"Kurban'!ın
kusursuzluğu" ve "Cinsel organın sünnet edimi" bağıntılarında
Nisa'dan bir bölüm...
"Kurban'ın
kusursuzluğu" gibi deyimler, İslamist basında, "kurbanın sağlıklı
olması" vb. olarak yorumlanır... Gelgelelim, bunların arasından bir
akıl, "boynuzu kırık", "kulağı kesik", "gözü kör"
olan kurban adayının niçin "sağlıklı değil" olduğunu düşünmemiş veya
düşündü ise, konuyu çözümleyememiştir. İsa'ya "kutsal kuzu"
denilmesi, Musevilerde "altın dana"ya tapılması, vb. "hayvan
totem"ler ile eski toplum birimler arasındaki yakın ilişkiyi ortaya
koyuyor. Eskiden, bu tür hayvan totemler, bütün halinde veya farklı organları
bakımından, farklı tanrı ve ilahelere adanıp kanları akıtılabiliyordu.
İslam'ın Allah'ı, bana adanan kurban kusursuz olsun demiş ise, bununla onun
"sağlığını" değil, daha önce başka rakiplere adanmamış olmasını
anlatmak istiyor...
http://toplumvetarih.blogcu.com/islam-da-kurban-in-kusursuzlugu-ve-abd/2693638
http://toplumvetarih.blogcu.com/islam-da-kurban-in-kusursuzlugu-ve-abd/2693638
[ NİSA 116. Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; ondan başka günahları dilediği kimse için bağışlar. Kim Allah’a ortak koşarsa büsbütün sapıtmıştır.
NİSA 117.
Onlar (müşrikler) O’nu bırakıp yalnızca bir takım dişilerden (dişi isimli
tanrılardan) istiyorlar, ancak inatçı şeytandan dilekte bulunuyorlar.
NİSA 118.
Allah onu (şeytanı) lânetlemiş; o da: "Yemin ederim ki, kullarından belli
bir pay edineceğim" demiştir.
NİSA 119.
"Onları mutlaka saptıracağım, muhakkak onları boş kuruntulara boğacağım,
kesinlikle onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar (putlar
için nişanlayacaklar), şüphesiz onlara emredeceğim de Allah’ın yarattığını
değiştirecekler" (dedi). Kim Allah’ı bırakır da şeytanı dost edinirse
elbette apaçık bir ziyana düşmüştür.
NİSA 120.
(Şeytan) onlara söz verir ve onları ümitlendirir; halbuki şeytanın onlara söz
vermesi aldatmacadan başka bir şey değildir.
NİSA 121.
İşte onların yeri cehennemdir; ondan kaçıp kurtulacak bir yer de
bulamayacaklardır. ]
Kuran'a
göre, Şeytan emredecek ve ona tapanlar "Allah’ın yarattığını
değiştirecekler"... Peki, müslümanlar sünnet ile ne yapmış oluyor ?: El
cevap:"Allah’ın tüm yarattığını" kesip değiştiriyorlar...
(Mısır
Firavunu Ramses ile Hitit Kıralı Hattuşili III
Arasındaki Antlaşma Hükmü ve İslamın Abdest Ediminin Kökenleri Hakkında )
İsa’dan önce yaklaşık 1285–80 sıralarında, Mısır ile Hitit, Kadeş savaşından sonra, aralarında yazılı bir antlaşma yapmışlardı [- 1278 (+- 50)].
Ramses II ile Hattuşili III arasında imzalanmış; Hititçe ve Akadca olarak yazılmış bu anlaşmanın bir bölümü (yaklaşık olarak) şöyleydi:
«Bir kimse Mısır’dan kaçar ve Hitit ülkesine gelirse, Hitit kıralı onu ülkesinde tutmayacak, Ramses'in ülkesine döndürecektir...
Bir ya da iki ya da üç ya da,(daha çok ) … Adam Mısır’dan kaçarlarsa,(onlar da ) Ramses'in ülkesine iade edilecektir…
Bunlar öldürülmeyeceği gibi, gözlerine, ağızlarına ve ayaklarına da dokunulmayacaktır. »
Antlaşma belgesinde yer alan, kaçak kişilerin “gözlerine, ağızlarına ve ayaklarına da dokunulmayacaktır” hükmünü, onlara “bir kötülük yapılmaması” biçiminde yorumlamak ve tanıtmak çok yanlış, eksik bir sunum olur. “Göz, ağız ve ayaklara” yönelik gösterilen bu hassasiyetin şimdi anlaşılan anlamda ‘sağlıkla’ bir ilgisi olamazdı.
Eski tarihi, onun kayıtlarını, bu kayıtlarda yer alan kavramları günümüzün değer ölçüleri içinde ele alma yanılgılarını artık düzeltmemiz gereklidir.
Bu anlaşma metninde, özel olarak, “göz, ağız ve ayak”ların bilhassa ifade edilmesi, ilgili topluluğun, metine göre, bu uzuvlara o dönemde, neredeyse kişinin “öldürülmesiyle” eşit değerde önem verdiklerini; bu tür organların önemsendiğini gösteriyor.
Bu nokta, bizi, aynı zamanda İslam’ın veya Museviliğin tanrılarının sunulacak kurbanlarda aradığı “göz, ağız veya ayak” bakımından özel olarak, “sakat” olmaması özel itinasının gerekçelerine de taşımaktadır. Tek gözü kör, bir ayağı kırık bir kurban hayvan, bu tanrıların çok ‘iğrendiği’ sunular arasına girmekteydi. Şimdiki Diyanet de, çok sık olarak, kurban hayvanın şimdi kulağına takılan damganın kurban hayvana bir “halel” getirip getirmediği üzerine “ dinsel bakımdan açıklamalar” yapmasına yol açmaktadır.
Eski toplumda kişinin uzuvları çok önemli idi, çünkü orada “parmak, el, kol, bacak, dil, dudak, kulak kesme, göz çıkarma, diş kırma”... kutsal adak edimlerinde ‘sunu organ’ları olarak kullanılmış görünüyor.
Daha sonra bu uzuvlar (en azından bir bölümü) , ceza işlemlerinin konusu olarak ele alınmaya başlanmıştı. Bunları çok açık kanun hükümleri haliyle Hammurabi ve Assur yasalarında veya dini kitaplar olarak Avesta’da, Eski Ahit’te, İncil’de, Kuran’da da buluruz.
“Eski kulağı kesiklerden..” ; “kızını dövmeyen dizini döver” ; “başım gözüm üstüne” ; “ iki gözüm çıksın ; önüme aksın...” ; “elim kolum kopsun ...” ; “dilin kopsun..” ; “gözünün yağını yediğim..” ; “gözünü sevdiğim” ; “iki gözünden öptüğüm..” ; “gözü çıksın” vb. , vb. denildiği zaman, eski tarihte, bireyin, önce kutsal adak ve sonra da ‘kutsal ceza’sı için hedef alınan organlarının hangileri olduğu ve bu organların adanma türü hakkında bir fikir edinmiş olmalıyız.
Eski toplumdan devir aldığımız bu tür kavram, deyim ve kurallar eski toplumun kendi gerçek koşulları içinde değer bulur. Saç, sakal veya kaşlarına bıçak, makas veya ateş değirmeyi (‘ütmek’) en büyük günah veya aşağılanma davranışlarından biri olarak kabul eden dini inanca sahip birisini berber koltuğuna oturtmak kadar büyük bir ‘kötülük’ olamazdı. “Ütmek” ve “ütülmek” kavramlarının aynı zamanda, farklı alanlarda, “yengi” ve “yenilginin” karşılığı olarak kullanılabilir kavramlar olması, ateş kült tapınım dönemindeki eski toplumda “yenen”in ve “yenilenin”; “galip gelen” ile “mağlup olanın” karşılaşacağı sonuçlar hakkında da bilgi vericidir. Hıristiyanlığın ateş kültünün daha etkili olduğu ön kaynak topluluklarında kadının saçlarının kökten kesilmesi de bu yüzden bir ‘ceza edimi’ olarak uygulanıyordu. Doğal olarak “Peruk kültü, kaş yolma” falan da ancak bu tür uygulama alanlarında oluşabilirdi. “Kıl kültü”nün “ateş kült” alanlarında ortaya çıkması, konumuzun yakma-yakılma kurban sunum biçimiyle olan bağına açıklık getirmektedir.
Türkiye tarihinde, Alevi Babalarının sakal ve bıyıklarının görevliler tarafından, zaman zaman, kesilmesinin veya kesmekle tehditlerinin anlamı da “ceza” idi zaten. Eski yazılı yasalarda gördüğümüz gibi, orada çok ciddi bir suç işlemiş “suçlu biri”nin cezası, sadece ‘saçı-sakalı kesilecek” denilerek uygulanabiliyordu ve bu oldukça ‘ağır’ bir ceza idi. Buna karşılık İslam’da, “saç kesme”, aynı zamanda kutsal bir edim olarak yer alıyor. Hac öncesinde, imanlı aday mutlaka baş “tıraşı olacak” ve tıraş olduktan sonra da elini tıraş olmuş kafasına doğru bile götüremeyecektir! Çünkü tıraşın açığa çıkardığı ‘kelin’ ve bu kelin üzerindeki damganın örtülmesi; saç biçimini değiştirme tehlikesi vardır! Konuyu bu tarihsel ve toplumsal derinliği ile kavramayan birisi bakımından, elbette Tanrının bu ‘kıllara’, ‘baş saçlarına’ gösterdiği hassasiyet, olsa olsa ‘hurafe’ olabilir!
.....
http://toplumvetarih.blogcu.com/islam-da-kurban-in-kusursuzlugu-ve-abd/2693638
Arasındaki Antlaşma Hükmü ve İslamın Abdest Ediminin Kökenleri Hakkında )
İsa’dan önce yaklaşık 1285–80 sıralarında, Mısır ile Hitit, Kadeş savaşından sonra, aralarında yazılı bir antlaşma yapmışlardı [- 1278 (+- 50)].
Ramses II ile Hattuşili III arasında imzalanmış; Hititçe ve Akadca olarak yazılmış bu anlaşmanın bir bölümü (yaklaşık olarak) şöyleydi:
«Bir kimse Mısır’dan kaçar ve Hitit ülkesine gelirse, Hitit kıralı onu ülkesinde tutmayacak, Ramses'in ülkesine döndürecektir...
Bir ya da iki ya da üç ya da,(daha çok ) … Adam Mısır’dan kaçarlarsa,(onlar da ) Ramses'in ülkesine iade edilecektir…
Bunlar öldürülmeyeceği gibi, gözlerine, ağızlarına ve ayaklarına da dokunulmayacaktır. »
Antlaşma belgesinde yer alan, kaçak kişilerin “gözlerine, ağızlarına ve ayaklarına da dokunulmayacaktır” hükmünü, onlara “bir kötülük yapılmaması” biçiminde yorumlamak ve tanıtmak çok yanlış, eksik bir sunum olur. “Göz, ağız ve ayaklara” yönelik gösterilen bu hassasiyetin şimdi anlaşılan anlamda ‘sağlıkla’ bir ilgisi olamazdı.
Eski tarihi, onun kayıtlarını, bu kayıtlarda yer alan kavramları günümüzün değer ölçüleri içinde ele alma yanılgılarını artık düzeltmemiz gereklidir.
Bu anlaşma metninde, özel olarak, “göz, ağız ve ayak”ların bilhassa ifade edilmesi, ilgili topluluğun, metine göre, bu uzuvlara o dönemde, neredeyse kişinin “öldürülmesiyle” eşit değerde önem verdiklerini; bu tür organların önemsendiğini gösteriyor.
Bu nokta, bizi, aynı zamanda İslam’ın veya Museviliğin tanrılarının sunulacak kurbanlarda aradığı “göz, ağız veya ayak” bakımından özel olarak, “sakat” olmaması özel itinasının gerekçelerine de taşımaktadır. Tek gözü kör, bir ayağı kırık bir kurban hayvan, bu tanrıların çok ‘iğrendiği’ sunular arasına girmekteydi. Şimdiki Diyanet de, çok sık olarak, kurban hayvanın şimdi kulağına takılan damganın kurban hayvana bir “halel” getirip getirmediği üzerine “ dinsel bakımdan açıklamalar” yapmasına yol açmaktadır.
Eski toplumda kişinin uzuvları çok önemli idi, çünkü orada “parmak, el, kol, bacak, dil, dudak, kulak kesme, göz çıkarma, diş kırma”... kutsal adak edimlerinde ‘sunu organ’ları olarak kullanılmış görünüyor.
Daha sonra bu uzuvlar (en azından bir bölümü) , ceza işlemlerinin konusu olarak ele alınmaya başlanmıştı. Bunları çok açık kanun hükümleri haliyle Hammurabi ve Assur yasalarında veya dini kitaplar olarak Avesta’da, Eski Ahit’te, İncil’de, Kuran’da da buluruz.
“Eski kulağı kesiklerden..” ; “kızını dövmeyen dizini döver” ; “başım gözüm üstüne” ; “ iki gözüm çıksın ; önüme aksın...” ; “elim kolum kopsun ...” ; “dilin kopsun..” ; “gözünün yağını yediğim..” ; “gözünü sevdiğim” ; “iki gözünden öptüğüm..” ; “gözü çıksın” vb. , vb. denildiği zaman, eski tarihte, bireyin, önce kutsal adak ve sonra da ‘kutsal ceza’sı için hedef alınan organlarının hangileri olduğu ve bu organların adanma türü hakkında bir fikir edinmiş olmalıyız.
Eski toplumdan devir aldığımız bu tür kavram, deyim ve kurallar eski toplumun kendi gerçek koşulları içinde değer bulur. Saç, sakal veya kaşlarına bıçak, makas veya ateş değirmeyi (‘ütmek’) en büyük günah veya aşağılanma davranışlarından biri olarak kabul eden dini inanca sahip birisini berber koltuğuna oturtmak kadar büyük bir ‘kötülük’ olamazdı. “Ütmek” ve “ütülmek” kavramlarının aynı zamanda, farklı alanlarda, “yengi” ve “yenilginin” karşılığı olarak kullanılabilir kavramlar olması, ateş kült tapınım dönemindeki eski toplumda “yenen”in ve “yenilenin”; “galip gelen” ile “mağlup olanın” karşılaşacağı sonuçlar hakkında da bilgi vericidir. Hıristiyanlığın ateş kültünün daha etkili olduğu ön kaynak topluluklarında kadının saçlarının kökten kesilmesi de bu yüzden bir ‘ceza edimi’ olarak uygulanıyordu. Doğal olarak “Peruk kültü, kaş yolma” falan da ancak bu tür uygulama alanlarında oluşabilirdi. “Kıl kültü”nün “ateş kült” alanlarında ortaya çıkması, konumuzun yakma-yakılma kurban sunum biçimiyle olan bağına açıklık getirmektedir.
Türkiye tarihinde, Alevi Babalarının sakal ve bıyıklarının görevliler tarafından, zaman zaman, kesilmesinin veya kesmekle tehditlerinin anlamı da “ceza” idi zaten. Eski yazılı yasalarda gördüğümüz gibi, orada çok ciddi bir suç işlemiş “suçlu biri”nin cezası, sadece ‘saçı-sakalı kesilecek” denilerek uygulanabiliyordu ve bu oldukça ‘ağır’ bir ceza idi. Buna karşılık İslam’da, “saç kesme”, aynı zamanda kutsal bir edim olarak yer alıyor. Hac öncesinde, imanlı aday mutlaka baş “tıraşı olacak” ve tıraş olduktan sonra da elini tıraş olmuş kafasına doğru bile götüremeyecektir! Çünkü tıraşın açığa çıkardığı ‘kelin’ ve bu kelin üzerindeki damganın örtülmesi; saç biçimini değiştirme tehlikesi vardır! Konuyu bu tarihsel ve toplumsal derinliği ile kavramayan birisi bakımından, elbette Tanrının bu ‘kıllara’, ‘baş saçlarına’ gösterdiği hassasiyet, olsa olsa ‘hurafe’ olabilir!
.....
http://toplumvetarih.blogcu.com/islam-da-kurban-in-kusursuzlugu-ve-abd/2693638
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder