara ilk kez nasıl yaklaştığını anlatmıştır.
Peygamberlerin
sözleri de bunu doğrulamaktadır. Yazılmış olduğu gibi: `Bundan sonra
ben geri dönüp, Davut`un yıkık konutunu yeniden kuracağım. Onun
yıkıntılarını yeniden kurup Onu tekrar ayağa kaldıracağım.
Öyle
ki, geriye kalan insanlar, Bana ait olan bütün uluslar Rab`bi
arasınlar. Bunları ta başlangıçtan bildiren Rab, İşte böyle diyor.`
Bu nedenle, kanımca öteki uluslardan Tanrı`ya dönenlere güçlük çıkarmamalıyız.
Ancak
putlara sunulup murdar* hale gelen etlerden, fuhuştan, boğularak
öldürülen hayvanların etinden ve kandan sakınmaları gerektiğini onlara
yazmalıyız.
Çünkü çok eski zamanlardan beri Musa`nın sözleri her kentte duyurulmakta, her Şabat Günü* havralarda okunmaktadır.”
Öteki Uluslardan Olan İmanlılara Mektup
Bunun
üzerine bütün inanlılar topluluğuyla* elçiler ve ihtiyarlar*, kendi
aralarından seçtikleri adamları Pavlus ve Barnaba`yla birlikte
Antakya`ya göndermeye karar verdiler. Kardeşlerin önde gelenlerinden
Barsabba denilen Yahuda ile Silas`ı seçtiler.
Onların
eliyle şu mektubu yolladılar: “Kardeşleriniz olan biz elçilerle
ihtiyarlardan, öteki uluslardan olup Antakya, Suriye ve Kilikya`da
bulunan siz kardeşlere selam!
Bizden
bazı kişilerin yanınıza geldiğini, sözleriyle sizi tedirgin edip
aklınızı karıştırdığını duyduk. Oysa onları biz göndermedik.
Bu
nedenle aramızdan seçtiğimiz bazı kişileri, sevgili kardeşlerimiz
Barnaba ve Pavlus`la birlikte size göndermeye oybirliğiyle karar verdik.
Bu ikisi, Rabbimiz İsa Mesih`in adı uğruna canlarını gözden çıkarmış kişilerdir.
Kararımız uyarınca size Yahuda ile Silas`ı gönderiyoruz. Onlar aynı şeyleri sözlü olarak da aktaracaklar.
Kutsal
Ruh ve bizler, gerekli olan şu kuralların dışında size herhangi bir şey
yüklememeyi uygun gördük: Putlara sunulan kurbanların etinden, kandan,
boğularak öldürülen hayvanların etinden ve fuhuştan sakınmalısınız.
Bunlardan kaçınırsanız, iyi edersiniz. Esen kalın.”
Adamlar böylece yola koyulup Antakya`ya gittiler. Topluluğu bir araya getirerek onlara mektubu verdiler.
İmanlılar, mektuptaki yüreklendirici sözleri okuyunca sevindiler.
***
Sünnet 'Allah Yaratışını Değiştirmek' Değil mi?
Erkek ve Kadın-Kız Sünnet’i,
“Allah’ın Yaratışını Değiştirmek” Değil mi?
Kuran:
(O şeytan) Ki Allah ona la'net etti
ve o da (Allah’a),
senin kullarından
belirli bir pay alacağım” dedi.
Onları mutlaka saptıracağım,
mutlaka onları boş kuruntulara sokacağım
ve onlara emredeceğim:
hayvanların kulaklarını yaracaklar;
Allah'ın yaratışını değiştirecekler !
Süleyman Ateş
Kurân, Nisâ sûresi, 4/118-119
Kuran’a
göre, Nisâ sûresinde, Şeytan, Allah’a karşı bir kez daha diklenmekte
ve açıkça yemin ederek, bir bölüm insanı Allah’a tapmaktan vazgeçirip
kendisine tapmaları için aldatacağını ilan etmektedir.
Bütün bu açık meydan okumalarına karşı, Allah'ın sadece “lanet”lemekte yetindiği Şeytan ise, bunlarla da yetinmiyor…
Büyük bir azgınlıkla, kendisine iman etmiş olanların, deve ve-ya davarların kulaklarını kesip, bunları, kendisine adak yapmalarını sağlayacağını da resmen Allah’ın yüzüne haykırıyor!
Dahası da var.
Bu bölümlerde Şeytan, hiçbir yanlış anlamaya fırsat bırakmayacak şekilde, kendisine iman edenlere, “Allah’ın yarattığını değiştirmelerini emredeceği”ni anlatmaktaydı.
Şeytan’ın
Allah’ı bir kez daha “susturup”, yapacaklarını pervasızca beyan etmesi
eylemi, Kuran’da o kadar açık ve canlı bir şekilde anlatılmaktadır ki,
bu cümleleri eğip-bükerek anlamsızlaştırma oyunu oynamak isteyen Kuran
tercümanları bile, bunu başaramıyorlar.
Kuran’ın bu bölümü farklı bir tercümeye göre, şöyle idi:
[[
Onlar, Allah'ı bırakırlar da, yalnız dişilere(dişi putlara) (dişi
Şeytanlara) taparlar. Böylece ancak inatçı Şeytana tapmış olurlar.
Allah o Şeytana lanet etti.
Ve o (Şeytan) da:
«Elbette senin kullarından belirli bir pay alacağım,
onları mutlaka saptıracağım,
onları boş kuruntulara sokacağım,
ve onlara emredeceğim de hayvanların (deve ve-ya davarların) kulaklarını yaracaklar;
onlara emredeceğim de Allah'ın yaratışını değiştirecekler» dedi.
[ (Kurân, Nisâ sûresi, 4/118-119) Elmalılı Tefsiri http://www.kuranmeali.org/kuran_meali.aspx?suresi=nisa&ayet=119)]
Bu
ve benzeri bölümlerindeki anlatım kalıplarına göre, Kuran’daki Allah
ile Şeytan, aslında birbirlerini tamamlayan ve birbirlerine karşıt olan
bir ikilem halinde bulunmaktadırlar. Bu tür bölümlerde, “düalite”nin iki
temsilcisinin karşılıklı çelişmeleri ve anlaşmaları ifade edilmektedir.
Buralarda,
Allah ile, Allah’ın eşdeğer karşıtı olan Şeytan’ın karşılıklı olarak
neleri nasıl yapacaklarına danışıp konuşarak karar vermeleri ritüelini
izleriz adeta.
Kuran’daki
bütün bu anlatım kalıpları, İslam dininin, eski toplumsal tarihin
hangi dönemine ait ilişki tarzlarının bir ifade ediş biçimi olduğuna
dair fikir vermektedir. Bunlar din araştırmaları bakımından çok önemli
kesitleri oluştururlar.
Kuran’ın bazı kısımlarında, Allah
nezdinde Şeytan’ın, Adem’in rakibi, Adem ile karşılıklı denge sağlama
unsuru, “ Adem’in düşman iki-z kardeşi” imiş gibi bir görüntüsü varsa
da, Kuran’ın geneli bakımından Şeytan’ımız, kendisini hiç bir şekilde
Adem’le muhatap kılmaz… Sorunlarını ve yapmak istediklerini, Nisâ
sûresinde olduğu gibi, Allah’a yekten ilan eder…
Kuran’daki
Şeytan’ın muhatabının doğrudan Allah olması, Kuran’sal yazının
temellerinin atıldığı sırada, ilgili toplumlarda, “ikili yapı” üzerinde
sentezleşen bir “tek tanrı” aşmasına henüz, tam olarak ulaşılamamış olunduğunu göstermektedir.
Kuran’daki genel yapı içinde Şeytan, Allah’ın doğrudan muhatabıdır; tamamlayıcısı ve eşdeğer rakibidir.
Kuran’da tanımlanan bu genel yapıya göre, “sağ” tarafta yer alan Cennet’likler, Allah’ın kullarıdır; bunun karşısında “sol” tarafta yer alan Cehennem’likler ise kesinlikle Şeytan’a kulluk edenler, Şeytan’a tapanlardır!
“Tanrı ve Şeytan”, “İyi ve Kötü”; “Helal ve Haram”
arasında henüz bir sentez Tanrı ve toplum oluşmamış olduğu için, bu
toplum birimlerin bu dönemdeki tanrıları, giderek tek vücutlu, fakat “iki yüzlü”, “dört gözlü”, “dört kulaklı” olmaya devam edeceklerdir. Gözün ve kulağın “dört açılması” deyimleri bu dönemlerin ürünü olmalıydı.
“İnsan topluluğu” ve “Cin-şeytan topluluğu” biçimindeki “ikili kast düzeni”ne
tamamen uyan Kuran’daki dinsel söylem, eski Mezopotamya topluluklarının
karşılıklı ittifak döneminin bir aşamasının hukuksal yansımasını da
vermektedir.
Yukarıda yer alan Kuran bölümünün en az 20 çeşit tercümesi bulunuyor; bunlardan bazılarını aşağıdaki dipnotlarda veriyoruz. (1)
Kuran’ın
bu suresinin tercümesinde, Şeytan’ın “İnsan toplumu”nun bir bölümünü
kendi tarafına alması ve onlara ritüel olarak, davar veya develerinin
kulaklarını (bunun sadece kan almak ve akıtmakla mı sınırlı olduğunu
ayrıca ele almalıyız..) kestirmesi - yardırması vb. söylemleri üzerinde,
şimdilik durmuyoruz. Bu noktalara ilerde dönmek gerekecektir.
Burada şu anda üzerinde özellikle durulması gereken en temel husus, "Şeytani" bir ritüel olan “kulak yarma-kesme” ediminin bile, Kuran tarafından, açık bir şekilde “Allah'ın yaratışını değiştirmek” olarak değerlendirilmiş olması ve “Allah’ın yaratışını değiştirme” işinin Şeytan’a ait sayılmasıdır.
İşte
tam da bu nokta, bütün İslam dünyasının ve onların ulema kesiminin,
erkek ve kadın sünneti bağıntısındaki “onulmaz çelişme”lerinden birini
ve “yumuşak karnını” ortaya koymaktadır.
Kaçılabilecek bir nokta kalmasın diye, onlara açıkça sorulması gereken soru şudur:
Erkeklerin
penisinden, kadınların vajinasından parçalar kesmek, “İslami iman
felsefesi”ne göre, Allah’ın yarattığı biçimin değiştirilmesi demek değil
midir? “Allah’ın yarattığı”nda “var olan”ın “fazla” bulunarak “azaltılması” değil midir?
Gerçekten de, kadın
ve erkek sünnet ritüelleri yoluyla insanın doğal yapısına el uzatılmış
olmakta ve insanın doğallığı değiştirilmekte ve bozulmaktadır. (2)
“Dövme-damga”
işlemini bile İslam’ın Allah’ına karşı “tövbe”lik bir edim olarak gören
İslami ulama, bu durumda hangi gerekçe ile “Şeytani edim”i
savunabilecektir?
Veya şöyle soralım:
İster
kadın ve erkek sünneti birlikte savunulsun; isterse, güya “kadın
sünneti”ne karşı çıkılıp “..ama, diğeri başka…” denilerek sadece
“erkek çocuk sünneti” Allah yasası olarak savunulsun, ikiyüzlü
gerekçeler dışında, burada tutarlı bir fikir yürütmüş olabilir mi? (3)
Biz bu konuda da ne Allah’ın, ne de Şeytan’ın yanındayız.
Biz sadece İslami kesimin kendi
mantık ve amentülerindeki çelişmeleri göstermek için bu tür cümleler
kurgulamak zorunda kalıyor ve onları bu temelde yeniden sorguluyoruz:
“ Ey İslami cemaat!
Allah’ın yarattığı biçimi değiştirmek” eğer Kuran'a göre, “Şeytani bir edim” ise, doğal haldeki insanların cinsel organlarını sünnet ederek, “Şeytan”ın yanında yer almış olmuyor musunuz?”
*-*-*-*-*-*-*
Açıklama Notları:
*1) İlgili surenin bazı farklı tercüme örnekleri aşağıdadır.
Diyanet Vakfı,Kuran, Nisâ sûresi, 4/118-119:
[[ Allah onu (şeytanı) lânetlemiş; o
da: «Yemin ederim ki, kullarından belli bir pay edineceğim» demiştir.
«Onları mutlaka saptıracağım, muhakkak onları boş kuruntulara boğacağım,
kesinlikle onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar (putlar için nişanlayacaklar), şüphesiz onlara emredeceğim de Allah'ın yarattığını değiştirecekler» (dedi). ]]
*-*-*-*-*-*
[[ Onlar Allah'ı bırakıp tanrıçalara taparlar ve:
“Elbette senin kullarından belli bir takımı alıp onları saptıracağım,
onlara kuruntu kurduracağım,
develerin kulaklarını yarmalarını emredeceğim,
Allah'ın yarattığını değiştirmelerini emredeceğim” diyen, Allah’ın lanet ettiği azgın şeytana taparlar. ]]
(Kurân, Nisâ sûresi, 4/118-119)
*-*-*-*-*
Süleyman Ateş ,Kurân, Nisâ sûresi, 4/118-119:
[[ … (O şeytan) Ki Allah ona la'net etti ve o da, “Elbette senin kullarından belirli bir pay alacağım” dedi.
Onları mutlaka saptıracağım, mutlaka onları boş kuruntulara sokacağım ve onlara emredeceğim: hayvanların kulaklarını yaracaklar; onlara emredeceğim: Allah'ın yaratışını değiştirecekler ! ]]
*-*-*-*-*-*
Kurân, Nisâ sûresi, 4/118-119
[[Allah onu (şeytanı) lânetlemiş; (buna karşılık) o da 'Yemin ederim ki,
kullarından belli bir pay edineceğim (veya onlardan kâm alacağım),
onları saptıracağım, onları birtakım temennilerle oyalayacağım. Onlara davarlarının kulaklarını yarmalarını emredeceğim de Allah'ın yaratışını değiştirecekler.' dedi. ]]
2) Diyanet Vakfı, ilgili Ayetlere ilişkin olarak şu açıklama veya “tefsir” de bulunmaktadır:
[[ Allah’ın yarattıklarını değiştirmek, canlıların tabii şekil ve özelliklerini değiştirmek demektir.
Hayvanların
gereksiz yere kulak ve kuyruklarını kesmek; kaşları, dişleri... süsleme
maksadıyla değiştirmek bu kabildendir ve yasaklanmıştır.
Tabiatın dengesini bozan davranış, kullanma ve teknoloji de aynı çerçeveye girmektedir.]]
Diyanet, kadın veya kız çocuğu sünneti bağıntısında değişik argümanlarla konuyu “yuvarlak” laflarla geçiştirmesin.
Sünnet bağıntısında şu sorularımıza açık yanıt verilmelidir:
“Erkek ve kız çocuk sünneti, İslam’ın Kuran’ında yazılanlara göre, “Allah’ın yarattığı canlıların tabii şekil ve özelliklerini değiştirmek” midir; değil midir?”
(3) Aslında “sünnet”e ilişkin bu yaklaşım, “organ adakları” yanıyla, eski toplumda çocuklar için söylenen, “Bütün çocuklar günahsız doğar” ve “Bütün çocuklar günahlı doğar” biçimindeki iki farklı ve zıt temel davranış çizgilerine dayanmaktadır.
Bu farklı iki temel yaklaşımı, “kusurlu varlık”, “kusursuz varlık”,
“piç çocuk” ve “kusursuz çocuk” gibi ayrımlarda da izlemeye çalışmıştık.
“Bütün çocukların, dolayısıyla
herkesin günahlı olarak doğduğu” fikrine ve inancına sahip olan
toplulukların, onları “günahlarından arındırma” edimleri olarak , “kefaret
adak” eylemlerine başvurmaları anlaşılabilir. El, ayak, göz, diş, dil,
kulak, burun, parmak ... gibi organların adanması, “kusurlu” doğdukları
inancına sahip toplum birimlerde yaygın olmalıydı. Mısır’da kişinin kendine ait organlarını adamasının çok yaygın bir ritüel olduğunu biliyoruz.
Buna karşılık, Homeros anlatımlarında
“kusursuzluk” vurgusu hayli fazla ve yüceltici bir kavram olarak
kullanılıyordu. Saçını, sakalını bile kestirmeyi, onlara makas
dokundurmayı reddeden dini yetkililerin bulunduğu toplumların gerisinde
“kusursuz”luk anlayışı ve “tanrı suretinde yaratılmış” olma anlayışı
bulunduğunu var sayabiliriz. Doğal olarak bu tür topluluklarda “Tanrının
yarattığı biçimi değiştirme” kategorik olarak reddediliyor olmalıydı.
İslami çerçevede “Allah’ın yaratışını değiştirme” uygulamasının kabul edilme sürecinin ayrıca incelenmesi gerekecektir.
***
Her bakımdan sorunlu bir ritüel...
...İslami çerçevesi sorunlu....
....Muhammed'in "sünneti"
sorunlu...
...cinsel haz konusu sorunlu....
Ama neredeyse İslam'ın şartı diye uygulanan bir ritüel!
Ama neredeyse İslam'ın şartı diye uygulanan bir ritüel!
Nil Gün'ün kitabını okuyan çiftler arasında çocuğunu sünnet
yaptırmaktan vazgeçenler çok... Sünnet kitabı Bernard Shaw'un,
"Gelenekler insanlara en acımasız şeyleri yaptırabilir" sözüyle
başlıyor. 250 sayfada sünnetin tarihi, sünnetle ilgili tıbbi makaleler,
modern tıbbın sünnete bakışı, sünnetle ilgili her soruya yanıt var.
Sakın kitabı okumadan "sünnetle ilgili kararım değişmez", "bunlar
saçmalık" demeyin
Foto: Süreyya DERNEK
Kitabı
yazarken işimin zor olduğunu biliyordum. Müslüman mahallesinde
salyangoz satmaya benziyordu yaptığım iş. Okuyucuların bu konudaki
fikirlerini değiştireceklerini umdum. Tarihte de hep öyle olmamış mıdır?
Gerçekleri dile getiren fikirler içinde bulunduğu toplumsal değerlere,
dine, geleneklere, adetlere aykırıysa bastırılmıştır. Sünnet de böyle...
Sünnetle ilgili fikrini değiştirenler çok. Karşı çıkanların çoğu kitabı
okumayanlar.
* İki oğlunuz da sünnetliymiş, kitabınızda anlatıyorsunuz. Şimdiki aklınız olsa yaptırmaz mıydınız sünnet?
* İki oğlunuz da sünnetliymiş, kitabınızda anlatıyorsunuz. Şimdiki aklınız olsa yaptırmaz mıydınız sünnet?
Asla
yaptırmazdım. Ben iki oğlumu da Amerika'da dünyaya getirdim. Benden ve
babalarından izin almaya gerek duyulmadan ikisi de doğumdan hemen sonra
sünnet edildiler. O dönemde bunu sorgulamadım. Sağlık açısından doğru
olduğunu sanıyordum.
* Yıllar sonra neden sünnet konusunda araştırma yapmaya karar verdiniz?
Sağlıklı
bir insanın bedeninin bir parçasının kesilmesi fikri beni rahatsız
ediyordu. Neden sağlıklı bir insanın bir parçası kesiliyor, diye düşünüp
araştırmaya başladım. Sağlık için bu işleme gerek var mıydı? Sünnet
olmak İslam'ın bir emri miydi? İslam'ın emriyse neden Yahudiler de
oluyordu? Dinleri ve gelenekleri bizlere hiç uymayan Amerika'da neden
sünnet yaygındı?
Peygamberimiz sünnetsiz
Peygamberimiz sünnetsiz
* Mısır'da kız çocuklarının sünnet edildiğini hatırlatıyorsunuz. Herkes kitabınızı okumadı. Burada da anlatır mısınız, sizce Mısır'da kızlara yapılan sünnetle, yaygın olarak yapılan erkek sünnetinin arasında fark yok mu?
Kadın
sünneti yapıldığı ülkelerde din ve sağlık gerekçeleriyle yapılıyor. İlk
önce şunu söyleyim, Türkiye'de dini inançları kuvvetli olmayan aileler
de çocuklarını adetler gereği sorgulamadan sünnet yaptırıyor. Kuran
sünnetten hiç bahsetmiyor. Peygamberimiz sünnetli değildir
* Nereden çıkmış sünnet?
Heredot'a
göre sünnet altı bin yıllık geçmişi olan dünyanın bilinen en eski
ameliyatı. Çok geçmişte İştar ve Kibele gibi tanrıçaların döneminde,
erkeklerin penisleri ana tanrıçaya kesilip sunuluyordu. Anaerkil toplum
düzeninin olduğu dönemden bahsediyorum. Daha sonraları bu yöntem klanı
tamamen ortadan kaldıracağı için penisin tümünün kesilmesinden
vazgeçildi. İbrahim. MÖ 1913 yılında Yahudiler'e sünneti zorunlu kıldı. O
dönemde zaten Hititler sünneti uyguluyordu.
* Neden Müslüman toplumların dışında da sünnet yapılıyor?
* Neden Müslüman toplumların dışında da sünnet yapılıyor?
ABD'de
erkekler niye sünnet oluyor o zaman? Sünnet 1870'li yıllarda Amerika'da
seks fobili doktorların mastürbasyonu tedavi etmek için ortaya attığı
bir uygulamadır. Sünnet cinselliği baskılama yolu olarak önerilmiştir.
Dünyada sünneti öneren tek bir uluslararası sağlık örgütü yoktur.
Amerika'da ticari bir durum var. Amerika'da doktorlar sünnet başına 200
dolar alıyor. Amerika'da doktorlar tahminen 200 milyon doların üzerinde
parayı her yıl gerçekleştirilen bir buçuk milyona yakın sünnet
operasyonundan alıyorlar. Sünnet derisi ayrıca kozmetik firmaları
tarafından kullanılıyor.
* Sünnet derisinin bir pazarı mı var?
* Sünnet derisinin bir pazarı mı var?
Amerika'da
var. Sünnet derileri kozmetik firmalarına gidiyor. 1980'li yıllardan
beri özel hastaneler kesilmiş sünnet derilerini biyo-araştırma
laboratuarlarına ve ilaç şirketlerine satıyor. Advanced Tissue Sciences
of San Diego, Organogenesis ve BioSurface Technology adlı şirketler
sünnet derilerinin satışlarından kâr elde ediyor.
Sünnet derisi ticareti
Sünnet derisi ticareti
* Nerede kullanılıyor bunlar?
Penis
üst derisi bir çeşit nefes alabilen bandaj üretiminde kullanılıyor.
Ayrıca Dermegraft-TC gibi ürünler bebek sünnet derilerinin hücreleri
çoğaltılarak yapılıyor. Bu ürün yanık bölgelerde geçici yapay deri
olarak kullanılıyor. Dermegraft-TC'nin 0.93 metrekaresi 3000 dolara
satılıyor. Gelişmiş ülkelerde sünnet derisi ürünleri ile yapılan yanık
tedavisi yılda bir iki milyar dolar kazanç, diyabetik ülser, deri ülseri
tedavisi on milyar dolar kazanç demek 1994 yılında bir grup şirket
Amerika'da bir milyon dolarlık sünnet derisi kültürü satın aldı.
* Ya Türkiye'de durum ne? Türkiye'deki sünnet derileri ne oluyor?
* Ya Türkiye'de durum ne? Türkiye'deki sünnet derileri ne oluyor?
Bunu
bilemiyorum. Erkek nüfusunun tamamının sünnet edildiği bir ülkeye el
atmış olabilirler. Türkiye'de de sünnet endüstrisi çok büyük. Sünnet
düğünlerini bir düşünün. Kıyafetler, kiralanan salonlar, çiçekler,
davetiyeler, hediyeler..
Sünnet cinsel hazzı azaltıyor
Sünnet cinsel hazzı azaltıyor
* Sünnet cinsel hazzı azaltıyor mu?
Üst deri cinsel hazzı artırır. Sünnetle birlikte erkeğin cinsel hazzı yüzde 51 ile yüzde 80 arasında azalıyor. Kadınların cinsel hazzını da azaltıyor.
* Bunları neye bağlı olarak söylüyorsunuz?
Tıbbi makalelere. Sünnet için yığınla sağlık
mazereti bulunur ama geçerli bir tıbbi kanıt yoktur. Üst derinin bir işlevinin olmadığı söylenir, bu yanlış bir bilgi. Üst derinin hem koruyucu işlevi var hem de duyarlılık artırıcı özelliği var.
* Sünneti doktorlar yapıyor artık. Doktorların bugüne kadar bu konuda sesinin çıkmaması garip değil mi?
mazereti bulunur ama geçerli bir tıbbi kanıt yoktur. Üst derinin bir işlevinin olmadığı söylenir, bu yanlış bir bilgi. Üst derinin hem koruyucu işlevi var hem de duyarlılık artırıcı özelliği var.
* Sünneti doktorlar yapıyor artık. Doktorların bugüne kadar bu konuda sesinin çıkmaması garip değil mi?
Uzmanlık
alanı var mı bu konuyla ilgili? Hayır yok. Çocuk cerrahları özel olarak
sünnetle ilgili eğitim alıyor mu? Almıyor. Türkiye'de hem
sünnetçilerden hem de doktorların yaptığı hatalardan dolayı sorun
yaşayan çok erkek var.
***
Diyanet'e Ahiret Değil , Sünnet Soruları...
Kadın ve erkek sünneti, eski toplumda erkek ve kadının "cinsel organları" üzerinden onları kısırlaştırma (dinsel) eyleminin zamanla sembolik hal almış biçimleridir.
“Fallus Kültü” bağıntısında, erkeğin cinsel organının kesilip bütün halde adanması ve-ya tapınaklara adanmış kutsal fahişe olan kadınların (bazı kategorilerinin), muhtemelen, “doğurganlık”larının yok edilip “kısır kılınması”
yerine geçirilen bu sembolik “kesme” ve “kan akıtma” edimleri,
"kirvelik" ve "taraflara evlenme yasakları getirme" özellikleriyle,
toplumsal fonksiyonu olan kurumlardı ve ortaya çıktıkları dönem
bakımından, kuşkusuz, eski özelliklere göre, ileri adımları temsil
ediyor olmalıydılar.
Fakat
günümüzde, erkek çocuk ve kız çocuk sünnetleri, tamamen çağdışı kalmış
davranış ve anlayışlardır. Bu ritüelleri, artık insanlık suçu olarak
ilan edilip hukuken yasaklanması yolunda çalışmak bir ödevdir.
Bireyler,
yetişkin hale geldiklerinde, kendi vücutları hakkında, özgür karar alma
ve uygulama hakkını ( bunlarda oldukça görecelidir üstelik..)
uygulayabilirler.
Diyanet Başkanlığı, kız çocuk ve-ya kadın sünnetini, “orta Afrika halklarına” veya “Kuzey Irak’taki bazı Kürt aşiretlerine” havale ederek İslam dininin ve İslam'ın Allah'ının sorumluluğunu ortadan kaldırmaya çabalamaktadır.
***
Bu
konudaki olguları ters yüz etmek hesabıyla ve tamamen özenle seçilmiş
kelimelerle örülmüş yanıtında Diyanet, kadın-kız sünnetini kast ederek,
şöyle demektedir:
“Türkiye kanunlarında ve İslam kurallarında böyle bir uygulama yoktur. İslamiyet’ten önceki ilkel kabilelerde bu uygulama görülmektedir.
Kadınların
sünnet edilmesi geleneği, Milat'tan önce 1600'lı yıllarda uygulanıyor
olduğu, arkeolojik kazılarda bulunan duvar resimlerindeki tasvirlerden
anlaşılmaktadır. Mısır'da yapılan arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılan
kadın mumyalarının sünnetli oldukları görülmüştür.
Günümüzde ise çoklukla Orta Afrika halkları arasında yaygın olarak görülmektedir.
Kadınların sünnet edilmesiyle ilgili Hz. Muhammed'den, ne bir tavsiye ne bir uygulama nakledilmiştir.
***
Kız çocuk ve kadın sünneti "İslam öncesi geleneklere"
dayanıyor da; erkek çocuk ve yetişkin erkek sünneti, sünnet olup
olmadığı tartışmalı Muhammed'in İslam'ının "sonrası"na mı dayanıyor ?
Erkek sünneti geleneğinin, İslam'a, İslam'dan 1500 yıl kadar önceki İbrahim'in geleneklerinden devir alındığı söylenmiyor mu?
Muhammed'in
kadın sünnetiyle ilgili tavsiyesi ve uygulaması "nakledilmemiş" de,
erkek sünnetiyle ilgili olanlar "nakil" edilmiş midir?
Kadın sünnetine Mısır'da Milattan Önce 1600 yıllarında rastlanması, bu ritüelin "İslam öncesi ilkel kabilelerde görülen uygulama" olduğunu ispatlıyor ise, aynı değerlendirmeler erkek sünneti için neden yapılmıyor?
Eski Mısır'da, kadın sünneti sahneleri var da, erkek sünnet sahneleri yok mu?
Erkek sünneti geleneğinin de "İslamiyet öncesi cahilliye geleneği olduğu" neden ileri sürülmüyor?
Diyanet
gibi bir kurumdan, onun "iman merkezi" olmasına da bakılarak
"dürüstlük", "hakka niyetlik" beklenir ama, görüldüğü kadarıyla bu kurum
"gerçek olmayan" bilgi üretmekte hayli pişkindir ve laf cambazlığının
kurtarıcılığına sığınmaktadır.
Papa'ya teolojik ve felsefi yanıt verme hazırlığı içinde olduklarını ilan edeli yıllar olan Bardakoğlu ekibi, bu tür aldatıcı beyanlarda bulunma konusunda, seleflerine epeyi fark atmış durumdalar!
Bu
yüzden Bardakoğlu ekibi yoluyla tüm Diyanet'e diyoruz ki, Türkiye'nin
laik ikliminde kolaylıkla küçümsenip, eleştirilebilir olan kadın ve kız
çocuk sünnetini değişik argüman ve “yuvarlak” laflarla geçiştirmek
sizi aklayamaz!
Şunlara yanıt vermek zorundasınız!
Kadın ve kız çocuk sünneti ile erkek ve erkek çocuk sünneti temelde aynı yaklaşım ve uygulamaların eseri değil mi?
Kadın ve Kız çocuk sünnetini uygulayan ülkeler, erkek ve erkek çocuk sünneti yapmıyorlar mı?
Boş lafları bırakın!
Erkek ve Kız-kadın Sünnet’i, sizin İman'ınıza göre,
“Allah’ın Yaratışını Değiştirmek” Değil mi?
“Erkek ve kadın ile kız ve erkek çocuk sünneti, İslam’ın Kuran’ında yazılanlara göre, “Allah’ın yarattığı canlıların tabii şekil ve özelliklerini değiştirmek” midir; değil midir?”
***
Erkek Sünnet Hikayeleri...
Kim sünnetli, kim sünnetsiz?
15 Temmuz 2007 Pazar
Ertuğrul ÖZKÖK
MİLATTAN
Önce 2000 yılında, Terah adlı bir lider, başında bulunduğu kabilesini,
Fırat Nehri’nin kuzeyine geçirip bugünkü Türkiye topraklarına soktu.
Terah, Asurluların zulmüne uğrayan bir Yahudi kabilesinin lideriydi.
Yanında oğlu İbrahim ve gelini Sara ile torunu vardı.
Kabile, Harran Ovası’na yerleşti.
Terah bir süre sonra öldü ve yerine oğlu İbrahim geçti.
İşte o günlerde ilginç bir olay meydana geldi.
İbrahim bir gece, Tanrı Yehova’yı gördü.
İbrahim’in, "Yehova"yı görmesiyle tek tanrılı dinlerin ilki olan Yahudilik doğdu.
Tanrı Yehova o gece İbrahim’e bir emir verdi, bir de vaatte bulundu.
Verdiği tek emir şuydu:
"Seçilmiş halkın bütün erkekleri, doğumlarının sekizinci gününde sünnet olacaktır."
Vaat ettiği şey ise onlara ait bir topraktı.
İbrahim o günden itibaren Hazreti İbrahim olacaktı.
Peki Hazreti İbrahim neden, erkeğin bir organının kesilmesi gibi bir geleneği başlatmıştı?
Cevabı basitti.
Çünkü başında bulunduğu insanları "seçilmiş bir halk" olarak görüyordu ve onları bir şekilde öteki insanlardan ayırmak gerekiyordu.
"Sünnet" böyle doğdu.
* * *
Yahudiler 400 yıl boyunca, Hazreti İbrahim’in koyduğu kurallarla yaşadılar. Ancak Milattan Önce 1600 yılında, o bölgelerde kuraklık ve açlık başlayınca Mısır’a göç etmek zorunda kaldılar.
Bu göç sırasında başlarında Hazreti Yusuf vardı.
İlk dönemlerinde Mısır Firavunları onlara çok iyi davrandılar.
Sonra ne olduysa, Yahudiler birden köle muamelesi görmeye başladılar.
Hatta yeni doğan bütün erkek Yahudi çocuklarının öldürülmesi emredildi.
O günlerde Levi isimli bir Yahudi, aynı kabileden bir kızla evlendi ve bir erkek çocukları oldu.
Çocuğun adı Musa’ydı.
Çocuklarını üç ay boyunca sakladılar, ancak tehlike büyüyünce annesi, Musa’yı bir sepete koyarak Nil Nehri’ne bıraktı.
Firavun’un kız kardeşlerinden biri çocuğu buldu ve ona baktı.
İşte bu çocuk büyüyünce, Yahudilerin en büyük peygamberi olan Hazreti Musa oldu.
Tahmin ediyorum, benim aklıma gelen soru sizin de aklınıza gelmiştir.
Dini gereği "sünnetli" olan bir Yahudi çocuğu, nasıl olup da tanınmamış ve kurtulmuştu?
Yahudilerin bütün erkek çocukları öldürülürken, o nasıl korunmuştu?
Bu sorunun cevabı, tek tanrılı bütün dinlerin açıklanması güç gerçeklerinde yatıyor.
Hazreti Musa kurtuldu, çünkü sünnetsizdi. Sünnetsiz olduğu için büyük bir ihtimalle Mısırlı çocuk sanılmıştı.
Yani onu "seçilmiş halkının" en büyük peygamberi haline getirecek olan şansı, dininin ilk emrini yerine getirmemiş olmasıydı.
* * *
Tek tanrılı dinlerin "sünnet" hikáyeleri bundan ibaret değil elbet.
Hıristiyan áleminin en büyük peygamberi Hazreti İsa’dır.
Ama Hıristiyanlığı din haline getiren kişi "Aziz Paul"dur.
Aziz Paul’un, İsa’nın ölümünden sonra bütün Hıristiyan álemini bir araya toplamak için verdiği ilk emirlerden biri neydi?
"Sünnet olmamak..."
Çünkü, kurduğu dinin halkını, ancak bu yolla Yahudilerden ayırabileceğini düşünüyordu.
Ama şu ilahi kadere bakın ki, Hıristiyan dininin en büyük peygamberi Hazreti İsa sünnetliydi.
Çünkü Yahudi bir ailenin çocuğu olarak doğmuş, Yahudi bir insan olarak çarmıha gerilmişti.
Sünnetli Yahudilerin peygamberi sünnetsiz, sünnetsiz Hıristiyanların peygamberi ise sünnetliydi.
* * *
Bu bilgileri, geçen hafta "Yahudiler, Tanrı ve Tarih" isimli bir kitapta okudum.
Kitabı kapattıktan sonra bazı sorular aklıma takıldı.
Erkek çocukların "sünnet" olması ádeti Müslümanlığa nasıl girdi?
Ve ikinci soru?
Hazreti Muhammed sünnetli miydi?
Bu soruyu da bilen birine sordum.
Cevabı şu oldu:
"Hazreti Muhammed’in sünnetli doğduğuna inanılır."
(*) Max I. Diamont: "Jews, God and History", New American Library,
Terah, Asurluların zulmüne uğrayan bir Yahudi kabilesinin lideriydi.
Yanında oğlu İbrahim ve gelini Sara ile torunu vardı.
Kabile, Harran Ovası’na yerleşti.
Terah bir süre sonra öldü ve yerine oğlu İbrahim geçti.
İşte o günlerde ilginç bir olay meydana geldi.
İbrahim bir gece, Tanrı Yehova’yı gördü.
İbrahim’in, "Yehova"yı görmesiyle tek tanrılı dinlerin ilki olan Yahudilik doğdu.
Tanrı Yehova o gece İbrahim’e bir emir verdi, bir de vaatte bulundu.
Verdiği tek emir şuydu:
"Seçilmiş halkın bütün erkekleri, doğumlarının sekizinci gününde sünnet olacaktır."
Vaat ettiği şey ise onlara ait bir topraktı.
İbrahim o günden itibaren Hazreti İbrahim olacaktı.
Peki Hazreti İbrahim neden, erkeğin bir organının kesilmesi gibi bir geleneği başlatmıştı?
Cevabı basitti.
Çünkü başında bulunduğu insanları "seçilmiş bir halk" olarak görüyordu ve onları bir şekilde öteki insanlardan ayırmak gerekiyordu.
"Sünnet" böyle doğdu.
* * *
Yahudiler 400 yıl boyunca, Hazreti İbrahim’in koyduğu kurallarla yaşadılar. Ancak Milattan Önce 1600 yılında, o bölgelerde kuraklık ve açlık başlayınca Mısır’a göç etmek zorunda kaldılar.
Bu göç sırasında başlarında Hazreti Yusuf vardı.
İlk dönemlerinde Mısır Firavunları onlara çok iyi davrandılar.
Sonra ne olduysa, Yahudiler birden köle muamelesi görmeye başladılar.
Hatta yeni doğan bütün erkek Yahudi çocuklarının öldürülmesi emredildi.
O günlerde Levi isimli bir Yahudi, aynı kabileden bir kızla evlendi ve bir erkek çocukları oldu.
Çocuğun adı Musa’ydı.
Çocuklarını üç ay boyunca sakladılar, ancak tehlike büyüyünce annesi, Musa’yı bir sepete koyarak Nil Nehri’ne bıraktı.
Firavun’un kız kardeşlerinden biri çocuğu buldu ve ona baktı.
İşte bu çocuk büyüyünce, Yahudilerin en büyük peygamberi olan Hazreti Musa oldu.
Tahmin ediyorum, benim aklıma gelen soru sizin de aklınıza gelmiştir.
Dini gereği "sünnetli" olan bir Yahudi çocuğu, nasıl olup da tanınmamış ve kurtulmuştu?
Yahudilerin bütün erkek çocukları öldürülürken, o nasıl korunmuştu?
Bu sorunun cevabı, tek tanrılı bütün dinlerin açıklanması güç gerçeklerinde yatıyor.
Hazreti Musa kurtuldu, çünkü sünnetsizdi. Sünnetsiz olduğu için büyük bir ihtimalle Mısırlı çocuk sanılmıştı.
Yani onu "seçilmiş halkının" en büyük peygamberi haline getirecek olan şansı, dininin ilk emrini yerine getirmemiş olmasıydı.
* * *
Tek tanrılı dinlerin "sünnet" hikáyeleri bundan ibaret değil elbet.
Hıristiyan áleminin en büyük peygamberi Hazreti İsa’dır.
Ama Hıristiyanlığı din haline getiren kişi "Aziz Paul"dur.
Aziz Paul’un, İsa’nın ölümünden sonra bütün Hıristiyan álemini bir araya toplamak için verdiği ilk emirlerden biri neydi?
"Sünnet olmamak..."
Çünkü, kurduğu dinin halkını, ancak bu yolla Yahudilerden ayırabileceğini düşünüyordu.
Ama şu ilahi kadere bakın ki, Hıristiyan dininin en büyük peygamberi Hazreti İsa sünnetliydi.
Çünkü Yahudi bir ailenin çocuğu olarak doğmuş, Yahudi bir insan olarak çarmıha gerilmişti.
Sünnetli Yahudilerin peygamberi sünnetsiz, sünnetsiz Hıristiyanların peygamberi ise sünnetliydi.
* * *
Bu bilgileri, geçen hafta "Yahudiler, Tanrı ve Tarih" isimli bir kitapta okudum.
Kitabı kapattıktan sonra bazı sorular aklıma takıldı.
Erkek çocukların "sünnet" olması ádeti Müslümanlığa nasıl girdi?
Ve ikinci soru?
Hazreti Muhammed sünnetli miydi?
Bu soruyu da bilen birine sordum.
Cevabı şu oldu:
"Hazreti Muhammed’in sünnetli doğduğuna inanılır."
(*) Max I. Diamont: "Jews, God and History", New American Library,
***
Sünnet sadece İslâm'da mı var?
Süleyman Ateş
Sünnet olmayı Hz. Muhammed getirmiş değildir. Sünnet olma, Araplara Hz. İbrahim dininden kalma bir uygulamadır
Soru: ……….
İkinci sorum ise sünnet denilen operasyonla ilgili. Hz Ali, Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve diğer ashab sünnet olmuşlar mıydı? (Süreyya Kuyucu)
Cevap: …….
Evet Ali de, Ebubekir de, Ömer de, Ebucehil de, Ebusüfyan da hep sünnetliydiler. Sünnet olmayı Hz. Muhammed getirmiş değildir. Sünnet olma, Araplara Hz. İbrahim dininden kalma bir uygulamadır. Araplar sünnet olurlardı. Hele Kureyş içinde sünnet olmayan biri yoktu. Peygamber'in kendisi de sünnet olmuştur, sahabileri de... İslam olduktan sonra değil, İslam olmadan önce, çocukluklarında sünnet olmuşlardı. Çünkü sünnet onların köklü dini geleneklerindendi.
Ama 40-50 yaşından sonra Müslüman olan bir kişiyi ille de sünnet ettirmek şartı yoktur. Kur'ân'ın hiçbir yerinde böyle bir emir mevcut değildir. Allah insanın kalıbına değil, gönlüne baktığını, dinin gönüldeki takva olduğunu vurgulamıştır. Artık sünnet asırlardan beri İslâm'ın bir simgesi haline gelmiştir. Bu konuda tüm İslam âleminde bir icma (konsensüs) oluşmuştur.
Sünnet olmadan Müslüman olunmaz diye bir hüküm yoktur. Yahudiler de sünnetlidir. Hz. İsa da sünnetliydi. Hıristiyanlığın başında sünnet, dini gereklerdenken Pavlos, sünnet operasyonunun, Anadolu'da ve Avrupa'da müşriklerin zorlandıklarını, bu operasyonun Hıristiyanlığın yayılması önünde büyük engel oluşturduğunu görünce sünnetin gerekliliğini kaldırmış, bu yüzden Barnaba ile arası açılmıştı. Sünnet zorunluluğunun kaldırılmasıyla Hıristiyanlık Avrupa'da yayılmaya başlamıştır.
***
Soru: ……….
İkinci sorum ise sünnet denilen operasyonla ilgili. Hz Ali, Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve diğer ashab sünnet olmuşlar mıydı? (Süreyya Kuyucu)
Cevap: …….
Evet Ali de, Ebubekir de, Ömer de, Ebucehil de, Ebusüfyan da hep sünnetliydiler. Sünnet olmayı Hz. Muhammed getirmiş değildir. Sünnet olma, Araplara Hz. İbrahim dininden kalma bir uygulamadır. Araplar sünnet olurlardı. Hele Kureyş içinde sünnet olmayan biri yoktu. Peygamber'in kendisi de sünnet olmuştur, sahabileri de... İslam olduktan sonra değil, İslam olmadan önce, çocukluklarında sünnet olmuşlardı. Çünkü sünnet onların köklü dini geleneklerindendi.
Ama 40-50 yaşından sonra Müslüman olan bir kişiyi ille de sünnet ettirmek şartı yoktur. Kur'ân'ın hiçbir yerinde böyle bir emir mevcut değildir. Allah insanın kalıbına değil, gönlüne baktığını, dinin gönüldeki takva olduğunu vurgulamıştır. Artık sünnet asırlardan beri İslâm'ın bir simgesi haline gelmiştir. Bu konuda tüm İslam âleminde bir icma (konsensüs) oluşmuştur.
Sünnet olmadan Müslüman olunmaz diye bir hüküm yoktur. Yahudiler de sünnetlidir. Hz. İsa da sünnetliydi. Hıristiyanlığın başında sünnet, dini gereklerdenken Pavlos, sünnet operasyonunun, Anadolu'da ve Avrupa'da müşriklerin zorlandıklarını, bu operasyonun Hıristiyanlığın yayılması önünde büyük engel oluşturduğunu görünce sünnetin gerekliliğini kaldırmış, bu yüzden Barnaba ile arası açılmıştı. Sünnet zorunluluğunun kaldırılmasıyla Hıristiyanlık Avrupa'da yayılmaya başlamıştır.
***
Sünnetin dindeki yeri
Süleyman Ateş
Birkaç okurum, İslâm'da sünnet operasyonunun yerini soruyor.
Biri diyor ki: Sayın Hocam, sünnetin dinimizdeki tam olarak yeri nedir? Mütevatir olarak günümüze kadar gelmiş Peygamberimizin uygulaması mıdır yoksa zamanla geleneksel olarak yerleşip kalıplaşmış ve kimse cesaret edemediği için yadsınamamış bir hurafe midir? Saygılar.
Bahadır Çolak da "26 Haziran tarihli Vatan Gazetesi'nde (Pazar Vatan eki) sünnetin ticari amaçlı olduğu, peygamberimizin sünnetsiz olduğu ve Kur'ân'da böyle bir hüküm olmadığı söyleniyor. (Sünnet adlı kitap) Bunlar ne kadar doğru, biz mi yanlış biliyoruz, yoksa bunu bize söyleyenler mi? Aydınlatırsanız sevinirim" diyor.
Büşra Delen de "Kur'ân'da sünnet operasyonu geçer mi?" diye soruyor.
Cevap: Bu yazılanlar tamamen yanlıştır. Sünnet, Hz. İbrahim dininin gereklerindendi. Şifahi olarak atadan gelen İbrahim geleneklerine bağlı olan Araplar, özellikle Kureyş Arapları, sünnet geleneğini sürdürürlerdi. Yahudilerde de sünnet dinin gereklerindendi. Hz. Muhammed de, bütün kabilesi de, hattâ Peygamber'in düşmanı olan Ebucehil de, bütün Kureyş kabilesi mensupları da sünnetli idiler.
Biri diyor ki: Sayın Hocam, sünnetin dinimizdeki tam olarak yeri nedir? Mütevatir olarak günümüze kadar gelmiş Peygamberimizin uygulaması mıdır yoksa zamanla geleneksel olarak yerleşip kalıplaşmış ve kimse cesaret edemediği için yadsınamamış bir hurafe midir? Saygılar.
Bahadır Çolak da "26 Haziran tarihli Vatan Gazetesi'nde (Pazar Vatan eki) sünnetin ticari amaçlı olduğu, peygamberimizin sünnetsiz olduğu ve Kur'ân'da böyle bir hüküm olmadığı söyleniyor. (Sünnet adlı kitap) Bunlar ne kadar doğru, biz mi yanlış biliyoruz, yoksa bunu bize söyleyenler mi? Aydınlatırsanız sevinirim" diyor.
Büşra Delen de "Kur'ân'da sünnet operasyonu geçer mi?" diye soruyor.
Cevap: Bu yazılanlar tamamen yanlıştır. Sünnet, Hz. İbrahim dininin gereklerindendi. Şifahi olarak atadan gelen İbrahim geleneklerine bağlı olan Araplar, özellikle Kureyş Arapları, sünnet geleneğini sürdürürlerdi. Yahudilerde de sünnet dinin gereklerindendi. Hz. Muhammed de, bütün kabilesi de, hattâ Peygamber'in düşmanı olan Ebucehil de, bütün Kureyş kabilesi mensupları da sünnetli idiler.
Sünnet
Arabistan'da egemen dinlerde köklü bir gelenek idi. Başlangıçta
Hıristiyanlarda da vardı. Çünkü aslında bir Yahudi olan Hz. İsa Yahudi
toplumunda yetişmişti ve kendisi Kitabı kaldırmak üzere değil, uygulamak
üzere geldiğini söylüyordu. İsa da tüm Yahudi toplumu bireyleri gibi
sünnetli idi.
Ama
Kur'ân'da sünnet olma emri yoktur. Zaten böyle bir emir olsaydı a
sünnet denmez farz denilirdi. Yani sünnet olmak, Müslümanlığın
şartlarından değildir fakat bu gelenek artık Müslümanlığın ayırıcı
vasıflarından olmuştur. Sünnetsiz olan birinin Müslüman olmadığına
hükmedilir. Elbette bu, insanların yargısıdır. Yoksa sünnet olmadığı
halde İslâm'ın diğer hükümlerini uygulayan veya kabul etmiş olan kimse
Müslümandır.
Hıristiyanlıkta
sünneti Pavlos kaldırmıştır. Hz. İsa'nın hayatında onu öldürmekle
görevlendirilmiş olan, onun ortadan kaybolmasından sonra onun tarafından
Hıristiyanlığı yaymakla görevlendirildiğini söyleyen Pavlos, önce
İsa'nın havarilerinden Barnaba ile Antakya'ya gitmiş, sünnetin müşrik
kabileler arasında Hıristiyanlığın yayılmasını önlediğini görünce gerek
olmadığını söylemiş, bu yüzden Barnaba ile yolları ayrılmıştır.
Kur'ân'da
sünnet operasyonu geçmez. Çünkü adı üstünde, bu operasyon Allah'ın emri
değil, sünnettir. Hattâ bu Peygamberimizin sünneti de değil, Hz.
İbrahim'den kalan bir sünnettir.
Araplarda sünnet temel geleneklerden olduğu gibi Yahudilerde de öyle idi. Onun için sünnet sadece Hz. Peygamber'in yaptığı bir şey değildi. İçinde yaşadığı toplumun bireyleri sünnetli idiler. Ama sünnet dinin şartlarından değildir. Kur'ân'ı kabul edip uygulayan, namazını kılıp orucunu tutan kimse, sünnet olmasa da Müslümandır ama sadece bir sünneti yerine getirmemiş olur.
Araplarda sünnet temel geleneklerden olduğu gibi Yahudilerde de öyle idi. Onun için sünnet sadece Hz. Peygamber'in yaptığı bir şey değildi. İçinde yaşadığı toplumun bireyleri sünnetli idiler. Ama sünnet dinin şartlarından değildir. Kur'ân'ı kabul edip uygulayan, namazını kılıp orucunu tutan kimse, sünnet olmasa da Müslümandır ama sadece bir sünneti yerine getirmemiş olur.
http://video.google.com/videoplay?docid=8212662920114237112&q=foreskin#
http://video.mynet.com/kuafr29/Canli-Canli-Sunnet/161655/
http://www.izlesene.com/video/afrikada-sunnet/16361
http://video.ekolay.net/etiket/sunnet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder