13 Eylül 2013 Cuma

İslamizasyon Sürecinde Bir Türkiye…



                             İslamizasyon Sürecinde Bir Türkiye…

Dinsel  Temelde Yeniden Şekillenişin Toplumdaki Bazı Yansımaları Üzerine

  01.2.2009
 Safa Kaçmaz

Toplumumuzun ve onun yansıtıcısı Parlamento’nun artık dinsel jargonla konuşmaya başlaması; Kuran ayetlerindeki “anlamları” artık açıkça tanımlamaya ve bunları konuşmaya başlaması, demokratik platform terminolojisinden İslami jargona geçiş  süreci içinde yaşadığımızın da bir göstergesi…

Türkiye'nin İslami bir topluma ve İslami bir devlete doğru dönüşüm süreci, kaçınılmaz olarak dinsel konuların tartışılmasında yoğunlaşmaya yol  açacaktır. Daha şimdiden, TV’lerin açıkça "kumar" özelliği gösteren  yayınlarına kadar, para kutuları "İnşallah büyük para kazanma", "İnşallah küçük kutu açma" motifleriyle dolmuştur. Her cümlede birden fazla "İnşallah"cı lafın geçmesi ve bu söylem tarzının artık kanıksanmış olması bile, toplumsal gidişatın yönelimini açıkça gösteriyor.

“Aldatılmış”lığını fark etmesinden kısa bir süre önce Ertuğrul Özkök, belki İslami bir Diyarbakır’ın, Kürt sorunun barışçıl çözümüne katkıda bulunabileceğine kanaat getirerek, “ İnşallah, Diyarbakır’ı AKP alır” gibi  imani bir temenni de bulunmuştu… Bir süre sonra DTP’li  Belediye başkanı da “Allah’ın izniyle... hizmete devam” temennisini dile getirmişti..

"Türban yasası" sadece,  giderek kanıksanmış ve-ya kanıksanmakta olan dinselleşme sürecinde yeni bir uyarıcı etki ortaya çıkarmıştır; daha fazla değil… Ertuğrul Özkök’ün de “aldatılmışlık” duygusu bu noktada şekillendi.

Anımsayalım ki,  İslami çevreler, bundan 25 yıl kadar önce başlayan bir şekilde,  açıkça "Laiklik karşıtı" görünür olma yönünden, "Laikliğin yeni bir yorumu" düzeyine geçme argümanına dayanmaya başlamışlardı. Yönetim çevreleri de uzun bir süredir "Laikliği yeniden yorumlama" sözü ediyorlardı. Arınç dönemindeki bu tartışmaları anımsıyoruz. "Kişilerin Laik olamayacağı"; "Devletin Laiklik kavrayışının” değişmesi söylemi, devletin laik özelliğinin ortadan kaldırılması çabasının gizleyici kutsal örtüsü gibi kullanılıyordu. Bugünlere  "Laik devlette zorunlu  (Sunni İslami) din dersleri", "Diyanetin kollosal bütçesi" vb. yoluyla gelinmiştir. Şimdi yarattığı ejderhadan ürken sayın Demirel’in zamanında övünç duyduğu İmam hatip lisesi açma şampiyonluğundan, “kesilmeyecek Kuran ve Ezan sesi” edebiyatından; Meclisi açma konuşmalarını “Cenabı Allah’tan niyazlı” bitiş cümleleriyle kapamaktan…

"Büyük  Atatürkçü"  Kosmos Paşa'nın ABD’nin  "Yeşil İslami hat" proje ortağı olması, "Yeni Dünyanın ekonomik düzeni" ortamında tam olarak yerine oturdu. Yıllardan bu yana "Kürt sorunu"nun "silah yoluyla çözülemediğinin" görülmesi, Türkiye'nin İslami kardeşlik yoluyla Kürtleri kardeşleştirme projesine iyice adapte olmasını da hızlandırmış görünüyor. Bunların  önemli MKG belgelerine giriş sürecini daha önce incelemiştik. Orada da, bir bütün olarak PKK değil,  onun yöntemleri, silahlı metodu kullanması hedef alınıyordu. AKP ile Barzani-Talabani’yi birleştiren, "İslami kardeşlik-İslami Ümmetlik" ortak toplumuydu ki, bu somut proje, ABD'nin Ortadoğu’da dinsel ve mezhepsel haritalar çizme yeni hedefiyle de tam olarak uyuşmaktadır.

"Türkiye'nin bölünme" fobisine odaklanmış çevreler, aslında, bu projede sadece bir bölünme değil, daha büyük bir İslami devlete dönüşme hedefinin bulunduğunu tam olarak gördüklerinde, büyük olasılıkla, "Ankara’dan Musul’a" projesinin yanında yer alacak görünüyorlar. Bu projeye sistemin kurucu güçlerinin ne ölçüde katkıda bulunacağını zaman içinde birlikte göreceğiz.

Çok "milliyetçi" görünen Ağar'lardan, Bahçeli'ye kadar olan politik iklimdeki yapıların AKP ile geçmişte de izlediğimiz bu uyuşumu, hiç tesadüfî değildir ve basit bir seçim yatırımı olarak ele alınmaları son derece hatalıdır.
Medyamızın görüş açıları maalesef son derece sınırlı...

Türkiye'nin özel koşulları nedeniyle hızlı ve ağır bir şekilde yaşadığı bu yapısal dönüşüm, salt bize özgü nedenlere bağlı değildir. Bütün dünya, ulusal ekonomileri yıkmış küresel sermaye karşısında, toplumsal düzeylerde yeni bir şekillenme geçiriyor. AB-D ülkelerinin yöneticilerinin de sık sık şahit olduğumuz gibi "Hıristiyan kökenlere dönme" vurguları, dünya sathında yaşanan dinsel yeniden toparlanış-şekillenişin gereklerinden ötürüdür.

Yaşadığı ülke ile birey arasındaki aidiyet ilişkileri, eskiden olduğu gibi, artık "Ulusal bağ”lar üzerinden değil; "dinsel bağlar" üzerinden yeniden şekilleniyor. Dolayısıyla, ulusal devletler kurma çağında "ulusal dinler" oluşturmaya kadar geriletilmiş  şimdiki “Semavi din”ler, önlerine açılmış bu engelsiz sahada mevzi üzerine mevzi, alan üzerine alan kazanıyorlar.

Türkiye'de Türban, bu bakımdan hiçbir şekilde "bireysel özgürlük" alanıyla sınırlı ele alınamayacaktır; çünkü konunun tabiatı, onu dinsel gelişimin laik devleti yıkma çabasına bağlıyor.

Hiç kuşkusuz pedagojik bakımdan, dinsel gelişim kendi insan tipolojisini de yerleştirerek ilerliyor. Bu tartışma da, türban bağlayanların bunu “özgür iradeleri” ile yapıp yapmadıkları" üçüncü sınıf bir tartışma alanına hapsolmaktır.

Çok kısa bir zaman içinde, tıpkı bir süre önce basına yansıdığı gibi, "Kuran emrine  veya uygulamasına göre" 9 yaşındaki kız çocuğunu  "tamamen özgür iradeleri" ile evlendirmeye hazır  ebeveynlerin "özgürlük" talebi ile de karşılaşacağız; Kuran metni ve Peygamber uygulamaları  orada durdukça ve "hepimiz Kuran'a inanıyoruz elbette…" argümanı kullanılmaya devam edildikçe, bu olacaktır; şimdi, öteki şeriat ülkelerinde olduğu gibi. 15’inde bir kız değil de, 9’undaki bir kızla evlenmiş olan yöneticiler, bu tabloda hiç aykırı durmazlar.

"Hepimiz  elhamdülillah Müslümanız" edebiyatı, bu nedenle kaçınılmaz olarak  parçalanacak ve toplumun bu alanda iki cepheli  radikalleşmesi, herhangi basit  bir toplumsal konuda nasıl oluyor ise, aynı biçimde olacaktır. Bu, Türkiye’nin önündeki asıl süreç olarak görünüyor.

Fakat Türkiye'nin İslamizasyonu süreci, tehlikesiz bir yöndeki ilerleme değildir. Tersine, o, asimile etme çabasında başarılı olamamasının neticelerini gördüğü Kürt meselesinde olduğu gibi,  içselleştiremediği mezhepler arası çatışmanın fitilini ateşlemiş  durumda bulacaktır kendisini.

Türkiye'nin bir dizi önemli öteki sorunu dururken, Başbakan'ın son "Ulusa Sesleniş" konuşmasının iki önemli noktası, "Barcelona-İstanbul Medeniyetler İttifakı" oluşumu ve "Alevi Misafiri" olma olayıydı. Barcelona- İstanbul hattında "İslam medeniyeti" temsilcisi sıfatıyla yer alanların, oradaki yerlerini sağlamlaştırmak bakımından, Türkiye'yi kendi anladıkları içeriğiyle İslami yorum temelinde güçlendirmeleri, Alevilik inanç mensubu vatandaşların onların bir numaralı hedefi, av hedefi, halinde algılamalarına yol açacaktır. Bunun hangi tehlikeli gelişmelere yol açabileceğini görmek için, sadece bugünkü kâğıt üzerindeki Irak'ın Şii-Sünni çatışmasına bakmak yeter. Sözde "Barış dini İslam"ın bu iki mezhebinin, ne kadar onun iki mezhebi olduğu son derece tartışmalıdır ve İslam tarihinin çıkışından bu yana görünür olan bu çatışmaların gerisindeki erken temellere, çalışmalarımız boyunca ele almaya  ve Akado-sammaru toplumsal yapılanmasındaki ön kaynaklarına açıklık getirmeye çalışıyoruz.

Alevi-Bektaşi çevrelerde bu  köklü zıtlığın ana kaynaklarını  Muhammed'in damadı Ali ve kızı Fatima vb.  üzerinden açıklamaya çalışmak son derece yüzeyseldir. Burada, Alevilik-Şii'liğe karşı veya İslamın Sunni egemen biçimine karşı bir  bir tercih söz konusu değildir. İmanlıya “İslama karşı Hıristiyanlık tercih” önerisinin Murat Belge'lerin söylemindeki yerini incelemeye çalışmıştık. O bile,  sonradan bu sakat tercihi yaklaşımın boynuzlarını törpülemeye uğraştı durdu.

Bu koşullardaki bir Türkiye ve Dünyada giderek artacak dinsel söylemde sağlam bir yerde durabilmek çok önem taşıyor.

Bugün Vatan gazetesi, Başbakan’ın Mehmet Altan’ı da “azarladığı”ndan bahsetmiş...  Normal demokratik ortamlar olsaydı, herhangi bir anlaşmazlık konusu, “eleştiri” gibi terimlerle ifade edilirdi. İslami gelenek içinde ve o terbiyeyle yetişmiş kadroların, beraberlerinde getirecekleri Ümmet toplumu-şeyhülislam ilişkisi terminolojisidir elbette…“Lan…”dan başlar, “şeyin”den çıkar ve “dürüst ol…” Kasımpaşa'lılığından geçerek  , “kalben” ve “ciğeren” konuşmalarla, yarı İslami, yarı lümpen temelde sürer gider…

Toplum Ve Tarih





 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder