9 Eylül 2013 Pazartesi

Kuran'da Allah ve Şeytan

 
Gündelik İslami söyleme bakarak, Allah’ın, her şeyi bilen, aklından ve-ya hükmünden şüphe duyulamaz olan  bir “Yaratıcı”  olarak  ele alındığı sanılabilir.

Fakat,  İslam’ın Allah’ı ile  Şeytan’ı arasında geçen ve Kuran’a da “Allah’ın konuşması” olarak, üstelik tek yanlı, yansıyan polemiklere dikkatle ve yakından  bakılınca,  gerçek durumun sanılandan epey farklı olduğu  görülmektedir.


İslami edebiyatta “kör” kavramına pek  yakınlık gösterilmez. Hatta, nedense,  “hınzır mı hınzır” olması gereken Şeytan’a bile  “hay aksi kör Şeytan” diye lanet okunur.

Oysa Şeytan’ımız, kelimenin gerçek anlamıyla “kör”  yani “ gözleri görmeyen ama” olamazdı.  Onun Şeytan gibi olabilmesi için, mecaz anlamıyla da, “kör” yani “Cahil-Cühela” ve-ya “Gözü Kapalı”, “Gözü Açılmamış”…  olmadığı da gayet  açık bir gerçektir.
Tevrat’da veya Kuran’da yer aldığı biçimiyle “meyveyi yiyince gözleri açılan Adem ve Havva” anlatımındaki “göz açıklığı”, bilgelik ve cehalet ikilemi anlamındadır; yoksa burada söz konusu olan bir fiziksel ama’lık değil!

Fıldır fıldır gözleriyle her yana yetişen, daha , adımlarını  Cennet'e yeni atmış Adem ile Havva’yı yoldan çıkaracak kadar “akıllı” olan bir Şeytan’ın  görme engelli/ “kör olması”  herhalde pek düşünülemez zaten. Akado-Sammaru tarihinde rastladığımız “kör bilgeler” veya Avesta’da  karşılaştığımız “kör sinekler”,  daha çok Homeros benzeri  Musa-Okuyucu’lar olmalıydılar.

İslam’ın Kuran’ındaki haliyle  Şeytan, özellikle Allah ile karşı karşıya bulunduğu anlardaki savunması, akıl-fikir yürütme tarzı ve  sunduğu gerekçelerin sağlamlığı bakımından, kendini o şekilde sunmaktadır ki, onun,  Allah karşısındaki konumunun ne olduğunu sorgulamadan  geçip gitmek olanaksızdır!

Karşımızdaki, öyle sıradan;  Allah karşısında ezilip-büzülen biri değildir; tersine  Allah’a durmadan  diklenen, horozlanan ;  “Hin oğlu Hin” bir Şeytan’dır bu!

Kuran’daki aktarımlara göre Allah ile  Şeytan’ın arası, önce “Adem’in yaratılması” döneminde ve  “yaratılacak” olan Adem’in rolü ve özellikleri konusunda açılır!

Tevrat’taki “Yaratılış” anlatımlarına ilişkin  varyantlara dayansa da, İslam’ın Kuran’ında çizilen tablo belli bazı farklılıkları da içermektedir.  Eski Ahit’in  ilk Yaratılış versiyonuna göre, “Su’larda ruhu dalgalanan tanrı” “Yaratma” edimine geçer ve  6 Gün  boyunca “her şeyi” yaratıp, “7. gün’de istirahat”a çekilir!


Oysa Kuran’ın yaratılış varyantında, durum epey farklı bir noktadan ele alınır: Burada, birden bire, Allah ile birlikte epey miktarda Melek-ler-in, İblis-ler-in, Şeytan-lar-ın  yer aldığı bir ortamda buluruz kendimizi. Çünkü  Kuran’ın bu bölümlerinde, Allah, etrafındaki Melek, İblis, Şeytan, Cin, Peri, Zebani vb. varlıklara Adem’i Yaratma ve onu kendine Veliaht-halife kılma kararını açıklamakta ve onların tepkileri yansıtılmaktadır. Sanki bir müzakere ortamındayız ve Allah’da bu ayaklanmış asilerin karşısında onları ikna ile uğraşmakta ve sonunda uzlaşarak bir noktada buluşuyor gibidirler.

Adem ile eşi Havva bu sıralarda henüz yoktur ve Allah, sadece onları yaratmayı kafasına koymuş durumdadır. Oysa, İslami Kuran, Museviliğin Tevrat’ında yer alan ilk versiyondaki “yaratılış” anlatımına bağlı kalmış olsaydı, Erdoğan Aydın’ların sığ değerlendirmelerine göre, “Muhammed’in aklında kalan” haliyle aktarılmış olsaydı, her şey “7 günlük Yaratılış” ayini-bayramı süresince olup bitmeliydi! Ve aslında bu kıssadan kestirmeli anlatım, Muhammed’in de işine gelebilirdi!

Ama hayır!

Karşımızda olan bir başka “yaratılış versiyonu”dur. Eski toplumun, özellikle Mezopotamya toplum birimlerinin, birbirinden  farklı, birbirlerini tamamlayan bir dizi farklı “yaratılış”  versiyonu olduğunu fark edemeyen Turan Dursun’lar, İlhan Arsel’ler, Erdoğan Aydın’lar, bütün “yaratılış” aktarımlarını birbirlerinden çalınmış, akılda kalana eklemeler yapılmış uydurmalar gözüyle bakarlar. Hatırı sayılır miktarda uydurma varsa da, bu “yaratılış” varyantları, yine de, ortaya çıkış halleri bakımından, Mezopotamya’daki farklı toplum birimlerin tarihçeleri; onların tarih sahnesine çıkış anlarının aktarımlarına dayanırlar.

Kuran’daki anlatımlarda kendisinin  Adem’den neden daha üstün olduğunu açıklamaya çalıştığı sırada  öğreniriz ki, Şeytan, aslında, Adem’den  çok daha önceleri “kavurucu ateşten yaratılmış”dı!  
Şeytan’ımız burada, “1 haftalık yaratılış süreci”nin  birkaç günlük  önceliğinden bahsetmiyordu.

Şeytanımız, varlığını  “Adem’in yaratılması” olarak bilinen anlatımın ifade ettiği olaydan yüzlerce-binlerce  yıllık bir tarihsel üstünlük alanına yaslıyordu…

Bu tartışmalar içinde anlıyoruz ki, yine de Allah, yetkisi ve-ya üstünlüğü tartışma konusu olan bu Adem’i “Çamur”dan, daha doğrusu, “Toprak”dan yaratmaya karar vermişe benziyordu.

Elbette o sırada Allah tek üstün varlık değildi. Bir dizi başka ilah ve ilaheler, melek ve melaikeler, devler, zebaniler, şeytanlar da vardı. Bizim, kavramları şimdi anladığımız anlamlarıyla değil. Tıpkı “insanlar gibi” olan ; çizimlerini arkeolojik  bulgularda gördüğümüz, basbayağı insan varlıklardı bu tanrılar, ilahlar, zebaniler,şeytanlar. Öyle ki, Muhammed,  kendi zamanında bile Nusaybin cinlerini başına toplayıp, onlara Kuran okumuştu. Bu Cin’lerin, bu Cin gibi insanların torunları, şimdi de, Nusaybin, Harran veya Urfa’da ikamet etmeye devam ediyorlar. “Tanrı”, “Melek-Malik”, “Huri”; “Peri” vb. sadece farklı toplum birimleri ve dini gurupları ifade eden kavramlardı. Doğa üstü varlıkları değil; doğrudan doğruya Kuzey Mezopotamya topluluklarını ; “Yukarı Mezopotamya”daki toplulukları;Yukarı-Gök topluluklarını tanımlıyordu.
Kuran’ın aktarımına göre Allah ve Şeytan ile öteki Melek’ler arasında ele alınan konular, “Tanrılar, ilah ve İlaheler meclisinde” çözümlenmeye çalışılıyor gibidir. Tarımsal ürüne ihtiyaçları  giderek artan  “Kuzey’deki, Yukarıda’ki Tanrılar topluluğu” bu sorunu görüşüp çözümlemeye uğraşıyordu...

Bu nedenle,  Tevrat veya Kuran’da  adı geçen  “yaratıcı toprak”, bizim sandığımız gibi, avuçlanan  “kara toprak” değildi. Ön Asur topluluklarının yerleşim alanları olarak, coğrafi anlamıyla, muhtemelen şimdiki Kuzey Suriye ve Kuzey Irak’tan  Mardin’e, Harran’dan Çukurova’ya kadar olan  tarımsal alan anlamında “Mezopotama’yanın Aşağısı”, “Mezopotam’yanın Güney bölgeleri” anlamındaki “Toprak”tı…


Bu bakımdan da, Tevrat’ın ve Muhammed’in  Kuran’ının bahsettiği “Toprağı işleyecek olan Adem” anlamındaki varlık , “Toprağın adamı” olarak, Çiftçi, Fellah olarak Adem’in  “yaratılması”, daha doğru bir ifadeyle, “tarımsal Topluluk”larla ittifak kurmak için onları ve temsilcilerini “tanımak”, varlıklarını “yasal olarak” ifade etmek  söz konusuydu.


Bu anlatım tarzına, Gılgamış’tan el-aman eden Uruk’luların dileği üzerine Gılgamış’a rakip ve eşdeğer olarak yaratılan Enkidum’a ( ki bu kavram, “Enki’nin Oğlu”, hem bize meşhur Kenan’ı vermektedir ve “Kenan’ın oğlu” anlamında da okuyabiliyoruz ve hem de “Yer’in,Kara’nın, Toprağın Oğlu” anlamında okuyabiliyoruz..)  karşılık düşen bir “Adem”di!

Uruk’luların Gılgamış’ı “Ateşin Oğlu” ise, ön Asur topluluklarının “Kazma”, “cahil”, “sabanın adamı çiftçi” Enkidum’u da, bir çeşit Tarımcı Adem idi! Bunlar aynı zamanda  Avesta’nın da  iki temel “varlık” biçimleriydi!

İşte İslam’ın Kuran’ında yer alan  isyancı ve Allah’a diklenen Şeytan, tam olarak böyle bir anda, “Çoban topluluk”lar ile “tarımcı topluluk”lar arasında yeni bir ürün paylaşım ve evlilik ittifakı kurulması aşmasında, yetkilerin ve ilişkilerin karşılıklı olarak yeniden düzenleneceği, yeni bir ittifak “Amin”inin imzalanacağı bir Ayin-Ritüel arifesinde, eski yetkilerinin elinden alınmasını hazmedememiş ve  İslam’ın Allah’ına karşı  çıkıyordu. Buradaki Şeytan, kendini “Yukarı”, “yücelerden” görüyor; Allah ise onun “aşağılardan” olduğunu vurgulamaya özen gösteriyordu. “Yukarı” ifadesi Tanrısal olmanın ; “aşağı” ifadesi ise “toprak”tan olmanın , “tanrılara köle olmanın” ifadeleriydi.
                                              
                                                       ***
 
Şeytan, isyan bayrağını kaldırmış  ve “Toprağın adamı” olarak Adem’e secde etmeyeceğini; onu  üstün olarak tanımayacağını ilan etmişti.

“Çünkü..” demişti Allah’a, kurulmuş olan bu  tanrılar meclisinde,
Birkaç adım öne çıkarak,
Süzerek yukardan aşağıya kadar
tüm katılımcıları bir bir,
“…ben ki…”, demişti
kelimelerin üzerinde gezinirken,
ezer gibi bir ayrık otunu ökçesiyle,
ortadaki  koca meydanında tapınağın…
“…ben ki, yüzyıllar önce,
Ne çabuk da unuttunuz  ey tanrılar, tanrıçalar,
Anu tanrının sönmeyen ateş’inin eseri
Olarak var edildiğimi.

Yaratılayım diye bir an önce,
Binlerce kurban sunmuştu aralarından öteki tanrılar
Tapınağın sönmeyen alevli fırınlarında
Yaratılmıştım Tanrılar üstünde,
Tam şu andan, belki de bin yıl kadar önce

Sönemeyen alevim meşalede
Küllenmez korum tanrısal ocakta
Üstünüm ben eşitler arasında bile!

Evet, yineliyorum!
Bilgelikte,
Sanat ve ilimde,
Söz söyleme ve lir çalmada,
Def ve zurnada
Sürüleri aldatıp yönetmekte,
Açıkgöz oluşumla…

Şu kaba saba,
Kazma sapı’nı tutan,
Eli nasırlaşmış olandan!

Öküzün ve eşeğin çektiği
Sabanın ardında koşan,
Cahil, “Gözü açık olmayan”,
Kaba-saba
“kazma adam”dan!”
Beklemiyordu belki Allah,
Böylesine pervasız bir meydan savaşını!
Tapınağın tam ortasında, altında İncir ağacının
Tüm meleklerin, Cinlerin, Huri ve Perilerin önünde,
Öteki iri ufaklı Şeytan’lar da oradayken!

Fakat anlattıkları da  bir gerçekti Şeytan’ın.
“Kavurucu Ateş” Tevrat’da “Yaratıcı Ateş”ti aynı zamanda.
Tevrat’ta bu yüzden yazılıyordu,

daha Güneş ve Ay “yaratılmadan” önce,
aydınlık-ışık” var edildi diye…


Çarlık Rusya’sında,
alaya alırken bu anlatımı Dostoyevski,
bilmiyordu elbette, Şeytan’ın
tarihçesini derinlemesine!

Okunmamıştı henüz ne Enuma Eliş o zaman,
ne de öteki Babil tabletleri.

İşte  diklenirken pervasızca Allah’a karşı
böylesine üstün görüyordu kendini Şeytan’ımız,
Marduk kılığında veya Enlil olarak O,
Anu’nun  “Ateşten Yaratılmış en büyük oğlu”,
bilgelikte bir Tilki kadar kurnaz,
bir yılan kadar sinsi,

hesap işlerinde,
ağ ören bir örümcek kadar hassastı o,

Baştan aşağıya saf akıl yüklü,
Bilgeliklerin Efendisi,
Hıristiyanlığa “saf aklı” olacak olan da
İşte bu Şeytandı!

Bu  “Yücelerin” varlığı,

“Yükseklerin”,
Kuzey topluluklarının Tanrısı,
Adem’e,
şu cahil,
şu toprağın adamı,

şu "aşağıların" varlığına
şu toprağa köle kılınmış olana
görevi Tanrılara sebze,

meyve ve tahıl yetiştirmek olan
şu basit varlığa
teslim mi olacaktı!

Ve Şeytanımız kaldırdı İsyan bayrağını,
belki Asi nehri civarındaydılar,
bu konuları konuşurlarken
Allah, Melekler ve öteki yetkililer,
Tanrılar Meclisini de  oralarda kurmuş olmalıydılar…

Belki de Mardin’deydiler..
Dinlerin ve dillerin bucağında…
Kaburgasından Adem’in  pirinç dolmasıyla
“yaratılacak” olan Havva için toplandıklarında
verimli Mardin ovasının bir tepesine kurulu
en eski Tapınaklardan birisinde
Sedirlere uzanmıştı her tanrı bir tarafta,
her melek ve  her şeytan ve  her zebani
ve  kör sinekler…
uzanmışlardı köşelerine
mutlu, yorgun…
Önlerinde narlar,
üzümler salkımdı,
her cinsten hurmalar olgun
Ve sunu sunu kurbanlar
Gümüş’ten Yer sinisinde sıralı,
Sin tanrının yüzüymüş gibi  ay parlaklığında

Ya da, eşit güçle karşılıklı oturmuş
tanrıların dört ayaklı masalarında..

İslam'ın Allah'ı,
muhtemelen böylesine kalabalık bir ortamda,
Meleklerden  misafirlerle dolu bir mecliste,
Şeytan’ı “huzurdan kovulmuş”lardan birisi yapmaya kalkışmıştı.

Ama ne mümkün!

Allah'ın bu sert tutumuna karşı,
Şeytan'ımız Allah'ın kararının yanlış olduğunu,
üstelik gerekçelendirerek o kadar güzel anlatmaktadır
ve Allah’a en güzelinden  öylesine akıllar vermektedir ki, bu anlatımın ortaya koyduğu sahne adeta “teatral”dır!

Bütün tanrılar,
İlah ve ilaheler,
Melek ve melaikeler,
ve kör sinekler,
ve Şeytan cinsinden olanlar,
açmışlar ağızlarını sanki,
hayranlıkla dinlemekteydiler
Şeytan’ı…

En büyük meydanında nasıl dinlemişlerse
bütün Romalılar Julius Sezar’ı,
o Sezar olmadan önce,
en ünlü hitabetinde,
tam tamına değil belki,
belki birkaç yüz yıl hatayla,
tam 3750 yıl kadar sonra!

Turuva önünde,
Birkaç yüz kişinin daha öleceği
Bu yıkım savaşına devam mı edecekler,
Yoksa toplayıp, bir sabah erken herkesi,
Dönüp gitmek  için yurtlarına
barış mı yapılsın derhal diye
Karar vermek için toplandığında
Mızrakları parıldayan erler meydanına
Savaşçılar, kahinler ve kıralar önünde
En güzel sözcükler
bir yoğurt torbasından süzülür gibi tek tek,
damlalar halinde
ve kesintiye uğramadan düşerse nasıl
takıldığı çardağın köşesinden toprağa,
sanki emer aç kalmış gibi toprak bu damlayı,
ve en kötü sesli kargalar bile nasıl dinlerse
ötmeden bir tek kere duvarda,
sessiz ve hayranlıkla
hatiplerin birbirinden başarılı söylevlerini.

İşte bütün tanrılar, tanrıçalar
Melek ve melaikeler
Ve Allah,
Dinliyorlardı Şeytan’ı sessizce
İki omzundaki yılanla
Fırlamıştı Meydanın
tam orta yerine
alevler çıkmıyordu sanki
dil yerine ağzından!
Açtıkça bal  gibi akıyordu sözcükler
Yakıp dağlıyor,
Merhem gibi su damlası oluyordu
her bir sözcüğü dokundukça hedefe!

Alkışlıyorlardı hep birlikte onu,
öteki küçük Şeytanlar,
Hatta Melekler ve Melaikeler bile
Ne zaman çıksa ağzından sözcük yerine
bir ateş parçası dağlayan,
bir su damlası cennette akan…

“Evet….!”
diye onaylıyorlardı Şeytan’ın adamları,
aldatılmışlar,
hep bir ağızdan…

Bıraksa Allah onları keyfine,
yıkacaklardı neredeyse
Kuruluydu tam dört sütün üzerine
Eni boyuna eşit
Yerin ve  Göğün omurgası olan
tapınağı dibinden!
Bas bas bağırıyorlardı,
Tarak değmemiş saçlarını savurarak,
sıvazlayarak su değmesi günah,
ateş  değmemiş sakallarını,
Bakıp ters ters Allah’a
Söyleniyorlardı mır-mır duasında gibi
Bir o yana bir bu yana yerinde salınarak:

“Kimmiş ki o,
Tarla’nın, Saban’ın,
Kazmanın Adamı!

Kul olmalıyken bize,
Olabilir mi eşitimiz,
bilgide,
görgüde,
akılda
ve açık gözlülükte
biz Şeytan’larla”

Allah’ı bir düşünce sarmıştı…
Şu Şeytanlar da,
az Şeytanlar değildi hani!
Tutsa eliyle bir tarafı,
Sıçrayıp bağırıyorlardı ters tarafta!

Baş Şeytan'ın bu derin konuşması karşısında,
o kadar da ince düşünmediğini fark eden Allah gerginleşmişti...

Kurmaya çalışıyordu kafasından
yeni tümcelerle sunacağı son kararını
şu hınzır,
şu hazırcevap,
şu akıl yüklü Şeytan’a karşı!

Şeytan'ın sözlerini
kafasında evirip çeviriyordu…


Ne yapsın...
Ne yapmalı sakince…

Ama yine de sonuçta
hakkaniyetli bir Allah’tı..

Haklıya haklı demesi lazımdı!
Yukarda öteki tanrılar var,
Yemin etse başı ağrımaz,
aklına yatıyordu Allah’ın da
Şeytanca fikirleri baş Şeytan’ın..

“Peki” dedi   Şeytan’a..
epey düşündükten sonra Allah
-Dediğin üzere olsun…
Kıyamet gününe kadar sana,
izni verdim
kullarımı ayartabilmen için,
istediğin kulumu git ayart!

Madem aptaldır diyorsun,
cahildir,
gözleri kapalı,
bilgisizdirler,
Kazma’dırlar
ve Saban adamıdırlar…

İyi öyleyse…
Dediğin gibiyse,
git aldat onları…

Ama ben akıl’la dolduracağım kullarımı..
Eğer alır gibi olursa kafaları,
Sanmam ki, gelsinler
uyarak senin parlak vaatlerine
bırakıp da beni peşinden senin!

Ama, gelen olursa,
ki  bana öyle geliyor,
Epeyi takılacak var galiba senin peşine..
Ne de olsa çiğ süt emmiş bu İnsanoğlu,
Daha Cennet’teyken belki de,
Saptıracaksın Adem’i yolundan
ve karısı olacak  Havva’nın çeleceksin aklını!

Eh işte, ben de size yemin ederek diyorum ki,
Böylelerinin sonsuz yuvası olacak,
Ateşten Cehennemleri!

*-*-*
Elbette  dinsel metinlerin “düz” bir şekilde  okunmasıyla, buradaki Allah'ın konumunu epeyce sarsabiliriz.

Kullarını Şeytan'ın eline bırakmış, dahası kendisi Şeytan'ın aklına uymuş bir Allah!
Fakat, bizim yöntemimiz bu değil... sadece buradaki “düz anlatım”a bağlı kalındığında ortaya çıkabilecek  anlamsızlığa dikkat çekmek bakımından, şöyle bir dokunup geçmeliyiz bu noktaları...

Buradaki asıl tartışma  konumuz  şu olmalıdır:
Bütün Kuran boyunca, Şeytan, Allah'ın karşısında, en zor ve kritik anlarda Allah'a akıl veren bir özellik taşımaktadır ki, bu da bize, İslam'ın din olarak şekillenme aşaması hakkında bilgi vermektedir.

İslam dinini eleştirmek, onu, Mezopotamya kaynaklı öteki dinlerle birlikte ele almakla ve bütün dinsel anlatım ve bu anlatımların temel kavram ve jargonlarını, Mezopotamya ve çevresindeki toplum birimlerin gerçek tarihlerine oturtabilmekle olabilir.

Biz işte bunu yapıyor, yapmaya çalışıyoruz.
Kuran******


30. Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi. Onlar: Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun? dediler.

Allah da onlara: Sizin bilemiyeceğinizi herhalde ben bilirim, dedi.

31. Allah Adem'e bütün isimleri, öğretti. Sonra onları önce meleklere arz edip: Eğer siz sözünüzde sadık iseniz, şunların isimlerini bana bildirin, dedi.

32. Melekler: Ya Rab! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz, senin bize öğrettiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur. Şüphesiz alim ve hakim olan ancak sensin, dediler.

33. (Bunun üzerine: ) Ey Âdem ! Eşyanın isimlerini meleklere anlat, dedi.

Adem onların isimlerini onlara anlatınca: Ben size, muhakkak semavat ve arzdagörülmeyenleri (oralardaki sırları) bilirim. Bundan da öte, gizli ve açık yapmakta olduklarınızı da bilirim, dememiş miydim? dedi.

34. Hani biz meleklere (ve cinlere): Âdem'e secde edin, demiştik. İblis hariç hepsi secde ettiler. O yüz çevirdi ve büyüklük tasladı, böylece kafirlerden oldu. *

35. Biz: Ey Âdem! Sen ve eşin (Havva) beraberce cennete yerleşin; orada kolaylıkla istediğiniz zaman her yerde cennet nimetlerinden yeyin; sadece şu ağaca yaklaşmayın. Eğer bu ağaçtan yerseniz her ikiniz de kendine kötülük eden zalimlerden olursunuz, dedik.

36. Şeytan onların ayaklarını kaydırıp haddi tecavüz ettirdi ve içinde bulundukları (cennetten) onları çıkardı. Bunun üzerine: Bir kısmınız diğerine düşman olarak ininiz, sizin için yeryüzünde barınak ve belli bir zamana dek yaşamak vardır, dedik.


*-*-*-*-*-*-*

Diyanet Meali
10. Doğrusu biz sizi yeryüzüne yerleştirdik ve orada size geçim vasıtaları verdik. Ne kadar da az şükrediyorsunuz!

11. Andolsun sizi yarattık, sonra size şekil verdik, sonra da meleklere, Âdem'e secde edin! diye emrettik. İblis'in dışındakiler secde ettiler. O secde edenlerden olmadı. *

12. Allah buyurdu: Ben sana emretmişken seni secde etmekten alıkoyan nedir? (İblis): Ben ondan daha üstünüm. Çünkü beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın, dedi.

13. Allah: Öyle ise, "İn oradan!" Orada büyüklük taslamak senin haddin değildir. Çık! çünkü sen aşağılıklardansın! buyurdu.

14. İblis: Bana, (insanların) tekrar dirilecekleri güne kadar mühlet ver, dedi.

15. Allah: Haydi, sen mühlet verilenlerdensin, buyurdu.

16. İblis dedi ki: Öyle ise beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım.

17. "Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen, onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın!" dedi.

18. Allah buyurdu: Haydi, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık! Andolsun ki, onlardan kim sana uyarsa, sizin hepinizi cehenneme dolduracağım! *

19. (Allah buyurdu ki) : Ey Adem! Sen ve eşin cennette yerleşip dilediğiniz yerden yeyin. Ancak şu ağaca yaklaşmayın! Sonra zalimlerden olursunuz.

20. Derken şeytan, birbirine kapalı ayıp yerlerini kendilerine göstermek için onlara vesvese verdi ve: Rabbiniz size bu ağacı sırf melek olursunuz veya ebedi kalanlardan olursunuz diye yasakladı, dedi.

21. Ve onlara: Ben gerçekten size öğüt verenlerdenim, diye yemin etti.

22. Böylece onları hile ile aldattı. Ağacın meyvesini tattıklarında ayıp yerleri kendilerine göründü. Ve cennet yapraklarından üzerlerini örtmeye başladılar. Rableri onlara: Ben size o ağacı yasaklamadım mı ve şeytan size apaçık bir düşmandır, demedim mi? diye nida etti.

23. (Adem ile eşi) dediler ki: Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.

24. Allah: Birbirinize düşman olarak inin! Sizin için yeryüzünde bir süreye kadar yerleşme ve faydalanma vardır, buyurdu.
25. "Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve orada (diriltilip) çıkarılacaksınız" dedi.



*-*-*-

Elmalılı meali

10 - Doğrusu Biz sizi yeryüzünde, yerleştirdik, orada size geçimlikler verdik; ne kadar da az şükrediyorsunuz!


11 - Sizi yarattık, sonra size biçim verdik, sonra da meleklere: "Âdem'e secde edin" dedik; hepsi secde ettiler, yalnız İblis, secde edenlerden olmadı.

12 - (Allah) buyurdu: "Sana emrettiğim zaman, seni secde etmekten alıkoyan nedir?" (İblis): "Ben, dedi, ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın."

13 - (Allah) buyurdu: "Öyleyse oradan in, orada büyüklük taslamak senin haddin değildir. Çık, çünkü sen aşağılıklardansın."

14 - (İblis) dedi: (Bari) bana (insanların) tekrar diriltilecekleri güne kadar süre ver."

15 - (Allah) buyurdu: "Haydi sen süre verilmişlerdensin."
16 - "Öyleyse, dedi, beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onlar(ı saptırmak) için senin doğru yolunun üstüne oturacağım."

17 - "Sonra (onların) önlerinden arkalarından, sağlarından sollarından onlara sokulacağım ve sen, çoklarını şükredenlerden, bulmayacaksın."

18 - (Allah) buyurdu: "Haydi, sen, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık. And olsun ki,onlardan sana kim uyarsa, (bilin ki) sizin hepinizden (derleyip) cehennemi dolduracağım."

19 - (Sonra Allah, Âdem'e hitab etti): "Ey Âdem! Sen ve eşin cennette durun, dilediğiniz yerden yeyin; fakat şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz."


20 - Derken onların, kendilerinden gizli kalan çirkin yerlerini kendilerine göstermek için onlara fısıldadı: "Rabbiniz, başka bir sebepten dolayı değil, sırf ikiniz de birer melek ya da ebedî kalıcılardan olursunuz diye sizi şu ağaçtan men etti." dedi.

21 - Ve onlara: "Elbette ben size öğüt verenlerdenim." diye de yemin etti.

22 - Böylece onları aldatarak aşağı sarkıttı (önceki mevkilerinden indirdi). Ağacı(n meyvesini) tadınca, çirkin yerleri kendilerine göründü ve cennet yapraklarını üst üste yamayıp üzerlerini örtmeğe başladılar. Rableri onlara seslendi: "Ben sizi o ağaçtan men etmedim mi ve şeytan size apaçık düşmandır, demedim mi?"


23 - Dediler ki: "Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik, eğer bizi bağışlamaz ve bize rahmetinle muamele etmezsen muhakkak ziyana uğrayacaklardan oluruz!"

24 - (Allah) buyurdu: "Birbirinize düşman olarak inin, sizin yeryüzünde bir süreye kadar kalıp geçinmeniz gerekmektedir."

25 - "Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve yine oradan (dirilip) çıkarılacaksınız!" dedi.

26 - Ey Âdemoğulları, size çirkin yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise indirdik. Hayırlı olan, takva elbisesidir. İşte bu(nlar), Allah'ın âyetlerindendir, belki düşünüp öğüt alırlar.

27 - Ey Âdemoğulları. Şeytan, ana babanızı, çirkin yerlerini onlara göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi, sizi de (şaşırtıp) bir belaya düşürmesin! Çünkü o ve kabilesi, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Biz, şeytanları, inanmayanların dostu yaptık.




*-*-*


Kurân, Nisâ sûresi, 4/118-119
Allah onu (şeytanı) lânetlemiş; (buna karşılık) o da 'Yemin ederim ki, kullarından belli bir pay edineceğim (veya onlardan kâm alacağım), onları saptıracağım, onları birtakım temennilerle oyalayacağım. Onlara davarlarının kulaklarını yarmalarını emredeceğim de Allah'ın yaratışını değiştirecekler.' dedi.
Her kim Şeytanı, Allah'tan başka dost edinirse, şüphesiz besbelli bir ziyana girmiştir.
 (Nisâ sûresi, 4/118-119
Diyanet İşleri (eski):
Onlar Allah'ı bırakıp tanrıçalara taparlar ve: 'Elbette senin kullarından belli bir takımı alıp onları saptıracağım, onlara kuruntu kurduracağım, develerin kulaklarını yarmalarını emredeceğim, Allah'ın yarattığını değiştirmelerini emredeceğim' diyen, Allah'ın lanet ettiği azgın şeytana taparlar. Allah'ı bırakıp şeytanı dost edinen şüphesiz açıktan açığa kayba uğramıştır.

*-*-
Diyanet Vakfi:
Onlar (müşrikler) O'nu bırakıp yalnızca bir takım dişilerden (dişi isimli tanrılardan) istiyorlar, ancak inatçı şeytandan dilekte bulunuyorlar.
Allah onu (şeytanı) lânetlemiş; o da: «Yemin ederim ki, kullarından belli bir pay edineceğim» demiştir. «Onları mutlaka saptıracağım, muhakkak onları boş kuruntulara boğacağım, kesinlikle onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar (putlar için nişanlayacaklar), şüphesiz onlara emredeceğim de Allah'ın yarattığını değiştirecekler» (dedi). Kim Allah'ı bırakır da şeytanı dost edinirse elbette apaçık bir ziyana düşmüştür.

*-*-*-*-*-*-*-*-*-*

Kurân, Nisâ sûresi, 4/118-119 ile ilgili
 Fethullah Gülen’in Yorumu


Bu âyet-i kerimede ve Kur'ân içinde birçok yerlerde belirtildiği üzere şeytanın Cenâb-ı Hakk'a karşı, böyle cüretkâr konuşabilmesinde;

1) Ya Allah (celle celâluhu) ona izin vermiştir.

2) Veya birçok müfessirin beyan ettiği gibi, bu sözler şeytanın fıtratının homurtularıdır ki, Allah onları bize bildirmektedir. (*1)
**-*-*-*-**-*
(*1)Bu sözler ister şeytanın beyan-ı lisanı olsun, ister tabiatının homurtuları; onun, Allah'ın ihlâsa ermemiş kullarından kâm almaya kararlı olduğu muhakkaktır. Onunla arz-üstü başlayan bu ilk şeytanî oyun, bugün de hem o, hem de onun yardımcıları, yine insanları baştan çıkarma, onları boş kuruntu ve ümniyelere düşürme, diğer canlılar ve insanların fıtrat ve tabiatlarına olumsuz şekilde müdahalelerde bulunarak, hem tabiat buudlu, hem de insan buudlu dengeleri bozmaya devam etmektedirler. İnsanlığın ruhî dengesinin korunması, bu İblis yolundan uzak kalmaya bağlı olduğu gibi, insanı içine alacak şekilde genel tabiat dengesinin muhafazası da yine bu uzaklığa vâbestedir. Onun idlal çizgisinde hareket edenler, apaçık ziyana uğramış tali'sizler; ondan uzak kalmayı başaranlarsa Allah'a yakın bahtiyarlardır.

*-*-*-*-*-*
(*1)
(*2)

(*3)






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder