22 Eylül 2013 Pazar

Hayvan Ve Bitki Totemlerin Kaynağı...

Mezopotamya'da Totem Hayvanlardan, Hayvan Tanrı-ça-lara!

Günümüzden 12 000-13 000 yıl öncesine ulaşması mümkün Göbekli Tepe hayvan kabartmaları, Mezopotamya'da, "Hayvan Totem" tapınmasına çoktan başlanılmış olduğunun kanıtlarını veriyor.

Çanak-çömleksiz neolitik dönemde, henüz "bitki-tahıl-meyve totem" aşamasında değiliz. Dolayısıyla, temelleri bu sıralarda atılmış olması gereken "burçlar"da bile, "tahıl" konusu sadece "başak" olarak daha sonradan eklenmişe benziyor.

Akado-Sammaru dönemlerinde karşımıza çıkan tanrıların önemli bölümünün, kesinlikle Göbekli Tepe kabartmalarında zaten Totem Hayvan olarak var olanlar arasından şekillendiği belgeli olarak görülüyor.

Bazı hayvanların yenilme yasak veya gerekleri, hayvanların kendi özelliklerinden değil, eski toplumda oynadıkları totem rolünden ötürüdür.

Eğer, Ceylan, bir toplum birimin totemi ise, iç yamyamlık yasaklandığı sırada veya diğer bir totemli toplum birim "Ceylan" ile ittifak kurarak, "Ceylan-İnsan"ı yemeyi yasakladığı için; "Ceylan-İnsan" yeme yasağı, giderek, Ceylan-hayvan eti yeme yasağı; Ceylan'a dokunma yasağı; "Ceylan yiyelim" deme yasağı olarak uygulamaya konulmuş ve günümüze gelmiş olmalıdır.

Çünkü eski toplum, kendisini "koyun"la eşitleyerek "koyun-insan"; sığır ile eşitleyerek "sığır-insan" haline dönüştürüyordu.Bu durumdan yararlanan Abraham da, oğlu yerine bir koç-oğlak kurban ederek, oğlu ile eşitlediği hayvan üzerinden oğlunun canını kurtarabilmiş oluyordu.

Yezidilikte sadece Ceylan değil; Marul yemek; kabak yemek de yasaktır. Bu nedenle, hayvan totem ve bitki totem yeme yasağının temel mantığını, hayvanın veya bitkinin kendi doğal özelliklerinde aramak son derece hatalıdır.

Domuz veya Tavşan yeme yasağını, "tarımcı topluma verdiği zararlar" gibi gülünç gerekçelere bağlayanların olduğu günümüzde, bunları yinelemek zorundayız. Ayrıca domuz veya tavşan, Göbekli Tepe kabartmalarında yer aldıkları sırada, ilgili toplumlar henüz "tarım toplumu" değildiler.



                                                                    ***

Bugün ‘burç’ haliyle, az çok genelleşmiş hayvan-bitki sembolleri, eski farklı toplum birimlerin bir bölümünün tanımlayıcı totemleri idi. Kuşkusuz o sırada, bu ittifak düzeni içinde yer almayan başka totemlere ait topluluklar da var olmalıydı.

                                                                                  http://toplumvetarih.blogcu.com/.../1586080

 


Akado-Sammaru Tanrı-ça-ları... 
Genel olarak hayvan totemlerle eşitlenmişler...
Zaman içinde, farklı hayvan totemlerle ifade edilen topluluklar sentez oluşturunca, onların hayvan tanrıları da sentez oluşturuyor ve hibrid hayvan sembolleri oluşuyor...

 

                                                  ***
 Hayvan-Bitki Totemlerden Burçlara...

Günümüzde "Yıldız falı" denilen, ve fakat "Zodiak" yani "Hayvana ilişkin" burçlara uzanan çizginin temellerini, eski toplumun yamyamlıktan kurtulma çağlarında aramalıyız...

Farklı toplulukların farklı “12 ay” sembolleri bulunuyordu.

Bize ulaşan biçim, bunlardan sadece bir varyanttır...Günümüzde bile, burçlarda değişik toplulukların değişik hayvan sembolleri yer almaya devam eder…

Çünkü, bu 12 ay esasına göre ittifak kurmuş toplulukların karşılıklı kurban sunum, evlilik ve barış düzenlerinin anlatımından başka bir şey olarak şekillenmemişti...

http://toplumvetarih.blogcu.com/.../5240169



                       Göbekli Tepe'nin 12 000 Yıllık Hayvan Totemleri...
 
 

              Göbekli Tepe'nin 12 000 Yıllık Hayvan Totemlerinden Domuz...
Uydurma "tarıma zarar veriyordu" türü fikir kırıntılarına, yanındaki onlarca farklı                                      hayvan totemle birlikte tavır alıyor!

                                                       ***
Dilaver Koman’ın " Tanrıça Domuz" başlıklı "teorik" dediği yazısında

"ne oldu da ..... domuz düşman ilan edildi" diye soruyor...

"Dilaver Koman"ı, bu alanda "teori oluşturmaya" zorlayanın ne olduğunu bilmiyoruz.

Yine de yazmadan önce biraz araştırma yapıp düşünmesinde fayda var.

Domuzun, "dokunulması", "adının bile anılması" vb. yasaklanmış ise, bu olay basitçe, "düşman ilan edildi" diye  tanımlanamaz.

Burada "düşman ilan etme"den daha farklı motifler-gerekçeler bulunduğu açıktır.

Hem de "tarım alanlarına zarar verme" uyduruk gerekçesi ile "düşman ilan edildi" ise eski toplumun onu "görüldüğü yerde imha" kararı alması "düz mantık gereği" değil midir?

Oysa Musa Yasaklarında farklı bir terminoloji görürüz:

"Domuz çatal ve yarık tırnaklıdır, ama geviş getirmez. Sizin için kirli sayılır.

Bu hayvanların etini yemeyecek, leşine dokunmayacaksınız, sizin için kirlidir."

Burada kullanılan kavram "düşman" değil "kirli" kavramıdır ve bütün mantık, "kirli"den uzak durma fikri odağında kuruludur.

İç yamyamlığın yasaklanma döneminde, bizzat Domuz totemi insanlarının kendi totemlerine ( ve kendi insan-Domuzlarına) "dokunma" ve "yeme" yasağına oturan bu uygulamalardaki mantık da aynı yaklaşımı yansıtır.

Genel olarak Totem Hayvanlar ve Totem Bitkiler, başlangıçta bu totemleri kutsal gören, onlara tapan topluluk tarafından kendilerine yasak kılınmıştır.

Bunun da asıl gerekçesi, kendi aidi insanların (yetişkin ve çocuk) kendileri tarafından yenilmesini yasaklamaktır.

Bu bakımdan yasaklanmış totemlerde "düşman" algısı bulunmaz; dokunmama, uzak durma, uzak kaçma vurguları bulunur!

 

"İlk doğan sıpanın bedelini bir kuzuyla ödeyin. Bedelini ödemeyecekseniz, sıpanın boynunu kıracaksınız. Bütün ilk doğan oğullarınızın bedelini ödemelisiniz. “Kimse huzuruma eli boş çıkmasın."
Mısır'dan Çıkış 34:20




***


1970'lerin Yeşilçam filmlerinin repliklerinde yer alan...

"Kuzum..."lu Rum dadıların jargonu da, İsa'nın Kuzu'luğuyla, daha doğrusu, eski toplumun Koyun-Koç-Kuzu totem düzenlemesiyle 
ilgilidir.
 





                     Dinlerde Bitki-Tahıl-Meyve Totem Kalıntıları...

Dini yazımlarda, fasulye, mercimek, marul, lahana, soğan, ceviz, badem, üzüm, nar, ceylan, horoz, tavşan, kuzu, koyun, keçi gibi hayvan / bitki varlıklara; bunların yenilme ‘yasak’ veya gerekliliğine rastlamak, ilk bakışta ‘garip’ gelebilir.

Eski toplumun yapısı, özellikleri; insan kurbandan hayvan / bitki totem sunularına geçiş süreci sosyal temelleriyle tanınmadığı zaman, "iman" konusu dinler ile, bu tür hayvan ve bitkilerin, yasak veya özellikle gereken şeyler olması arasındaki ilişki pek anlaşılamaz. Nitekim günümüze değin de dinleri, toplumun sosyal varlığı ve örgütlenmesi dışında ele alma tarzından ötürü, bu konular bilimsel yanlarıyla anlaşılıp açıklanamamıştır.

Gerçekten de dini kurallar arasında, diyelim ki, ‘marul ye-me-me’ veya ‘özellikle marul yeme’ gibi bir ‘garip’ yanlar bulunmaktadır. Örneğin Marul, Yezidiler için büsbütün yasak bir sebze iken, görüyoruz ki Rum / Ermeni kiliselerinin bazı özel günlerinde Marul bilhassa yenilmesi gereken bir sebze olarak yer alıyor.

Bu tür yiyeceklere biraz daha yakından baktığımızda, ‘mercimek’ bile, orada ‘yeşil’ veya ‘kırmızı mercimek’ haliyle ayrışmaya başlar...

Soğan’ın özellikle ‘mor’ olanı tanrısal olarak kutsal veya yasak olur... "Kürt Soğan'ın cücüğünü sever"... Balık haftanın bazı günleri yasaklanır, fakat bazı günler özellikle balık yemek gerekir. Hatta Balık'ın türleri bile bu "yasak" veya "gerek"in konusu olur... Karmaşık bir görünüm…

Bununla birlikte, bu konuyu, eski toplumun insan kurban / yeme törenlerinden kurtulma süreci içinde, her farklı toplum birimin, şu veya bu nedenle seçtiği totem hayvan ve bitki / ürün ile bağ içinde ele aldığımızda, kutsal veya haram hayvan / bitki’lerin doğrudan doğruya kurban edilen insan (toplulukları) yerine geçmiş olduğunu görürüz: Orada aslında yasaklanan bitki olarak marul veya fasulye değildi kuşkusuz... Ya da özellikle yenilmesi öğütlenen ‘mercimek’, başlangıçta , tahıl olarak mercimek değildi elbette.

Bu tür yiyecek türlerinin, Akado Sammaru kayıtlarında, tanrılar tarafından özel törenlerle yaratıldıklarını biliyoruz. Örneğin Enki tam 8 çeşit ‘bitki / sebze’ yaratmıştı. Bu, 8 ayrı topluluğun 8 ayrı bitki / sebzeye ayrıştırılması olarak anlaşıldığında ‘marul’ topluluğun bunlardan birisi olduğu ortaya çıkar. "Marul saçlı" olmak üzerine yazılı eski ilahi parçalarını hem Akado-Sammaru , hem de Eski Ahit şarkılarında biliyoruz.

Yasak yiyeceklerin, ister hayvan, ister bitki olsun, gerisindeki neden, iç yamyamlığın yasaklanmasıdır. Bu nedenle Yezidiler, hiç bir zaman Marul yemezler. Buna karşılık, komşu toplum birim, özellikle belirli günlerde, mutlaka ‘Marul’ yer, yemelidir. Bu marul’un, marul ismiyle anılmaya başlanmış bir topluluğu, onun insanlarını, çocuklarını ifade ettiğini, daha önceki çalışmalarımızda ortaya koymaya çalışmıştık.

Metinlerde, ‘saçları Marul (gibi) sevgili’den bahsedildiğinde, anlamalıyız ki, burada söz konusu olan ‘Marul’ topluluğunun bir kadın tanımıydı.

Hayvan / Bitki totemlerin cinsiyet ayrımını da ifade etmesi, bir kadının ‘tavuk’/piliçle; ’güvercin’le , ‘fıstık’la vb. ifade edilmesinin de yolunu açmış olmalı.

Eğer ‘mercimeğin fırına verilmesi’nden kadın ve erkek arasındaki bir cinsel bağlantı anlaşılıyor ise, bunun nedeni, eski toplumun yeni yıl, bahar ve güz şenliklerinde, karşılıklı cinsel ilişkileri serbest kılan, bunu pekiştiren törenler yapıyor olmasındandı. Doğal olarak, bu törenler cinsellik yanında, yiyecek /içecek ortaklığı özelliği de taşırlar.

Akado sammaru ilahilerinde ‘yer’ ve ‘gök’ bile ‘fırınlarda ekmek pişirildikten sonra’, ‘pişirilen ekmek kutsal alanlarda yendikten sonra’ gerçekleşiyordu. Tabi buradaki ‘Gök’,bilinen gökyüzü değil, Semavi dinlere sahip toplulukların ataları, “Sema tapımcısı topluluklar” idi.

Tavşan, Domuz, Deve, Balık veya Ceylan’ın yasaklanmasında, onların farklı toplum birimlerin totemi olması dışında hiç bir ortak özellik yoktur ve yiyecek olarak yasaklanmayı gerektiren her hangi bir sorun da bulunmaz. Burada sadece Domuz totemli toplum kendi iç yamyamlığını; Balık, tavşan, ceylan toplum birimleri de kendi iç yamyamlıklarını yasaklamışlar demektir.

Bu totemlerin bir bölümü, günümüze değin burçlar üzerinden bize ulaşmıştır. Ama sözünü ettiğimiz bitki / hayvan totem düzenlenişinin, günümüzden 6–7 bin yıl önce gerçekleştiğini gösteren bulgu ve anlatımlar olduğu için, geçen bu sürede, bunların bazılarının ortadan kalkmış olması gayet normaldir. Üstelik 12 Burç hayvan / bitki sembolünün, sadece, aralarında böyle bir birlik ortaya koymuş topluluklar yoluyla bize ulaşmış olduklarını da hesaba katmamız gerekiyor.
 
                                                               
                                                                           ***
 Ermeni Cemaatinin bayramı: Hampartsum: 
(2002 yılında 9 Mayıs' da, 2001' de 24 Mayıs'da kutlandı)
Hz. İsa'nın Göğe Yükseliş'i kutlanır. Baharın da karşılandığı gündür. Özenle hazırlanan sofralardan "marul" eksik edilmez.
 


Yezidilikte şunlar yasaklanmıştır: 

"Marul, çünkü adı, peygamberlerimiz Hasiye'nin benzeri.

Börülce yemeyiz, koyu mavi renk giymeyiz ve Yunus nebiye hürmetimizden de balık yemeyiz. 

Geyik etini de yemeyiz; çünkü geyik peygamberlerimizden birinin koyunu idi. 

Dini önderlerden Şeyh ve talebesi Melek Tavus'a hürmeten horoz eti yemezler. Onun sureti horozdur. 

Şeyh ve talebesi kabak yemezler. 

Ayakta işemek, oturarak elbise giymek, tuvalette konuşmak ve umumi hamamlarda yıkanmak haramdır. Şeytan kelimesini ve buna benzeyen “kaytan”, “şad”, “şer”, “melun”, “lanet” ve “nal” gibi benzer kelimeleri telaffuz etmemiz yasaktır." **

“Bize khass (marul) haram kılınmıştır, çünkü kadın peygamberimiz olan Khassa'nın adını anımsatmaktadır.

Kuru fasulye de haramdır.

Koyu mavi boya kullanmamız yasaktır; Yunus peygambere saygısızlık etmiş olmamak için, balık yememiz haramdır.

Ceylanları da yemeyiniz, çünkü onlar peygamberlerimizden birinin sürüsü olmuşlardır. 

Ayrıca, Şeyh ve müritleri, tavus kuşuna saygısızlık etmemek için horoz da yemeyiniz; çünkü tavus kuşu, daha önce sözü edilen yedi tanrıdan biridir ve biçimi horozu andırır.

Yine, Şeyh ve müritleri sayın, helvacı kabağı yemekten sakınınız. 

Bundan başka, ayakta işemek, ya da oturmuş haldeyken giyinmek, ya da Müslümanların yaptığı gibi helâda taharetlenmek, ya da onların banyolarında gusül etmek, bize yasaklanmıştır.”

http://toplumvetarih.blogcu.com/2529558/



Kökenleri Akado-Sammaru toplumlarına dayanan bitki- hayvan totem kalıntıları olarak, dinlerde “sebze-meyve” ve “hayvani” yiyecek ayrışmasının anlamları üzerine...

Eski toplumun ‘birliği’nin onların ‘ikiliğine’, ayrıştırılmasına bağlı olduğundan bahsetmiştik.

Orada, özellikle komşu topluluklarda, birisi için ‘yasak’ olanın, ötekinde ‘gerek’ olması; birisi için ‘helal’ olanın, öteki için mutlaka ‘haram’ olması biçimindeki “zıtlık”, bu ilişki tarzına dayanır.

Burada ‘helal’ veya ‘haram’ yiyecek-içecek’in veya davranışların, zamanla dönüşmüş-değişmiş görüntüleri üzerinden gidilerek bir ‘açıklama’ geliştirilmesi, ‘mantık’ aranması pek mümkün ve gerekli değil... Başarılı da olamayız zaten.

Domuz veya Tavşan’da diyelim ki, bulunabilen bir takım 'gerekçe'lerin, Balık, Ceylan veya Deve’de, Öküz veya İnek’te pek işe yaramayacağı açıktır.

Bizler eski toplumun yasaklarında dikkatimizi daha çok ‘hayvan’ totemler üzerine yoğunlaştırmış durumdayız. Fakat görüyoruz ki Zeytin, Hurma, Mercimek, Fasulye, Buğday, Arpa gibi ‘ürün’ler de, eski toplumda, özellikle eski Assur topluluğu ve çevresinde, son derece önemli “totem bitki-yiyecek”leri oluşturmuştur. Bunlar içinde özellikle Marul, etkisi günümüzde de devam edecek bir şekilde, önemli olmuş görünüyor.

Eski toplumun ‘hayvan-bitki totem’leri, başlangıçtaki insan-çocuk kurban sunumlarından kurtulmak isteyen topluluklar için çok olumlu bir kurtarıcı olmuş görünüyorlar. Bu nedenle de topluluklar, kendilerini, genellikle ellerinde daha çok olan, doğal olarak üretilen bir dizi bitki / hayvan ile kolaylıkla “yer değiştirme” olanağı bulabilmişlerdir.

Eğer eski toplum, Öküz, İnek, Dana, Koyun, Kuzu, Domuz, Balık’a tapmışlarsa, tanrılarını kendilerini kurtarıcı gördükleri bu tür hayvanlardan seçmişlerse, bunun nedeninin cahillik olmadığını anlarız. ‘Cahillik’ tezi, totem varlıkların eski toplumda oynadıkları rolün bilinemeyişine bağlı olarak formüle edilmiş bir aydın özrüdür.

Hayvan Totem’ler kadar Bitki Totem’lerin de bu denli ayrıştırılmasını, Akado Sammaru kayıtlarında, ‘Çiftçi Dummuzi’ ve “Kır”, “Kırın ürünleri” motifleriyle de tanıyoruz. Orada, “Tahıllar yaratıldı…’ denildiği zaman, anlıyoruz ki anlatıcılarımız, değişik “tahıl ürünleri” (Tahılsal-Bitkisel Totemler) ile temsil edilen topluluklarla, tam bu dönemde, bir ittifak kurmuş oluyorlardı.

Toplulukların, dolayısıyla insanların “hayvan ve bitkiler” ile eşitlenmesi, diyelim ki bir kurban hayvanının cinsiyeti, yaşı vb. bağıntısında önem taşır. Bir bayramda mutlaka “Kuzu” veya “Oğlak” sunu gerekli ise anlarız ki bu topluluğun erken döneminde, söz konusu olan bir “çocuk kurbanı” idi ve bu toplulukların erken dönem totem hayvanları Koyun / Koç ve Teke / Keçi toplulukları olmalıydı ki bunları zaten hem burçlar, hem Hıristiyan mezhep yazınlarından tanıyoruz.

İsa’ya özellikle ‘Kuzu İsa’ diyen dinsel Hıristiyan mezhep, anlaşılıyor ki, Koyun/Koç ön topluluk geleneklerine bağlıdır. Fakat İsa, İncillerde sadece ‘Kuzu’ olarak nitelenmez. Onun ‘buğday başağı’ ile ‘asma üzümü’ ile vb. bağlarının kurulduğu İncil bölümleri de vardır.

Şeytan’ın ayartmasıyla “Adem ve Havva”, “Yaşam Ağacı ürününden” yediklerinde “çıplak” yerlerini, herhangi bir şeyle değil, özellikle “İncir” yaprağıyla örtmüşlerdi. Zaten görüyoruz ki Ortodoksların kendi aralarında ve onlarla Katolikler arasındaki bu jargon farkları, ayinle ilgili araçlarına da doğal olarak yansımaktadır.

Burada dikkat edilmesinde yarar olan bir hususta, diyelim ki ‘Marul’ yemeyi, kendine haram addeden Yezidiliğin bir kolunun, ister istemez, topraklarına bu sebzeyi ekmiyor olmaya başlayacağı gerçeğidir. Ermeni cemaatinin, İsa’nın ‘Göğe yükselişi’ sırasında mutlaka yemek istedikleri Marul, herhalde Yezidilerin temsilci tanrıları idi. Zaten, onlar da Marul’un “bir peygamberlerinin adı” olduğunu söylüyorlar.

Bu tür dinleri yeterince tanımıyoruz. Gizliliğe çok önem veriyorlar. Tam da bu ‘gizlilik’ hususu, bu tür uygulamaların eski dinlerde, eski toplumun yaşam kuralları oluşu ile çok yakından ilgilidir. Herhangi bir din gizli ise, anlıyoruz ki orada, “gizli kurban ritüelleri” bulunmakta; eski insan yeme-yamyamlık törenlerinden duyduğu utanç, onları giderek sarmakta ve sonuçta uygulanamaz bir din olarak, kendilerini sürdüremeyip dağılmaktadırlar.

Uygulama alanlarından olabildiğince soyutlamış, olabildiğince sembolizmi gerçekleştirmiş, soyutlanmış anlatımlara gerileyebilmiş olanlar ise, açık propaganda yapabilen dinler haliyle gelişmelere az-çok uyum sağlayabilmişlerdir.

Antropoloji, bu tür hususları, derinlemesine ortaya koyduğu ölçüde, az sayıda bir kaç kitabın sayfa arasına hapsolmuş bilim olmaktan çıkabilir ve bize, içinde yaşadığımız her toplumun davranış türlerini, kültür kaynaklarını, oldukça sağlam izler üzerinden takip etme olanağı verebilen, dönüştürücü bir bilim haline gelebilir.

                                   
 

                                       Böyle Ateizme, Öyle Teori!

 Dilaver Koman’ın " Tanrıça Domuz" başlıklı "teorik" dediği yazısından özet:

[[ Evcilleştirilmiş domuz kalıntılarına Filistin, Suriye Irak ve Anadolu’nun Neolitik Dönem köylerinden neredeyse koyun ve keçinin kalıntıları kadar erken tarihlerde rastlanılmaktadır. Demek ki o tarihlerde domuz da sofralarda temel bir tüketim nesnesi olarak yer almaktaydı. Peki, ne oldu da bundan vazgeçildi ve domuz düşman ilan edildi.

Domuzun diğer evcil hayvanlardan farklı bir özelliği onun kolayca vazgeçilebilmesinin de nedeni olmuştur. Domuzdan süt sağılamaz,
domuz binek hayvanı olamaz;
öteki hayvanları güdemez,
saban süremez ya da yük taşıyamaz,
avcılık yapamazlar;
ancak eti için beslenebilirler.
Ayrıca tarım alanlarına zarar verirler ve su ihtiyaçları fazladır; sulak alanlara ihtiyaç duyarlar.

Tarlalarını korumakla görevli olan ilk tarımcı atalarımız o halde bir tercih ile karşı karşıya kalmış olmalıydılar. Ya tarımın verimiyle ürünlerini arttıracaklardı ya da bu ürünlerin bir kısmını domuzlarla paylaşacaklardı. Domuzun tarlalara verdiği zarar onun faydacı tarafından ağır bastı ve domuz etinden vazgeçildi.

İşte bir taraftan ataerkinin anaerki üzerine hakimiyet sağlama mücadelesi içinde domuzun tabu ilan edilmesi, diğer taraftan domuzun tarıma bir zarar verici rakip olarak belirlenmesiyle etrafı çöllerle çevrili ilk tarım toplumlarında domuzun mekruh ilan edilmesinin maddi temelleri ortaya çıkmış oldu. Ve böylece diğer toplumlarda hala besi değeri olduğu için beslenen domuz bu ilk Neolitiğin beşiği olan coğrafyamızda haram bir hayvan haline geldi.

Bu tercih bir kere yapıldıktan sonra iş toplumun tümünü yönlendiren kutsal metinlere bunu yerleştirmekten geçmekteydi. Böylece domuzun Allah tarafından lanetlenen bir hayvan olduğu metinlere yerleştirildi. Nesiller boyunca da bunun bir ilahi emir olduğu, sorgulanmaması gerektiği telkin edildi. Ancak semavi din inanırları her nedense Allah’ın, domuzu farklı bir coğrafyada yeşeren Hıristiyanlara yasaklamadığının muhasebesini yapmayı bugüne kadar akıl edemedi.]]]
                                                          ***
                                                           http://www.odatv.com/n.php...
 
Dilaver Koman'ın "Tanrıça Domuz"u!

"D. Koman" , “Tanrıça Domuz”un, neden yasaklanmış olduğuna dair bir takım “gerekçeler” üretmiş. Onları sıralamış. Böylece de konuya açıklık getirmiş olduğunu düşünüyor olmalı.

Çok yanılıyor.
Tikel örnek etrafında dolaşıp “teori” örme ve bazı gerekçelerle konuya “açıklamalar” getirme, çok kere karşılaşılan bir husus.

Ne kadar doğru bir metot olduğu ise "Dilaver Koman"ın yazısıyla bir kez daha görülüyor.

“Domuz yasağını”, bu hayvanın, ilgili topluluğunun tarım alanlarına zarar vermesine bağlayan Dilaver Koman’ın, bu tür bir gerekçelendirmesi, metot olarak doğru olmadığı gibi, eski toplumun mantığına da, modern toplumun mantığına da, takla attırmaktadır.

Eski toplum, kendi varlığına, ürünlerine, vb. zarar veren canlıların hepsine karşı, bütün varlığı boyunca karşı durmuştur.

Dilaver Koman’ın, diyelim ki köy hayatı varsa, gazetelerin üçüncü sayfasını izliyorsa, şimdi bile, köylerde yaban domuzuna, ayıya, kurda, tavşana, tilkiye karşı, akla gelebilecek her yolla, onları öldürme, tuzak kurma gibi yöntemler kullanıldığını bilmesi gerekirdi.
Bırakalım zararlı hayvanlara “yeme”, “dokunma”, hatta “adını bile anmama” türünden “yasak”lar getirmeyi ; galiba Avusturalya’da oldukça fazla üremiş ve zararları onarılamaz hale gelen tavşan ve kanguru öldürmek adeta kampanya olarak yürütülüyor.

Kaldı ki, Dilaver Koman, bu “gerekçesi”nin işe yarar tek bir yanı bile olmadığını, “Domuz” yasağının çok sonraları gelmesiyle de açıklamış olmaktadır. Gerçekten de, giderek artan bir şekilde, Mezopotamya toplumlarında domuz yasağına İÖ. 3000/2500 yıllarından sonra rastlıyoruz.

Domuz tapınımını özellikle bulduğumuz alanların, üstelik asıl tarımsal alanlar olması, mesela Harran; mesela şimdiki Kuzey Irak Kürt bölgeleri, yani eski Assur tarım alanlarının bir kısmı, domuz’un (evcil veya yabani) tanrı-ça olarak tapınım alanlarıydı da.

Göbekli Tepe kaya kabartmaları, yabani - evcil erkek domuzun, o dönemde, Akrep, Yılan, Koç/koyun, Aslan,Turna, Tilki, Leylek / balıkçıl, Eşek, Boğa… gibi hayvanlarla birlikte, hatta onlardan daha da çok tapılmakta olduğunu ortaya koyuyor.

((“Domuz” kavramı ile Hititler içindeki ön Hıristiyan toplulukların bir bölümünün kullandığı “İnsanlık” kavramının “eşitlenmesi” değerde ele alınması hakkında yazmıştım…. Benzer şekilde “Köpek” kavramı da, etimolojik olarak Hammurabi döneminde “İnsan-lık” anlamında kullan “Awelum”, “Kalbum” doğrultusunda ilerlemişti…))

Derhal fark ediyoruz ki, Göbekli Tepe’nin buradaki hayvanlarının çok önemli bir bölümü, bizim şimdiki modern toplumumuzun “burçları”,”yıldızları”dır!
İnsanların hem “karakterini", "kaderini" belirlemekte ve hem de kimin-kimle evlenmesinin “uyumlu” veya “uyumsuz” olacağına “açıklık” getirmektedir!

Hakikaten de, ”totem-tabu” hayvan veya bitki, bütün eski toplumlarda, kişi veya toplum birim’in evlilik dizgesinin de anahtar sorunu olmuştur. Freud’un Totem ve Tabusu bile okunmuş olsa, bunun bilinmesi lazımdı.

Diyelim ki, “karga”, ancak üç farklı başka totemden kadınlardan birisi ile evlenirse “uyum” olabiliyordu. Yani, totem hayvan ve bitki, kişinin veya topluluğun evlilik düzenini de belirliyordu. Tıpkı şimdi, X aşiretinden bir erkeğin, ancak Y aşiretinden bir kızla evlenmesinin “hayır” getirebileceği yönündeki inançta olduğu gibi…

Totem hayvan veya totem bitki (mesela İnana-İştar, “göğün yabani ineği” olduğu kadar, “hurma salkımın hanımı”dır da; “üzüm salkımının hanımı”… veya Müslümanların babalarının kız kardeşlerinin, yani hallarının “hurma” vb. olması….Mercimek…vb…), eski toplumda, o topluluğun, insan kurban edimini bırakmaları ve karşılıklı kurban vermek yerine, karşılıklı bitki ve hayvan kurban mübadelesi sağlamak üzere ortaya çıkmıştır.

Çok doğal olarak, Lübnan, Sedir ağaçlarıyla öne çıkmış ise, elindeki en önemli zenginlikle kendini eşitlemesi kadar doğal bir şey olmazdı. Lübnan sedirleri motifine, en eski yazılı Akado-Sammaru tabletlerinden itibaren rastlıyoruz.

Mardin ve havalisi, elbette pirinciyle, tahıl ürünleriyle, narı ve üzümleriyle öne çıkacaktı ki bunların tamamı, günümüzde bile bütün dinsel ritlerin aracı, temeli olmaya devam ediyor. Süryani kilisesi, hala üzüm salkımı kutsama ayini yapıyor; Rum Ortodoksları, Yahudiler “Nar”la ilgili ayin yapıyor; Pirinç okuma hala yapılıyor; Aşure, “başak” totemi hala dinsel olarak kullanılıyor.

Bu totemler, ilgili topluluklarda evlilik düzeninde de en sağlam referanslar olarak kullanılmış olmalıydı. Ki, bu nedenle “Antep Fıstığı”, kadın için de çok rahatlıkla “fıstık” olarak kullanılmaktadır. Güvercin, “Emmim kızı taze feriktir-piliçtir”.. bölgedeki bu eski Horoz / tavuk / civciv / piliç yapısının neticesidir.

Aşağıda yer alan, Yahudiliğin “Koşer yiyecekler” ve “mekruh yiyecekler” listesi, Dilaver Koman mantığı ile en küçük bir bağdaşma taşıyorsa, baştan sona öz eleştiri yapmaya hazırım.
Benzer örnek bir davranışı, Dilaver Koman’dan bekleme hakkımız da bulunuyor.

Deve’yi haram, Çekirge’yi helal kılan Yahudilik dışında, Yezidilikte Marul, Börülce, Ceylan, Fasulye yeme yasaklarıyla karşılaşmaktayız.

Köpeğe dokunma yasağı; eşeğin ilk sıpasının boynunu kırarak öldürme kuralı; aleviler arasında dağ keçisine, tavşana dokunmama; sakız ağacına, sedir ağacına vb. tapınma gibi bütün eylemler, tek bir çizgide yer alırlar.

İşte görev bu çizginin, eski toplumun bu ortak mantığının temellerinin ne olduğunu bulup çıkarmak ve her bir tikel örneği yerine oturtmaktır.

Tikel örneklere uyduruk gerekçelerden elbise biçmek değil!

O zaman tekrar soruyoruz:
Mezopotamya toplumlarının tarihte ve bugünkü uygulamalarında:

Musevilik ve İslam’ın domuz yasağının,
Aleviliğin Tavşan yasağının ,
Yezidiliğin Köpek yasağının ,
Horoz yasağının, Ceylan yasağının, Balık yasağının;
Fasulye, Börülce, Marul yasağının;
“Hamursuz bayramı”nda, tahıl yasağının…
Ortak mantıksal temeli var mıdır?
Var ise nedir?
 




***
                                

Tavşan Totem Yasağı!
Alevilikte devam edegelen Tavşan yasağı için bir dizi gerekçe sunulabilir. Muhtemelen hepimizin bildiği gibi "kulakları eşek",- "aybaşı oluyor" falan gibi bir dizi gerekçe uydurulmuş olabilir.

Hatta Dilaver Koman'ın domuzla ilgili "gerekçe"sinde ortaya koyduğu gibi "tarlalara, meyvelere, sebzelere zarar veriyor" diye "akla uygun bir gerekçe" üretme denemelerinde bile bulunabiliriz.

Fakat, Mezopotamya toplumlarında;

a/ Hayvan kurban, yasak ve tapınımı ile
b/ Bitki-meyve-sebze sunum, yasak ve tapınımı

bulunduğunu çok açık örneklerle ortaya koymuş ve konumuzun sadece "hayvan totem" olmadığını yeniden bilinçlere çıkarmış durumdayız.

Böyle olunca "domuz" veya "tavşan"ın zararları bir gerekçe olarak kullanılır ise, Fasulye, Marul, Mercimek yeme yasağı veya özellikle yeme gereğini nereye oturtacağız ?

"Dilaver Koman", eğer gerçekten bu alanlarda yararlı çalışmalar yapmak isteğine sahipse, "Turan Dursun Sitesi"ni bir takım hatalı hedeflerin aracı olarak kullanılmasına yol açmaktan sakınmak istiyorsa, o zaman, sadece bir tek "domuz" etrafında dolanarak olguları "teorisi"ne uydurma çabalarından uzak durur.

Domuz gibi Tavşan, Eşek, Balık, Ceylan, Keçi, Kuzu, Boğa, Midye gibi varlıklarla ilgili yasak veya tapınım nedenlerini, Mezopotamya topluluklarının genel "totem hayvan"larında aramaya yönelmeliyiz. Ama Totemlerin sadece "hayvan" olmadığını bilerek...

Nar'ın, Fasulye'nin, Börülce ve Mercimeğin, Zeytin ve Hurma'nın, Elma ve Palmiyenin, Defne ve Mor soğan'ın, Pirinç ve Tuz'un da, günümüzde bile sürmekte olan yeme yasağı veya özellikle yeme uygulamasının ardında, doğrudan doğruya "hayvan" ve "bitki" isimlerine ayrıştırılmış topluluklar bulunuyordu.

"Kuzu İsa" dediğimiz zaman Koyun, Kuzu, Koç adını almış bir toplum birimi karşısında bulunuyoruz demektir. Çünkü eski topluluklar, kendi insanlarını kurban etmekten vazgeçmenin yolunu, kendilerini "hayvan" ve-ya "bitki" ile eşitlemekte bulmuşlardı.

Eğer bir topluluk "Domuz" yemeyi yasaklamış ise, buradan çıkarılacak en birinci sonuç, kendisini domuzla eşitlemiş bir topluluğun, domuz'la eşitlenmiş bu topluluğa yönelik iç yamyamlığı ve dış yamyamlığı yasaklamış olduğudur.

Günümüzden 10 bin yıl önceki Göbekli Tepe kaya kabartmalarında en fazla çizilmiş hayvan desenlerinin başında "Erkek Domuz" ve genel olarak domuz bulunmaktaydı. Dolayısıyla Musevilik üzerinden bize ulaşmış bu yasağın, "tarım"ın hiç olmadığı dönemlere ait olarak ne kadar eski ve köklü bir geçmişe sahip olduğu anlaşılmaktadır.

Benzer biçimde Göbekli Tepe kabartmalarında Tavşan deseninin de bulunması ve Musacı Yahudi dininde "Tavşan yeme yasağı"nın bulunması, "tavşan tabusu"nun Orta Asya Türkleriyle gelmiş olabileceği savını geçersiz kılmaktadır.

Musacı yasak listesinde şöyle deniliyordu:

1) RAB Musa'yla Harun'a şöyle dedi:

2) "İsrail halkına deyin ki, 'Karada yaşayan hayvanlardan şunların etini yiyebilirsiniz:

3) Çatal ve yarık tırnaklı, geviş getiren hayvanların tümü.

....

5) Kaya tavşanı geviş getirir, ama çatal tırnaklı değildir. Sizin için kirli sayılır.

6) Tavşan geviş getirir, ama çatal tırnaklı değildir. Sizin için kirli sayılır.
...

Burada neden ötürü, çok özel bir şekilde, "tavşan" ve "kaya tavşanı" ayrımının yapılmış olduğunu tam olarak bilemiyoruz. Musa'nın Tanrısı, bu emirleri verirken, "Tavşan yasak" dese bu da yetebilir miydi?!

Daha önce de uzun uzun bahsettiğimiz gibi, Tanrılar, hayvan kurbanların türünü söylemekle bile yetinmezler. Onların yaşını, rengini de sıkı sıkıya tembihlerler. Hatta, Akat ritleri üzerine bir çalışmada ortaya koyduğum gibi, bir kuzunun hiç bir şekilde "buğday / arpa yedirilmeden beslenmiş olmasını" bile onun kurban edilme şartı olarak dayatırlar!

Anlıyoruz ki, Mezopotamya toplulukları, zamanla, aynı "Davar" toteme sahipken, giderek ayrışmalara uğramış "ak koyun / Kara koyun" olmuş ; daha sonra "benekli / alacalı-bulacalılar" bile buna eklenmişti.

O hayvanların yediği "buğday / zahire" kavramı, sonradan, düşündüğümüz doğal zahire olarak algılansa da, başlangıçta bu "zahire" kavramı, "Hurri", "Tahıl / Ot topluluğu"; "Nebat"ları, yani bu insan topluluğuna ait "insan kurban"lardan yemiş olup olmamasını işaret ediyor olmalıydı.

Böylece, Mezopotamya'nın tarihi kadar eski kökenlere sahip Alevi topluluğunu, getirip Muhammed'in Damadına yamamak kadar hatalı bir şey olamayacağını bir kere daha görüyoruz.

Maalesef saptamalıyız ki, Alevilik, kullandıkları terminolojinin bile açığa verdiği gibi, "kurban", "can" edebiyatıyla meşhur bir topluluktur ve geçmişi "domuz" totemine, tavşan totemine, koyun ve keçi totemine vb. dayanan ve kendinden ötekilere kurban sunan bir topluluktur.

Bu özelliğinden ötürü de gözü kapalı olarak diyebiliriz ki, Türkiye'deki Aleviliğin ön kökenleri tarihin hiç bir döneminde, sistematik olarak saldırgan, can alan bir çizgi izlemiş olamaz. Savunma durumları hariç...

Bu aynı zamanda, Alevi topluluğun içe kapanma ve kendini gizleme, saklama eğilimlerinin de doğal temeli olmuştur.

Alevi topluluğunun içindeki yönetici ve Aslan totemli kesim ise, tarihte hep "yiyici" ve saldırgan olmuş olmalıydı.

Hayvanların ve bitkilerin özelliklerinin, onu seçen toplumların özellikleriyle nasıl uyumlu bir çizgi içinde gelişmiş olduğunu ileride de göreceğiz.

Sivas'ın Kangal Köpeği yatağı olmasıyla, bugünkü Sivas'ın insan tipolojisi arasında bir bağ olmadığını düşünmek; Avesta varlığıyla Kangal köpeği arasında fonksiyonel bir paralellik kurmamak çok hatalı olacaktır.

Tavşan yasağının anlamlarını genel insan bilim teorisi ışığında ve fakat somut Mezopotamya topluluklarının totem hayvan - bitki ayrışması içinde ele almalıyız.
 

 


 


 



 





 



 


 




 




 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder