Eski Ahit,
son versiyon çeviriye göre, şöyle başlar:
«1 Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı.
2 Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu; engin karanlıklarla kaplıydı. Tanrı`nın Ruhu suların üzerinde dalgalanıyordu. »
----
1 Au commencement, Dieu créa les cieux et la terre.
2 La terre était informe et vide: il y avait des ténèbres à la surface de l'abîme, et l'esprit de Dieu se mouvait au-dessus des eaux.
---
1 In the beginning, God created the heavens and the earth. 2 The earth was without form and void, and darkness was over the face of the deep. And the Spirit of God was hovering over the face of the waters.
---
1 Nel principio DIO creò i cieli e la terra.
2 La terra era informe e vuota e le tenebre coprivano la faccia dell'abisso; e lo Spirito di DIO aleggiava sulla superficie delle acque.
----------
Her ne kadar, şimdiki tercümelere "yoktan var etme" anlamında bir "yaratma" anlamı yüklenmiş ise de, bu metnin kendisi " Yer"in, "Gök"ün ve "Suların" varlığından yola çıkmaktadır.
Ayrıca, Akado-Sammaru ilahilerinden bu yana biliyoruz ki, eski ilahilerde tanrılar " yoktan var edici" olarak değil; "ayrıştırarak belirleyici", "sınıflayıcı", "düzenleyici" olarak vardırlar.
Öte yandan, Eski Ahit'in takipcisi olduğu erken ilahilerde de, söylenenler "Yer ve Gök'ün yaratılması" değil; "Yer Ve Gök'ün birbirinden ayrılması"dır.
Bunun , Eski Ahit'teki anlatımlarla uyumlu doğru tercümesi, "Gök'ü Yer'den ayırdı" olacaktır ki, bu da zaten "Cennet'i Yeryüzünden ayırmak" jargonunu vermektedir ki, bunun somut ifadesi "Yukarı Mezopotamya'yı, Aşağı Mezopotamya'dan ayırmak"tan başka hiçbir anlama gelmemektedir.
Mezopotamya kaynaklı dinsel metinleri, Mezopotamya tarihinin iskeletine oturtarak okumayı öğrendikçe, "üç kutsal kitap"ın, çok bozulmuş bir şekilde Mezopotamya toplumlarının tarihini anlatmakta olduğu her okurun bilincinde daha çok ortaya çıkacak; daha belirgin bilinç dönüşümü sağlayacaktır.
Günümüzde, "Sarı Kanarya, Kara Kartal'ı dize getirdi; Aslan'ı da sırtüstü yatırdı..." gibi bir cümleden, nasıl ki, "cehalet", "hurafe","bilgisizlik", "hayali ifade" gibi sonuçlar çıkarılmıyor ise, bu sembolik konuşmanın üç büyük spor takımının futbol maçlarını aktardığı biliniyorsa, günümüzden 6 bin yıl önceki Mezopotamya toplumlarının ilişkilerini anlatan jargonu da öğrenmemiz gereklidir.
«1 Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı.
2 Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu; engin karanlıklarla kaplıydı. Tanrı`nın Ruhu suların üzerinde dalgalanıyordu. »
----
1 Au commencement, Dieu créa les cieux et la terre.
2 La terre était informe et vide: il y avait des ténèbres à la surface de l'abîme, et l'esprit de Dieu se mouvait au-dessus des eaux.
---
1 In the beginning, God created the heavens and the earth. 2 The earth was without form and void, and darkness was over the face of the deep. And the Spirit of God was hovering over the face of the waters.
---
1 Nel principio DIO creò i cieli e la terra.
2 La terra era informe e vuota e le tenebre coprivano la faccia dell'abisso; e lo Spirito di DIO aleggiava sulla superficie delle acque.
----------
Her ne kadar, şimdiki tercümelere "yoktan var etme" anlamında bir "yaratma" anlamı yüklenmiş ise de, bu metnin kendisi " Yer"in, "Gök"ün ve "Suların" varlığından yola çıkmaktadır.
Ayrıca, Akado-Sammaru ilahilerinden bu yana biliyoruz ki, eski ilahilerde tanrılar " yoktan var edici" olarak değil; "ayrıştırarak belirleyici", "sınıflayıcı", "düzenleyici" olarak vardırlar.
Öte yandan, Eski Ahit'in takipcisi olduğu erken ilahilerde de, söylenenler "Yer ve Gök'ün yaratılması" değil; "Yer Ve Gök'ün birbirinden ayrılması"dır.
Bunun , Eski Ahit'teki anlatımlarla uyumlu doğru tercümesi, "Gök'ü Yer'den ayırdı" olacaktır ki, bu da zaten "Cennet'i Yeryüzünden ayırmak" jargonunu vermektedir ki, bunun somut ifadesi "Yukarı Mezopotamya'yı, Aşağı Mezopotamya'dan ayırmak"tan başka hiçbir anlama gelmemektedir.
Mezopotamya kaynaklı dinsel metinleri, Mezopotamya tarihinin iskeletine oturtarak okumayı öğrendikçe, "üç kutsal kitap"ın, çok bozulmuş bir şekilde Mezopotamya toplumlarının tarihini anlatmakta olduğu her okurun bilincinde daha çok ortaya çıkacak; daha belirgin bilinç dönüşümü sağlayacaktır.
Günümüzde, "Sarı Kanarya, Kara Kartal'ı dize getirdi; Aslan'ı da sırtüstü yatırdı..." gibi bir cümleden, nasıl ki, "cehalet", "hurafe","bilgisizlik", "hayali ifade" gibi sonuçlar çıkarılmıyor ise, bu sembolik konuşmanın üç büyük spor takımının futbol maçlarını aktardığı biliniyorsa, günümüzden 6 bin yıl önceki Mezopotamya toplumlarının ilişkilerini anlatan jargonu da öğrenmemiz gereklidir.
TANRI
SU’LARI NEDEN YARATMADI?
9.5.2006
27.02.05
Eski Ahit, kutsal var ediş sırasında su’ların yaratılmadığı ve fakat var olarak kabul edildiği bir anlatım tarzına sahiptir. Yaratılış günlerinin henüz başlamadığı an şöyle tanımlanmaktaydı:
«Başlangıçta Tanrı Gökü ve Yer’i yarattı.
Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu;
engin karanlıklarla kaplıydı.
Tanrı'nın Ruhu suların üzerinde dalgalanıyordu. » (1)
Anlatıma göre, Yaratış’ı sırasında Tanrı da ,
"Suların ortasında bir kubbe olsun, suları birbirinden ayırsın";
veya,
« Göğün altındaki sular bir yere toplansın ve kuru toprak görünsün »
diye buyurduğunda, su’ların zaten var olduğundan yola çıktığını ortaya koymaktaydı.
Su’ların yaratılmadığı, en başından itibaren “var olduğu” ve hatta su’yun bir yaratıcı olarak göründüğü bu anlatım tarzı, benzer biçimde Kuran tarafından da kullanılmıştır.(2)
Yok’tan var etme biçimli günümüzün “Yaratılış” yorumlarıyla uyuşmayan bu metinsel ifadeler nedensiz değildir. Çünkü kutsal metinler Sümer-Akkad kaynaklarına dayanıyordu ve bize ulaşan haliyle, eski Sümer-Akkad ilk yaratılış ilahileri de «Su» kavramı ile ifade edilen varlık-lar-ın bulunduğu bir noktadan başlıyordu. Sümer başlangıç dönemini tanımlıyor görünen ve yazının ortaya çıkısından sonra kaydedilmiş olması gereken bu eski ilahi söyle başlıyordu:
«Adı yokken Göğ'ün daha
Yer'in daha adı yokken
Babaları Okyanustan
Anaları Tiamat kargaşasına
Su’lar akıp bir oluyordu. »
Tablet olarak bulunmuş ve çözümlenmiş erken Sümer ilahilerinin, kendi tarihlerini başlattıkları bu nokta, en başta,«Su» kavramıyla ifade edilen (kutsal) varlık-lar-ın bulunduğu nokta idi.
İlahide, ‘Okyanus’ olarak çözümlenen Apsu veya Tiamat kelimeleri üzerinde durmuştuk. İfade tarzından anlaşılıyor ki, ‘Gök’ ve ‘Yer’ olarak ifade edilen kavramlar ortaya çıktıktan daha sonra, geriye dönük olarak yazılmış bu ilahide, Sümer ataları henüz ‘yok’tan ‘var etme’ anlamındaki bir ‘yaratma’ kavrayışına ulaşılmış değildiler. İlahi, su’larla ilgili olan “Tatlı Su” ve “Tuzlu Su” biçiminde iki kavramın bulunduğu bu şartları, Gök ve Yer’e henüz ad verilmemiş olduğu bir ortam olarak tanımlamaktaydı. Bu dönemin ‘ad verme’, ‘adlandırma’, ‘sınıflama’, ‘tanımlayarak var kılma’ biçimli kavramları ve kavrayışı, süreç içinde ‘yoktan yaratma’, ‘yoktan var etme’ anlamlarına doğru evirilecek ve eski ilahiler bu şekilde yorumlanarak yeni nesillere aktarılacaktır. Sümer tarihsel gelişimine göre, daha sonraları ‘Yer’ ve ‘Gök’e “ad verilerek” oluşturulmuş,‘var edilmiş’ti. Fakat “Yer ile Gök” birlikteydiler. İlk kez Enlil, “Yer’in Gök’ten, Gök’ün de Yer’den ayrılmasını” düşünüp, bunu gerçekleştirmişti.
Bu ayrıştırma, ilahide aynı zamanda Sümer ülkesinin yaratılması gereğine bağlanıyordu. Sümer tarihinde farklı dönemleri anlatan bu ilahilerin Gök kavramının şimdi anlaşılan haliyle “Gök ve Yer” kavramlarının da şimdi anlaşılan haliyle Yer-Gök kavramları ve olguları olmadığına işaret etmiştik.
Bununla birlikte, her birisi farklı tarihsel aşamalara denk düşen bu ilahilerin anlattıkları dönemler geride kaldıkça, ayrıntılar giderek silinmiş; Sümer başlangıç tarihin anlatımlarının ana başlıkları birbirini takip eden bir sürecin ifadeleri olarak ardı ardına sıralanmaya başlanmışa benzemektedir. Eski Ahit ve Kuran’ın “su’ların yaratılmadığı” bir “yaratılış” metnine sahip olmalarının nedeni, önceki Akado-sammaru topluluklarında gelişen dini inanç geleneğinin devamı olmalarındandır.
Eski kutsal metinlere dayanan Eski Ahit, kendi mantığına uygun olmasa bile, bu nedenlerle, Su’ları “var kabul eden” bir Yaratılış metnini aktarmaktadır.
Eski Ahit’in yaratılış metninde var olduğundan yola çıkılan Su olgusuyla, “Yok ediş” olarak anlatılan Tufan sırasında yeniden karşılaşıyoruz. Tanrı:
"Yarattığım insanları, hayvanları, sürüngenleri, kuşları yeryüzünden silip atacağım, çünkü onları yarattığıma pişman oldum »
diyerek bir Tufan yapmak istediğinde, onları “Su’da boğarak” öldürmeyi benimseyecektir. Birçok ayrıntıyı açıklayan Tanrı’nın İnsanlarla birlikte, “hayvan, sürüngen ve kuşları” da kapsayan “Tufan cezası”nı uygularken, onları neden mutlaka “Su’da boğma” yoluyla öldürmeyi tercih etmiş olduğuna ilişkin bir açıklaması bulunmamaktadır.
“Su’da boğma” yoluyla cezalandırma tercihinin anlamını, eski toplumu anlamaya çalışarak, eski ceza biçimlerinin anlamlarını ortaya çıkararak, cehennemin kaynar su motiflerini inceleyerek, vb. bizim ortaya çıkarmamız gerekmektedir.
Din bilginlerimizin ve kötü anlamlı “aydınlanmacı” araştırıcılarımızın pek ele almadığı ve yazılı metin ile kutsal mantık arası uyuşmazlık yaratan bu kavramların Sümer kayıtlarındaki başlangıç anlamlarını ortaya çıkardığımız ölçüde, eski toplumun yapısı ve işleyiş düzeni berraklık kazanacaktır. Bu çaba, Kutsal kitapların metinsel dayanaklarının doğrudan doğruya Sümer-Akkad kaynakları olduğunun da açıklanmasını sağlar.
9.5.2006
27.02.05
Eski Ahit, kutsal var ediş sırasında su’ların yaratılmadığı ve fakat var olarak kabul edildiği bir anlatım tarzına sahiptir. Yaratılış günlerinin henüz başlamadığı an şöyle tanımlanmaktaydı:
«Başlangıçta Tanrı Gökü ve Yer’i yarattı.
Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu;
engin karanlıklarla kaplıydı.
Tanrı'nın Ruhu suların üzerinde dalgalanıyordu. » (1)
Anlatıma göre, Yaratış’ı sırasında Tanrı da ,
"Suların ortasında bir kubbe olsun, suları birbirinden ayırsın";
veya,
« Göğün altındaki sular bir yere toplansın ve kuru toprak görünsün »
diye buyurduğunda, su’ların zaten var olduğundan yola çıktığını ortaya koymaktaydı.
Su’ların yaratılmadığı, en başından itibaren “var olduğu” ve hatta su’yun bir yaratıcı olarak göründüğü bu anlatım tarzı, benzer biçimde Kuran tarafından da kullanılmıştır.(2)
Yok’tan var etme biçimli günümüzün “Yaratılış” yorumlarıyla uyuşmayan bu metinsel ifadeler nedensiz değildir. Çünkü kutsal metinler Sümer-Akkad kaynaklarına dayanıyordu ve bize ulaşan haliyle, eski Sümer-Akkad ilk yaratılış ilahileri de «Su» kavramı ile ifade edilen varlık-lar-ın bulunduğu bir noktadan başlıyordu. Sümer başlangıç dönemini tanımlıyor görünen ve yazının ortaya çıkısından sonra kaydedilmiş olması gereken bu eski ilahi söyle başlıyordu:
«Adı yokken Göğ'ün daha
Yer'in daha adı yokken
Babaları Okyanustan
Anaları Tiamat kargaşasına
Su’lar akıp bir oluyordu. »
Tablet olarak bulunmuş ve çözümlenmiş erken Sümer ilahilerinin, kendi tarihlerini başlattıkları bu nokta, en başta,«Su» kavramıyla ifade edilen (kutsal) varlık-lar-ın bulunduğu nokta idi.
İlahide, ‘Okyanus’ olarak çözümlenen Apsu veya Tiamat kelimeleri üzerinde durmuştuk. İfade tarzından anlaşılıyor ki, ‘Gök’ ve ‘Yer’ olarak ifade edilen kavramlar ortaya çıktıktan daha sonra, geriye dönük olarak yazılmış bu ilahide, Sümer ataları henüz ‘yok’tan ‘var etme’ anlamındaki bir ‘yaratma’ kavrayışına ulaşılmış değildiler. İlahi, su’larla ilgili olan “Tatlı Su” ve “Tuzlu Su” biçiminde iki kavramın bulunduğu bu şartları, Gök ve Yer’e henüz ad verilmemiş olduğu bir ortam olarak tanımlamaktaydı. Bu dönemin ‘ad verme’, ‘adlandırma’, ‘sınıflama’, ‘tanımlayarak var kılma’ biçimli kavramları ve kavrayışı, süreç içinde ‘yoktan yaratma’, ‘yoktan var etme’ anlamlarına doğru evirilecek ve eski ilahiler bu şekilde yorumlanarak yeni nesillere aktarılacaktır. Sümer tarihsel gelişimine göre, daha sonraları ‘Yer’ ve ‘Gök’e “ad verilerek” oluşturulmuş,‘var edilmiş’ti. Fakat “Yer ile Gök” birlikteydiler. İlk kez Enlil, “Yer’in Gök’ten, Gök’ün de Yer’den ayrılmasını” düşünüp, bunu gerçekleştirmişti.
Bu ayrıştırma, ilahide aynı zamanda Sümer ülkesinin yaratılması gereğine bağlanıyordu. Sümer tarihinde farklı dönemleri anlatan bu ilahilerin Gök kavramının şimdi anlaşılan haliyle “Gök ve Yer” kavramlarının da şimdi anlaşılan haliyle Yer-Gök kavramları ve olguları olmadığına işaret etmiştik.
Bununla birlikte, her birisi farklı tarihsel aşamalara denk düşen bu ilahilerin anlattıkları dönemler geride kaldıkça, ayrıntılar giderek silinmiş; Sümer başlangıç tarihin anlatımlarının ana başlıkları birbirini takip eden bir sürecin ifadeleri olarak ardı ardına sıralanmaya başlanmışa benzemektedir. Eski Ahit ve Kuran’ın “su’ların yaratılmadığı” bir “yaratılış” metnine sahip olmalarının nedeni, önceki Akado-sammaru topluluklarında gelişen dini inanç geleneğinin devamı olmalarındandır.
Eski kutsal metinlere dayanan Eski Ahit, kendi mantığına uygun olmasa bile, bu nedenlerle, Su’ları “var kabul eden” bir Yaratılış metnini aktarmaktadır.
Eski Ahit’in yaratılış metninde var olduğundan yola çıkılan Su olgusuyla, “Yok ediş” olarak anlatılan Tufan sırasında yeniden karşılaşıyoruz. Tanrı:
"Yarattığım insanları, hayvanları, sürüngenleri, kuşları yeryüzünden silip atacağım, çünkü onları yarattığıma pişman oldum »
diyerek bir Tufan yapmak istediğinde, onları “Su’da boğarak” öldürmeyi benimseyecektir. Birçok ayrıntıyı açıklayan Tanrı’nın İnsanlarla birlikte, “hayvan, sürüngen ve kuşları” da kapsayan “Tufan cezası”nı uygularken, onları neden mutlaka “Su’da boğma” yoluyla öldürmeyi tercih etmiş olduğuna ilişkin bir açıklaması bulunmamaktadır.
“Su’da boğma” yoluyla cezalandırma tercihinin anlamını, eski toplumu anlamaya çalışarak, eski ceza biçimlerinin anlamlarını ortaya çıkararak, cehennemin kaynar su motiflerini inceleyerek, vb. bizim ortaya çıkarmamız gerekmektedir.
Din bilginlerimizin ve kötü anlamlı “aydınlanmacı” araştırıcılarımızın pek ele almadığı ve yazılı metin ile kutsal mantık arası uyuşmazlık yaratan bu kavramların Sümer kayıtlarındaki başlangıç anlamlarını ortaya çıkardığımız ölçüde, eski toplumun yapısı ve işleyiş düzeni berraklık kazanacaktır. Bu çaba, Kutsal kitapların metinsel dayanaklarının doğrudan doğruya Sümer-Akkad kaynakları olduğunun da açıklanmasını sağlar.
Başlangıçta
Tanrı göğü ve yeri yarattı.
Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu; engin karanlıklarla kaplıydı.
Tanrı'nın Ruhu suların üzerinde dalgalanıyordu.
Tanrı, "Işık olsun" diye buyurdu ve ışık oldu.
Tanrı ışığın iyi olduğunu gördü ve onu karanlıktan ayırdı.
Işığa "Gündüz", karanlığa "Gece" adını verdi. Akşam oldu,
sabah oldu ve ilk gün oluştu.
Tanrı, "Suların ortasında bir kubbe olsun, suları birbirinden ayırsın" diye buyurdu. Ve öyle oldu. Tanrı gök kubbeyi yarattı. Kubbenin altındaki suları üstündeki sulardan ayırdı. Tanrı kubbeye "Gök" adını verdi.
Akşam oldu, sabah oldu ve ikinci gün oluştu.
Tanrı, "Göğün altındaki sular bir yere toplansın ve kuru toprak görünsün" diye buyurdu ve öyle oldu. Kuru alana "Kara", toplanan sulara "Deniz" adını verdi. Tanrı bunun iyi olduğunu gördü.
Tanrı, "Yeryüzü bitkiler, tohum veren otlar ve türüne göre tohumu meyvesinde bulunan meyve ağaçları üretsin" diye buyurdu ve öyle oldu.
Yeryüzü bitkiler, türüne göre tohum veren otlar ve tohumu meyvesinde bulunan meyve ağaçları yetiştirdi. Tanrı bunun iyi olduğunu gördü.
Akşam oldu, sabah oldu ve üçüncü gün oluştu.
Tanrı şöyle buyurdu: "Gök kubbede gündüzü geceden ayıracak, yeryüzünü aydınlatacak ışıklar olsun. Belirtileri, mevsimleri, günleri, yılları göstersin. " Ve öyle oldu.
Tanrı büyüğü gündüze, küçüğü geceye egemen olacak iki büyük ışığı ve yıldızları yarattı.
Yeryüzünü aydınlatmak, gündüze ve geceye egemen olmak, ışığı karanlıktan ayırmak için onları gök kubbeye yerleştirdi.
Tanrı bunun iyi olduğunu gördü. Akşam oldu, sabah oldu ve dördüncü gün oluştu.
Tanrı, "Sular canlı yaratıklarla dolup taşsın, yeryüzünün üzerinde, gökte kuşlar uçuşsun" diye buyurdu. Tanrı büyük deniz canavarlarını, sularda kaynaşan bütün canlıları ve uçan varlıkları türlerine göre yarattı.
Bunun iyi olduğunu gördü. Tanrı, "Verimli olun, çoğalın, denizleri doldurun, yeryüzünde kuşlar çoğalsın" diyerek onları kutsadı. Akşam oldu, sabah oldu ve beşinci gün oluştu.
Tanrı, "Yeryüzü türlü canlı yaratıklar, evcil ve yabanıl hayvanlar, sürüngenler türetsin" diye buyurdu. Ve öyle oldu. Tanrı türlü yabanıl hayvan, evcil hayvan, sürüngen yarattı. Bunun iyi olduğunu gördü.
Tanrı, "İnsanı kendi suretimizde, kendimize benzer yaratalım" dedi, "Denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, evcil hayvanlara, sürüngenlere, yeryüzünün tümüne egemen olsun. "
Tanrı insanı kendi suretinde yarattı. Böylece insan Tanrı suretinde yaratılmış oldu. İnsanları erkek ve dişi olarak yarattı. Onları kutsadı ve "Verimli olun, çoğalın" dedi, "Yeryüzünü doldurun ve denetiminize alın; denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, yeryüzünde yaşayan bütün canlılara egemen olun.
İşte yeryüzünde tohum veren her otu ve tohumu meyvesinde bulunan her meyve ağacını size veriyorum. Bunlar size yiyecek olacak. »(Eski Ahit-Yaratılış)
Bu bölüm, bütünüyle eski Sümer ilahilerinin, zamanla bozulmuş bir anlatımına dayanmaktadır.
Öte yandan Yaratılış’ta ve Tufan anlatımında «6 gün 6 gece » süren bir takvim değeri kullanılmış olduğundan bahsetmiştik. Eskiden günün 24 saat değil de, belki 15–16 saat sürmüş olabileceği biçimindeki düşünceler, konuyu başka bir alana taşımaktır.
10 saat veya 30 saat sürmüş olsa da veya Kuran’da tanrısal bir gün ‘bin yıl gibi’ (Hac suresi) veya ‘elli bin yıl’ olarak tanımlansa da, “6 günlük bir takvimsel değer” kullanılmış olma olgusu değişmemektedir. Eski Ahit ve Kuran’ın,6 Gün 6 gece takvim değerini kullanması, onun eski Sümer ilahilerine dayanmasından ve bu ilahilerin de Sümer toplulukları arası ilişkileri yansıtan özellik taşımasından ötürüdür.
(2) Eski Ahit’in su’ların var kabul edildiği yaratılış aktarımı, Kuran’da da, yaklaşık olarak takip edilmiştir:
« O (Tanrı), hanginizin amelinin daha güzel olacağı hususunda sizi imtihan etmek için, arş’ı su üzerinde iken, gökleri ve yeri altı günde yaratandır"
« O, (Tanrı) hanginizin daha güzel davranacağı hususunda sizi imtihan etmek için gökleri ve yeri altı günde yarattı; arş’ı su üstünde idi. » (Hud Suresi,7.ayet).
Kuran, Eski Ahit’ten farklı olarak, bütün canlıların su’dan meydana getirildiğini de söyler:
« İnkar edenler, gökler ve yer yapışıkken onları ayırdığımızı ve bütün canlıları sudan meydana getirdiğimizi bilmezler mi? »( Hud Enbiya)
Kuran’ın doğrudan doğruya bir Eski Ahit tekrarı olmadığını yineleyelim. Öyle görünüyor ki, başka yazılı kaynaklardan da yararlanmıştır.
Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu; engin karanlıklarla kaplıydı.
Tanrı'nın Ruhu suların üzerinde dalgalanıyordu.
Tanrı, "Işık olsun" diye buyurdu ve ışık oldu.
Tanrı ışığın iyi olduğunu gördü ve onu karanlıktan ayırdı.
Işığa "Gündüz", karanlığa "Gece" adını verdi. Akşam oldu,
sabah oldu ve ilk gün oluştu.
Tanrı, "Suların ortasında bir kubbe olsun, suları birbirinden ayırsın" diye buyurdu. Ve öyle oldu. Tanrı gök kubbeyi yarattı. Kubbenin altındaki suları üstündeki sulardan ayırdı. Tanrı kubbeye "Gök" adını verdi.
Akşam oldu, sabah oldu ve ikinci gün oluştu.
Tanrı, "Göğün altındaki sular bir yere toplansın ve kuru toprak görünsün" diye buyurdu ve öyle oldu. Kuru alana "Kara", toplanan sulara "Deniz" adını verdi. Tanrı bunun iyi olduğunu gördü.
Tanrı, "Yeryüzü bitkiler, tohum veren otlar ve türüne göre tohumu meyvesinde bulunan meyve ağaçları üretsin" diye buyurdu ve öyle oldu.
Yeryüzü bitkiler, türüne göre tohum veren otlar ve tohumu meyvesinde bulunan meyve ağaçları yetiştirdi. Tanrı bunun iyi olduğunu gördü.
Akşam oldu, sabah oldu ve üçüncü gün oluştu.
Tanrı şöyle buyurdu: "Gök kubbede gündüzü geceden ayıracak, yeryüzünü aydınlatacak ışıklar olsun. Belirtileri, mevsimleri, günleri, yılları göstersin. " Ve öyle oldu.
Tanrı büyüğü gündüze, küçüğü geceye egemen olacak iki büyük ışığı ve yıldızları yarattı.
Yeryüzünü aydınlatmak, gündüze ve geceye egemen olmak, ışığı karanlıktan ayırmak için onları gök kubbeye yerleştirdi.
Tanrı bunun iyi olduğunu gördü. Akşam oldu, sabah oldu ve dördüncü gün oluştu.
Tanrı, "Sular canlı yaratıklarla dolup taşsın, yeryüzünün üzerinde, gökte kuşlar uçuşsun" diye buyurdu. Tanrı büyük deniz canavarlarını, sularda kaynaşan bütün canlıları ve uçan varlıkları türlerine göre yarattı.
Bunun iyi olduğunu gördü. Tanrı, "Verimli olun, çoğalın, denizleri doldurun, yeryüzünde kuşlar çoğalsın" diyerek onları kutsadı. Akşam oldu, sabah oldu ve beşinci gün oluştu.
Tanrı, "Yeryüzü türlü canlı yaratıklar, evcil ve yabanıl hayvanlar, sürüngenler türetsin" diye buyurdu. Ve öyle oldu. Tanrı türlü yabanıl hayvan, evcil hayvan, sürüngen yarattı. Bunun iyi olduğunu gördü.
Tanrı, "İnsanı kendi suretimizde, kendimize benzer yaratalım" dedi, "Denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, evcil hayvanlara, sürüngenlere, yeryüzünün tümüne egemen olsun. "
Tanrı insanı kendi suretinde yarattı. Böylece insan Tanrı suretinde yaratılmış oldu. İnsanları erkek ve dişi olarak yarattı. Onları kutsadı ve "Verimli olun, çoğalın" dedi, "Yeryüzünü doldurun ve denetiminize alın; denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, yeryüzünde yaşayan bütün canlılara egemen olun.
İşte yeryüzünde tohum veren her otu ve tohumu meyvesinde bulunan her meyve ağacını size veriyorum. Bunlar size yiyecek olacak. »(Eski Ahit-Yaratılış)
Bu bölüm, bütünüyle eski Sümer ilahilerinin, zamanla bozulmuş bir anlatımına dayanmaktadır.
Öte yandan Yaratılış’ta ve Tufan anlatımında «6 gün 6 gece » süren bir takvim değeri kullanılmış olduğundan bahsetmiştik. Eskiden günün 24 saat değil de, belki 15–16 saat sürmüş olabileceği biçimindeki düşünceler, konuyu başka bir alana taşımaktır.
10 saat veya 30 saat sürmüş olsa da veya Kuran’da tanrısal bir gün ‘bin yıl gibi’ (Hac suresi) veya ‘elli bin yıl’ olarak tanımlansa da, “6 günlük bir takvimsel değer” kullanılmış olma olgusu değişmemektedir. Eski Ahit ve Kuran’ın,6 Gün 6 gece takvim değerini kullanması, onun eski Sümer ilahilerine dayanmasından ve bu ilahilerin de Sümer toplulukları arası ilişkileri yansıtan özellik taşımasından ötürüdür.
(2) Eski Ahit’in su’ların var kabul edildiği yaratılış aktarımı, Kuran’da da, yaklaşık olarak takip edilmiştir:
« O (Tanrı), hanginizin amelinin daha güzel olacağı hususunda sizi imtihan etmek için, arş’ı su üzerinde iken, gökleri ve yeri altı günde yaratandır"
« O, (Tanrı) hanginizin daha güzel davranacağı hususunda sizi imtihan etmek için gökleri ve yeri altı günde yarattı; arş’ı su üstünde idi. » (Hud Suresi,7.ayet).
Kuran, Eski Ahit’ten farklı olarak, bütün canlıların su’dan meydana getirildiğini de söyler:
« İnkar edenler, gökler ve yer yapışıkken onları ayırdığımızı ve bütün canlıları sudan meydana getirdiğimizi bilmezler mi? »( Hud Enbiya)
Kuran’ın doğrudan doğruya bir Eski Ahit tekrarı olmadığını yineleyelim. Öyle görünüyor ki, başka yazılı kaynaklardan da yararlanmıştır.
TANRI
İngilizce’den çeviren: A.Cengiz Büker(*)
Akademik çevre, Tanrı Yaratan değil, diyor.
Yüksek dereceli bir akademisyen, Tanrı’yı ‘Herşeyi Yaratan Yaratıcı’ olarak görme düşüncesinin yanlış olduğunu söylüyor, ona göre Kutsal Kitap( ¹ ) binlerce yıldan beri yanlış tercüme edilmektedir.
Saygın bir yazar ve Eski Ahit (Eski Antlaşma / Tevrat) Bilgini olan Profesör Ellen van Wolde, Yaratılış (Tekvin) bölümünün ilk cümlesinin “başlangıçta Tanrı Göğü ve Yeri yarattı” biçiminde tercüme edilmesinin doğru bir çeviri olmadığını iddia ediyor.
Kendisi temel metinlerin yeni baştan çözümleme ve analizlerini yaparak, bu araştırmalarının sonucunda Büyük Kitabın yazarlarının hiç de Tanrı’nın dünyayı yarattığını ileri sürmediği vargısına ulaştığını, ve Kitap’ta Tanrı’nın insanları ve hayvanları yoktan var ederken Yer’in (Arz’ın) zaten orada durup durduğunun anlatıldığını iddia ediyor.
Hollanda’da çalışmalarını yaptığı Radboud Üniversitesi’ne bu konudaki tezini sunmaya hazırlanan, 54 yaşındaki Bayan Prof. Van Wolde, kendisinin orijinal İbranice metni yeniden analiz ettiğini ve bu metni bir bütün olarak ve Eski Mezopotamya’daki başka yaratılış öyküleri bağlamında Kutsal Kitap’taki yerine yerleştirdiğini söylüyor.
Araştırmalarının sonunda vardığı yargıya göre, adıgeçen ilk cümlede kullanılan İbranice “bara” fiili “yaratmak” anlamına gelmeyip, “spasyal (uzamsal / uzaysal) olarak birbirinden ayırmak” anlamına gelir.
Öyleyse bu birinci cümle artık “başlangıçta Tanrı Göğü ve Yeri birbirinden ayırdı” olarak anlanmalıdır.
Oysa, bilindiği gibi, Yahudi-Hıristiyan geleneklerine göre Tanrı, Yer’i / Dünya’yı yoktan var etmiştir.
Önceleri İtalyan Üniversite Öğretim Üyesi ve romancı Umberto Eco ile birlikte akademik çalışmalar yapmış olan Prof. Van Wolde’nin dediğine göre, yaptığı yeni çözümlemeler (analizler) Kutsal Kitap’ın başlangıcının zamanın başlangıcı olmayıp, yalnızca bir “anlatının” başlangıcı olduğu sonucunu vermektedir.
Prof. Van Wolde diyor ki: “Bu cümleyle söylemek istenen, Tanrının Dünya’yı değil, zaten var olan Dünya’nın üstünde insanları ve hayvanları yarattığıdır.”
Prof. Van Wolde yayınladığı “tez”inde, bu yeni çevirinin eski metinlerle tıpatıp uyuştuğunu ileri sürmektedir.
Prof. Van Wolde, “eski metinlere göre, çok büyük bir su kitlesi vardı, bu suyun içinde canavarlar yaşıyordu, herşey karanlıkla çevriliydi” diyor.
Kendisi, teknik olarak, evet “bara” yaratma anlamına gelir, diyor, fakat, “kullanılan bu fiilde bir yanlışlık vardı” diye ekliyor.
“Tanrı özne idi (Tanrı yarattı) ve arkasından iki ya da daha fazla nesne geliyordu.” diyor, “Peki, Tanrı niçin bir tek şey ya da bir tek hayvan / canlı yaratmayıp da, daima daha daha çoğunu yarattı?”
“Öyleyse” diyor Prof. Van Wolde, “Tanrı yaratmadı, ama ayırdı; Yer’i Gök’ten, karayı denizden, deniz canavarlarını kuşlardan ve yerdeki sürülerden.”
Prof. Van Wolde’ye göre,“Su zaten vardı.”
“Deniz canavarları vardı. Evet, Tanrı bazı şeyler yarattı, ama bu yarattıkları Gök ve Yer değildi. Genel olarak kabul edilen ‘yoktan var etme’, (Latince:) ‘creatio ex nihilo’ düşüncesi büyük bir yanlış anlamadır. “
Ona göre, “Tanrı sonradan geldi ve, suyu karadan ayırarak Dünyayı (Yer’i / Arz’ı) yaşanabilir yaptı ve karanlığa ışık getirdi.”
Prof. Van Wolde, vardığı sonucun “sağlam bir tartışma açacağını umduğunu, çünkü bulgularının sadece yeni bir şey olmadığını, fakat yine de bu bulgularının birçok dindar insanın yüreklerine dokunacağını” söylüyor.
Diyor ki: “Belki aslında bu düşünce beni bile incitiyor; çünkü ben kendimi dindar sayarım ve Yaratan benim için, güven veren bir kavram olarak, çok özeldir; bu güven duygusunu yitirmek istemem.”
Radhoud Üniversitesi’nin yetkili bir sözcüsü de: “Bu yeni yorum bizim bildiğimiz Yaratılış öyküsünü tümüyle sarsacaktır” demiştir.
Prof. Van Wolde sözlerine şunu da ekliyor: “Geleneksel Tanrı görüşü artık tutarlı değil.”
http://www.telegraph.co.uk/news/newstopics/religion/6274502/ God-is-not-the-Creator-claims-academic.html
İngilizce’den çeviren: A.Cengiz Büker(*)
Akademik çevre, Tanrı Yaratan değil, diyor.
Yüksek dereceli bir akademisyen, Tanrı’yı ‘Herşeyi Yaratan Yaratıcı’ olarak görme düşüncesinin yanlış olduğunu söylüyor, ona göre Kutsal Kitap( ¹ ) binlerce yıldan beri yanlış tercüme edilmektedir.
Saygın bir yazar ve Eski Ahit (Eski Antlaşma / Tevrat) Bilgini olan Profesör Ellen van Wolde, Yaratılış (Tekvin) bölümünün ilk cümlesinin “başlangıçta Tanrı Göğü ve Yeri yarattı” biçiminde tercüme edilmesinin doğru bir çeviri olmadığını iddia ediyor.
Kendisi temel metinlerin yeni baştan çözümleme ve analizlerini yaparak, bu araştırmalarının sonucunda Büyük Kitabın yazarlarının hiç de Tanrı’nın dünyayı yarattığını ileri sürmediği vargısına ulaştığını, ve Kitap’ta Tanrı’nın insanları ve hayvanları yoktan var ederken Yer’in (Arz’ın) zaten orada durup durduğunun anlatıldığını iddia ediyor.
Hollanda’da çalışmalarını yaptığı Radboud Üniversitesi’ne bu konudaki tezini sunmaya hazırlanan, 54 yaşındaki Bayan Prof. Van Wolde, kendisinin orijinal İbranice metni yeniden analiz ettiğini ve bu metni bir bütün olarak ve Eski Mezopotamya’daki başka yaratılış öyküleri bağlamında Kutsal Kitap’taki yerine yerleştirdiğini söylüyor.
Araştırmalarının sonunda vardığı yargıya göre, adıgeçen ilk cümlede kullanılan İbranice “bara” fiili “yaratmak” anlamına gelmeyip, “spasyal (uzamsal / uzaysal) olarak birbirinden ayırmak” anlamına gelir.
Öyleyse bu birinci cümle artık “başlangıçta Tanrı Göğü ve Yeri birbirinden ayırdı” olarak anlanmalıdır.
Oysa, bilindiği gibi, Yahudi-Hıristiyan geleneklerine göre Tanrı, Yer’i / Dünya’yı yoktan var etmiştir.
Önceleri İtalyan Üniversite Öğretim Üyesi ve romancı Umberto Eco ile birlikte akademik çalışmalar yapmış olan Prof. Van Wolde’nin dediğine göre, yaptığı yeni çözümlemeler (analizler) Kutsal Kitap’ın başlangıcının zamanın başlangıcı olmayıp, yalnızca bir “anlatının” başlangıcı olduğu sonucunu vermektedir.
Prof. Van Wolde diyor ki: “Bu cümleyle söylemek istenen, Tanrının Dünya’yı değil, zaten var olan Dünya’nın üstünde insanları ve hayvanları yarattığıdır.”
Prof. Van Wolde yayınladığı “tez”inde, bu yeni çevirinin eski metinlerle tıpatıp uyuştuğunu ileri sürmektedir.
Prof. Van Wolde, “eski metinlere göre, çok büyük bir su kitlesi vardı, bu suyun içinde canavarlar yaşıyordu, herşey karanlıkla çevriliydi” diyor.
Kendisi, teknik olarak, evet “bara” yaratma anlamına gelir, diyor, fakat, “kullanılan bu fiilde bir yanlışlık vardı” diye ekliyor.
“Tanrı özne idi (Tanrı yarattı) ve arkasından iki ya da daha fazla nesne geliyordu.” diyor, “Peki, Tanrı niçin bir tek şey ya da bir tek hayvan / canlı yaratmayıp da, daima daha daha çoğunu yarattı?”
“Öyleyse” diyor Prof. Van Wolde, “Tanrı yaratmadı, ama ayırdı; Yer’i Gök’ten, karayı denizden, deniz canavarlarını kuşlardan ve yerdeki sürülerden.”
Prof. Van Wolde’ye göre,“Su zaten vardı.”
“Deniz canavarları vardı. Evet, Tanrı bazı şeyler yarattı, ama bu yarattıkları Gök ve Yer değildi. Genel olarak kabul edilen ‘yoktan var etme’, (Latince:) ‘creatio ex nihilo’ düşüncesi büyük bir yanlış anlamadır. “
Ona göre, “Tanrı sonradan geldi ve, suyu karadan ayırarak Dünyayı (Yer’i / Arz’ı) yaşanabilir yaptı ve karanlığa ışık getirdi.”
Prof. Van Wolde, vardığı sonucun “sağlam bir tartışma açacağını umduğunu, çünkü bulgularının sadece yeni bir şey olmadığını, fakat yine de bu bulgularının birçok dindar insanın yüreklerine dokunacağını” söylüyor.
Diyor ki: “Belki aslında bu düşünce beni bile incitiyor; çünkü ben kendimi dindar sayarım ve Yaratan benim için, güven veren bir kavram olarak, çok özeldir; bu güven duygusunu yitirmek istemem.”
Radhoud Üniversitesi’nin yetkili bir sözcüsü de: “Bu yeni yorum bizim bildiğimiz Yaratılış öyküsünü tümüyle sarsacaktır” demiştir.
Prof. Van Wolde sözlerine şunu da ekliyor: “Geleneksel Tanrı görüşü artık tutarlı değil.”
http://www.telegraph.co.uk/news/newstopics/religion/6274502/ God-is-not-the-Creator-claims-academic.html
Tevrat'ın
Hatalı Çevirileri Üzerine
Ne bir Tanrı var,
Ne de evreni bir tanrı yarattı!
Akado-Sümer tablet yazılarına dayandırılmış ilahi metinlerinin Eski Ahit'teki evrilmesini ve dönüşümlerini çoktandır izlemeye çalışıyoruz.
Onlarda “Dünya”, “Cennet”, “Yer”, “Gök” gibi bazı temel kavramların zaman içinde ulaştıkları anlam bozulmalarına da dikkat çekiyoruz.
Akad ve Sümer olarak adlandırılan toplumlar, zaten "Yer/dünya toplulukları" ve "Güneş/Gök/Ateş toplulukları" olarak da adlandırılabilirler. İlahilerde, "Yer ve Gök birbirinden ayrıldı" türünden kalıpsal sözleri gördüğümüzde anlaşılması gereken tarihsel olay, Sümer ve Akad adı verilen toplulukların birbirlerinden ayrıştırılması ve bu ayrıştırma temelinde bölgede yeni bir ilişki düzeni yaratılmasıydı. Eski ilahiler bu tarihsel olayları oldukça gerçekci olarak ve fakat giderek soyutlanmış bir halde ve "Yer'in Gök'ten ayrılması", "Yedi kat Gök kurulması" vb. sözlerinin ardına gizlenmiş olarak, aktarmaktadırlar.
Mezopotamya kaynaklı dinsel ilahilerin bütün bu anlatımları, gerçekte yaklaşık olarak MÖ 3500/5000 yılları arasındaki gerçek tarihin oluşum biçimlerine dayanmaktadır. Musevi takviminin "evrenin yaratılışı"nı 5700 yıl öncesi olarak (yaklaşık) temel almasının sebebi de, bu dinlerin çıkış noktası olarak erken Mezopotamya tarihçesini temel almasından ötürüdür. Bu tarihleme de yaklaşık olarak İ.Ö 3700 'lü yıllardan itibaren bir anlatıma dayanmakta olduğumuzu gösteriyor.
Avrupa aydınlanmacılığı ve ona dayanan bizim aydınlanmacılığımız, Eski Ahit'in ve ona dayanan öteki dinsel kitapların, öncesini bilemedikleri ölçüde, sözlerinin “bilim dışı”, “anlamsız” , “mantıksız” olduğu iddiasına göre kendini şekillendirdiği için, bu dinsel metinlerin, hangi nedenle, “Tanrının yaban otunu ve yağmur yağdırmayı unuttuğu” vb. gibi kalıpsal formülleri kullandığını hiç bir zaman ciddi olarak düşünmemiş ve bunun anlamlarını eski Mezopotamya toplumlarının tarihçesinde, ananelerinde aramaya yönelme olanağı bulamamıştır. Onlar Eski Ahit'te bir tür tarih anlatımı bulamamışlar ve neredeyse sadece "saçmalık", "anlamsızlık", "mantıksızlık"lar toplamı keşfedebilmişlerdir. Mesela Erdoğan Aydın'ların "bilimsel" olduğu ileri sürülen kitaplarında, erken Mezopotamya tarihine ilişkin dişe dokunur her hangi bir ön birikim olmadığı çok açıktır. Ama bu arkadaşımız, erken Mezopotamya tarihi hakkında yeterli bilgi sahibi olmadığı halde, bu tarihi dönemin dinsel çizgisinin dönüşümüne dayandığı belgelerle sabit olan Eski Ahit'i ve-ya Kuran'ı "bilimsel olarak" inceleyebileceği kuruntusunu taşımaya devam ediyor. Öncesi bilinmeyen bir olgunun "incelenmesi", her şeyden önce tarihsel metodoloji bakımından bile işe yarayabilir değildir.
Eski Ahit'in tarihsel değeri bütün dinsel yazıt içinde o denli açıktır ki, onun sonraki bölümlerinin neredeyse salt tarih anlatımından oluşuyor olması olgusu, aslında, Eski Ahit'in en erken başlangıç bölümlerinin de oldukça soyutlanmış erken döneme ilişkin bir tarih aktarım tarzı olabileceğini düşündürmeliydi.
En azından biz, Eski Ahit'in "yaratılış" adı verilen ilk bölümlerinin kalıpsal yapısını, erken Akado-Sammaru ilahilerinde buluyor ve deyimsel ve ritüel bağlantıları ortaya koymaya çabalıyoruz. Buna göre, o tarihsel anlatım biçimlerinde, hem ortada şimdi anlaşılan anlamıyla yoktan var edici tek bir tanrı yoktu ve hem de, şimdi anlaşılan anlamıyla “yoktan var edilen”ler!
İlahilerde zaman içinde kullanılan “Var etme” fiili, olguları ve toplum birimleri “sınıflama”, onlara “ad verme”, onları “ad vererek tanımlama” anlamlarında kullanılıyordu ve bu zeminde toplum birimlerin birbirlerini "karşılıklı tanınma"ları yani "ittifak kurma" edimleri vardı. Toplum birimler işte bu edimleri ve kavrayışı, ilahilerde daha sonra “yaratma”, "yoktan var olma", "örneği olmayan ilk yapılanma" vb. olarak tanımlamaya başlayacaklardı.
Profesör Ellen Van Wonde, eski tarihe ve o tarihin yaklaşımlarını ifade eden dinsel ilahilere dayanan erken dönem Musevi belgelerine, dilbilimi ve akademik objektiflik temelinde yaklaşılması halinde, varılması kaçınılmaz bazı sonuçları ortaya koymaktadır.
Daha önce Türkçe özeti gazetelerde yer alan haber, bu yönüyle, bir Eski Ahit araştırıcısının da tanıklığını ortaya koyduğu için, oldukça önem taşıyor.
******
15 Ekim 2009
Profesör Ellen van Wolde tarafından ifade edilen tezler, bir tanrı'nın varlığını ve onun "yaratma" işlevini öngörmeye devam ettiği için , henüz sadece içinde bazı doğru adımlar içermenin ötesine gidebilmiş sayılmaz.
Eski Ahit'in "Yaratılış" anlatımı, erken Mezopotamya toplumlarının karşılıklı ilişkisinin ve Kuzey Mezopotamya (Yukarı, Gök) ile Güney Mezopotamya (Aşağı, Yer/Dünya) coğrafi yapılanmasının deforme edilmiş anlatımına dayanmaktadır.Tam da bu nedenle, bir varyanta göre, Tanrı'nın Adem'i, hayvanları ve-ya bitkileri "Toprak"tan (aslı "Aşağıdan" yarattığı yazılıdır. O anlatıma göre her şeye kadir olması gereken Tanrı, yine de, yaratmak istediği her şeyi "Toprağa/Kara'ya/Dünya'ya,Aşağıya" emrederek yarattırır!
Dikkatli bir şekilde incelenmesi halinde, Eski Ahit'in bu bölümünün "Yoktan var etme" tezini doğrulayan bir özellik taşımadığı ve taşıyamayacağı görülmektedir.
Ne bir Tanrı var,
Ne de evreni bir tanrı yarattı!
Akado-Sümer tablet yazılarına dayandırılmış ilahi metinlerinin Eski Ahit'teki evrilmesini ve dönüşümlerini çoktandır izlemeye çalışıyoruz.
Onlarda “Dünya”, “Cennet”, “Yer”, “Gök” gibi bazı temel kavramların zaman içinde ulaştıkları anlam bozulmalarına da dikkat çekiyoruz.
Akad ve Sümer olarak adlandırılan toplumlar, zaten "Yer/dünya toplulukları" ve "Güneş/Gök/Ateş toplulukları" olarak da adlandırılabilirler. İlahilerde, "Yer ve Gök birbirinden ayrıldı" türünden kalıpsal sözleri gördüğümüzde anlaşılması gereken tarihsel olay, Sümer ve Akad adı verilen toplulukların birbirlerinden ayrıştırılması ve bu ayrıştırma temelinde bölgede yeni bir ilişki düzeni yaratılmasıydı. Eski ilahiler bu tarihsel olayları oldukça gerçekci olarak ve fakat giderek soyutlanmış bir halde ve "Yer'in Gök'ten ayrılması", "Yedi kat Gök kurulması" vb. sözlerinin ardına gizlenmiş olarak, aktarmaktadırlar.
Mezopotamya kaynaklı dinsel ilahilerin bütün bu anlatımları, gerçekte yaklaşık olarak MÖ 3500/5000 yılları arasındaki gerçek tarihin oluşum biçimlerine dayanmaktadır. Musevi takviminin "evrenin yaratılışı"nı 5700 yıl öncesi olarak (yaklaşık) temel almasının sebebi de, bu dinlerin çıkış noktası olarak erken Mezopotamya tarihçesini temel almasından ötürüdür. Bu tarihleme de yaklaşık olarak İ.Ö 3700 'lü yıllardan itibaren bir anlatıma dayanmakta olduğumuzu gösteriyor.
Avrupa aydınlanmacılığı ve ona dayanan bizim aydınlanmacılığımız, Eski Ahit'in ve ona dayanan öteki dinsel kitapların, öncesini bilemedikleri ölçüde, sözlerinin “bilim dışı”, “anlamsız” , “mantıksız” olduğu iddiasına göre kendini şekillendirdiği için, bu dinsel metinlerin, hangi nedenle, “Tanrının yaban otunu ve yağmur yağdırmayı unuttuğu” vb. gibi kalıpsal formülleri kullandığını hiç bir zaman ciddi olarak düşünmemiş ve bunun anlamlarını eski Mezopotamya toplumlarının tarihçesinde, ananelerinde aramaya yönelme olanağı bulamamıştır. Onlar Eski Ahit'te bir tür tarih anlatımı bulamamışlar ve neredeyse sadece "saçmalık", "anlamsızlık", "mantıksızlık"lar toplamı keşfedebilmişlerdir. Mesela Erdoğan Aydın'ların "bilimsel" olduğu ileri sürülen kitaplarında, erken Mezopotamya tarihine ilişkin dişe dokunur her hangi bir ön birikim olmadığı çok açıktır. Ama bu arkadaşımız, erken Mezopotamya tarihi hakkında yeterli bilgi sahibi olmadığı halde, bu tarihi dönemin dinsel çizgisinin dönüşümüne dayandığı belgelerle sabit olan Eski Ahit'i ve-ya Kuran'ı "bilimsel olarak" inceleyebileceği kuruntusunu taşımaya devam ediyor. Öncesi bilinmeyen bir olgunun "incelenmesi", her şeyden önce tarihsel metodoloji bakımından bile işe yarayabilir değildir.
Eski Ahit'in tarihsel değeri bütün dinsel yazıt içinde o denli açıktır ki, onun sonraki bölümlerinin neredeyse salt tarih anlatımından oluşuyor olması olgusu, aslında, Eski Ahit'in en erken başlangıç bölümlerinin de oldukça soyutlanmış erken döneme ilişkin bir tarih aktarım tarzı olabileceğini düşündürmeliydi.
En azından biz, Eski Ahit'in "yaratılış" adı verilen ilk bölümlerinin kalıpsal yapısını, erken Akado-Sammaru ilahilerinde buluyor ve deyimsel ve ritüel bağlantıları ortaya koymaya çabalıyoruz. Buna göre, o tarihsel anlatım biçimlerinde, hem ortada şimdi anlaşılan anlamıyla yoktan var edici tek bir tanrı yoktu ve hem de, şimdi anlaşılan anlamıyla “yoktan var edilen”ler!
İlahilerde zaman içinde kullanılan “Var etme” fiili, olguları ve toplum birimleri “sınıflama”, onlara “ad verme”, onları “ad vererek tanımlama” anlamlarında kullanılıyordu ve bu zeminde toplum birimlerin birbirlerini "karşılıklı tanınma"ları yani "ittifak kurma" edimleri vardı. Toplum birimler işte bu edimleri ve kavrayışı, ilahilerde daha sonra “yaratma”, "yoktan var olma", "örneği olmayan ilk yapılanma" vb. olarak tanımlamaya başlayacaklardı.
Profesör Ellen Van Wonde, eski tarihe ve o tarihin yaklaşımlarını ifade eden dinsel ilahilere dayanan erken dönem Musevi belgelerine, dilbilimi ve akademik objektiflik temelinde yaklaşılması halinde, varılması kaçınılmaz bazı sonuçları ortaya koymaktadır.
Daha önce Türkçe özeti gazetelerde yer alan haber, bu yönüyle, bir Eski Ahit araştırıcısının da tanıklığını ortaya koyduğu için, oldukça önem taşıyor.
******
15 Ekim 2009
Profesör Ellen van Wolde tarafından ifade edilen tezler, bir tanrı'nın varlığını ve onun "yaratma" işlevini öngörmeye devam ettiği için , henüz sadece içinde bazı doğru adımlar içermenin ötesine gidebilmiş sayılmaz.
Eski Ahit'in "Yaratılış" anlatımı, erken Mezopotamya toplumlarının karşılıklı ilişkisinin ve Kuzey Mezopotamya (Yukarı, Gök) ile Güney Mezopotamya (Aşağı, Yer/Dünya) coğrafi yapılanmasının deforme edilmiş anlatımına dayanmaktadır.Tam da bu nedenle, bir varyanta göre, Tanrı'nın Adem'i, hayvanları ve-ya bitkileri "Toprak"tan (aslı "Aşağıdan" yarattığı yazılıdır. O anlatıma göre her şeye kadir olması gereken Tanrı, yine de, yaratmak istediği her şeyi "Toprağa/Kara'ya/Dünya'ya,Aşağıya" emrederek yarattırır!
Dikkatli bir şekilde incelenmesi halinde, Eski Ahit'in bu bölümünün "Yoktan var etme" tezini doğrulayan bir özellik taşımadığı ve taşıyamayacağı görülmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder